AYM Başkanı Arslan’dan Mahkemenin Kararları Uygulansın Mesajı

Anayasa Mahkemesi kararlarının herkesi, her kurumu bağlamasında bir tereddüt olmadığını vurgulayan Başkan Zühdü Arslan, “Objektif etkiyi biz bireysel başvurunun amacı bağlamında tartışmak durumundayız. Nedir o amaç, ihlallerin önlenmesi, yeni ihlallerin engellenmesi ve ihlalin kaynağının kurutulmasıdır” dedi ve ekledi

Haber Merkezi / “Bireysel başvurunun amacı tek tek herkesin temel hak ve özgürlüklerle ilgili hak ihlali iddialarını ele alıp çözüm bulmak değildir. Olamaz da… Bireysel başvurunun amacı hukuk sisteminin, hukuk düzeninin, yargının işleyişini hak ihlali üretmeyecek, ortaya çıkarmayacak bir noktaya getirmektir.”

Arslan açıklamasını, “Bu da ancak objektif etkiyle mümkündür. Çünkü objektif etki dediğimizde şunu anlıyoruz. Anayasa Mahkemesi bir anayasal meseleye ilişkin, bir anayasal hak ve özgürlüğün alanına, sınırlarına ilişkin bir karar verdikten sonra ve ilkeleri belirledikten sonra artık bu ilkelerin her defasında tekrar tekrar başvurularla ifade edilmesine gerek kalmaksızın tüm kamu gücü kullanan organları tarafından dikkate alınmasını gerektirir. Aksi takdirde her bir olay Anayasa Mahkemesi’nin önüne bireysel başvuru yoluyla gelecektir, bunun da bireysel başvurularının ikincilliği ilkesiyle bağdaşır bir yanının olmadığını takdir edersiniz” sözleriyle devam ettirdi.

Anayasa Mahkemesi Genel Sekreterliği ve Avrupa Konseyi tarafından birlikte yürütülen Anayasa Mahkemesinin Temel Haklar Alanındaki Kararlarının Etkili Şekilde Uygulanmasının Desteklenmesi Projesi kapsamında “Adli-İdari Yargıda Bireysel Başvuru İhlal Kararları ve İhlalin Sonuçlarının Ortadan Kaldırılması” konulu 6. bölge toplantısı 30 Ekim 2023 tarihinde İzmir’de başladı.

Açış konuşmalarını Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Başkanı İdris Kizir, İzmir Cumhuriyet Başsavcısı Fahri Mutlu Tosun ve Avrupa Konseyi Ankara Program Ofisi Başkanı William Massolin’in yaptığı toplantıya Anayasa Mahkemesi Başkanvekilleri, Üyeleri, İzmir Valisi, Bölge İdare ve Adliye Mahkemelerinin Başkanları, Başsavcılar ile bölgede görev yapan hâkim ve savcılar katıldı.

Anayasa Mahkemesi (AYM) Başkanı Zühtü Arslan, toplantıda yaptığı konuşmada şunları söyledi:

“Kararların subjektif ve objektif etkilerini konuştuğumuz bölge toplantılarının bireysel başvurunun daha iyi anlaşılması ve uygulanmasına önemli katkılar yaptığına yürekten inanıyorum. Açılışını yaptığımız bu altıncı toplantının da öncekiler gibi başarılı ve verimli geçmesini temenni ediyorum.

Toplantının düzenlenmesinde emeği geçen herkese ve sıcak bir misafirperverlikle bizleri karşılayan vilayetimizin tüm yöneticilerine ve yargı mensuplarımıza şükranlarımı sunuyorum.

Cumhuriyet’in geride bıraktığımız yüz yılında edinilen tecrübeden yararlanarak gelecek yüzyılları inşa etmek ve kazanımları gelecek nesillere aktarmak hepimizin ortak sorumluluğudur. Bunun için Cumhuriyet’in hukuki boyutunun önemini daha iyi anlamak ve anlatmak zorundayız.

