Yılmaz Tunç TÜSİAD’ı Hedef Aldı: Türkiye Cumhuriyeti Bir Hukuk Devletidir

TÜSİAD’ın iktidara yönelik eleştirilerine yanıt veren Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, “Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Hiçbir kurum, kuruluş veya çıkar grubu, milli iradenin üzerinde değildir” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Demokratik sistemimizin temel taşlarından biri, kuvvetler ayrılığı ve yargının bağımsızlığıdır. Yargı süreçleri üzerinde hiçbir baskıyı kabul etmediğimiz gibi yargıyı etkilemeye yönelik her türlü girişime karşı olduğumuzu herkesin çok iyi bilmesi gerekir.”

Yılmaz Tunç, açıklamasının devamında, “Sivil toplum kuruluşlarının görüş açıklaması elbette demokratik bir hak olmakla birlikte, yargıyı ve siyaseti yönlendirme çabaları, demokrasinin ruhuna ve hukukun üstünlüğü ilkesine aykırıdır” ifadelerini kullandı.

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) yöneticisi Ömer Aras ve Orhan Turan’ın iktidara yönelik eleştirilerine yanıt verdi. Yılmaz Tunç, şu ifadeleri kullandı:

“Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Hiçbir kurum, kuruluş veya çıkar grubu, milli iradenin üzerinde değildir. Demokratik sistemimizin temel taşlarından biri, kuvvetler ayrılığı ve yargının bağımsızlığıdır. Yargı süreçleri üzerinde hiçbir baskıyı kabul etmediğimiz gibi yargıyı etkilemeye yönelik her türlü girişime karşı olduğumuzu herkesin çok iyi bilmesi gerekir.

Sivil toplum kuruluşlarının görüş açıklaması elbette demokratik bir hak olmakla birlikte, yargıyı ve siyaseti yönlendirme çabaları, demokrasinin ruhuna ve hukukun üstünlüğü ilkesine aykırıdır. Demokrasi sadece belli çevrelerin değil, topyekûn milletin ve devletin ortak emanetidir. Türkiye eski Türkiye değildir.

Ayrıcalıklı kesimlerin yön verdiği Türkiye’nin artık geride kaldığını anlamayanlar şunu bilmelidir ki; hiç kimse veya hiçbir kuruluş, kendisini milletin iradesinin ve hukukun üstünde göremez. Hukuk düzenine yönelik her türlü müdahale girişimine karşı, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da hukuk çerçevesinde en güçlü şekilde karşılık vereceğimizden hiç kimsenin şüphesi olmasın.”

YİK Başkanı Ömer Aras: Demokrasimizi zedeledi

İstanbul’da düzenlenen Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Genel Kurul toplantısında yapılan sunum ve konuşmalarda Türkiye’de gündeme damgasını vuran gelişmeler hakkında sert mesajlar verildi.

Genel kurulda paylaşılan sunumun, “Politik hayatta olağanüstü olaylar” başlıklı slaytında politikacılara, iş insanlarına ve gazetecilere yönelik yargı süreçlerine “Sorgulanıyor, Tutuklanıyor”, Türk Silahlı Kuvvetleri’nden ihraç edilen teğmenlere de “Ordudan ihraç ediliyor” ifadeleriyle dikkat çekildi.

Politik hayatta yaşanan olağanüstü olayların, toplumda endişe yarattığına ve güven sarstığına işaret edilen sunumda, tutukluluk süreçlerinin istisna değil kural haline gelme sorununun da çözülemediği belirtildi.

TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi (YİK) Başkanı Ömer Aras hükümetin ekonomi politikalarını eleştirdi. “Kamunun da özel sektör şirketleri ve vatandaşlarımız gibi eşit düzeyde kemer sıkması şart” diyen Aras, enflasyonla mücadele için 2025 yılında kamuda yapılacak tasarrufun daha etkin olmasını beklediklerini söylerken, “Devletin bütçe disiplinine uyması, kamu harcamalarını kontrol etmesi ve kamuda tasarrufu arttırması şart” sözlerini kaydetti.

Aras, belediyelere yönelik artan baskılara dikkat çekti, “Yerel seçimlerde politik gücün barış içinde el değiştirmesi, ülkemizde demokrasinin gücünü tekrar tüm dünyaya göstermiş oldu ancak seçimler sonrasında seçilmişlerin görevden alınarak atanmışların göreve getirilmesi demokrasimizi zedeledi” dedi.

Ömer Aras ayrıca ekonomide hayata geçirilmesi gereken iki ana yapısal reformun önemine vurgu yaparak bunları şöyle sıraladı: “Birincisi, insana değer katan eğitim ve liyakat. İkincisi, hukukun üstünlüğü ve bağımsız yargı. Hedefimiz, bu reformların yarattığı güven ortamıyla beslenen ekonomik kalkınma olmalıdır. Bu iki reformu hakkıyla gerçekleştirebilirsek diğer tüm reformlar kolaylıkla yapılabilecektir.

Dünya ile rekabet edebilmemiz için özel sektörde ve kamu bürokrasisinde iyi eğitilmiş yüksek vasıflara sahip ve liyakate uygun atanmış insanlar olması şart. Ayrıca bilimde, sanatta, sporda, tüm alanlarda ileri gitmek için her şeyden önce nitelikli insan gerekiyor. İyi yetişmiş insanlar hukukun üstünlüğünün ve adil yargının olduğu bir ortamda çalıştığı takdirde ekonomi başta olmak üzere her konuda başarının yolu açılacaktır. Bu konuda toplumsal fikir birliğine ihtiyacımız var.”

İçinde bulunulan sürecin dünya için olduğu kadar Türkiye için de önemli bir kavşak olduğunu kaydeden Ömer Aras, ekonomik ve siyasi gelişmelerin hem büyük fırsatlar hem de büyük riskler yarattığına dikkat çekerek şu mesajları verdi:

“Bu süreci mutlaka çok iyi yönetmeliyiz. Türkiye’mizin, dünyada sözü geçen, bölgesinde istikrarın teminatı olan, ekonomisi istikrarlı, demokrasisi sağlam, hukuk devleti ilkeleri yerleşmiş, toplumu huzurlu bir ülke olması yönünde el birliği ile çalışmalıyız. Bunu ancak hukukun üstünlüğü ve bağımsız yargının yarattığı güven ortamında iyi yetişmiş, liyakatla göreve gelmiş insanlar ve eşitlikçi bir yaklaşımla yapabiliriz. Bunu yaptığımız taktirde en önemli yapısal reformu gerçekleştirmiş olacağız. Bizi yönetenlere iyi niyetle önerilerimizi aktarmak görevimizdir. Hepimiz bu doğrultuda üstümüze düşeni yerine getirmeliyiz.”

YİK Başkanı ayrıca toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin, kalkınmanın tüm boyutlarını negatif etkilediğine işaret etti. Aras, “Kadınların ekonomik, siyasi ve toplumsal hayatta erkeklerle eşit şekilde temsil edilmesi ekonomik kalkınma, adaletsizlikle mücadele ve toplumsal refah yaratarak ilerlemenin olmazsa olmaz koşuludur” diye konuştu.

Aras’tan sonra kürsüye gelen TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan ise daha kısa bir konuşma yaptı. “Sussak gönlümüz razı değil. Hukukun üstünlüğünü, hemen ve tam olarak tesis etmeden ne ekonomide ne toplumda ne iç ne de dış politikadaki sorunlar çözülebilir” diyen Turan, şunları dile getirdi:

“Toplumsal kutuplaşmanın yerini toplumsal uyuma bırakması, siyasette yumuşama ve siyasi alanın genişlemesi, sorunlarımızın çözümünü mutlaka kolaylaştıracaktır. Bu noktada terör sorununun kalıcı olarak ortadan kalkması en büyük dileğimizdir. Ancak şunu da görelim, izlenmekte olan sürecin başarısı ile hukuk devleti ve demokratik standartların iyileştirilmesi arasında birbirini besleyen karşılıklı bir etkileşim vardır. Biri olmadan diğeri eksiktir. Hukukun üstünlüğünü tesis edersek tüm sorunlarımızı konuşarak ortak akılla çözebiliriz.”

Turan da Aras gibi son dönemde yaşanan olayları arka arka sıralayarak “Biz niye bu hale geldik?” sorusunu yöneltti. TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Turan, “Eleştirel ifadelere ve habercilik faaliyetlerine açılan soruşturma haberleri çok sıklaştı. 10 küsur sene önceki olaylara, şimdi yeni soruşturmalar açılıyor” dedi.

Tutuklu milletvekillerine, siyasi parti liderlerine ve belediye başkanlarına yenilerinin eklendiğini söyleyen Turan, “Disiplinsizlik suçuyla teğmenler hakkında ihraç kararı alınıyor. Kamuoyu vicdanında suç ve ceza arasında orantısızlık kanaati oluşuyor. İster seçimle ister atamayla gelen kamu görevlilerinin görevlerinden alınmasının, yeni örneklerine şahit oluyoruz. Suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, galiba artık şirket kurmaktan daha kolay. Kadın cinayetlerinin de çocuk tacizlerinin de sonu gelmiyor. Nedir bu tırmanma?” diye konuştu.

Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek’in uyguladığı programa TÜSİAD’ın destek verdiğini vurgulayan Orhan Turan, ancak ekonomik durumun sıkıntılı olduğuna da işaret etti. TÜSİAD Başkanı, “Sayın Bakan Mehmet Şimşek’in ekonomi programına destek veriyorsak da ekonomide her şeyin yolunda olduğunu söyleyemeyiz” dedi.

Enflasyonla mücadelenin hızlanması gerektiğini vurgulayan Turan, şunları ifade etti: “Artık daha hızlı netice almalıyız. Yoksa stres birikiyor. Sanayici çok zorlanıyor. İhracatçı kan ağlıyor. İthalatın cazibesi artıyor. Başka ülkelerde hammaddeyi daha ucuza alan, krediye daha ucuza erişen rakiplerimizle biz nasıl rekabet edebiliriz? İşimizi nasıl devam ettireceğiz? Devam ettiremezsek çalışanlarımız ne olacak? Hem sanayici mutsuz hem çalışanlar. Hem büyük işletmeler zorlanıyor hem KOBİ’ler. Hem batıdaki girişimciler yakınıyor hem doğudakiler. Peki kimin yüzü gülüyor?”

Türkiye, Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 117. sırada

Veriler, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’u “Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir” söylemini yalanlıyor. Türkiye, Dünya Adalet Projesi (WJP) 2008’den bu yana her yıl yayımladığı ‘Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 142 ülke arasında 117. sırada. Yani hukuk konusunda dünyanın en kötü 25. ülkesi.

WJP değerlendirmeyi hükümet yetkileri üzerinde kısıtlamanın olması, yolsuzluğun önlenmesi, düzen ve güvenlik, hükümet şeffaflığı, temel haklar, adil hukuk, cezai adalet ve idari yaptırımlardan oluşan 8 kritere göre yapıyor. Türkiye bu haliyle Nijer, Angola, Honduras, Meksika, Gine ve Nijerya ile aynı ligte.

Paylaşın

Patronlar Kulübü TÜSİAD’dan İktidara Sert Eleştiriler

TÜSİAD Başkanı Orhan Turan, “Bakan Mehmet Şimşek’in ekonomi programına destek veriyorsak da, ekonomide her şeyin yolunda olduğunu söyleyemeyiz. Enflasyonla mücadelenin hızlanması gerekiyor.” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Artık daha hızlı netice almalıyız. Yoksa stres birikiyor. Enflasyonla mücadelenin maliyetine katlanmak zorlaşıyor. Hem girişimciler için hem çalışanlar için. Sanayici çok zorlanıyor. İhracatçı kan ağlıyor. İthalatın cazibesi artıyor.”

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Orhan Turan, TÜSİAD Olağan Genel Kurul toplantısında konuştu. Orhan Turan’ın konuşmasından öne çıkan bölümler şöyle: “Depremlerde, yangınlarda, iş kazalarında çok sayıda vatandaşımızı kaybediyoruz. Demek ki, hata, suistimal ve kayırmacılık çok yaygın.

Eleştirel ifadelere ve habercilik faaliyetlerine açılan soruşturma haberleri, çok sıklaştı. 10 küsur sene önceki olaylara, şimdi yeni soruşturmalar açılıyor. Tutuklu milletvekillerine, siyasi parti liderlerine ve belediye başkanlarına sürekli yenileri ekleniyor.

Disiplinsizlik suçuyla teğmenler hakkında ihraç kararı alınıyor. Fakat, deprem, yangın taciz, kadın cinayeti, iş kazası, gibi kamuoyunda infial yaratan nice olayda, ya suçlular bulunmuyor ya da kısa sürede serbest kalıyorlar. Kamuoyu vicdanında suç ve ceza arasında orantısızlık kanaati oluşuyor.

İster seçimle, ister atamayla gelen kamu görevlilerinin görevlerinden alınmasının, yeni örneklerine şahit oluyoruz. Üstelik, yeni yasal düzenlemelerle, kamu görevlilerinin Devlet Denetleme Kurulu tarafından görevden alınması ve TMSF’nin şirketlere kayyum olarak atanması mümkün oluyor.

Yolsuzluk, dolandırıcılık, karaborsa haberlerinin ardı arkası kesilmiyor. Suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, galiba artık şirket kurmaktan daha kolay. Kadın cinayetlerinin de, çocuk tacizlerinin de sonu gelmiyor. Nedir bu tırmanma? Biz niye bu hale geldik?

Hangisini ele alsak günlerce, belki de aylarca konuşmak gerekiyor. Tüm bu sorunların arkasında, hukuka olan güvenin sarsılması var. Hep söyledik. Hep söyleyeceğiz. Modern devletin temelinde hukukun üstünlüğü vardır. Tüm vatandaşlar kanun önünde eşittir.

Devlet de hukukla bağlıdır. Her kademede yönetim keyfi değil, hukuk kurallarına göre yapılır. Burada sorun varsa her yerde sorun çıkar. Hukuka güven kalmazsa güvensizlik, istikrarsızlık ve belirsizlik her yere sirayet eder. Sistemik risk oluşur. Günü kurtarmak mümkün olsa da yarınlar tehlike altına girer.

Bakın biz sanayici ve iş insanlarıyız. TÜSİAD üyesiyiz. Ama her şeyden önce insanız, bu ülkenin vatandaşıyız. İnsani değerleri ekonomik değerlerin önüne koyarız. Çocuklarımıza, torunlarımıza daha büyük bir miras değil, daha iyi bir gelecek bırakmak isteriz.

Daha iyi bir geleceği, hukuka güven olmadan kuramayız. Hukukun üstünlüğünü, hemen ve tam olarak tesis etmeden; Ne Ekonomide, ne toplumda, ne iç, ne de dış politikadaki sorunlar çözülebilir.

Ayrıca toplumsal kutuplaşmanın yerini, toplumsal uyuma bırakması, siyasette yumuşama ve siyasi alanın genişlemesi, sorunlarımızın çözümünü mutlaka kolaylaştıracaktır. Bu noktada, terör sorununun kalıcı olarak ortadan kalkması en büyük dileğimizdir.

Ancak şunu da görelim: izlenmekte olan sürecin başarısı ile, hukuk devleti ve demokratik standartların iyileştirilmesi arasında birbirini besleyen karşılıklı bir etkileşim vardır. Biri olmadan diğeri eksiktir. Hukukun üstünlüğünü tesis edersek, tüm sorunlarımızı konuşarak, ortak akılla çözebiliriz.

