Tarihi M.Ö 2000’lere kadar uzanan ve birçok uygarlığa evsahipliği yapmış olan Elazığ, tarihi Harput Kalesinin bulunduğu tepenin eteğinde kurulmuş bir şehirdir. Harput Kalesi, İç kale ve dış surlar olmak üzere iki bölümden meydana gelmiştir.
Tarihsel kaynaklara göre Harput Kalesi M.Ö. 8. yüzyılda Urartu Krallığı tarafından kurulmuştur. M.Ö. 6.yüzyıldan itibaren Persler’in hakimiyeti altına girmiştir. M.Ö. 1. yy ile M.S. 11. yy arasında Part, Roma, Sasani, Bizans ve Abbasiler arasında büyük mücadelelere sahne olmuş 11. yüzyılın sonuna kadar Bizans hakimiyeti altında devam etmiştir.
Bu süre zarfında Ziata Castellum ve Kharpete, Arapça’da Hısn-ı Ziyad adıyla anılan kale 1085 yılında Çubukoğulları, 1112 yılında Artukoğulları, 1234 yılında Selçukluların egemenliği altında kalmıştır.
Kale, Çubuk Bey’in Artuklu Beyi Belek Gazi’nin ve Selçuklu Beyi Alaeddin Keykubad’ın hükümet merkezi olmuş, 1366 yılında Dulkadiroğulları ve Akkoyunlu devletleri arasında sık sık el değiştirmiştir.
Kale 1465 yılında , Akkoyunlu hükümdarı Hasan Bahadır Han ( Uzun Hasan ) tarafından ele geçirilerek Akkoyunlu idaresine alınmıştır. Harput Bölgesi ve Kalesi 1515 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından Osmanlı İmparatorluğu’nun idaresine alınmıştır.
İç kale ve dış surlar olmak üzere iki bölümden meydana gelen Harput Kalesi’nin özgün bir yapı olarak günümüze kadar korunabilmesinde, Artuklu döneminde yapılan onarımların katkısı büyüktür. Kale daha sonra Dulkadiroğulları, Akkoyunlular ve Osmanlı döneminde de onarımlar görmüştür.
Kalesinin dış surları tamamen yıkılmıştır. Yalçın kayalar üzerinde inşa edilen ve kuşatılması oldukça zor olan kale içerisinde; hastane tahıl ambarı, darphane, su sarnıcı, cephanelik, cami ve çok sayıda sivil yapının bulunduğu büyük bir mahalledir.
Bakanlığımız Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü izni ile Müdürlüğü başkanlığında, Prof Dr. Veli Sevin’in bilimsel danışmanlığında 2005 yılında başlanılmış Harput İç Kale’deki Osmanlı Dönemi kazı çalışmalarına 2006,2007,2008,2009 yıllarında devam edilmiştir.
Sürdürülen çalışmaların amacı M.Ö 8.yüzyılda Urartular tarafından kurulmuş Harput Kalesi içinde 17. yüzyılın ortalarından 20. yüzyılın başlarına kadar yaşayan bir Osmanlı Mahallesini kurtarmaya yöneliktir. Kurtarma kazıları “Osmanlı Arkeolojisi” kapsamında yürütülmüştür.
Bu kazılar sonucunda ; mahalle mektebi, Kale Cami çevresindeki ticarethaneler, konutlar, atölyeler, Artuklu tünelleri, ve basamaklı tünel zindan (Belek Gazi’nin Haçlı Karalı II. Baudouin ‘nin tutsak ettiği zindan) ortaya çıkarılmıştır. bu zindan 100 basamaklı merdivenle aşağı inilmektedir.yerin 36 m. aşağısındadır.
Harput Kalesi hakkında çeşitli efsaneler anlatılmaktadır. Bir rivayete göre Kalenin yapımı sırasında harcın hazırlanmasında su yerine süt kullanıldığı, bu yüzden de“Süt Kalesi” dendiği söylenmektedir. Kültür ve Turizm Bakanlığımız tarafından kalenin Kuzeybatı ve Doğu duvarlarında önemli restorasyon çalışmaları gerçekleştirilmiştir.
Harput’un güneydoğusunda ovaya egemen kayalar üzerindedir. İlk kez Urartular döneminde yapıldığı sanılan kale, kayalara oyulmuş odalar, basamaklar ve gizli yollardan oluşmaktadır.
1115’de Artukoğlu Belek’in kaleyi almasından sonra, Dulkadiroğulları, Akkoyunlular ve Osmanlılar döneminde çeşitli onarımlar görmüştür. Dörtgen planlı kalenin girişi, doğuda Harput yönündedir. Yapı, dış kale ve iç kale olmak üzere iki bölümlüdür. Yüksekliği yer yer değişmektedir.