Romalı düşünür ve devlet adamı Cicero cumhuriyeti halkın oluşturduğunu ancak bu halkın herhangi bir şekilde bir araya gelen insan topluluğu olmadığını söyler. Ona göre cumhuriyeti inşa eden halk, hukuksal rızanın ve menfaat birliğinin bir araya getirdiği bir topluluktur.1

Kuşkusuz anayasalar, bu hukuksal rızanın en belirgin yansımalarıdır. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti de 100 yıl önce yürürlükteki anayasa olan 1921 Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nun 1. maddesine “Türkiye Devletinin şekl-i Hükûmeti, Cumhuriyettir” hükmünün eklenmesiyle kurulmuştur. Bu hüküm 1924 Anayasası’ndan itibaren anayasalarımızın 1. maddelerinde “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.” şeklinde yer almıştır.

Cumhuriyet’in kurucularının inşa ettiği anayasal kimlik zaman içerisinde kimi değişikliklere uğrayarak bugünkü hâlini almıştır. İçeriği, yorumu ve uygulaması zamanla farklılaşmakla birlikte Anayasa’nın 2. maddesi 100 yıllık Cumhuriyet’in anayasal kimliğini çok iyi özetlemektedir. Buna göre Türkiye Cumhuriyeti, diğer özelliklerinin yanında, insan haklarına saygılı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.

Bu tanımda belirleyici nitelik “hukuk devleti”dir zira bu ilke Cumhuriyet’in niteliklerinden sadece biri değil, aynı zamanda diğer nitelikleri de niteleyen temel ilke olarak ifade edilmiştir. Bu anlamda Türkiye Cumhuriyeti her şeyden önce ve temelde bir hukuk devletidir. İnsan hakları, demokrasi, laiklik ve sosyal devlet gibi ilkeler aynı zamanda hukuk devletini tamlayan nitelikler olarak formüle edilmiştir.

Bu belirleyici özelliğinden dolayı Anayasa Mahkemesi gerek norm denetiminde gerekse bireysel başvuruda verdiği kararlarda sık sık hukuk devletine atıf yapmaktadır. Daha önemlisi Anayasa Mahkemesine göre “Hukuk devleti, Anayasa’nın tüm maddelerinin yorumlanması ve uygulanmasında gözönünde bulundurulması zorunlu olan bir ilkedir”.

Cumhuriyet’in ve aynı zamanda Türk anayasal kimliğinin banisi olan Mustafa Kemal Atatürk “Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir.” demiştir. Cumhurbaşkanı Atatürk, 1 Kasım 1928 tarihinde üçüncü dönem TBMM’nin ikinci yasama yılının açılışında yaptığı konuşmada, adliyenin seyrine dair gelişmeleri zikrettikten hemen sonra bu sözü hatırlatmıştır.

Buradan hareketle diyebiliriz ki “kimsesizlerin kimsesi” olma sorumluluğu en başta yargıya aittir. Bilhassa bireysel başvurunun kabulünden sonra Anayasa Mahkemesi bu sorumluluğu en iyi şekilde yerine getirmenin gayreti içindedir. Toplumun hemen her kesiminden anayasal hak ve hürriyetlerinin ihlal edildiğini düşünenler, başka bir ifadeyle kendilerini çaresiz ve kimsesiz hissedenler tüm idari ve yargısal yolları tükettikten sonra bireysel başvuru yolunu kullanmaktadır. İşçisinden iş adamına, çiftçisinden ihracatçısına, öğrencisinden öğretmenine, gazetecisinden siyasetçisine kadar toplumun hemen her kesiminden kişi ve kuruluşlar maruz kaldıklarını düşündükleri ihlallerin giderilmesi için Anayasa Mahkemesine başvurmaktadır.

Anayasa Mahkemesi de 11 yıldır hak eksenli bir yaklaşımla bu başvuruları incelemekte, varsa ihlali tespit etmekte ve giderim yollarını göstermektedir. Mahkememiz hemen her hak grubuyla ilgili olarak verdiği kararlarda bir yandan başvurucunun somut zararını gidermeye, diğer yandan da yeni ihlalleri engellemeye yönelik olarak alınması gereken tedbirleri belirlemektedir.

Bu suretle temel hakların ihlaline yol açan yapısal sorunlar tespit edilmiş, hakların korunmasına dair ilke ve standartlar önemli ölçüde belirlenmiştir.

Bireysel başvurunun beraberinde getirdiği en büyük dönüşümlerden biri hukukun anayasallaşması olmuştur. Gerçekten de bireysel başvuruyla birlikte, idare hukukundan iş hukukuna, ceza hukukundan aile hukukuna kadar tüm alanlarda anayasal hükümler ve bunlara ilişkin Anayasa Mahkemesinin kararları dikkate alınmaya başlamıştır. Bu anayasallaşmanın hem akademide hem de yargı pratiğinde gerçekleştiğini söyleyebiliriz.