Sayın Bakan Mehmet Şimşek’in ekonomi programına destek veriyorsak da, ekonomide her şeyin yolunda olduğunu söyleyemeyiz. Enflasyonla mücadelenin hızlanması gerekiyor. Artık daha hızlı netice almalıyız. Yoksa stres birikiyor. Enflasyonla mücadelenin maliyetine katlanmak zorlaşıyor. Hem girişimciler için hem çalışanlar için.

Sanayici çok zorlanıyor. İhracatçı kan ağlıyor. İthalatın cazibesi artıyor. Başka ülkelerde hammaddeyi daha ucuza alan, krediye daha ucuza erişen, enerji ve işçilik maliyetinin toplam maliyetler içindeki payı daha düşük olan rakiplerimizle biz nasıl rekabet edebiliriz?, Bunun matematiği nedir?, Verimlilik farkı bu makası kapamaya yeter mi?

Peki bugün, işimizi nasıl devam ettireceğiz?, Devam ettiremezsek çalışanlarımız ne olacak?, Nüfus artış hızının dramatik biçimde azaldığının farkındayız. Peki bunun verimlilikte çok daha büyük bir artışı gerektirdiğinin ne kadar farkındayız?

Çalışan sayısı artmadan, nitelik yükselmeden, verimlilik hızlanmadan, katma değer artmadan nasıl büyüyeceğiz? Bunu açıklayan bir teori var mı? Hem sanayici mutsuz hem çalışanlar. Hem büyük işletmeler zorlanıyor hem KOBİ’ler. Hem Batıdaki girişimciler yakınıyor hem Doğudakiler. Peki kimin yüzü gülüyor?

Özdemir Asaf ‘Her şeyi zamana bıraktık, zamanımız var mı bilmeden…’ demişti. Artık zamanımızın kalmadığını biliyoruz. Yıllardan beri iklim değişikliğine hazırlanalım diyoruz. Teknolojik dönüşümü kaçırmayalım diyoruz.

Jeostratejik risklere karşı önlem alalım diyoruz. İşgücümüzü ve gençlerimizi çağın ihtiyaçlarına göre yetiştirelim diyoruz. İşgücü açığını kapatmak için önce kadınlarımızı işgücüne katalım diyoruz. Ticaret savaşlarına hazırlanalım, ithalatın değil, ihracatın cazip olduğu bir ekosistem oluşturalım diyoruz. Tarım ve hayvancılığın stratejik önemini hatırlayalım diyoruz.

Dünyada büyük bir değişim yaşanıyorken, önümüzde bir sıçrama fırsatı olduğunu görüyoruz. Bundan yararlanalım diyoruz. Ama enerjimiz boşa gidiyor. Dünyadaki değişimi yakalayamıyoruz. Artık hiçbir şeyi zamana bırakamayız. Bunun için zamanımız kalmadı. Bir an önce enflasyonla mücadelede kalıcı başarıyı sağlayalım. Para politikasını maliye politikasıyla ve yapısal reformlarla destekleyelim.

Sanayiye mutlaka nefes aldırılması lazım. Yatırım, üretim ve ihracat desteklenmeli. Dediğim gibi, neler yapılması gerektiğini defalarca söyledik; ayrıca bugün paylaştığımız bir kitapçık haline getirdik. Çünkü ‘sussak gönlümüz razı değil’.”

Paylaşın

TÜSİAD’dan Yabancı Sermaye İçin “Güçlü Hukuk Devleti Şart” Çıkışı

TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu (YİK) Başkanı Ömer Aras, konsey toplantısında yaptığı konuşmada, “Temmuz’dan bu yana ekonomik program olumlu sonuçlar veriyor. Uygulanmakta olan para politikası sayesinde enflasyon düşme eğilimine girdi. Daha önce de vurguladığımız gibi bu zaman alan bir süreç” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Sürecin başarılı olması için politikalarda kararlılık ve istikrar önemli. Sabırlı olmalıyız. Türkiye ekonomisinin sinyal niteliği en yüksek göstergelerinden olan cari açık hızla daralıyor. Eylül ayında yıllık cari açığın 10 milyar doların altına inmiş olması, önümüzdeki dönemin enflasyon ve kur gelişmeleri açısından memnuniyet verici. Cari açık daralırken döviz rezervleri de güçleniyor.”

Ömer Aras, “Ekonomideki düzelme uluslararası piyasalar tarafından da teyit edildi. Ülke risk primimizi gösteren CDS ve rating notlarımız iyileşti. Ama verimlilikle büyümeye en büyük katkıyı yapacak olan doğrudan sermaye yatırımları girişi çok sınırlı. Doğrudan sermaye yatırımları için makroekonomik istikrarla beraber güçlü bir hukuk devleti, adil, hızlı ve efektif işleyen bir adalet sisteminin de tesis edilmiş olması gerekiyor.” ifadelerini kullandı:

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yüksek İstişare Konseyi toplantısı 12 Aralık Perşembe günü Ankara’da gerçekleştirildi. Toplantının açılış konuşmaları TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Ömer Aras ve TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan tarafından yapıldı.

Ömer Aras, konsey toplantısında yaptığı konuşmada şunları söyledi: Temmuz ayındaki konuşmamın başlığı, ‘Ülke Olarak Değişimi Kaçırmayalım’ idi. Dünyadaki değişimi iklim, demografik, jeopolitik ve teknolojik değişim olarak dört başlık altında toplayabiliriz demiştim. Değişimi kaçırmamak ve güçlü ve dayanıklı bir ekonomi yaratmak için Hukukun üstünlüğü, Eğitim ve liyakat, Teknoloji – İnovasyon, Verimlilik ve ihracata dayalı ekonomik büyüme konularına öncelik vermemiz gerektiğini belirtmiştim.

O tarihten bugüne kadar geçen sürede temel eğilimler aynı kaldı. Dolayısıyla odaklanmamız gereken konular da aynı. Bugünkü konuşmamın başlığını ise Toplumsal Uyumla Orta Gelir Tuzağından çıkmak olarak belirledim. Geçen hafta açıklanmış olan GSYH rakamları Orta Gelir Tuzağının üst sınırına yakın olduğumuzu gösteriyor. Orta Gelir Tuzağından artık kalıcı olarak çıkmalıyız, yüksek gelirli bir ülke olmalıyız. Toplumun tüm fertleri de bunu hissetmeli.

Bunun için toplum olarak başarısı teori ve uygulama ile ispatlanmış akılcı politikalar etrafında uzlaşalım diyorum. Biraz sonra değerli hocalarımızla yapacağımız panelde bu tartışmayı derinleştirmeyi dört gözle bekliyorum. Daha fazla vakit kaybetmeyelim, “Aklın yolu bir” diyerek ortak akıl etrafında bir araya gelelim. Dünyaya baktığımızda jeopolitik ve ekonomik etkileşimlerin her geçen gün daha fazla iç içe geçtiğini görüyoruz. Jeopolitik riskler artıyor. Bu da belirsizliği artırıyor. Artan belirsizlik yatırımları ve ticareti zayıflatıyor. Çatışma ve savaşların toplumlar ve ekonomiler üzerinde yarattığı etkiler giderek güçleniyor.

Küresel jeopolitikteki değişmelerin son örneği olarak Suriye’deki iktidarın hızla çökmesini görüyoruz. Suriye’de geçiş sürecinin de sancısız olmasını ve hızla tamamlanmasını temenni ediyoruz. Askeri çatışmaların yanı sıra ticaret savaşları ve enerji dönüşümü ivmeleniyor. ABD Başkanı Trump’ın ikinci döneminde muhtemelen ticaret savaşları daha da sertleşecek, korumacılık daha da yaygınlaşacak. Bu durum iki önemli trendi ön plana çıkartıyor:

1. Tedarik zincirlerine yaklaşım değişiyor. Ekonomik güvenlik endişeleri yükseliyor. Daha düşük maliyet arayışı yerini güven arayışına bırakıyor. Tedarik zincirlerinde bu yaklaşım değişimi gelişmekte olan ülkelerin ihracat erformanslarını etkiliyor.

2. İkinci trend çok önemli. Enerji üretiminde yenilenebilir enerjinin payı artarken fosil yakıtların rolü azalıyor. Elektrik talebi hızla yükselirken bu talep giderek artan bir şekilde güneş ve rüzgar enerjisi ile karşılanıyor. Fosil yakıt döneminden elektrik dönemine geçiyoruz. Bu geçişin arka planında çevre konusundaki duyarlılıktan daha etkili olan güneş ve rüzgar enerjisi ile üretilen elektriğin giderek daha verimli hale gelmesi, yani ucuzlaması var. Bu değişime adapte olamayan ekonomiler zorlanıyor.

Tedarik zinciri ve enerji politikalarındaki değişim, verimliliği ve rekabet gücünü çok ciddi şekilde etkiliyor. Bu etki önümüzdeki yıllarda azalmayacak tam tersine güçlenecek. Önlemlerimizi buna göre almalıyız. Temmuz ayından bu yana geçen süre içinde üç önemli rapor yayınlandı:

1. Eylül ayında Draghi raporu olarak bilinen Avrupa’nın rekabet gücü raporu
2. IMF’nin Dünya Ekonomik Görünüm (World Economic Outlook) raporu
3. Dünya Bankası’nın Ufuk Akçiğit hocanın katkılarıyla hazırlanmış olan Orta Gelir Tuzağı alt başlıklı 2024 Küresel Kalkınma raporu.

Her üç raporda da ortak konu, uzun vadeli istikrarlı büyümenin motoru olan, ‘ekonomik verimlilik’. Verimliliğin arttırılması için her üç raporda da hızla harekete geçilmesi çağrısı yapılıyor. Aciliyeti vurgulanıyor. Avrupa Merkez Bankası eski Başkanı Mario Draghi’nin uzun zamandır beklenen raporu Türkiye’de de çok konuşuldu. Avrupa geriye düşüyor. Dünya GSYH’daki payı son 30 yılda sürekli küçülerek %26 dan %17’ye geriledi. Aynı dönemde Çin %2 den %17 ye çıkarak Avrupa’yı yakaladı.

Avrupalı işletmeler “orta teknoloji tuzağında”. Avrupa ileri teknolojilerde ABD ve Çin ile inovasyon farkını kapatmak için harekete geçmek zorunda. Bu nedenle verimlilik artışı AB için varoluşsal önemde. Çözümün yolu da sanayi politikasının etkin bir biçimde değiştirilmesinden geçiyor. Draghi’nin bu raporda Avrupa için dikkat çektiği verimlilik riski Türkiye için fazlasıyla mevcut.

IMF raporunda, dünyanın resesyona girmeden ve işsizliğe yol açmadan enflasyonu yavaşlatabildiği müjdesini veriyor. Öte yandan dünya ekonomisinde büyümenin zayıf seyredeceğini ve küresel ticaretin artış hızının da neredeyse yarıya ineceğini belirtiyor. Büyümenin hızlandırılması için verimlilik bazlı reformların bir an önce yapılması gerektiğine dikkat çekiyor.

Dünya Bankası son yayınladığı Dünya Kalkınma raporunu orta gelir tuzağı konusuna ayırmış. Dünyada tam 108 ülkede yaşayan 6 milyar insan orta gelir tuzağından çıkmaya çalışıyor. Bu ülkelerden birisi de biziz. Küresel jeopolitikteki gerilimler, artan korumacılık, yükselen popülizm ve düşük küresel büyüme ülkelerin ekonomik performansını aşağı çekiyor. Dış ticaret ve yabancı yatırımlar büyümeyi ve verimlilik artışını eskisi gibi desteklemiyor. Ülkeler arasında artık daha sert bir rekabet var.

Şimdi, Temmuz’dan bu yana Türkiye’de neler oldu? diye bakalım Arka arkaya gelen gelişmeler ve yaşadığımız sarsıcı olaylar gündemin çok hızla değişmesine, daha birini çözememişken üzerine yenilerinin eklenmesine neden oluyor. Kız çocuklarına ve kadınlara yönelik şiddet hepimizi derinden etkiliyor. Çeteleşmenin sağlık alanına kadar uzanmış olduğu bilgisiyle sarsılıyoruz.

Eğitimde kaliteyi ve çağı nasıl yakalayacağımızı tartışmayı umarken, kendimizi beslenme, hijyen ve okul servisi gibi temel hizmetleri tartışırken buluyoruz. Yerel yönetimlerin başına neden atanmış kamu görevlilerinin geldiğini sorguluyoruz. Hayat pahalılığı ve yoksulluk ile daha iyi mücadele edilmesi gerektiğini görüyoruz.

Beş çocuğun yanarak hayatını kaybetmesinin yoksullukla mücadele ve sosyal devlet ilkesinin uygulama başarısı ile ilişkisini düşünmeden edemiyoruz. Laiklik tartışmalarının tekrar tekrar gündeme getirilmesinin hangi ihtiyaca hizmet ettiğini kavrayamıyoruz. Kreşler konusundaki girişimleri her çocuğun sahip olması gereken eğitim hakkı ile bağdaştıramıyoruz. Fikir önderlerinin ve sıradan vatandaşların eleştirel ifadeleri ve gazetecilerin yaptıkları haberler nedeniyle tutuklanmalarını anayasadaki ifade özgürlüğü ile bağdaştıramıyoruz.

Yukarıda örneklerini verdiğim, kamu vicdanını derinden yaralayan gelişmelerin üst üste gelmesi çözmemiz gereken sorunlar olduğunu gösteriyor. Bu sorunları çözmeye mevcut anayasayı, Anayasa Mahkemesi karalarını ve yasaları tam olarak uygulayarak başlamak gerekiyor. Bu sorunları çözmek toplumda mevcut kutuplaşmaları azaltacak, güven duygusunu tesis edecek, toplumsal uyum ve uzlaşı zemini hazırlayacaktır.

“Ekonomik program olumlu sonuçlar veriyor”

Temmuz’dan bu yana ekonomik program olumlu sonuçlar veriyor. Uygulanmakta olan para politikası sayesinde enflasyon düşme eğilimine girdi. Daha önce de vurguladığımız gibi bu zaman alan bir süreç. Sürecin başarılı olması için politikalarda kararlılık ve istikrar önemli. Sabırlı olmalıyız. Türkiye ekonomisinin sinyal niteliği en yüksek göstergelerinden olan cari açık hızla daralıyor. Eylül ayında yıllık cari açığın 10 milyar doların altına inmiş olması, önümüzdeki dönemin enflasyon ve kur gelişmeleri açısından memnuniyet verici.

Cari açık daralırken döviz rezervleri de güçleniyor. Ekonomideki düzelme uluslararası piyasalar tarafından da teyit edildi. Ülke risk primimizi gösteren CDS ve rating notlarımız iyileşti. Ama verimlilikle büyümeye en büyük katkıyı yapacak olan doğrudan sermaye yatırımları girişi çok sınırlı. Doğrudan sermaye yatırımları için makroekonomik istikrarla beraber güçlü bir hukuk devleti, adil, hızlı ve efektif işleyen bir adalet sisteminin de tesis edilmiş olması gerekiyor.

Para politikasında doğru yönde atılmış olan adımlar yapısal reformlarla desteklenmezse eksik kalıyor. Toplumsal uyumu sağlamadan, hukuk devletini ve demokrasiyi güçlendirmeden, güven tesis etmeden, iyi eğitilmiş akıllı ve bilgili gençlerimizi liyakat esası ile göreve getirmeden ekonomide elde edeceğimiz mesafenin sınırlı olduğunu bilmeliyiz.

Biraz önce sizlere Dünya Bankasının yeni yayımlanan Orta Gelir Tuzağı raporundan söz etmiştim. Türkiye bundan 10-11 sene önce orta gelir tuzağından çıkmaya çok yaklaşmıştı. 2004 yılında kişi başı gayri safi milli gelirde 5000 doları aşarak üst orta gelir kategorisine ulaşmıştık. 2013 yılında da kişi başı gelirimiz 12570 dolara çıkmıştı. Yüksek gelirli ülke sınırını aşmamıza ramak kalmıştı. Fakat 2014 sonrasında Türkiye’nin performansı düştü. Yüksek gelirli ülkelerle olan kişi başı gelir farkımız açıldı.