Elazığ kısa tarihi
Elazığ, Dogu Anadolu da Tarihi Harput Kalesinin bulundugu tepenin eteginde kurulmus bir sehirdir. Deniz seviyesinden 1067 metre yükseklikte bulunan sehir hafif meyilli bir zemin üzerindedir. Elazığ ın yerlesim yeri olarak tarihi yeni olmakla beraber bölgenin tarihi oldukça eskidir. Bu nedenle Elazığ tarihini, Harput un tarihi ile birlikte ele almamız gerekir.
Mevcut tarihi kaynaklara göre Harput’un en eski sakinleri M.Ö. 2000 yıllarından itibaren Doğu Anadolu’ya yerleşen Hurrilerdir. Yine tarihi kayıtlara göre Hurrilerden sonra bölgenin Hitit hakimiyeti altına girdiğini görmekteyiz. Çok uzun sürmeyen Hitit hakimiyetinden sonra M.Ö. 9. Asırdan itibaren Doğu Anadolu’da devlet kuran Urartular Harput’ta uzun süre hüküm sürmüştür.
Bugün bile tarihi heybetiyle ayakta duran Harput Kalesi Urartu devrinin izlerini taşımaktadır. Kale’de kaya içine oyulmuş merdivenler, tünel ve hücrelerle su yolu bulunduğu tespit edilmiştir. M.Ö. 9. Asırdan beri bu kalesiyle müstahkem mevkii olarak bilinen Harput, 4000 yıllık bir maziye sahiptir. Harput isminin ilk hecesi olan Har, taş (kaya) anlamına, son hecesi olan put (berd) ise kale anlamına gelmektedir. Günümüz Türkçe’si ile Taş Kale anlamını taşımaktadır.
Harput’un tarihini derinliğine incelediğimizde, M.S. 1. asırdan 3. asra kadar, zaman zaman Romalıların siyasi ve askeri nüfuzunda kaldığını görmekteyiz. Ancak Romalıları Anadolu’dan çıkarmak için uzun ve çetin mücadeleler yapan Pontus Kralı Mithradates devrinde ve ondan sonraki zamanlarda bir takım eller değiştirdiği de bilinmektedir. Bununla beraber, Miladi 3. asırda, İmparator Dioclatianus zamanından itibaren Harput bölgesi tamamen Roma İmparatorluğuna bağlanmıştır.
Daha sonra Sasanilerle, Bizanslılar arasında devam eden harplerde daima ihtilaf hududu olarak görülen ve zaman zaman Sasanilerin, zaman zaman Bizanslıların hakimiyetine girerek el değiştiren Harput’ta Bizans hakimiyetinin ilk devresi 7. asrin ortalarına rastlar. Ancak Hz. Ömer zamanında Suriye ve Irak’ı ele geçiren Arapların 7. asrin ortalarına doğru Harput ve çevresini de zapt ettiklerini görüyoruz. Bu şekilde başlayan Arap hakimiyeti, 10. asrin ortalarına kadar devam etmiştir. Romalılar devrinde olduğu gibi, Araplar devrinde de Harput’ta etkin bir ize rastlanmamıştır. Bölge, daha çok Bizans ve Arap siyasi ve askeri gücünün gövde gösterilerine sahne olmuştur.
Harput’un Bizanslıların hakimiyetine ikinci defa geçişi 10. asra rastlar. Bizanslıların İslam alemine karsı giriştikleri büyük seferlerin ilk hedefi daima Harput olmuştur. Nitekim, ilk taarruzda Bizanslılar Harput’u ele geçirmişler ve burada bir vilayet teşkilatı kurarak kaleleri tahkim etmişlerdir. Bizans tarihinde Harput, bugünkü söyleyişe çok yakın olarak “Harpote” diye geçmektedir. Aslında Harput bölgesi de “Mesopotamia” olarak adlandırılmaktadır. Harput’ta Bizans hakimiyeti aşağı yukarı 11. asrin sonuna kadar devam etmiştir.
Harput ve çevresi, 26 Ağustos 1071 Malazgirt muharebesinden sonra kesin olmamakla beraber 1085 yılında Türklerin eline geçmiştir. Bu ise Selçuklular devrine rastlamaktadır. Harput’un ilk Türk hakimi Çubuk Bey’dir. Çubuk Bey, burada diğer Selçuk ümerası gibi Selçuklu Sultanına bağlı olmak şartıyla bir Hükümet kurmuştur. Kendisine oğlu Mehmet Bey, halef olduğu içindir ki, Harput tarihinde bu devire “Çubukoğulları Devri” denir. Çubukoğulları ve onlarla birlikte gelen Türkmenlerin Harput halkının ecdadını teşkil ettiğine şüphe kalmamıştır.
Harput’un Türkler tarafından alınmasına kadar sadece müstahkem bir kale hüviyetinde kalan bu yer, Türklerle beraber büyüyen bir şehir haline gelmiştir. Çubukogulları devrinden sonra Harput’ta “Artukoğulları Devri” baslar. 12. asrin ilk yıllarında başlayan bu devir, 1234 yılına kadar devam etmiştir. Artukoğullarının, Türkmenleriyle beraber Doğu Anadolu’ya gelip yerleşmelerinden sonradır ki bir kolda Harput’a gelmiştir. Bunlara bu sebeple “Harput Artukluları” denmektedir.