Kuşkusuz bu süreç, beraberinde önemli hukuksal sorunları da getirmiştir. Bunların başında anayasa hükümlerine ilişkin yorumların yeknesaklaştırılması gelmektedir. Anayasa’nın 138. maddesine göre hâkimler “Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak” karar verirler. Anayasa’ya uygun karar vermek kaçınılmaz olarak anayasal hükümlerin yorumlanmasını gerektirmektedir.

Her düzeyde mahkemelerin Anayasa’yı yorumu doğal olarak ortaya yorum farklılıklarını çıkarmaktadır. Demokratik hukuk devletinde bir anayasal hükmün farklı kurumlar tarafından farklı şekilde yorumlanması doğaldır. Dahası yorum farklılığı aynı zamanda bir zenginliktir.

Bununla birlikte yorumda farklılık anayasal hükümlerin herkese eşit olarak uygulanması zorunluluğuna halel getirmemelidir. Başka bir ifadeyle hukuk devletinde yorum çeşitliliği vardır ancak “yorum kakofonisi” yoktur. Bunu kontrol edecek ve anayasal hükümlerin yorumlanması ve uygulanmasındaki yeknesaklığı sağlayacak olan da kuşkusuz Anayasa Mahkemesidir.

Anayasa’nın yorumunda ve uygulanmasında yeknesaklığın sağlanması için bireysel başvurunun objektif etkisinin kabul edilmesi hayati derecede önemlidir. Bilindiği üzere bireysel başvurunun asıl amacı tek tek hak ihlali iddialarını ele alarak subjektif giderim sağlamak değildir. Bireysel başvuru, onu getiren anayasa koyucunun da ifade ettiği gibi, ülkemizde temel hak ve özgürlüklerin daha iyi korunması ve standardının yükseltilmesi amacıyla ihdas edilmiş bir kurumdur.

Bu nedenle de bireysel başvuruda asıl amaç yeni ihlallerin önlenmesi, tabir yerindeyse ihlale neden olan bataklığın kurutulmasıdır. Bu da her şeyden önce bireysel başvurunun objektif etkisinin hayata geçirilmesini gerektirmektedir. Objektif etki Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruya konu bir hak veya özgürlüğün kapsamına ve sınırlarına ilişkin yaptığı tespit ve değerlendirmelerin “benzer durumda olanlar yönünden etki doğuracağı” anlamına gelmektedir.

Bu anlamda objektif etki yasama, yürütme ve yargı organları ile idarenin Anayasa Mahkemesi kararlarında yapılan değerlendirmeleri, ortaya konulan temel ilke ve esasları dikkate almalarını ve yeni ihlallere yol açmayacak şekilde davranmalarını gerektirmektedir.

Esasen bireysel başvurunun objektif etkisinin dikkate alınmaması, aynı konuya ilişkin benzer tüm ihlal şikâyetlerinin Anayasa Mahkemesine taşınması sonucunu doğuracaktır. Bunun da ikincillik ilkesine dayanan bireysel başvurunun temel hakları koruma işlevini olumsuz yönde etkileyeceği izahtan varestedir.

Tam da bu nedenle “Kamu gücünü kullanan organlar gerektiğinde, ihlalin tekrarlanmamasına yönelik genel tedbirler almak ve Anayasa Mahkemesi kararları doğrultusunda bu ihlalin hukuk aleminde sebep olduğu sonuçları telafi etmek zorundadır”. İhlalin başvurucunun subjektif durumundan bağımsız olarak yapısal sorunlardan kaynaklandığı durumlarda objektif etki gereğince başta yargı organları olmak üzere kamu gücü kullananların muhtemel yeni ihlalleri önleme yükümlülüğü çok daha belirgindir.

Konuşmama son verirken belirtmek isterim ki 11 yılını geride bıraktığımız bireysel başvuru insan haklarına dayanan demokratik bir hukuk devleti olarak Cumhuriyet’in topluma dokunmasının, insanımızın temel haklara ilişkin sorunlarını çözmesinin bir aracı olarak kurumsallaşmıştır.