Bir yılı aşkın süredir uygulanan enflasyonla mücadele programında atacağımız doğru adımlar orta gelir tuzağından çıkmak için önemli olsa da yeterli değil. Farklı şeyler yapmalıyız. Orta gelir tuzağından başarıyla çıkmış olan ülkelerin tecrübelerini iyi incelemeliyiz. Örneğin, 2004 yılında Avrupa Birliğine giren Polonya ile birlikte kişi başı gelirimiz 5000 dolar seviyesindeyken bugün 20 yıl sonra biz 13,000 dolardayız, Polonya 22,000 dolarda. Türkiye’nin Orta Gelir Tuzağında olmasının ana nedeni toplam faktör verimliliğini yükseltemiyor olması. Daha anlaşılır dille, aynı miktar sermaye ve çalışanla daha fazla ve daha değerli üretim yapamıyor olması.

Ekonomik gelişime baktığımızda, 2000’lerin başındaki hızlı büyüme sürecinde toplam faktör verimliliğinin de arttığını görüyoruz. Bu dönemde özellikle ekonomik ve siyasi öngörülebilirlik artıyor, hukuk devleti güçleniyor, yabancı sermaye girişleri rekor seviyelere ulaşıyor. 2006’dan sonra ise ekonomimizde toplam faktör verimliliği artışı duruyor. Verimlilik artmayınca kişi başı gelir de artmıyor. Verimlilik artışının olmaması, asgari ücret konusunda da tıkanmaya neden oluyor. Çalışanların hakkaniyetli bir gelir elde etmesinin önündeki en büyük engel şirketlerin verimliliği arttıramaması. Verimliliği yüksek şirketler asgari ücretin üzerinde ücret verebilirler.

Eğer bir ekonomide enflasyonla mücadele açısından uygun görülen asgari ücret artışı çalışanları tatmin etmiyorsa bu ülkede çözülmesi gereken ciddi bir verimlilik sorunu var demektir. Asıl sorun olan düşük verimlilikle baş edilemezse asgari ücret tartışması hiç bitmez. Asgari ücret tuzağından çıkamayız. Esas başarı, verimliliği yüksek şirketler yaratarak toplam işgücü içinde asgari ücretle çalışan kişi sayısını düşürmektir.

Ne enflasyonla mücadeleden vazgeçmek mümkün ne de enflasyonla mücadelenin yükünün vatandaşın üzerine yıkılmasına razı gelmek. Bu nedenle asgari ücret artışıyla beraber verimlilik artışı için de politikaları hiç vakit kaybetmeden gündeme almak gerekiyor.

Dünya bankası orta gelir tuzağından çıkışta 3 aşamalı bir sürece dikkat çekiyor:

1. Yatırım yapmak,
2. Teknolojiyi ülke içinde yaygınlaştırmak,
3. İnovasyonla yüksek teknoloji üretmek.

Üçüncü aşama en zor olanı. Türkiye bu aşamada. O zaman bu aşamayı nasıl geçebileceğimiz sorusuna odaklanmalıyız. Aslında bu sorunun cevabı çok da zor değil. TÜSİAD 50. yılı için yapmış olduğu Geleceği İnşa raporunda kalkınmanın üç unsurunu insan, teknoloji ve kurumlar olarak belirtmişti.

1. Unsur insan: İnsan derken en öncelikli alan eğitim. Unutmayalım ki demografik fırsat penceresi hızla kapanıyor. TUİK 2030 yılını işaret ediyor. Bu tarihten sonra çalışma çağındaki nüfusun toplam nüfus içindeki oranı azalmaya başlayacak. Bu nedenle işgücünün niteliğini artırmak daha da önemli hale geliyor.

Enflasyonla mücadele politikaları çerçevesinde bütçe harcamalarında tasarrufa gitmek kaçınılmaz. Ancak, eğitim, tasarruf edilmesi gereken son alan olmalı. MEB bütçesinin merkezi bütçeden aldığı pay 2015’te %13 iken, 2024’te %9.8’e geriliyor. Bu oranı mutlaka artırmalıyız.

Öğretmenlere iyi ücret vermeliyiz. Unutmayalım ki eğitime ayrılan her kaynak, misliyle topluma geri döner. Okul öncesinden yükseköğretime kadar tüm kademelerde çocuklarımıza Cumhuriyet değerlerine, bilimsel düşünce ve akla dayalı, 21. yüzyıl becerilerini kazandıran bir eğitim sunmalıyız. Okul öncesi eğitimin zorunlu ve ücretsiz olmasını sağlamalıyız.

Verimliliği yüksek bir ekonomi için üniversitelerle teknoloji üreten sanayi iş birliğinde araştırma geliştirmeyi desteklemeliyiz. Eğitimde kaliteyi arttırsak da beyin göçünü önleyemezsek başarılı olamayız. Liyakatın önünü açmalıyız. Eğitim ve liyakatı daima birlikte düşünmeliyiz. İyi eğittiğimiz gençleri ülkemizde tutmak için başta ekonomik özgürlükler olmak üzere tüm özgürlük alanlarını genişletmeliyiz.

Eğitimde kapsayıcılığı önemsemeliyiz. Toplumsal uyumu güçlendirecek yetenek havuzumuzu büyütmeliyiz. Kadınların toplumsal konumunu aşağı çeken değer yargılarıyla mücadele edip kadınların potansiyelinin açığa çıkmasını teşvik etmeliyiz. Unutmayalım ki kadınların dışlanması toplumun yarısının potansiyelinin realize edilememesi demektir. Verimsizlik demektir.

Demografik yapımızı dolayısı ile ekonomimizdeki insan faktörünü etkileyen mülteci konusunu da hassasiyetle ve akılcı bir şekilde yönetmeliyiz. Avrupa’nın kaliteli göçmenleri alıp istemediklerini bize göndermesini, ülkemizin Avrupa için bir tampon bölge haline gelmesini kabul etmemeliyiz. Kendi vatandaşlarımızın aleyhine uygulamalardan
kaçınmalıyız.

İnsana daha fazla yatırım yaptıkça, kapsayıcılığı genişlettikçe yeni teknoloji üretme kapasitemiz artacak ve rekabet gücümüz yükselecektir. Büyüme verimlilik olmadan hızlanmaz. Verimlilik yüksek teknoloji kullanımı olmadan artmaz.

2 . Unsur Teknoloji: Verimliliğin önemli bir göstergesi olan yüksek teknolojili ürünlerin imalat sanayi ihracatımız içindeki payı son 10 yıldır %3 seviyelerinde. Buna karşılık üst orta gelirli ülkelerin ortalaması ise %23. Bu payı arttırmamız şart. Yüksek teknolojiye dayanan mal ve hizmet ihracatına odaklanmalıyız.

Şirketlerimizin inovasyon kapasitesini güçlendirmeli, özellikle KOBİ’leri teknoloji ile barıştırmalıyız. Rekabetçi teknoloji üretmek, verimli ve ihracat odaklı bir ekonomi yaratmak için önümüzde kaçırmamamız gereken önemli bir fırsat var.

Dünyada değişen jeopolitik, AB – Türkiye ekonomik ilişkilerinin güçlenmesinin her iki tarafın da yararına olacağı bir zemin yaratıyor. Yükselen ekonomik güvenlik endişeleri, korumacılıkta beklenen artış, yeni enerji denklemi gibi gelişmeler karşısında, AB ile gümrük birliğinin modernizasyonu, gerek Türkiye’nin gerek Avrupa’nın rekabet gücü ve ekonomik güvenlik arayışlarına katkı sağlayacaktır. Bu karşılıklı faydanın çok iyi anlaşılması için çaba harcamalıyız.

3. Başlık Kurumlar. Güçlü kurumlar inşa etmeliyiz. Güçlü kurumların verimlilikle ilişkisinden söz edince Nobel Ekonomi Ödülünü alarak hepimizi gururlandıran Sayın Daron Acemoğlu’nu anmamız ve bir kez daha tebrik etmemiz şart.

Ülkelerin nasıl kalkınacağı sorusuna ilişkin çalışmaları tüm ülkelere örnek olan Sayın Acemoğlu dışlayıcı kurumların küçük bir yönetici elite kısa vadeli çıkar sağlarken kapsayıcı kurumların uzun vadede tüm toplum için fayda sağladığını vurgular. Sağlıklı büyüme süreci için gerekli olan teknolojik ilerleme ve bu ilerlemenin meyvelerinin tüm toplum tarafından paylaşılması ancak kapsayıcı kurumlarla mümkündür.

Kapsayıcı kurumların başında hukuk sistemi gelir. Hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü özünde devletin hukukla bağlı olmasıdır. Hukukun üstünlüğü siyasal, toplumsal ve ekonomik yaşamın her alanında öngörülebilirlik sağlayarak büyüme için elverişli koşullar yaratır.

Bütün bu adımları atabilmek için toplumsal uzlaşıya ihtiyacımız var. Ortak değerlerimiz, ortak kültürümüz, ortak tarihimiz ihtiyaç duyduğumuz toplumsal uzlaşının temelini sağlıyor. Bu temel üzerine insan haklarını garanti altına alarak, kapsayıcılığı geliştirerek, çeşitliliği ve çok sesliliği baskılamayarak, siyasi katılımı güçlendirerek, gelir adaletsizliklerini önleyerek, fırsat eşitliği sağlayarak, demokratik denetim mekanizmalarını geliştirerek, sivil toplumu güçlendirerek, kapsayıcı kurumları inşa ederek toplumsal uzlaşıyı sağlayabiliriz.

Konuşmamı, başlangıçta yapmış olduğum çağrıyı tekrarlayarak bitirmek istiyorum. Aklın yolu bir! Daha fazla vakit kaybetmeyelim ve ortak akıl etrafında toplumsal uzlaşma sağlayalım. El birliğiyle ülkemizi orta gelir tuzağından kalıcı olarak çıkartalım. Verimlilik ve ihracat ile büyüyen, toplumsal uyumu sağlamış, refahı tabana yayan, demokratik standartları yüksek bir ülke yaratalım. Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken dikkatiniz için hepinize teşekkür ediyorum.”

Paylaşın

Patronlara Göre De “Ekonomide En Kötü Geride Kaldı”

TÜSİAD Başkanı Orhan Turan, “Enflasyon açısından bakarsak aslında ekonomide en kötü geride kaldı diyebiliriz. Çünkü Yüzde 70’leri, 60’ları gördük. Şimdi yüzde 50’lerdeyiz” dedi.

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Orhan Turan, Nasıl Bir Ekonomi TV’de yayınlanan Ekonomi Masası’nda açıklamalarda bulundu.

Ekonomim’in haberine göre Turan şunları kaydetti: Enflasyon açısından bakarsak aslında ekonomide en kötü geride kaldı diyebiliriz. Çünkü Yüzde 70’leri, 60’ları gördük. Şimdi yüzde 50’lerdeyiz. Ama genel ekonomideki büyüme finansmana erişim, finansman maliyetleri açısından baktığımız zaman henüz en kötü geride kaldı diyemeyebiliriz. Geçen sene hep insan kaynağı ve finansman konuşulurdu. Şimdi finansmana erişim ve finansmanın maliyetleri konuşuluyor.

Son birkaç aydır değişik sektörlerden duyuyorum. Aranan kadroların daha rahat istihdam edilebildiği ile ilgili birkaç aydır sinyaller alıyorum. Pandemide bilişim teknolojileriyle ilgili şirketlerin korkunç bir kadro açığı vardı. 3 sene önce IT çalışanı bulmak çok zordu. Geçen son 2 yılda da iş gücünün her kademesinde sıkıntı yaşandı. Gebze’de 50 yıllık bir şirketin sahibi “Geçen sene ilk olarak kapıya niteliksiz eleman arıyorum diye tabela astım”  demişti. Ama son 2 aydır daha rahat eleman bulunduğunu görüyorum. Önceden bir pozisyona 60 günde eleman bulunuyordu ama şimdi bir haftada bulunduğu sinyallerini alıyorum.

Merkez Bankası’nın faiz indirimi konusunda erken davranmaması gerekiyor. Kasımda veya aralıkta 250 baz puan indirim olabilir. Çok erken yaparsa aynı döngüyü sürekli yaşarız. Fikir Üreten Fabrika kitabına baktım. 50 yıl önce de döviz kuru, kayıt dışılık, vergi maddeleri konuşuluyormuş. Şimdi de aynı maddeleri konuşuyoruz. Dönüyoruz, dolaşıyoruz, aynı yerlere geliyoruz. Yani onun için biraz sabırlı olmamız gerekiyor. Bu iş tabii para politikası yanında maliye politikasıyla desteklenmeye çalışılıyor ama biraz daha. Maliye politikasının daha etkin olması lazım ama bunu biz yapısal reformlarla desteklemezsek, korkarım 3-4 sene sonra da aynı şeyleri konuşuruz.

Geçen gün bir üyemizle konuşuyorduk. “Eskiden 500, 600 dolarlık ya da 700 dolarlık iş yapıyorduk. Şimdi 2.000 dolarlık iş yapmamız lazım” diyor. Hep konuşuyoruz. İhracatımıza baktığımız zaman yüksek teknolojinin payı yüzde 3’ü geçmiyor. 2000 yılında bizim yüksek teknoloji ihracatımız 1,6 milyar dolar, Vietnam’ın 500 milyon dolarmış. 2022 yılında biz 2 milyar dolara çıkarmışız, Vietnam 137 milyar dolara çıkarmış. Tabii ki yüksek teknolojiye ulaşmak bugünden yarına olacak, kolay bir şey değil. Nitelikli insan kaynağı ve bunu sağlayacak eğitim gerekiyor. Türkiye’nin artık insan kaynağı, Ar-Ge, bilim, inovasyon, kurum ve kurallara yatırım yapması lazım. Bunları yaparsak biz ancak 20 sene içerisinde 30.000 dolara çıkacağımızı görüyoruz. 23 sene geçmiş. İhracatımızda yüksek teknolojinin payı hâlâ yüzde 2-3’lerde. Bu koşullar aslında bir anlamda da zorluyor. Türkiye’yi. Türkiye kabuk değiştiriyor.

Mario Draghi, Avrupa Birliği’nin sanayi stratejisiyle ilgili çok kapsamlı bir rapor hazırladı. Avrupa Birliği’nin de dünya ekonomisinden aldığı pay azalıyor. Buna göre çözüm üretmeye çalışıyor. Her yıl 700-800 milyar dolar yatırım yapmaları gerekiyor. Çünkü Çin geliyor, ABD sıkıştırıyor. ABD’de enerji daha ucuz. Avrupa Birliği enerji yoğun işlerden çıkıyor. Türkiye’nin de artık enerji ve emek yoğun işleri orta vadede masanın üstüne koyması lazım. Geçtiğimiz dönemde eylül ayında doğalgaza yüzde 50 zam geldiğinde çimentocular Fas, Mısır bizim elimizden iş alıyor dedi. Çimentoda da yüzde 70-75 enerji yoğun bir sektör. Türkiye’nin sanayi, kalkınma, büyüme stratejisini tekrar masaya yatırması gerekiyor.