Artukoğulları devrinde; adı hala Harput ve Elazığ’da anılan Belek (Balak) Gazi’nin Harput’un yetiştirdiği en ünlü Türk Fatihi olduğu bilinmektedir. (1965 yılında Harput Turizm Derneği tarafından Belek Gazi’nin, at üstünde güzel bir heykeli yaptırılmıştır.) Onun en önemli hizmeti, Haçlı seferleri sırasında görülmüştür. Selahattin Eyyubi ile mukayese edenler bile olmuştur. (Tarihçiler son araştırmalar ışığında Balak Gazi’nin asil isminin “Belek Gazi” olduğunu ifade etmektedirler.)
Balakgazi’den sonra 1185 yılına kadar Harput’ta yine Artukoğullarından gelen Prensler, hüküm sürmüşlerdir. Bunlardan Fahrettin Karaaslan’ında Harput tarihinde unutulmaz yeri ve eserleri vardır. Karaaslan 1148-1174 yılları arasında Harput’ta hüküm sürmüş ve burada bulunan Ulu Camiyi yaptırmıştır.
1234 yılında Harput’ta Artık Hanedanının hakimiyeti son bulur ve Harput Selçuklu Hanedanına ilhak olunur. Selçuklular devrinde Harput, bir Subaşı tarafından idare edilmiş ve bu devirde ” Arap Baba Camii “ve bitişiğindeki türbe hariç önemli bir eser bırakılmamıştır.
Anadolu Selçuklularının bölgedeki hakimiyeti sona erince, 14. asırda Harput’ta bir müddet İlhanlıların daha sonra da Dulkadiroğulları’nın hüküm sürdüklerini görüyoruz. Uzun sürmeyen Dulkadiroğluları devrinden sonra da Harput, 1465 de Uzun Hasan tarafından raptedilmiş ve 40 yil kadar Akkoyunlular’ın idaresinde kalmıştır. Akkoyunlular’dan sonra 1507 yılında Harput, Sah İsmail’in idaresine geçmiştir. 1516 yılında Çaldıran muharebesi’nden sonra Osmanlı ordusu tarafından fethedilmiştir.
Osmanlı İdaresine geçen Harput, başlangıçta Diyarbakır Eyaletine bağlı bir sancak halinde teşkilatlandırılmıştır. 1530 tarihli bir kayda göre Harput’ta o zaman 14 Müslüman, 4 ermeni mahallesi vardı. Kamus-ül-a’lam’a göre ise 19. Asrin sonlarında Harput’ta 2670 ev, 843 dükkan, 10 cami, 10 medrese, 8 kütüphane ve kilise, 12 han ve 90 hamam bulunmakta idi.
Yukarıda tarihi devirlerinden kısaca bahsettiğimiz Harput, birbirine benzeyen sebeplerle tarihe karışan birçok eski Türk şehirleri gibi nihayet terkedilmiş ve yerini bugünkü Elazığ’a bırakmıştır. Bugünkü Elazığ, II. Mahmut zamanında, 1834 yılında sark vilayetlerinde ıslahata ve devlet otoritesini yeniden kurmaya memur edilen Reşit Mehmet Pasa zamanında halk arasında ” Mezra ” denilen şimdiki yerine kurulmaya başlanmıştır.
Ayni yıl içinde (1834) hastane, kışla ve cephane binaları yapılmış Vilayet Merkezi Harput’tan buraya nakledilmiştir. Bu nakilde Harput’un artık bir hudut şehri olmaktan çıkması, ana yollara sapa kalması, bilhassa kış mevsiminde ulaşım güçlüğü ve mezranın güzel bir şehir kurulmasına elverişli bulunmaması rol oynamıştır.
Yeni kurulan şehir önceleri eyalet ve bilahare vilayet merkezi olmuş, bir ara Diyarbakır vilayetine bağlı bir Sancak haline gelmiştir. 1875’de Müstakil Mutasarrıflık, 1879’da da tekrar vilayet olmuştur. Osmanlı devletinin son yıllarında Malatya ve Dersim Sancakları da buraya bağlanmış 1921’de bu iki sancakta Elazığ’dan ayrılmıştır.
Sultan Addulaziz’in tahta çıkısının 5. yılında Hacı Ahmet İzzet Pasa devrinde buraya tayin edilen Vali İsmail paşanın teklifi ile 1867 yılında “Mamurat ül -Aziz” adı verilmiştir. Fakat telaffuzu güç olduğundan halk arasında kısaca “EL AZİZ” olarak söylenegelmiştir. Atatürk’ün 1937 yılında şehire teşrifleri sırasında “Azık İli” anlamına gelen “ELAZIK” adı verilmiş, bu isim daha sonra “ELAZIĞ”a dönüşmüştür.