Bu sebeple bireysel başvuruyu yüz yıllık Cumhuriyet’in en büyük kazanımlarından biri olarak görmek yanlış olmayacaktır.

Bu kazanımı korumak ve geliştirerek Cumhuriyet’in “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” gelecek nesillerine aktarmak hepimizin ortak görevidir. Dahası bu aynı zamanda Cumhuriyet’in kuruluşuna giden süreçte kanları ve canlarıyla kurtuluş mücadelesi verenlere karşı da bir vicdan borcumuzdur.”

Paylaşın

AYM Başkanı Arslan’dan “Yargı Bağımsızlığı” Vurgusu

AYM’nin 61. Kuruluş Yıldönümü Töreni’nde konuşan AYM Başkanı Arslan, konuşmasında mahkemelerin bağımsızlığının önemine vurgu yaparak yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının hâkimin çekinmeden ve endişe duymadan, herhangi bir dış etki altında kalmadan, tarafsız tutumla ve özgürce karar verebilmesini gerektirdiğini belirtti.

Haber Merkezi / Adaletin olmadığı yerde devletin payesi veya gücü arşa çıksa bile bir gün yok olacağını dile getiren Başkan Arslan adaletin sağlanmasının birinci şartının yargı bağımsızlığı ve hâkim teminatı olduğunu vurguladı.

Zühdü Arslan, anayasal kimliğimizi oluşturan tüm ilke ve değerlerin en büyük güvencelerinden birinin bağımsız ve tarafsız yargı olduğunun altını çizerek “Demokratik hukuk devleti olarak Cumhuriyet bizden yargı alanında da Mustafa Kemal Atatürk’ün ifadesiyle “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” yargı mensupları ister.” ifadelerini kullandı.

Anayasa Mahkemesinin 61. kuruluş yıldönümü dolayısıyla Yüce Divan Salonu’nda tören düzenlendi.

Törene, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan,  Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca, Danıştay Başkanı Zeki Yiğit, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile yüksek yargı organlarının üyeleri katıldı.

AYM Başkanı Zühdü Arslan törende yaptığı konuşmada, düzenlenen sempozyumun konusunu  Cumhuriyet’imizin yüzüncü yılı dolayısıyla “Yüzüncü Yılında Cumhuriyet ve Anayasa Yargısı” olarak belirlediklerini ifade ederek Cumhuriyet’in anayasal kimliği üzerine bazı değerlendirmelerde bulundu.

Her anayasanın zaman ve mekân içinde oluşan, gelişen ve yaşayan bir kimliğinin olduğunu belirten Arslan, “Türk anayasa kimliğinin en belirleyici niteliği hukuk devletidir.” dedi.

Zühdü Arslan, Türkiye Cumhuriyeti’nin aynı zamanda sosyal bir hukuk devleti olduğunu belirterek “Anayasa Mahkemesine göre kişilerin refah ve mutluluğunu sağlamaya yönelik olarak sosyal devletin herkes için insan haysiyetine yaraşır asgari bir hayat düzeyini gerçekleştirmesi gerekmektedir.” ifadelerini kullandı.

2010 anayasa değişikliğiyle hukuk sistemimize giren bireysel başvurunun insan haklarına dayalı hukuk devletinin daha etkili şekilde hayata geçirilmesine hizmet ettiğini vurgulayan Arslan,  bireysel başvurunun Cumhuriyet’in niteliklerinin hak eksenli bir yaklaşımla yorumlanmasına çok önemli katkılar sağladığını dile getirdi.

Demokratik anayasanın temeli özgürlüktür.

Zühdü Arslan, Anayasa Mahkemesinin sıklıkla demokratik hukuk devleti terkibini kullanarak günümüzün geçerli demokrasi anlayışı olan anayasal demokrasiye vurgu yaptığını ifade ederek hürriyetçi demokrasinin gereklerinden en önemlisinin temel hak ve hürriyetlerin güvence altına alınması olduğunu söyledi.

Konuşmasında kuvvetler ayrılığı ilkesine de vurgu yapan Arslan egemenliği kullanan güçlerin ayrılması ve sınırlandırılmasının önemine değinerek sözlerine şöyle devam etti:

“Bilindiği üzere demokratik anayasalar esas olarak özgürlükleri korumak amacıyla, egemenliği kullanan güçlerin ayrılmasına ve sınırlandırılmasına yönelik anayasal ilke ve kurallara yer vermişlerdir. Nitekim Anayasa Mahkemesi kararlarında vurgulandığı gibi Anayasa’da yer verilen kuvvetler ayrılığı ilkesinin gayesi yetki aşımlarının ortaya çıkmasını ve temel hakların ihlal edilmesini engellemektir.”