Yurtdışından gelen büyükelçiler Türkiye’nin önemini anlatıyorlar. Türkiye özellikle pandemi de global tedarik zincirinde ön plana çıktı. Avrupa ülkeleri, Amerika tek bir ülkeye bağlı kalmamayı öğrendi.  Tedariki çeşitlendirmek istediklerinde Vietnam ve Türkiye öne çıkıyordu. Ama biz içeride gereksiz, anlamsız regülasyonlarla zaman kaybettiğimiz için globaldeki trendi kaçırıyoruz. Türkiye bir üretim üssü. Bizim ciddi bir sanayi deneyimimiz var. Eleştirsek bile yetişkin kadrolarımız var. Fakat Türkiye’nin şunu yapması gerekiyor: Her şeyi üretmenin ötesinde daha katma değerli üretim yapmamız lazım ve bunu da ihraç etmemiz gerekiyor. Bu da yine iyi bir eğitim, nitelikli insan kaynağına dayanıyor.

Ben İMSAD başkanıyken birim değerde 1 dolara yapı malzemeleri ihracatı yapıyorduk.  Şimdi 48-50 sent. Ben 2011’de başkanlığı bıraktım.  İthalatımıza bakıyorum, inşaat yapı malzemeleri 3,5-4 dolar. Pahalı ithal ediyoruz, ucuz ihraç ediyoruz. O anlamda bu değişim de bir anda olmaz. Bu bir strateji gerektirir. Sanayi stratejimizi tekrar gözden geçirmemiz lazım. Yani biz şeyi üretmek yerine daha katma değerli ve marka değerini güçlendirecek ürünler üreterek ihraç etmeliyiz.

Biz karar vericilerle konuştuğumuz zaman doğal olarak HIT-30 Programı’nda   selektif kredi yapmak istediklerini söylüyorlar. Avrupa Birliği’nin ikiz dönüşümü var. Dijital dönüşüm ve yeşil dönüşüm. HIT-30’da bu teknolojik değişimi yapmak isteyen şirketlere yönelik bir program. Dönüşümü bunlarla desteklememiz lazım. Daha az enerji tüketen, atmosferi daha az kirleten, daha verimli şirketlere teşvik verilmesi gerekir. Aslında Türkiye dünyada en fazla teşvik uygulayan ülkelerden biri ama etki analizi yapılmıyor. Şimdi HIT-30, daha spesifik, ihracata dayalı teknoloji üretecek, dijital dönüşüm ve yeşil dönüşüme uyum sağlayacak şirketlere destek verilmesini amaçlayan bir program.

“Türkiye’nin en öncelikli problemi enflasyonla mücadele”

Biz bu programı destekliyoruz. Türkiye’nin en öncelikli problemi enflasyonla mücadele. Enflasyonu tek haneye düşüremediğimiz sürece yapısal adımları atma şansımız yok. Tabii ki programda ince ayarlar yapılması gerekiyor. Mesela Orta Vadeli Program’da 2025 enflasyon hedefini biraz iyimser görüyoruz. Yüzde 4 büyüme ve enflasyon hedeflerinde  uyumsuzluk var. Yani hem büyüyelim hem enflasyon düşsün hem de verimliliği artırmayalım. Biraz çelişiyor. Ancak bu sene için tahminlerimize yakın OVP’deki tahminler.

Asgari ücreti günün koşullarına göre revize edilmesi lazım. Gelişmiş ülkelerde hane halkının giderinin yüzde 9’unu gıda oluşturuyor. Bizde yüzde 30’ların üzerine çıkmış. Bizde biraz hizmet sektörünün de etkisi var. Bayramlarda ve tatil döneminde insanlar hep Yunan adalarına gitti. Çünkü daha ekonomik. Bunu çözmemiz lazım.

Türkiye’nin katma değerli üretim yapıp ihraç edebilmesi için nitelikli insan kaynağına ihtiyacı var. Bu da eğitime dayanıyor. Sanayide ana eleman konusu memleket meselesi. Sanayide çalışmayı özendirmemiz lazım. Şu andan insanlar sanayide çalışmak yerine AVM’de güvenlik görevlisi ve motokurye olmayı tercih ediyor. Ekonomi 2025’te bir şekilde toparlamaya başlayacak. Enflasyonda tek hanelere yaklaştıkça talepte ciddi bir hareketlilik olacak. O zaman arzda problem çıkabilir. Şimdiden söyleyeyim. 2026’da arzla ilgili problemimiz olabilir. Yani iş gücü yeterince olmadığı için üretim yapamayan şirketler olduğunu duyuyorum. Belki önümüzdeki birkaç ay boyunca hissetmeyeceğiz ama 2025’in 5’inci, 6’ncı ayından itibaren ana eleman kadro konusu sorun olacak. Şu anda bekleyen bir talep var. 2025’in 2’nci yarısında veya 2026’nın başında arz problemi çıkacağını öngörüyorum.

Biz uluslararası doğrudan yatırım da çekemiyoruz. 2000’lerin başlarından itibaren 22 milyar dolara kadar çıktık. Şu anda binde 8’e düştük. Çoğu da gayrimenkule geliyor. Bu da son dönemlerde biraz azaldı. Şimdi bizim bu uluslararası doğrudan yatırım hedefimiz 2028 için yüzde 1,5. Polonya’da şu anda yüzde 3, Brezilya’da yüzde 5. Yani biz uluslararası doğrudan yatırımı da çekmek zorundayız. Onun için de tabii ki öngörülebilirlik, hukuk, kurumlar, kurallar önemli. Bunlar netleştiği zaman daha fazla yatırım çekebiliriz.”

Paylaşın

Patronlardan İktidara Tam Destek!

TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan, “Ülkemizin yeniden şekillenmekte olan küresel değer zincirlerindeki konumunun güçlenmesi mümkün. Fakat bunun bazı koşulları olacak. Bu koşulların en başında ekonomik istikrar geliyor. Enflasyonla mücadele sürecini destekliyoruz. Bu konudaki çalışmaların, doğru yönde atılmış önemli adımlar olduğunu düşünüyoruz” dedi ve ekledi:

“Para politikasının mali disiplin ile de desteklenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu çerçevede geçtiğimiz günlerde açıklanan kamuda tasarruf ve verimlilik paketini kamu harcamalarının denetlenmesi ve kısıtlanması doğrultusunda atılmış bir adım olarak görüyoruz. Bu adımın önümüzdeki dönemde kamu ihale reformu, vergide adalet ve etkinlik, kayıt dışılıkla mücadele gibi alanlardaki çalışmalarla desteklenmesini bekliyoruz.”

Orhan Turan, “Enflasyonla mücadelenin başarılı olabilmesi için, toplumun tüm kesimlerinde bu konuda bir mutabakat olması gerekiyor. Bu süreç reel kesim üzerinde de maliyetler oluşturacaktır. İş dünyası da Türkiye ekonomisinin bir süredir devam eden sorunlarını çözmesi ve daha dengeli, sürdürülebilir bir büyüme patikasına girmesi için, oluşacak maliyetin kendi üzerine düşen kısmını üstlenmelidir. Bu noktada kuruluşundan bu yana TÜSİAD’ın ülke çıkarlarını, hep en öne koymuş olduğunu hatırlatmak isterim. Biz, enflasyonla mücadelenin yükünü üstlenmeyelim; başkaları üstlensin demeyiz” ifadelerini kullandı.

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yüksek İstişare Konseyi toplantısı, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in de katılımıyla gerçekleşti. Açılış konuşması yapan TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan, “Yerel bilgi ve tecrübeyi harekete geçirmek Türkiye’yi bölmez. Aşırı merkezi ve hiyerarşik bir yönetim anlayışı, iyi ve yenilikçi fikirlerin ortaya çıkışını zorlaştırır. Milletin oyuyla seçilmesi gereken pozisyonlara atama yoluyla görevlendirme yapılması, ya da seçilmiş vekillerin Meclis’te yer almaması ile milli irade korunmaz” dedi.

Orhan Turan’ın açıklamalarından bazı başlıklar şöyle: “Son yılların arka arkaya gelen zor gündemi, hepimizi yormuş, moralimizi bozmuştu. Pandemi, savaşlar, depremler, gibi felaketler arka arkaya gelmişti. Ekonomide de, çok zor bir dönem geçirmiştik. Siyasi kamplaşma ve gerilimler geçirmiş olduğumuz seçimlere damgasını vurmuştu. Yeni normallerimiz bunlar olmuştu. Oysa, Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına girerken bu durum bize hiç yakışmazdı.

Nihayet bu günleri geride bırakma ihtimali belirdi. Tabi ki temkinliyiz, tabi ki adımlarımızı atarken kılı kırk yarıyoruz, her ihtimali ölçüp biçiyoruz.

Hepimiz iş dünyasının içindeyiz. TÜSİAD üyelerinin temsil ettiği şirketlerin, ekonomik, finansal ve ticari alanlarda dünya ile yakın işbirlikleri mevcut. Bu şirketler, yaptıkları ihracat, yarattıkları katma değer, istihdam ettikleri insan kaynakları, ödedikleri vergi itibariyle, Türkiye ekonomisinde önemli bir ağırlığa sahip. Ekonomiyi doğrudan, ya da dolaylı olarak etkileyen her konu bu nedenle TÜSİAD’ın ilgi alanına giriyor.

Türkiye enflasyonla mücadele konusunda, çok tecrübeli bir ülke. Çünkü çok uzun bir enflasyonist geçmişi var. Yıllık enflasyon 1990’lar boyunca yüzde 60’ın altında inmemişti. Ama 2002 yılının başında yüzde 70’lerde olan enflasyonu yıl sonunda yüzde 30’un altına geriletebildik. Enflasyon bir yıl sonra yüzde 20’nin, bir sonraki yıl ise, yüzde 10’un altına indi. 2011 yılında yüzde 4’ün bile altına indiğini görmüştük. Fakat 2016 sonrası dönemde uyguladığımız hatalı politikalar sonucunda, enflasyon performansı kötüleşti. Bu olumsuz süreç, 2021 sonrası dönemde daha da hız kazandı. Son bir yıldır yeniden doğru para politikasına dönmüş olmamızı çok önemsiyoruz. Enflasyonu yıl sonunda yüzde 40’ın altına çekebilmeyi umuyoruz. Enflasyonu, arzu ettiğimiz noktalara düşürene kadar, kararlılıkla bu sürece devam etmeliyiz.

Dış kırılganlıklarımız ise, takip ettiğimiz bir diğer önemli konu. Cari açık yıllardır mücadele ettiğimiz bir süreç. Bu sene bu oranın yüzde 2.5’lara kadar gerileme ihtimali umut veriyor. Yine de düşük cari açık rakamlarını sürdürebilmemiz için, yapısal değişimlere ihtiyacımız var. Fakat bunun ötesinde en önemli dış kırılganlıklarımızdan biri haline gelen ve TÜSİAD olarak son yıllarda özellikle altını çizdiğimiz, zayıf Merkez Bankası döviz rezervlerinin, son dönemde yeniden güçlü seviyelere geliyor olması, çok memnuniyet verici. En önemli dış kırılganlıklarımızdan birini geride bırakıyoruz. Yılın geri kalanında da rezervlerdeki bu olumlu performansın devam edeceği inancındayız.

Son 10 yılda fakirleştik: 2001 yılında merkezi bütçe açığının GSYH’ya oranı yüzde 11.9 idi. 2005’te bu oranı yüzde 1’e indirdik. Bu, 2000’li yıllardaki ekonomik istikrar hikayemizin müthiş bir ayağını oluşturur. İzleyen yıllarda da olağanüstü koşullar haricinde yüzde 1’ler seviyesinde tutabildik. Bu sene OVP’ye göre yüzde 6.4 tahmin ediliyor. Maliye politikasında son dönemde attığımız ve atmayı planladığımız adımlarla, gerçekleşmenin, bunun çok daha altında olma ihtimali var. 2025 yılı hedefi ise yüzde 3.4. Ve tabii kişi başı milli gelir rakamları. 2013’te kişi başı milli gelir 12,582 dolardı. Sonra geriledi. Son 10 yılda fakirleştik. 2023 sonunda yeniden 13,000 dolar seviyesine geldik.

Biliyoruz ki geride bıraktığımız 10 yılı kaybetmemiş olsaydık, bugün çok farklı bir tabloyu konuşabilirdik. Düşük enflasyon, bütçe disiplini, hiç sorunsuz finanse edilebilen bir cari açık ve stabil TL, çok daha yüksek kişi başı gelir anlamına gelecekti. Ne gelir dağılımı böylesine bozulmuş olacaktı, ne emeklinin satın alma gücü bu kadar düşmüş, ne de gençler geleceklerini yurtdışında arar hale gelmiş olacaktı. Vakit kaybettik. Vakit kaybetmenin bedeli ağır oldu. Şimdi ise yeniden doğru adımlar atmaya başladık. Öte yandan, vakit kaybettiğimiz bu süreç, bize, sıkı sıkıya sarılmamız gerekenleri de tekrar hatırlattı:

Kurumlarımızın bağımsızlığını korumanın, hukukun üstünlüğüne gölge düşürmemenin, yönetişim kalitemizin gerilemesine rıza göstermemenin, özgürlüklerden, çoğulculuktan ödün vermemenin ve genel kabul görmüş, veriyle doğrulanmış politikalardan uzaklaşmamanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gördük. Bütün bu ilkelere sıkı sıkıya bağlı kalarak bugün çok daha iyi bir yerde olmamız mümkündü.

Normalleşme: Kaybettiğimiz vakti geri kazanabilmemiz mümkün. Bunun için öncelikle enerjimizi tüketen kısır çekişmeleri bir kenara bırakmak gerekiyor. Kamplaşmanın, kutuplaşmanın kimseye faydası olmuyor. Siyasette normalleşme adımları hepimizi umutlandırıyor. Zamanımızı ve enerjimizi neyi, hangi önceliklendirme ile nasıl yapmalıyız sorularına ayıralım. Ülkemizi ileri götürmek için tüm fikirlere açık olalım, özgürce tartışalım. Ama siyasette de, ekonomide olduğu gibi bir zamanlar sahip olduğumuz ve sonradan yitirdiğimiz standartları geri kazanmaya çalıştığımızı da unutmayalım. Bunun için, siyasetçiler arasında, toplumda, hatta iş dünyasında bile yaygın olan bazı temelsiz kabulleri artık geride bırakıp, yerine veriye ve bilime dayalı politikaları uygulayalım.

İzninizle birkaç örnek vereyim: Enflasyonla mücadele uzun vadede işsizliğe yol açmaz; büyümeyi düşürmez. Türkiye örneği yeterlidir. Yüksek enflasyondan hiçbir ülke yarar görmedi. Yüksek enflasyon ekonomiyi de siyaseti de, toplumu da yorar, bozar; yozlaştırır. İhracat artışı için TL’nin değer kaybetmesi gerekmez. Düşük verimlilikle, yüksek maliyetle yapılan üretimle rekabet gücü kazanılmaz. Dünya pazarlarında rağbet görmeyen ürünlerle ihracat artırılmaz.

Kayıt dışı ile mücadele etmek KOBİ’lerimizi zora sokmaz. Kayıt dışılık, finansmanı pahalı ve erişilemez hale getirir. Kayıt dışı çalışan bir firmanın modern teknolojilerden yararlanması, yetkin çalışanlar istihdam etmesi zordur. Kayıt dışı haksız rekabet yaratır, vergi tabanını daraltır, kayıtlı işletmeler üzerindeki vergi yükünü artırır.

Yerel bilgi ve tecrübeyi harekete geçirmek Türkiye’yi bölmez. Aşırı merkezi ve hiyerarşik bir yönetim anlayışı, iyi ve yenilikçi fikirlerin ortaya çıkışını zorlaştırır. Milletin oyuyla seçilmesi gereken pozisyonlara atama yoluyla görevlendirme yapılması, ya da seçilmiş vekillerin Meclis’te yer almaması ile milli irade korunmaz.