AYM Başkanı Arslan Cumhuriyet’in herkesin eşit ve özgür bireyler hâlinde kendilerini ait hissettikleri demokratik bir hukuk devleti olarak yoluna devam etmesinin hepimizin ortak hedefi olduğunu belirterek  bu hedefin gerçekleşmesinin biri toplumsal, diğeri de hukuksal ve siyasal düzlemde olmak üzere iki temel şarta bağlı olduğunu ifade etti.

Toplumsal düzeyde bizim gibi olmayanlarla, bizden farklı düşünen ve yaşayanlarla sağlıklı bir ilişki kurmamız gerektiğinin altını çizen Arslan “Öteki olarak gördüklerimizin ontolojik varlığını kabul etmedikçe bu sağlıklı ilişkiyi kurma imkânı da yoktur. Kendimize hak gördüğümüzü “öteki”ne de hak görerek, adaleti ve özgürlüğü sadece kendimiz için değil başkaları için de isteyerek, farklılıklarımızla birarada yaşamanın iklimini hep birlikte oluşturmak zorundayız.” dedi.

“Adaletin sağlanmasının birinci şartı yargı bağımsızlığı ve hâkim teminatıdır”

Zühdü Arslan konuşmasında mahkemelerin bağımsızlığının önemine vurgu yaparak yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının hâkimin çekinmeden ve endişe duymadan, herhangi bir dış etki altında kalmadan, tarafsız tutumla ve özgürce karar verebilmesini gerektirdiğini belirtti.

Adaletin olmadığı yerde devletin payesi veya gücü arşa çıksa bile bir gün yok olacağını dile getiren Arslan adaletin sağlanmasının birinci şartının yargı bağımsızlığı ve hâkim teminatı olduğunu vurguladı.

AYM Başkanı Arslan, anayasal kimliğimizi oluşturan tüm ilke ve değerlerin en büyük güvencelerinden birinin bağımsız ve tarafsız yargı olduğunun altını çizerek “Demokratik hukuk devleti olarak Cumhuriyet bizden yargı alanında da Mustafa Kemal Atatürk’ün ifadesiyle “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” yargı mensupları ister.” ifadelerini kullandı.

Bireysel başvurunun etkili bir hak arama yolu olarak varlığını devam ettirmesinde ve bu suretle temel hak ve özgürlüklerin daha iyi korunabilmesinde kurumsal iş birliğinin önemine değinen Arslan, bireysel başvuruyu başarılı şekilde uygulamanın en etkili yolunun ihlallerin kaynağını kurutmak olduğunu söyledi.

Zühdü Arslan konuşmasında Anayasa Mahkemesinin hem norm denetiminde hem de bireysel başvuruda kendisine verilen görevleri yerine getirirken Anayasa ile çizilen yetki haritasının dışına çıkmamaya özen gösterdiğini vurgulayarak “Bu anlamda Mahkememiz ne yargısal aktivizme tevessül etmekte ne de anayasal ve yasal yetkilerini kullanmaktan imtina ederek kendini sınırlamaktadır.” dedi.

Arslan konuşmasının sonunda her türlü olumsuzluğa ve zorluğa rağmen büyük bir fedakârlıkla görev yapan başkanvekillerine üyelere, raportörlere ve tüm çalışanlara teşekkür etti.

Paylaşın

Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan’ın Görevi Sona Erecek Mi?

Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) Halkların Demokratik Partisi (HDP) aleyhine Hazine yardımına bloke koyulması yönündeki kararında muhalif tutum sergileyen Yüksek Mahkeme Başkanı Zühtü Arslan’ın yeniden seçilip seçilmeyeceği konuşuluyor.

Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) HDP’ye ilişkin kararına internet sitesinde yer vermesiyle birlikte oylama tablosunda üyelerin nasıl tutum aldığı da netleşti.

AYM’nin kararına göre; Zühtü Arslan, Hasan Tahsin Gökcan, Engin Yıldırım, Recai Akyel, Yusuf Şevki Hakyemez, Yıldız Seferinoğlu ile Selahaddin Menteş’in, Hazine yardımı engellemesine karşı oy verdi.

HDP aleyhindeki karara muhalif tutum alan bu AYM üyeleri, aynı zamanda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talebini görüşmek için HDP’nin savunmasını almak gerektiğini de ifade etti.

Karara muhalefet eden AYM Başkanı Arslan’ın görev süresi 13 Şubat 2023’te sona erecek.

VOA Türkçe’den Yıldız Yazıcıoğlu’nun aktardığına göre, başkanlık seçimi, salt çoğunluk esasıyla yapıldığı için de HDP’ye ilişkin kararda olduğu üzere 15 üyeden oluşan AYM’de önümüzdeki haftalarda yapılacak başkanlık seçiminde sekiz üyeye karşı yedi denklemi oluşması ihtimali gündemde.

Arslan, geçmişte iki kez seçildiği AYM Başkanlığı görevine yeniden aday olması ihtimali konusunda henüz kamuoyuna herhangi bir açıklama yapmadı. Ancak aday olması durumunda iktidar cephesi açısından Ankara kulislerinde dile getirilen “rahatsızlık” nedeniyle Arslan’ın seçilemeyebileceği görüşü aktarılıyor. Bu nedenle Arslan’ın Başkanlık görevine aday olup olmayacağı merak konusu.

AYM Başkanı, üyeler arasından dört yıllığına seçiliyor ve Zühtü Arslan ilk kez 10 Şubat 2015’te, ikinci kez 25 Ocak 2019’da başkanlığa seçilmişti. Şimdi AYM üyeleri arasında gizli oylamayla ve üye tam sayısının salt çoğunluğu esasıyla yeniden kimin seçileceği önümüzdeki günlerde duyurulacak seçim gününde belirlenecek.

Bu arada Arslan, 17 Nisan 2012’de AYM üyeliğine seçildiği ve Anayasa uyarınca üyelerin görev süresi 12 yıl olduğu için başkan olmasa da üye olarak normal koşullarda 2024 yılı Nisan ayına kadar görevde olacak.

AYM 30 gün içinde yeniden değerlendirme yapacak

AYM’nin başkanlık seçimiyle birlikte yorumlanan HDP kararında ise şöyle denildi:

“Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, Halkların Demokratik Partisine ödenen ya da ödenecek Devlet yardımının bulunduğu banka hesabına tedbiren bloke konulması talebini içeren 13/12/2022 tarihli ve 36321649/2022/1 sayılı dilekçesi ile 3/1/2023 tarihli ve 2021/2 Esas (Siyasi Parti Kapatma) sayılı dilekçesi ve ekleri incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:

-Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının tedbir talebini içeren yazı ve eklerinin, talep hakkında karar verilmeden önce Halkların Demokratik Partisine gönderilerek savunmasının alınmasına gerek olmadığına, Zühtü Arslan, Hasan Tahsin Gökcan, Engin Yıldırım, Recai Akyel, Yusuf Şevki Hakyemez, Yıldız Seferinoğlu ile Selahaddin Menteş’in karşı oyları ve oyçokluğuyla,

-Davalı partiye ödenen devlet yardımının bulunduğu banka hesabına 2023 yılında ödenen veya ödenecek devlet yardımı yönünden tedbiren bloke konulmasına; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın konuya ilişkin dilekçe ve eklerinin davalı Partiye tebliğ edilerek savunma için 30 gün süre verilmesine; savunmanın alınmasından sonra tedbir talebinin yeniden değerlendirilmesine, Zühtü Arslan, Engin Yıldırım, M. Emin Kuz, Yusuf Şevki Hakyemez, Yıldız Seferinoğlu ile Selahaddin Menteş’in karşı oyları ve oyçokluğuyla…”

Bu karar uyarınca AYM, 30 gün içinde HDP’nin yapacağı savunma sonrasında Hazine yardımı kararına blokajı yeniden değerlendirecek.