İfade özgürlüğü siyaseti kaosa sürüklemez. Farklı fikirler ayrılık değil, zenginlik getirir. Türkiye demokratik rüştünü ispat etmiş bir ülkedir. Özellikle son iki seçimin sonuçlarını düşündüğümüzde, halkın siyasi ferasetinden şüphe etmek yersizdir. Sayın Cumhurbaşkanımızın dediği gibi ‘Demokrasi asla ve asla sıfır toplamlı bir oyun değildir. Demokrasinin kazandığı yerde kaybeden olmaz. Sivil siyaseti güçlendiren her sonuç Türk siyaseti açısından eşsiz bir başarıdır.’

Bilimsel bilgi ile ahlak ve değerler arasında bir karşıtlık yoktur. Bilimsel ve teknolojik ilerleme bilginin üzerine kuruludur. Bilginin öğrenilmesi değerleri zedelemez. Bilginin öğretilememesi çağın gerisine düşürür. Listeyi daha da uzatmak mümkün. Ama önümüzdeki yılları esas belirleyecek olan yeşil ve dijital dönüşüm konusunda da doğru adım atılmasını zorlaştıran tereddütler var.

İklim değişikliği ile mücadele ve çevreye duyarlı bir ekonomik büyüme modeli Türkiye’nin rekabet gücünü azaltmaz. TÜSİAD olarak biz yeşil ve dijital dönüşümü iş dünyamız için bir risk ve maliyet kalemi olarak görmüyoruz. Tam tersine, Türkiye’nin rekabet gücünü koruyabilmesi için, bu politikaları benimsemesi gerekiyor. Çünkü birçok ülke kendi ekonomisini bu doğrultuda dönüştürüyor. Dijital dönüşüm Türkiye için bir lüks, uyulması neredeyse imkânsız bir fantezi değildir. Her teknoloji devriminde olduğu gibi, teknolojiye ayak uyduramayanlar silinir gider. Bu bireyler için de, firmalar için de, ülkeler için de geçerlidir. Türkiye’nin dijital dönüşümü kaçırma lüksü yoktur.

Enflasyonla mücadele sürecini destekliyoruz: Geçtiğimiz aylarda yurtiçinde ve yurt dışında bir dizi temaslarımız oldu. Bu temaslarda ülkemizin ne kadar zengin bir potansiyele sahip olduğunu, bir kez daha görme fırsatı buldum. Ülkemizin yeniden şekillenmekte olan küresel değer zincirlerindeki konumunun güçlenmesi mümkün. Fakat bunun bazı koşulları olacak. Bu koşulların en başında ekonomik istikrar geliyor. Enflasyonla mücadele sürecini destekliyoruz.

Bu konudaki çalışmaların, doğru yönde atılmış önemli adımlar olduğunu düşünüyoruz. Para politikasının mali disiplin ile de desteklenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu çerçevede geçtiğimiz günlerde açıklanan kamuda tasarruf ve verimlilik paketini kamu harcamalarının denetlenmesi ve kısıtlanması doğrultusunda atılmış bir adım olarak görüyoruz. Bu adımın önümüzdeki dönemde kamu ihale reformu, vergide adalet ve etkinlik, kayıt dışılıkla mücadele gibi alanlardaki çalışmalarla desteklenmesini bekliyoruz.

Enflasyonla mücadelenin başarılı olabilmesi için, toplumun tüm kesimlerinde bu konuda bir mutabakat olması gerekiyor. Bu süreç reel kesim üzerinde de maliyetler oluşturacaktır. İş dünyası da Türkiye ekonomisinin bir süredir devam eden sorunlarını çözmesi ve daha dengeli, sürdürülebilir bir büyüme patikasına girmesi için, oluşacak maliyetin kendi üzerine düşen kısmını üstlenmelidir. Bu noktada kuruluşundan bu yana TÜSİAD’ın ülke çıkarlarını, hep en öne koymuş olduğunu hatırlatmak isterim. Biz, enflasyonla mücadelenin yükünü üstlenmeyelim; başkaları üstlensin demeyiz.

Bu çerçevede, gündemdeki vergi düzenlemeleri vergi yükünün mali güce göre adil şekilde dağıtıldığı ve hukuka güvenin korunduğu etkin bir vergi sistemine ulaşma amacına hizmet etmelidir. Bunun için düzenlemelerin vergi tabanını genişletmeyi hedeflemesini, adil, öngörülebilir ve uluslararası standartlara uygun olmasını gerekli görüyoruz.

Ayrıca düzenlemelerin istişare ile, ilgili sivil toplum kuruluşlarının görüş ve değerlendirilmeleri alınarak hazırlanmasının, son derece önemli olduğuna inanıyoruz. Bu alanlarda kapsamlı adımlar atılmaksızın, sadece vergi yükünün önemli bir kısmını yüklenen ‘kayıtlı mükellef grubu’ üzerindeki vergi yükünü daha da arttıracak düzenlemelerle yetinilmesinin, bu sürecin başarısını gölgeleyeceğini düşünüyoruz. Vergi düzenlemelerinin amaçlarına ulaşması için kayıt dışı ile mücadelenin sıkılaştırılması gerektiğine inanıyoruz.

Makroekonomik istikrarın ve öngörülebilirliğin sağlanması ve enflasyonun kalıcı olarak düşürülmesi için, diğer reform alanlarında da, adım atılması gerekiyor. Bu çerçevede; hukuk devletinin tüm kurum ve kurallarıyla etkin işlemesinin sağlanması, düzenleyici kurumların özerkliği, çoğulcu demokrasi, ifade özgürlüğü, eğitim reformu, toplumsal cinsiyet eşitliği, teknoloji ve yenilikçilik gibi başlıklarla güçlendirilmesini önemsiyoruz. Çünkü, kalkınma, ekonomik yapıdaki dönüşüm, bireysel ve bölgesel gelir adaletinin iyileştirilmesi, salt ekonomi politikalarının dışına taşan bir çerçeve gerektiriyor.

Eğitim, TÜSİAD’ın kuruluşundan bu yana en çok üzerinde durduğu alanlardan birisidir. Bu konu derneğimizin kuruluş tüzüğünde de yer bulmuştur. Eğitimin önemini 50 yıldan beri vurgulayan bir kuruluş olarak, müfredatta yakın zamanında yapılmış olan değişiklik hepimizin dikkatini çekti. Bu değişiklik toplumda da önemli tepkilere yol açtı. Daha önce de dile getirmiş olduğumuz gibi, Cumhuriyet değerlerine, bilimselliğe ve çağdaş eğitim normlarına uygunluk konusundaki eleştiriler giderilmeden uygulamaya alınacak bir müfredatın, çocuklarımızın geleceğine ve kalkınma hedeflerimize katkı sağlamayacağına inanıyoruz.

Toplumun tümünü ilgilendiren eğitim konusunda, müfredattan öğretmene kadar her alanda düzenlemeler yapılırken, tarafların desteğini alarak, katılımcı şekilde planlama yapılmalı. Unutmayalım ki ülkemizin rekabet gücü ve refah düzeyinin artmasının arkasında şüphesiz insan kaynaklarınızın sanayileşmeye, sürdürülebilir kalkınmaya ve büyümeye elverişli olarak yetişmeleri zorunluluğu var.

Ürün ve pazar rekabeti dediğimiz zaman özünde ülkeler arası bir eğitim rekabeti, insan kaynakları için rekabet var. İnsanınızı rakip ülkelerden daha iyi eğitmez iseniz, gençlerinize ve ailelerine umutlu bir gelecek sağlayamazsınız, dışa açık piyasa ekonomisinin nimetlerinden de faydalanamazsınız. Dünyanın ilk 10 ekonomisinden birisi olacaksak, eğitim sistemimizin kalitesi de dünyada ilk 10’a girmeli. Oysa PISA sonuçlarına göre, Türkiye’nin okuma, matematik ve fen bilimlerindeki sıralaması 36, 39 ve 34. sıralarda.

TÜSİAD Yönetim Kurulu olarak, bu dönem yoğunlaştığımız başlıklardan birisi de, kadınların yönetimdeki rolünün güçlendirilmesi. TÜSİAD olarak yönetimde kadın oranının artırılmasını ivmelendirmek amacıyla, kendi üyelerimizden başlayarak iş dünyasını harekete geçirmek üzere bir çağrıda bulunduk. Bu çağrımıza çok olumlu bir cevap aldık. Üyelerimizin artan şekilde bu çağrımıza destek olmasını ve daha fazla kadını şirketlerimizin yönetim kademelerinde görmeyi bekliyoruz. Kadının rolünü sadece aile içinde tanımlamıyoruz. Kadınlar ve erkekler hayatın her alanında eşit haklara, fırsatlara ve sorumluluklara sahip olmalı. Bunu hayata geçirebilmek için kadın haklarını her boyutu ile gündemimizde bulunduruyoruz.

Toplumsal gelişmenin düz bir çizgide hareket etmediğini, zikzaklarla ilerlediğini biliyoruz. Bir yandan son yerel seçimlerde, kadın belediye başkanları sayısında dikkati çekecek bir artış oldu. Bunu memnuniyetle karşıladık. Diğer yandan, İstanbul Sözleşmesinden çıkılması kadına yönelik şiddetin önlenmesine hizmet etmedi. Ayrıca 9. Yargı Paketi taslağında “Kadının soyadı” düzenlemesinin, kadınların toplumsal konumunun güçlendirilmesi hedefi ile uyumlu olmadığını düşünüyoruz.

Türk Ceza Kanunu’na eklenmesi önerilen, etki casusluğu gibi muğlak ve güveni azaltıcı özellikler taşıyan düzenlemelerin paketten çıkartılması olumlu olsa da, gündeme gelen her bir mevzuat değişikliğinin algı ve beklentiler üzerinde önemli bir etki yarattığını gözlemliyoruz. Sonradan değiştirilse ve yasalaşmasa bile, bu tür düzenlemelerin gündeme getirilmesinin güven ortamının iyileştirilmesi ve normalleşme beklentilerine hizmet etmediğini düşünüyoruz.

Konuşmamım başında da söylediğim gibi, zor bir dönemden çıktık. Konjonktürün geçmişe oranla daha elverişli olacağı bir döneme giriyoruz. Her ne kadar kapsamı, derinliği, hızı itibariyle tartışmaya açık olsa da, geçmişe oranla daha umutlu bir yerdeyiz. Türkiye’de demokratikleşme ve kalkınma mücadelesini çok uzun bir koşu olarak görüyoruz. Ama bizler bu koşunun 100 metresi için burada değiliz. Bunun bir maraton olduğunu biliyoruz. Hızımızı bazen düşüreceğiz; bazen artıracağız. Ama sonunda hedefimize varacağız.”

Paylaşın

Şimşek’e Göre, Enflasyonda En Zor Dönem Geride Kaldı

TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Toplantısı’nda konuşan Mehmet Şimşek, “Enflasyonda en zoru geride kaldı. Kolay bir süreç değil. Dezenflasyonda Türkiye tecrübeli ama başarılı değil. Para politikasının yeniden güçlü şekilde kurulması zaman alır” dedi ve ekledi:

“Biz geçen sene bu vakitlerde de 1 sene geçiş dönemine ihtiyacımız olduğunu ve bu sürece enflasyonun yükseleceğini, bu yılın mayıs ayında zirveye ulaşacağını, daha sonra kalıcı olarak düşmeye başlayacağını söyledik. Önümüzdeki ay büyük ihtimalle enflasyon yüzde 60’a, sonraki ay yüzde 50’ye inecek.”

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, TÜSİAD (Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği) Yüksek İstişare Konseyi toplantısında açıklamalarda bulundu.Bakan Şimşek’in açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

“Kur riskini azalttık, borçlanmanın vadesini artırıyoruz… Uluslararası rezervlerde tarihi bir düzeltmeyle karşı karşıyayız. Bankalarla swapı neredeyse kapattık.

Swap hariç net rezerv eksi 61 milyar dolardan artı 18 milyar doların üzerine çıkmış durumda. Net rezervlerdeki düzelme 80 milyar dolar civarına ulaştı. Daha önce bu türden iyileşmeyi 11 yılda sağlamışız, bu iyileşme bir yılda sağlandı.

KKM 60 milyar doların altına indi. Temmuzda KKM’den çıkış çok daha hızlanacak… Türkiye’nin istikrar ve reform programı ile birlikte risk priminde dramatik bir düşüş yaşanmıştır.

Son 1 yılda risk priminde daralma 450 puan civarında, benzer ülkelere göre risk priminde muazzam iyileşme var… Dış kaynağa erişimde sorun ortadan kalktı. Türkiye’nin makul maliyetlerle dış kaynağa erişiminde sorun, önemli ölçüde ortadan kalktı.

Rezervlerdeki artışın büyük bir kısmı vatandaşlarımızın ve şirketlerimizin programa olan güveni nedeniyle dövizden TL’ye geçişle açıklanır, üçte ikisinden fazlası bu.

“Dezenflasyonda Türkiye tecrübeli ama başarılı değil”

Enflasyonda en zoru geride kaldı. Kolay bir süreç değil. Dezenflasyonda Türkiye tecrübeli ama başarılı değil. Para politikasının yeniden güçlü şekilde kurulması zaman alır.

Biz geçen sene bu vakitlerde de 1 sene geçiş dönemine ihtiyacımız olduğunu ve bu sürece enflasyonun yükseleceğini, bu yılın mayıs ayında zirveye ulaşacağını, daha sonra kalıcı olarak düşmeye başlayacağını söyledik. Önümüzdeki ay büyük ihtimalle enflasyon yüzde 60’a, sonraki ay yüzde 50’ye inecek.

Bu programın yükü herkes tarafından adil şekilde paylaşılmak zorunda. Tabii ki bunu dar gelirli yurttaşların üzerine yüklemeyeceğiz. Şu anda asgari ücretliler, asgari ücrete kadar ‘0’ gelir vergisi ödüyor. Tercihlerimiz çok net.

Amacımız kayıt dışıyla mücadeleyi amansız şekilde yürütmek. Aslında başardık. Eylem planı falan olmayacak. Türkiye’deki bütün vergi mükellefleri yapay zeka ile denetlenip, ChatGPT benzeri şekilde raporlanıp mükelleflere gönderilmesinin altyapsını hazırlıyoruz. Maliye’de bir ekip kurduk, kapasitemiz nedir ona bakacağız, duruma göre dışarıdan destek alacağız. Amacımız vergide adaleti sağlamak.”

Şimşek, dünya genelinde ciddi bir kamu borcu olduğunu ve faiz yüksek seyrettiği için borçların çok ciddi sorun haline geldiğini ve küresel büyümenin de bu nedenle aşağı çekildiğini söyledi.”

Paylaşın

Yeni Eğitim Müfredatına Bir Tepki De TÜSİAD’dan

Yeni eğitim müfredatına ilişkin yazılı bir açıklama yapan TÜSİAD, açıklamasında, “Eğitim müfredatının, Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına yakışır çağdaş bir eğitimin gerekliliklerini ne kadar karşıladığı kapsamlı şekilde tartışılmalıdır” ifadelerine yer verdi.

Haber Merkezi / TÜSİAD, açıklamasının devamında, “Bilimi esas alan, farklılıklara duyarlı, çocukların ve gençlerin potansiyellerini özgürce gerçekleştirmesini ve dünya çapında üst düzey bilgi, beceri, yetkinliklere sahip olmasını sağlayan bir müfredat hedeflenmelidir.

Farklı görüşlerden eğitim paydaşlarının müfredatın hazırlık sürecine dahil olması için bilimsel ve mutlaka daha fazla zamana yayılan bir geri bildirim süreci işletilmesi gereklidir. Bu süre zarfında ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ başlıklı müfredat değişikliğinin askıda kalmaya devam etmesi, eğitim paydaşlarının eleştiri ve önerileri ışığında yeniden ele alınması katılımcılığı ve uzlaşıyı artıracaktır” ifadelerini kullandı.

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD), kamuoyunda tepkilere neden olan yeni eğitim müfredatına ilişkin yazılı bir açıklama yaptı. Eğitim müfredatının çağın gerektirdiği bilgi, beceri ve yetkinlikler kazandırması açısından kritik önemde olduğu belirtilen yazılı açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Eğitim hepimizin en öncelikli ve ortak meselesidir. Müfredatın çağın gerektirdiği bilgi, beceri ve yetkinlikleri kazandırması kritik önemdedir. Çocuklarımıza ve gençlerimize Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına yakışır çağdaş bir eğitim sunulmalıdır. Yeni nesillerin ve ülkemizin geleceğinde belirleyici önemdeki müfredat çalışmasının hem yöntem hem içerik olarak bilimsel temelde, şeffaflık ve katılımcılık ile yürütülmesi esas olmalıdır.

Dünyada eğitim sistemleri yarış halindeyken ve yüksek katma değerli ekonomi olma hedefimiz varken, ülkemizin en kıymetli varlığı çocuklarımız ve gençlerimizin vasat bir eğitime mahkum edilmeyeceğinden emin olmalıyız. Çağdaş uygarlık seviyesini aşmanın yolu; Cumhuriyet değerlerini ve demokrasi ilkelerini özümsemiş, bilim-teknolojide yetkinleşmiş, sosyo-duygusal becerileri gelişmiş, özgür düşünceli nesiller yetiştirmektir.

Bu çerçevede, geçtiğimiz Cuma günü açıklanan “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” başlıklı eğitim müfredatının, Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına yakışır çağdaş bir eğitimin gerekliliklerini ne kadar karşıladığı kapsamlı şekilde tartışılmalıdır. Ülkemiz; eğitim STK’ları, öğretmenleri, öğrencileri, velileri, akademisyen ve uzmanları, eğitim-iş dünyası etkileşimi ile çok geniş bir “eğitim paydaş ekosistemi”ne sahiptir.

Oysa müfredat hazırlık sürecinde yer alan kişi ve kurumlar açıklanmamış, farklı görüşlerden eğitim uzmanı ve STK’lar sürece yeterince dahil edilmemiş, yeni müfredata ilişkin görüşlerin iletilmesi için sadece bir hafta süre verilmiş, yeni müfredatın hemen önümüzdeki öğretim yılında belirli sınıflarda uygulamaya geçeceği kaydedilmiştir.

“Oldu bittiye getirilmemeli”

Gerçek beka meselesi olan eğitimde müfredat değişikliği oldu bittiye getirilmemelidir. Müfredat çalışmasında yer almış kişi ve kurumlar, yapılan ihtiyaç analizleri, çalıştay sonuçları gibi bilgi ve belgelerin kamuoyuna açıklanması faydalı olacaktır. Farklı görüşlerden eğitim paydaşlarının müfredatın hazırlık sürecine dahil olması için bilimsel ve mutlaka daha fazla zamana yayılan bir geri bildirim süreci işletilmesi gereklidir.

Bu süre zarfında ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ başlıklı müfredat değişikliğinin askıda kalmaya devam etmesi, eğitim paydaşlarının eleştiri ve önerileri ışığında yeniden ele alınması katılımcılığı ve uzlaşıyı artıracaktır. Alınan geri bildirimlerin neler olduğu ve müfredat revizyonunda nasıl dikkate alındığının açıklanması sürecin şeffaflığına katkı sağlayacaktır.

Bilimi esas alan, farklılıklara duyarlı, çocukların ve gençlerin potansiyellerini özgürce gerçekleştirmesini ve dünya çapında üst düzey bilgi, beceri, yetkinliklere sahip olmasını sağlayan bir müfredat ülkemizin çağdaş uygarlık seviyesini aşma hedefine hizmet edecektir.”

Paylaşın

TÜSİAD’dan İktidara, ‘Yapısal Reformlara Hızla Odaklanmalı’ Çağrısı

Seçim sonuçlarına ilişkin açıklama yapan TÜSİAD, açıklamasında, “Ekonomimizi, demokrasimizi ve hukuk sistemimizi güçlendirecek yapısal reformlara hızla odaklanarak daha gelişmiş, saygın, adil ve çevreci Türkiye hedefine ulaşmak üzere elbirliğiyle çalışmalıyız” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / Yerel seçimlerin tamamlanması sonrası Türk Sanayicileri ve İş Adamları Derneği (TÜSİAD) ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nden (TOBB), iktidara ekonomi ve yapısal reformlara odaklanılması için çağrıda bulunuldu.

TÜSİAD’dan yapılan yazılı açıklamada, Mahalli İdareler Genel Seçimlerinin sonuçlarına ilişkin değerlendirmeler yer aldı. Demokrasinin temel unsurlarından yerel yönetim seçimlerinin geride bırakıldığı belirtilen açıklamada, şu ifadeler kullanıldı:

“Görevlerine başlayacak belediye başkanlarımızı ve yerel yöneticilerimizi kutluyoruz. Yerel yönetimlere kentlerde tüm vatandaşlarımız için yaşam kalitesinin iyileştirilmesi, iyi yönetişim ve etkin hizmet sunumuna yönelik çalışmalarında başarılar diliyoruz. Başta afet yönetimi olmak üzere tüm konularda merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasında işbirliğinin güçlendiği bir dönem olmasını temenni ediyoruz. Yerel seçimlerin ardından ekonomimizi, demokrasimizi ve hukuk sistemimizi güçlendirecek yapısal reformlara hızla odaklanarak daha gelişmiş, saygın, adil ve çevreci Türkiye hedefine ulaşmak üzere el birliğiyle çalışmalıyız.”

TOBB: Türkiye için fırsat

TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, yaptığı yazılı açıklama ile seçim sonuçlarını değerlendirdi. Hisarcıklıoğlu, açıklamasında şunları kaydetti:

“31 Mart 2024 Mahalli İdareler Genel Seçimleri tamamlandı. Sonuçları ülkemize ve milletimize hayırlı olsun. Öncelikle, sandığa gidip oyunu kullanan, ülkemizin geleceğine ve demokrasiye sahip çıkan herkese teşekkür ediyorum. Seçilen Belediye Başkanlarını tebrik ediyorum. Yerel seçimlerin geride kalmasıyla, 4 yıllık seçimsiz bir dönem ülkemiz için önemli bir fırsattır.

Ekonomide atılacak çok adım, yapılacak çok iş var. Tüm gücümüzle enflasyonla mücadeleye odaklanmalıyız. Enflasyonla mücadele para ve maliye politikası eşgüdümünde daha başarılı olacaktır. Fiyat istikrarı ve finansal istikrar ile öngörülebilirlik güçlenecektir. Böylece teknoloji içeriği ve katma değeri yüksek yatırımlar artacaktır.

Ülkemizin üretim gücünün korunması ve firmaların sürdürülebilirliğinin zarar görmemesi de önem arz ediyor. Yapısal reformlar konusunda etkin ve kararlı adımlar atmalıyız. Mesleki eğitim, istihdam politikaları, vergi reformu, yargının operasyonel etkinliğinin artırılması, kurumsal altyapının güçlendirilmesi, şehirlerimizin depreme direncinin artırılması, yeni sanayi havzalarının oluşturulması, kilit teknolojilerin ülkemize kazandırılması, yeşil ve dijital dönüşüme ülkemizin hazırlanması gibi birçok alanda reformlar bizi bekliyor.

Şimdi siyasi görüşümüz ne olursa olsun, milletimizin kararına saygı duyup, 86 milyon el birliği, akıl birliği ile aydınlık geleceğimize birlik ve beraberlik içinde yürüme zamanıdır.

Cumhuriyetimizin ilk yüzyılında ürün ve pazar çeşitliliğinde en üst lige çıktık. Şimdi ikinci yüzyılında daha huzurlu, daha mutlu ve daha müreffeh bir Türkiye için daha çok çalışma zamanı. İş dünyası olarak daha fazla üretim, yatırım, istihdam ve ihracat için çalışacağız.”

Mehmet Şimşek: Programa devam edeceğiz

Öte yandan Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, seçim sonrası ilk mesajını verdi. Şimşek, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamasında şu ifadeleri kullandı: “Mahalli seçim sonuçları milletimiz ve ülkemiz için hayırlı olsun. Eylül 2023’te açıkladığımız Orta Vadeli Programımızı (OVP) güçlendirerek kararlılıkla uygulamaya devam edeceğiz. Ana hedefimiz olan enflasyonu kalıcı olarak tek haneye düşürmek için sıkı para, seçici kredi ve gelirler politikasına ilaveten kamuda harcama kontrolü yaparak tasarrufu ön planda tutacağız.

OVP’de açıklanan takvime uygun olarak hayata geçireceğimiz yapısal reformlar ile ekonomide dönüşümü gerçekleştirerek verimlilik ve rekabet gücü artışı sağlayacağız. Böylece sürdürülebilir büyüme amacımıza ulaşarak sağlayacağımız kalıcı refah artışı toplumun tüm kesimlerince paylaşılacaktır. Başarıya giden yol azim, kararlılık ve sabır ister. Azimliyiz, kararlıyız, başaracağız.”

Paylaşın

TÜSİAD’dan İktidara Sert Eleştiriler

TÜSİAD olağan Genel Kurul toplantısında konuşan TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan, ekonomide “yüksek enflasyon, istikrarısızlık, düşük katma değerli üretim, orta gelir tuzağı, yeşil ekonomiye uyum ihtiyacı ve orta gelir tuzağı önemli başlıklar olarak duruyor” dedi.

Bu sorunların olduğu gibi devam ettiğini dile getiren Özilhan, sorunları kesin ve kalıcı olarak çözmek yerine sadece palyatif çözümlerin vakit kaybına yol açtığını ve yapısal sorunların ertelendiğini belirtti.

Üretim artışı sağlanmadan makro ekonomik sorunlarda kalıcı iyileşmenin mümkün olmadığının altını çizen Özilhan, refahın adil dağıtılmasına dikkat çekti. Yüksek enflasyon ve refah üretmeyen büyümenin geçim sıkıntısı getirdiğinin altını çizen Özilhan, yıllardır aynı sorunları yaşayan ülkenin 2024 yılında hâlâ gelir adaletsizliğiyle mücadele ettiğini dile getirdi.

TÜSİAD Başkanı Orhan Turan ise TÜSİAD olarak zorlu bir dönemde görev yaptıklarını ifade ederek, “Ortak akılla yan yana durarak, birbirimizden güç alarak ve birbirimize destek vererek doğru bildiklerimizi bu dönemde de söylemeye devam edeceğiz. Atatürk’ün çizdiği yolda, ülkemizin çağdaş uygarlık yolunda ilerlemesini sağlayacağını düşündüğümüz tüm konuları, toplumumuzun en geniş kesimleriyle paylaşmaya özen gösterdik” dedi.

Türk Sanayici ve İşinsanları Derneği (TÜSİAD) olağan Genel Kurul toplantısını düzenledi. TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan ve TÜSİAD Başkanı Orhan Turan, toplantıda bir konuşma gerçekleştirdi.

Tuncay Özilhan, konuşmasında şunları söyledi: Gündemin her zaman çok yoğun olduğu ülkemizde, genel kurullarımıza hep gündeme ilişkin değerlendirmeler damgasını vurur. Fakat gündem ne kadar yakıcı olursa olsun, zaman zaman geri yaslanıp, daha uzun bir perspektiften değerlendirme yapmak gerekir.

Nereye gittiğimizi iyi bilmeliyiz ki menzile ulaşalım. 2015 yılında üstlendiğim Yüksek İstişare Konseyi Başkanlığı görevini bugün devrederken sizlerle beraber geçen dokuz yılın değerlendirmesini yapmak istiyorum. Bunu yaparken dokuz yılda dünyanın ve ülkemizin geçirdiği değişime ve TÜSİAD’ın bu süreçte oynadığı role bakmamız gerekir.

2015 yılında görevi devraldıktan sonra yaptığım ilk konuşmada küresel mimarideki değişim dalgalarına işaret etmiştim. 19. yüzyıl, tarihte uzun 19. yüzyıl olarak bilinir. 1789’da Fransız Devrimi ile başlayan ve 1914’te Birinci Dünya Savaşına kadar devam eden dönem ulus devletlerin kurulduğu ve modern dünyanın temellerinin atıldığı bir dönemdir. Buna karşılık 20.yüzyıl kısadır. Sanıyorum yirmi birinci yüzyılın ikinci on yılı da uzun onyıl terimini hak ediyor. 2008 kriziyle başlayan belirsizlik, karmaşa, bilinmezlik, altüst oluşlar çağı soluksuz devam ediyor.

Neler görmedik ki! Dünya sürekli olarak terör olayları ve toplu cinayetlerle sarsıldı. Küresel ısınma daha önce görülmedik seviyelere ulaştı. Birisi ülkemizde olmak üzere büyük depremler, doğal afetler yaşadık. Küresel sistemde de depremler yaşandı. Bildiğimiz dünya değişti. Dünya ekonomisi bir türlü eski gücüne dönemedi. Liberal küreselleşme anlayışı ile hiç de uyumlu olmayan müdahaleler ve ticaret savaşlarına şahit olduk. Hayatımıza e-ticaret girdi. Artık ekonominin temel parametrelerini, yeşil ekonomi, yeni teknolojiler ve küresel tedarik zincirlerindeki değişimler şekillendiriyor.

Jeopolitik riskler sürekli olarak tırmandı. Demokratik ülkeler topluluğu ile Çin, Rusya, İran, Kuzey Kore gibi ülkeler arasında sürekli bir gerilim yaşandı. Ortadoğu’daki huzursuzluklar hiç dinmediği gibi üzerine yenileri eklendi. Doğumuzda Azerbaycan-Ermenistan, kuzeyimizde Rusya-Ukrayna, güneyimizde İsrail-Filistin savaşlarını gördük. Avrupa Birliği bir yandan yeni aday ülkelerle genişleme sürecini devam ettirdi. Diğer yandan Birleşik Krallık üyelikten ayrıldı.

Covid pandemisi her alanda çok derin etkiler yarattı. Dünyada gelir adaletsizliği azalmakta ve yoksullukla mücadelede mesafe alınmakta idi. Ama 2019 sonrasında 70 milyon insan yeniden aşırı yoksulluğa itildi. Savaşlar, iklim krizi, ekonomik zorluklar gibi nedenler dünya üzerinde göçlere ve mülteci krizlerine neden oldu. Mülteci sayısı 2015 yılında 16 milyondan 2023 yılında 30 milyona ulaştı. Türkiye tüm dünyada İran’la birlikte en fazla sayıda göçmene ev sahipliği yapan ülke oldu.

Bütün bu olumsuz tabloya dünyanın hemen her yerinde tepkiler geldi. Toplumsal olaylar tırmandı. Sorunlara işe yarar çözümler üretemeyen merkez siyasetler cezalandırılırken popülizm tırmanışa geçti. Aşırı sağ popülizmdeki yükselişe, her konuda yetkiyi ve bilgiyi tekelinde tutan otoriterlik; bilimin, teknik becerinin, liyakatin değersizleştirildiği bir siyaset anlayışı eşlik etti.