Paylaşın

AYM Başkanı Arslan: Mahkemenin Kararları Herkesi Bağlar

Anayasa Mahkemesi (AYM) kararlarının etkileri hakkında değerlendirmelerde bulunan AYM Başkanı Arslan, mahkemenin iptal kararları sadece davanın taraflarını değil herkesi bağladığını vurgulayarak, “Anayasa Mahkemesi basitçe şunu söylüyor: ülkedeki her bir ihlali telafi etmeye gücüm yetmez. Bu nedenle benzer davaları ele alırken Mahkemenin yorumunu takip etmek gibi önleyici tedbirler almak zorundayız” dedi.

Haber Merkezi / Başkan Arslan, on yıllık anayasa şikayeti deneyiminin ihlallere karşı etkili ve başarılı bir başvuru yolu olduğunu kanıtladığını belirterek bu yolun gelecekteki başarısının sadece Anayasa Mahkemesine değil başta diğer mahkemeler olmak üzere tüm paydaşlara bağlı olduğunu vurguladı.

Anayasa Mahkemesi (AYM) Başkanı Zühtü Arslan ve beraberindeki Heyet, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa Konseyi tarafından ortaklaşa yürütülen “Anayasa Mahkemesinin Temel Haklar Alanındaki Kararlarının Etkili Şekilde Uygulanmasının Desteklenmesi Projesi” kapsamında Venedik’e çalışma ziyareti gerçekleştirdi. Başkan Arslan’a Anayasa Mahkemesi üyeleri, Genel Sekreter Yardımcısı, Başraportörler ve raportörler eşlik etti.

Ziyaret kapsamında Anayasa Mahkemesi Heyeti, İtalya, Almanya ve Kuzey Makedonya Anayasa Mahkemesi üyeleri, anayasa ve insan hakları profesörleri ile düzenlenen toplantılara katıldı. Toplantılarda temel hakların korunması konusunda Türkiye, İtalya, İspanya, Almanya ve Balkanlar’daki deneyimler paylaşıldı. Toplantının ilk gününde konuşma yapan Başkan Arslan, Anayasa Mahkemesinin başta bireylerin temel hak ve özgürlükleri olmak üzere anayasal değerlerin koruyucusu olduğunu vurguladı.

Anayasal hakların korunmasında Mahkemenin iki ana mekanizmasının bulunduğuna değinen Arslan, Mahkemenin kuruluşundan bugüne kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin anayasaya uygunluğunu denetlediğine, yasama ve yürütme organlarının işlemlerini denetleme yetkisine sahip olduğuna işaret etti.

Zühdü Arslan, Anayasa Mahkemesinin hem norm denetimi hem de anayasa şikayeti içtihadının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadına uygun olarak anayasal hakların korunmasına yönelik standartları ortaya koyduğunu belirtti ve “Anayasa’nın 148. maddesi açıkça Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne atıfta bulunduğundan Anayasa Mahkemesi anayasa şikâyetlerini karara bağlarken Strazburg Mahkemesinin içtihadını dikkate almaktadır.” dedi.

Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurunun getirilmesindeki iki temel amaca ulaştığını  vurgulayan Arslan, bu amaçların bireysel hak ve özgürlüklerin korunmasına, geliştirilmesine yönelik standartların yükseltilmesi ve Strazburg Mahkemesi önünde Türkiye aleyhine yapılan başvuruların ve ihlallerin sayısının azaltılması olduğunu ifade etti.

AYM Başkanı Arslan, konuşmasında Türkiye’de anayasa şikâyeti sisteminin etkili ve başarılı bir şekilde uygulanmasının önünde iki zorlu engel olduğunu dile getirdi.  Bireysel başvurularla ilgili inanılmaz ve kıyaslanamaz bir iş yüküyle karşı karşıya kalındığını belirten Başkan Arslan, bugün itibarıyla Mahkemede yaklaşık 100 bin derdest başvuru bulunduğunu ifade etti. Arslan, bu iş yükünün yıkıcı etkisinin şu anda 47 farklı taraf devletten yaklaşık 75 bin bekleyen başvuru bulunan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin iş yükü ile karşılaştırılarak daha iyi anlaşılabileceği değerlendirmesinde bulundu.

İhlal kararlarının etkili bir şekilde uygulanması konusunun Mahkemenin önündeki ikinci büyük zorluk olduğunu dile getiren Zühdü Arslan, Strazburg Mahkemesi gibi Anayasa Mahkemesinin de bir başvurunun kitlesel ve tekrarlayan ihlallere yol açan sistematik ve yapısal bir sorunu gündeme getirmesi halinde “pilot karar usulünü” benimsediğini belirtti.