Öte yandan, kadınların eşitlik ve hak talepleri ve cinsel istismara karşı toplumsal bilinç yükseldi. Etnik ayrımcılık karşıtı güçlü eylemler yapıldı. Teknolojide de büyük ilerlemeler gördük. Özellikle gen ve uzay teknolojileri, otonom cihazlar, yapay zeka ve dijital teknolojilerdeki gelişmeler çığır açtı. Bu gelişmeler doğal olarak bütün konuşmalarımda önemli bir yer kapladı. Çünkü dünya değişiyorken, değişimi iyi takip etmek, yönelimi doğru okumak ve zamanında pozisyon almak gerekir.

Geçtiğimiz dokuz yılda ülkemizde de baş döndürücü bir gündem vardı. Bu derin değişimler dönüşümler karşısında siyasi, ekonomik ve sosyal temellerimizi sağlamlaştırmak gerekiyordu. Dış politikada pazarlıkçı yaklaşımın yerini ilkeler bazında bir politikanın almasından yana olduğumuzu defalarca vurguladım. Batının bir parçası olduğumuzu unutmamamız gerektiğine, Türkiye’nin batı ve doğu arasında bir köprü olduğuna ve AB üyelik sürecinin önemine işaret ettim.

Küresel riskler, bölgesel tehditler, ekonomik çıkarlar dikkate alındığında, AB Türkiye için vazgeçilmez öneme sahiptir. Bunu sürekli ifade ettim. 1999 yılında yönetim kurulu başkanı olduğum yıl Türkiye AB’ye aday ülke statüsü kazanmıştı. 2015 yılında yüksek istişare konseyi başkanı olduğumda AB ile müzakerelere başlayalı 10 yıl olmuştu. 2024 yılında Türkiye hala AB üyelik sürecine devam ediyor. 2016’da bir darbe girişimi yaşadık.

Son dokuz yılda sekiz kez sandık kuruldu. 2 cumhurbaşkanlığı, 4 meclis, 1 halkoylaması, birisi gelecek ay olmak üzere 2 yerel seçim gündemimizi doldurdu. Parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçtik. İktidar yapısı değişmedi ama siyasi gerilim de hiç düşmedi; hatta sürekli olarak tırmandı. Konuşmalarımda kısır siyasi çekişmeleri bir kenara bırakmak gerektiğini vurguladım. 2024 yılında Türkiye hala siyasi istikrar arayışına devam ediyor.
Terör de yakamızı hiç bırakmadı. 2024 yılında Türkiye hala terörle mücadeleye devam ediyor.

Göreve geldiğimde 1999 Gölcük depreminin üzerinden altı yıl geçmişti. Geçen sene ise yaşadığımız korkunç depremin yaralarını hala tam olarak saramadık. 2024 yılında Türkiye hala Marmara depremine nasıl hazır olunacağını tartışmaya devam ediyor. Ekonomik durum tüm konuşmaların temel başlıklarından birisi oldu.

Yüksek enflasyon, TL’nin değerinde istikrarsızlık, düşük tasarruf oranı, cari açık, düşük verimlilik, düşük katma değerli üretim, orta gelir tuzağı, teknolojide geri kalma endişesi, yeşil ekonomiye uyum ihtiyacı nitelikli eleman sorunu ekonomik durumun vaz geçilmez başlıkları idi. Bu sorunlar orta yerde duruyorken palyatif çözümler sadece vakit kaybına yol açar. Konjonktür ne kadar elverişsiz olursa olsun, geleceği kaybetmemek için uzun vadeli düşünmek, yapısal sorunları ertelemeden çözmek gerekir.

2015 yılında enflasyon %9, kişi başı gelir 11 bin dolar, cari açığın GSYH’ya oranı % 3 idi. Son verilere göre enflasyon %65, kişi başı gelir 10 bin 659 dolar, cari açığın GSYH’ya oranı ise % 3,6 oldu. 2024 yılında Türkiye hala makroekonomik istikrar arayışına devam ediyor. 2015 yılında Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisindeki payı %1.15, küresel mal ve hizmet ihracatındaki payı ise %4.1 idi. Bu oranlar 2022 yılında da değişmedi.

2024 yılında Türkiye hala küresel ekonomideki payını artırma arayışına devam ediyor. İlk konuşmamdan son konuşmama kadar hep üretim, üretim, üretim dedim. Rasyonel para ve maliye politikaları tabi ki işin a-b-c si. Ama üretim artışı sağlamadan makroekonomik sorunlarda kalıcı bir iyileşme mümkün değil. Küresel konjonktür durumu daha da önemi hale getirdi. Gelişkin bir üretim kapasitesi, hem sanayide, hem tarımda, stratejik önemde. Bu da öngörülebilirlik, iyi bir planlama ve yatırım ortamının iyileştirilmesini, yani hukuk devletinin, yargı tarafsızlığının hiçbir istisnaya müsamaha göstermeden tam anlamıyla uygulanmasına bağlı.

Konuşmalarda sıklıkla dile getirdiğim bir konu da refahın adil dağılması, yoksulluğun azaltılması gereği idi. Yüksek enflasyon ve refah üretmeyen büyüme geçim sıkıntısını getirir. Büyümenin kaynağını tüketime, kentsel ranta, verimliliğe katkısı sınırlı projelere dayandırmak doğru değildir. Oysa kaynakları verimli kullansak, toplanan vergilerde israfı önleyip, eğitim ve diğer sosyal harcamaların payını artırabilsek, durum farklı olabilirdi. 2024 yılında Türkiye hala gelir adaletsizliği ile mücadeleye devam ediyor.

Refahı artırmak için istihdam yaratmak gerekiyor. 2015 yılında işsizlik oranı %10.3 idi. Geçen yılın Kasım ayında %9 oldu. 2024 yılında Türkiye hala vatandaşlarına iyi işler yaratma mücadelesine devam ediyor.

İşsizlik sorunu yaşanırken bir de nitelikli insan kaynağı sorunu yaşıyoruz. Bunun nedeni eğitim sisteminin yeni mesleklere yönelik yeni becerileri kazandırma konusundaki yetersizliği. Konuşmalarımda beyin göçünü önlemenin, bilime, özgür düşünceye, eleştirel akla, yaratıcılığa dayalı bir eğitim sisteminin ve eğitimde fırsat eşitliğini sağlamanın önemine çok vurgu yaptım. Son 20 yılda eğitimle ilgili 17 kez değişiklik yapılmış.

2024 yılında Türkiye eğitimde nitelik ve fırsat eşitliği sorunlarını çözmek yerine hala afaki tartışmalar yapmaya devam ediyor. TÜSİAD’ın ellinci yılı için yapmış olduğumuz çalışmada, insanın, kalkınmanın hem öznesi hem de hedefi olduğunu belirtmiştik. Kalkınma her şeyden önce insan içindir. Her türlü farklılıklarıyla tüm etnik ve dini inançtan insanımız ülkemizin gücüne güç katar. Bunun için sivil toplumun önünün açılması, ifade özgürlüğü, özgür medya, akademik özgürlükler konuları da sık sık gündemimde oldu.

Kadınlar için ekonomik, toplumsal ve siyasi hayatta fırsat eşitliği sağlanması, kadına şiddetin önüne geçilmesi ve İstanbul Sözleşmesine dönülmesi de dikkat çektiğim hususlardan birisiydi. 2015 yılında mecliste kadınların oranı %15 idi. 2023’te bu oran %17 oldu. 2024 yılında Türkiye’de hala kadınların fırsat eşitliği mücadelesi devam ediyor.

Bu kısa özet karşısında eminim içinizden ülke olarak ne çok vakit kaybetmişiz diye geçiriyorsunuzdur. Gerek benim, gerek başkanların bu kürsüden sık sık dile getirdiği öneriler hayata geçmiş olsaydı, acaba bugün daha farklı bir yerde olur muyduk diye sorduğunuzu da tahmin ediyorum. Dokuz yıl boyunca yapmış olduğum önerilerin kaynağı tüzüğümüz oldu. Tüzüğümüz açık ve nettir. Amacımız insan hakları evrensel ilkelerinin, düşünce, inanç ve girişim özgürlüklerinin, laik hukuk devletinin, katılımcı demokrasi anlayışının, liberal ekonominin, rekabetçi piyasa ekonomisinin kurum ve kurallarının ve sürdürülebilir çevre dengesinin benimsendiği bir toplumsal düzenin oluşması olarak belirtilmiştir. Şimdiye kadar her yönetim bu amaçları gerçekleştirmek için çalıştı. Gün oldu bu amaçlara yaklaştık; gün oldu uzaklaştık.

TÜSİAD Başkanı Orhan Turan ise konuşmasında şu ifadeleri kullandı: TÜSİAD kurumsal yapısı ve yarım asırlık tecrübesiyle, ülkenin tüm sorunları karşısında çözüm üretme misyonuyla çalışır. Sorunların ağırlaştığı dönemlerde, sadece üyelerine değil esas olarak ülkeye karşı yüksek sorumluluk gerektiren bu görevi layıkıyla yerine getirmek daha da meşakkatli hale gelir. Tuncay Bey, bu zorluğun üstesinden en mükemmel biçimde geldi.

Biz de, son yönetim kurulu olarak;

– Küresel mimarinin baş döndürücü bir biçimde değiştiği,
– Pandeminin yaralarının sarılmaya çalışıldığı,
– Ülke tarihimizin en büyük deprem felaketini yaşadığımız, biri kuzeyimizde biri güneyimizde iki
savaşın bölgemizi ateş topuna çevirdiği,
– Cumhuriyetimizin 100. Yılını idrak ettiğimiz bu dönemde,
– Devraldığımız bayrağı layıkıyla ileri taşıma uğraşında olduk.

Geçtiğimiz iki yıla sadece deprem gerçeği damgasını vurmadı;

– Yoğun jeopolitik riskler, savaşlar ve küresel ekonomideki sarsıcı değişimler oldu.
– Küresel ısınmanın etkileri şiddetini artırarak devam etti.
– Teknolojik dönüşüm, yapay zeka alanındaki gelişmelerle yeni bir düzeye ulaştı.
– Aylarca hepimizin gündemini meşgul eden bir seçim süreci yaşadık.
– Ekonomik sorunlar ağırlaştı.
– Yatırım iklimi karakışta takılı kaldı.
– Enflasyonla mücadele için denenen alternatif yöntemler tüm ekonomik parametreleri yerinden
oynattı.
– Kafalarda piyasa modeli nereye gidiyor soruları oluştu.

Bu zor dönemde beraber görev yapmış olduğum, Yönetim Kurulundaki değerli arkadaşlarıma üstlendikleri büyük sorumluluktan dolayı çok teşekkür ederim. Bize duydukları güven ve verdikleri destek için üyelerimize ve TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi divanına müteşekkiriz. Ayrıca, Genel Sekreterliğimize ve temsilciliklerimize de göstermiş oldukları üstün gayret için teşekkürlerimi ifade etmek isterim.

– Ortak akılla,
– Yan yana durarak,
– Birbirimizden güç alarak
– Ve birbirimize destek vererek doğru bildiklerimizi, bu dönemde de söylemeye devam ettik.
– Atatürk’ün çizdiği yolda, ülkemizin çağdaş uygarlık yolunda ilerlemesini sağlayacağını düşündüğümüz tüm konuları, toplumumuzun en geniş kesimleriyle paylaşmaya özen gösterdik.

Geçen sene Cumhuriyetimizin 100’üncü yaşını haklı bir gururla kutladık. TÜSİAD olarak 100 yıllık kazanımlarımızın ve değerlerimizin vazgeçilmez önemini vurgularken, ilk yüzyılımızın tecrübelerini değerlendirmemiz gerektiğini de düşündük. “Cumhuriyetimizin İkinci Yüzyılına Girerken Türkiye” adlı çalıştay dizimizi gerçekleştirdik.

Bu çalıştayların çıktılarını hatırlayacağınız üzere Aralık ayında yayınladık. Bu yayında özetlenen fikir çeşitliliğinin siyasi partiler, yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri, akademi ve tüm vatandaşlarımız için kıymetli bir kaynak oluşturmasını ve temel meselelerimiz hakkında istişare etmemiz için bir vesile olmasını umuyoruz.

Kahramanmaraş merkezli depremin üzerinden bir sene geçti. Yüreğimiz hala sızlıyor. Depremin hemen ardından gerek oluşturduğumuz Deprem Destek Ağı, gerekse üyelerimizin şirketlerinin ağlarıyla depremden etkilenen illerimizin öncelikli ihtiyaçlarını karşılamak için, bir seferberlik başladı. İş dünyası olarak depremin yaralarını sarmaya, sosyoekonomik toparlanma çalışmaları ile devam ettik.

TÜSİAD olarak ayrıca, Deprem Görev Gücü’müz ile beklenen Marmara depremi karşısında, özel sektörün hazırlıklı olması için çeşitli çalışmalar yapıyoruz. Afet yönetimi çok ciddi bir planlama, hazırlık ve koordinasyon gerektiriyor. Geçen sene yaşadığımız yıkıcı deprem bu gerçeği en acı biçimde öğretti. Kurumlarımızı ve kurallarımızı güçlendirip, kentlerimizi depreme dirençli hale getirmeliyiz. Bu konularda vakit kaybetmenin vebalini alamayız.

Ülke gündeminin önemli başlıklarından biri yerel seçimler. Umuyorum ki önümüzdeki yerel seçimler genel seçim mantığında ilerlemek yerine kentlerdeki yaşam kalitesinin iyileştirilmesine yönelik somut projeleri tartışacağımız bir zemin oluştursun. Tüm siyasi partilerimizden örneğin akıllı kent projelerini, teknolojiyi kent yaşamına nasıl entegre edeceklerini duymak isteriz.

Yerel yönetimler demokrasinin aşağıdan yukarıya inşa edilmesinde büyük rol sahibi. Yerindenlik ilkesi, merkezî yönetimle yerel yönetimler arasındaki yetki ve görevlerin paylaşımının düzenlenmesi açısından kilit bir kavram. Yurttaş tercihinin dikkate alınması ve yetki ve sorumluluğun halka en yakın birimler tarafından yerine getirilmesi, hizmetlerin etkinliği açısından önem taşır.

Siyaseti yerelleştirerek çoğulculuğu güçlendirmek, Cumhuriyetimizin İkinci Yüzyılı için gerçekleştirdiğimiz çalıştaylarımızda da gündeme gelen bir konu olmuştu. Yerel yönetimlerin güçlenmesi ve halkın karar alma mekanizmalarına aktif katılımının gelişmesi, demokrasiyi ve Cumhuriyet’i aynı anda geliştirmek açısından çok önemli.

Bunun yanında uzun yıllardır kadınların siyasete katılımının önemini vurgulamaya devam ediyoruz. Şimdiye kadar açıklanmış olan adaylara baktığımızda, maalesef bu yerel seçimlerde de seçilebilecek yerlerden gösterilen adaylar arasında, kadınların ağırlığı beklentilerimizi karşılamaktan uzak.

Çok zorlu bir ekonomik dönemden geçtik. Ekonomide yanan ateşi söndürmek için rasyonel politika
çerçevesine bağlı kalmaya devam etmemiz gerekiyor. Enflasyonla mücadelede para politikasının sosyal politikalar ve maliye politikası ile de desteklenmesini önemsiyoruz. Bu süreç sadece enflasyonun düşürülmesi açısından değil, aynı zamanda özellikle sabit gelirliler üzerindeki olumsuz etkilerin hafifletilmesi açısından da son derece önemlidir.

Hiç şüphesiz Türkiye ekonomisinde yaşanan sorunlar sadece para ve maliye politikaları ile aşılabilir
nitelikte değildir. Sorunların etrafından dolaşmak, pansuman önlemlerle çözümü geleceğe ötelemekülkenin çıkarına olmuyor.

– Üretim yapısını son teknolojik devrime uygun biçimde dönüştürmeden,
– Verimlilik artışı sağlamadan,
– Sanayi ve tarımda yüksek katma değerli üretimi artırmadan,
– Beyin göçünün önüne geçmeden,
– Nitelikli eğitim ve nitelikli insan kaynağı sorununu çözmeden ekonomimizin rekabetçiliğini
koruyamayız.
– Enflasyonda kalıcı bir iyileşme elde edemeyiz.
– Geçim sıkıntısını çözemeyiz.
– Cari açık sorununu tarihe havale edemeyiz.
– İstihdam yaratamayız.
– Orta gelir tuzağından kurtulup yüksek gelirli ülkeler arasına katılamayız.

Belirsizlik ve dönüşümlerin giderek daha yoğunlaştığı bir dönemde, bu adımları vakit kaybetmeden
atmamız gerekiyor. Ekonomimizin rekabetçiliğini artırmak için, kayıt dışı ile mücadeleyi daha da güçlendirmeliyiz. Vergisini kuruşuna kadar doğru ödeyen, her türlü mevzuata harfiyen uyan işletmeler kayıt dışı çalışan işletmelerin karşısında rekabette zorlanıyor. Kayıt dışı ekonomi kayıtlı kesimin vergi yükünün ağırlaşmasına yol açıyor.

Üstelik kayıt dışı ekonomi, çevre kirliliği, halk sağlığı, çalışanların sosyal güvenlik hakları, iş sağlığı ve güvenliği, hatta suç ekonomisi gibi bir dizi negatif unsur ile de iç içe geçer. Bu nedenle kayıtlı ekonomiye geçişin özendirilmesini çok önemsiyoruz. Bugün Türkiye’de girişimcilerin de, çalışanların da, emeklilerin de, gençlerin de, kadınların da, esnafın da, çiftçinin de, işsizin de yüzünün gülmesini istiyorsak, izlememiz gereken yol açık ve net. TÜSİAD’ın ellinci yılı vesilesiyle 2021’de yayınlanan Geleceği İnşa raporumuzda bunun üç sütun üzerinde, yani “insan, bilim ve kurumlar” üzerinde inşa edilmesi gerektiğini söylemiştik.

Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında müreffeh, adil, çevreci ve saygın bir Türkiye hedefi doğrultusunda doğru ve iyi çalışan kurumların, insanın ve bilimin önemini tüm faaliyetlerimizde vurguluyoruz. Konuşmalarımızda çok sık gündeme getiriyoruz. Dünya çoklu krizler çağında yaşıyor. Jeopolitik, ekonomik, teknolojik, toplumsal, siyasi, demografik, ekolojik çok sayıda dinamik iş başında.

Bu değişim ve dönüşümlerin savaşlar, göçler, terör eylemleri, toplumsal huzursuzluklar, ekonomik ve mali krizler, olağandışı hava olayları gibi, bir dizi riski barındırdığını biliyoruz. Bu değişim sürecinin iyi yönetilememesi halinde, bu olumsuzluklardan birinin gerçekleşmesinin diğerlerini de tetikleyebileceğinin farkındayız. Bu mutlaka kötü bir ihtimal ama, hafife alınabilecek bir ihtimal değil.

Şu anda dünyada birçok siyasi lider ve düşünce insanı bu ürkütücü senaryonun nasıl önlenebileceği üzerinde çalışıyor. Biliyoruz ki insanlığın elinde bütün bu olumsuz gelişmeleri önlemek ve tersine çevirmek için gerekli ve yeterli araçlar var. Bu araçların zamanında ve etkili biçimde kullanılması için gereken ise, demokratik siyaset ve kural bazlı uluslararası sistemin kurumlarının etkin çalışması.

Bu açıdan 2024 yılı dünya demokrasisi için tarihi bir yıl olacak. Bu yıl dünya nüfusunun yarısından fazlasının yaşadığı 76 ülkede sandıklara gidilecek. Seçimlerin sonuçları, dünyanın geleceğinin şekillenmesi açısından önemli olacak. Küresel jeopolitiğin yeniden tanımlandığı, küreselleşmenin beklentileri yerine getiremediği, liberal demokratik değerlerde gerileme tartışmalarının yoğunlaştığı ve kurumların alt üst olduğu bir dönemdeyiz.

Tedarik zincirleri, enerji yolları, güç dengeleri de değişiyor. Görüyoruz ki pek çok sorunumuz aslında çağdaş dünyanın sorunları ile ortak. Tam da bu nedenle ortak sorunlarımıza ortak çözümler üretme iradesinin bir parçası olmak için çok doğru bir zaman. Küresel sistemin reforme edilmesi için, genelde Batı ile özelde AB ile birlikte, bu ilişkilerimizi yeniden ilerleme çıpası haline getirebiliriz.

Gençlerimizin geleceklerini ülkemizde değil de, yurt dışında aramaya başlamış olmalarını uzun vadeli etkisi bakımından ülkemizin önündeki tehditlerin en ciddisi olarak görüyoruz. En iyi liselerimizden mezun gençlerimizin üniversite eğitiminde ağırlıklı olarak yurtdışını tercih etmelerinin nedenleri ve sonuçları üzerinde uzun uzun durmak gerektiğini düşünüyoruz. Üniversite çağına kadar bin bir emek ile yetiştirdiğimiz gençlerimizi, parlak beyinler olarak başka ülkelere kaptırıyoruz. Artık neredeyse tüm kentlerimizde üniversite var. Fakat görüyoruz ki üniversite mezunları arasında işgücüne katılma oranı düşüyor; işsizlik oranı ise artıyor.

Eğitim masrafları artıyor, eğitimin getirisi ise geriliyor. Oysa yapay zeka ve robotikteki gelişmeler nitelikli eğitimi her zamankinden önemli kılıyor. Otomasyona tabi olabilecek işler risk altında. Rekabet gücünü korumak ve verimliliği artırmak isteyen işletmeler yeni teknolojilere yatırım yapıyor. Firmalar, yeni teknolojilerin gerektirdiği becerilere sahip çalışanları istihdam etmek konusunda yurtdışı rakipleri karşısında zorlanıyor. Beceri uyumsuzluğu nedeniyle bir yandan işsizlik artarken bir yandan da işletmelerimiz insan kaynağı sıkıntısı yaşıyor.

– Eğitimin niteliğini yükseltemezsek,
– Nitelikli eğitimde fırsat eşitliği sağlayamazsak,
– Gençlerimizi yeni çağın becerileriyle donatamazsak,
– İşimiz zor.
– Ne rekabet gücümüzün asli unsuru olan işgücünü yetiştirebiliriz ne de gençlerimizi mutlu edip
beyin göçünü önleyebiliriz.

Daha önce de vurgulamış olduğumuz gibi, çağı yakalamamızı sağlayacak olan eğitim sistemi, ezberciliği değil, eleştirel ve yaratıcı düşünceyi önceliklendirmekten geçer. Bilimin yol göstericiliğine sıkı sıkı sarılmalıyız. Bu sistemde cemaat ve tarikatlara da, siyasetle ilişkilendirilen yapılara da yer olmaması gerekir.

Unutmayalım ki, geleceğimizi üzerine inşa edeceğimiz en önemli sütunlarından biri insan. Belki de en önemlisi. Bu temeli tahkim etmeliyiz. Eğitimde laiklik ve bilimsellik ilkelerinden ve fırsat eşitliğinden uzaklaşılırsa insani kalkınma, bilimsel gelişme ve nitelikli kurum ve kurallar hedeflerimizden de uzaklaşırız.

Bir ülkenin en önemli performans göstergesi, her etnik köken ve inançtan insanının, genciyle-yaşlısıyla, kadınıyla-erkeğiyle hepsinin mutluluğu, sağlığı, refahı, geleceğe güvenle bakmasıdır. Oysa veriler bunu doğrulamıyor. Geçen hafta TÜİK gelir dağılımı verilerini açıkladı. Veriler 2007’den
sonraki en bozuk tabloya işaret ediyor.

Gelir dağılımında adalet, refah artışından toplumun farklı kesimlerinin hak ettikleri payı alması, kapsayıcı büyüme, kimseyi dışarıda bırakmamak, TÜSİAD’ın araştırmalarında ve söylemlerinde uzun zamandır hep ön planda oldu. Gerek TÜSİAD’ın 50. Yılı vesilesiyle yapılan “Geleceği İnşa” çalışmasında, gerekse geçen yıl yaptığımız “Cumhuriyet’in İkinci Yüzyılına Girerken Türkiye” çalışmamızda, temel önceliklerden birisi adil bölüşüm oldu. Toplumsal barışın yolu, adil bölüşümden geçiyor.

Biliyoruz ki, yaşam mücadelesi ağırlaşırken, her alanda adil rekabet şartlarından uzaklaşılması toplumsal yapıda korozyona neden oluyor. Günlük yaşamda gerginlikler de daha önce hiç şahit olmadığımız kadar yükseldi. Eski gerilimlerin üzerine yenileri ekleniyor. Günlük yaşamın hemen her alanında gördüğümüz gerginlik, kutuplaşma ve şiddet eğilimi birbirimize güvenimizi zedeliyor. Bu durum siyasetteki gerilimin tırmanmasına yol açıyor. Siyasetteki gerilim de toplumsal kutuplaşmaları derinleştiriyor. Bu negatif döngüyü kırmak zorundayız.

Siyasetteki gerilimi ve toplumsal kutuplaşmayı önlemenin bildiğimiz en etkili yolu, demokratik süreçlerin daha iyi işlemesinden geçiyor. Cumhuriyet’in İkinci Yüzyıla Girerken Türkiye çalışmamızdaki başlıklardan biri Cumhuriyeti ve demokrasiyi nasıl güçlendireceğiz? tartışmasına ayrılmıştı. Bu tartışmalarda vurgulanan noktalardan birisi de Cumhuriyetimizin çok önemli kazanımları olmasına rağmen, istikrarlı bir demokrasi ve demokratik standartların yükseltilmesi yolunda daha alınması gereken mesafe olduğu idi.

– Haklar ve özgürlükler,
– Eşit yurttaşlık,
– Denge ve denetleme mekanizmaları,
– Siyasal hayata katılım gibi başlıklarda ilerleme sağlamak gerekiyor.

Özellikle de hukukun üstünlüğü başlığında.

– Adalete güven duygusunun güçlü olması için mahkeme kararlarında çelişki olmaması, yargı organları arasında uyumun sağlanması, kararların herkes için bağlayıcı olması,
– Adil yargılanma hakkının mutlaka Avrupa İnsan Hakları Sözleşme standartlarında uygulanması,
– Her düzeydeki mahkeme kararının parçası olduğumuz uluslararası normlara ve sözleşmelere de
uygun olması gerekiyor.

Ancak tarif ettiğim standart ve referanslara uygun bir adalet anlayışı ile siyasi ve toplumsal gerilimlerin düşürülmesi yönünde ilerleyebilir; yargının hakemliği konusundaki tereddütleri ortadan kaldırabiliriz. Cumhuriyetimizin yüz yıllık kazanımlarından biri olarak, siyasi ve toplumsal olgunluğumuz en ağır sorunları bile meşru zeminde tartışarak çözüm üretebilecek düzeyde. Milli iradenin tam olarak tecelli etmesi, milletin oyuyla seçilmiş vekillerin ve yerel yöneticilerin görevlerini yapmalarını gerektiriyor.

Son bir yılı nice acıyla geçirdik. Şehitlerimizin acısı hala yüreğimizde. Kahramanmaraş depremlerinde 50 binden fazla vatandaşımız hayatını kaybetti. Filistin’de ölen çocukların sayısı 11 bini aştı. 2024’te acılarımızı dindirebilmeyi temenni ediyorum. Ülkemizin karşı karşıya olduğu tüm güçlükleri aşabileceğimiz konusunda kafamda hiçbir şüphe yok.

– Yetişmiş insan potansiyelimiz,
– Bilim insanlarımız,
– Her alandan uzmanlarımız,
– Yetkin sivil toplumumuz,
– Yüreği ülkesi için çarpan 85 milyon vatandaşımız var.
– Her türlü ekonomik ve siyasi sorunu nasıl olsa bir şekilde çözebiliriz. Ama yiten giden canları
yerine getiremeyiz. Katledilen doğayı, bozulan ekolojik sistemi geri döndüremeyiz. Fırsat eşitliği
sağlayamadığımız gençlerimize iyi bir gelecek sunamayız.

Vakit geçirmeden ülkemizin geleceği için yaşamsal olan konulara odaklanalım;

– Kayıkçı kavgasını bir kenara bırakalım.
– Kısa vadeli kısır çekişmelere rağbet etmeyelim.
– Şahsi ikbal peşinde koşmak yerine ülkenin geleceği için rekabet edelim.”

Paylaşın

TÜSİAD’dan ‘Cemaat Ve Tarikat’ Açıklaması: Eğitim Sisteminde Yer Olmamalı

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in tarikat ve cemaatler ile protokol yapıldığını ve yapılmaya devam edileceği yönündeki sözlerine ilişkin açıklama yapan TÜSİAD, açıklamasında “cemaat ve tarikatlara eğitim sisteminde yer olmaması gerekir” ifadelerine yer verdi.

Haber Merkezi / TÜSİAD’ın açıklamasının devamında, “Eğitim sisteminde çağdaş eğitimle bağdaşmayan konuların gündemde olmasının ülkemizin ekonomik ve sosyal kalkınma hedefleri ile uyuştuğunu söylemek mümkün değildir. Milyonlarca öğrenci, veli, öğretmen, iş, emek, teknoloji dünyası ve akademi gibi çok geniş bir çevreyi etkileyen eğitim alanında bilime dayalı politikalar uygulanması esas olmalıdır” denildi.

Türkiye Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD), Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in “Tarikat ve cemaatlerle protokol yapmaya devam edeceğiz” sözlerinin ardından bugün bir açıklama yayınladı. TÜSİAD’ın eğitimle ilgili gündem konuları hakkında yaptığı açıklama şöyle:

“Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında, ekonomik ve sosyal kalkınmayı başarmış, demokratik laik bir hukuk devleti olan Türkiye için çağdaş bir eğitim seferberliğine ihtiyacımız var.

Müfredatı 21. yüzyıl becerilerine uygun hale getirmek, gençlerimize çağın gerektirdiği yetkinliklerin kazandırılması ve katma değeri yüksek bir ekonomi açısından büyük önem taşıyor. Kimseyi geride bırakmadan her bir öğrencinin kaliteli bir eğitime ulaşmasını sağlamak önceliğimiz olmalı. Çağımızda genç kuşaklarımızı ezberciliğe değil eleştirel ve yaratıcı düşünceye dayanan bir eğitimle buluşturmalıyız. Gelecekte özgür düşünen bireylere hem toplumsal yaşamda hem de iş yaşamında her zamankinden daha çok ihtiyaç duyacağız. Kalkınmanın her boyutunda koyduğumuz iddialı hedeflerin gerçekleşmesi de bunu gerektiriyor.

Ülkemizin bu yöndeki ihtiyacı ve yakın geçmişte yaşanan acı tecrübeler dikkate alındığında cemaat ve tarikatlara eğitim sisteminde yer olmaması gerekir. Eğitim sisteminde çağdaş eğitimle bağdaşmayan konuların gündemde olmasının ülkemizin ekonomik ve sosyal kalkınma hedefleri ile uyuştuğunu söylemek mümkün değildir. Milyonlarca öğrenci, veli, öğretmen, iş, emek, teknoloji dünyası ve akademi gibi çok geniş bir çevreyi etkileyen eğitim alanında bilime dayalı politikalar uygulanması esas olmalıdır.”

Paylaşın