AYM Başkanı Arslan, konuşmasında, Anayasa Mahkemesi kararlarının etkileri hakkında değerlendirmelerde bulunarak Mahkemenin iptal kararlarının sadece davanın taraflarını değil herkesi bağladığını vurguladı ve “Anayasa Mahkemesi basitçe şunu söylüyor: ülkedeki her bir ihlali telafi etmeye gücüm yetmez. Bu nedenle benzer davaları ele alırken Mahkemenin yorumunu takip etmek gibi önleyici tedbirler almak zorundayız.” ifadesini kullandı.

Konuşmasının sonunda Arslan, on yıllık anayasa şikayeti deneyiminin ihlallere karşı etkili ve başarılı bir başvuru yolu olduğunu kanıtladığını belirterek bu yolun gelecekteki başarısının sadece Anayasa Mahkemesine değil başta diğer mahkemeler olmak üzere tüm paydaşlara bağlı olduğunu vurguladı.

Paylaşın

AYM Başkanı Arslan’dan ‘Temel Hak Ve Özgürlükler’ Vurgusu

Anayasa Mahkemesi (AYM) Başkanı Zühdü Arslan, katıldığı bir etkinlikte yaptığı açıklamada, “Belirtmek isterim ki toplumsal ve siyasal bakımdan gelişmişliğin en temel ölçütlerinden biri insanların temel hak ve özgürlüklerinin etkili şekilde korunmasıdır” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Bu bağlamda 10 yıl önce hukuk sistemimize giren bireysel başvuru, temel hak ve özgürlüklerin korunmasının en etkili araçlarından biri hâline gelmiştir. Toplumun her kesiminden yapılan başvurularda Anayasa Mahkemesinin hak eksenli yaklaşımla verdiği kararlar, Farabi’nin kastettiği manada, insanımızın mutluluğuna hatırı sayılır katkılar yapmıştır ve yapmaya devam etmektedir.”

AYM Başkanı Arslan, AYM Genel Sekreterliği ve Avrupa Konseyi’nce ortaklaşa yürütülen ‘AYM’nin Temel Haklar Alanındaki Kararlarının Etkili Şekilde Uygulanmasının Desteklenmesi Projesi’ kapsamında Adalet Bakanlığı Yozgat Personel Eğitim Merkezi’nde düzenlenen ‘Bireysel Başvurularda İnceleme Usulleri’ konulu panele katıldı.

Panelde konuşma yapan Zühdü Arslan, özetle şunları söyledi:

“Bilindiği üzere insanın huzur ve mutluluk arayışı kadim bir meseledir. Toplumu ve onun örgütlü hâli olan devleti ortaya çıkaran da esasen bu arayıştır.

Bundan 2.500 yıl önce Platon, Devlet olarak dilimize çevrilen kitabında adil ve iyi yönetilen devletin amacının toplumun sadece bir kesiminin değil, tamamının mutluluğunu sağlamak olduğunu söylemiştir.

Farabî, Platon’un bu görüşlerini daha da geliştirmiş, kendinde değer ve “mutlak iyi” olarak tanımladığı mutluluğun elde edilmesini erdemli toplumun ve erdemli devletin temel amacı olarak ortaya koymuştur.

Kuşkusuz devletin bir anlamda varlık sebebi olan insanların mutluluğuna hizmet edebilmesi de hukukun hâkimiyetine bağlıdır. Nitekim Platon, bu kez Kanunlar adlı eserinde devletin başarısının hukukun yönetimin efendisi olmasıyla mümkün olduğunu söyler. Platon’a göre ancak hukukun üstünlüğünün sağlandığı ve yöneticilerin hukukun hizmetkârı olduğu bir yerde devlet ayakta kalabilir. Böyle bir ülkede “insanlar devletin üzerine sağanak halinde yağan tüm ilahi nimetlere sahip olurlar”.

Günümüzde de huzur ve mutluluk içinde yaşamanın şartlarından biri sahip olduğumuz hak ve özgürlüklerin korunmasıdır. Yaşam hakkından ifade özgürlüğüne kadar haklarımız ve özgürlüklerimiz gereği gibi korunmadığında mutluluk içinde varlığımızı sürdürmemiz mümkün değildir.

Bu nedenle Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” kenar başlıklı 40. maddesi uyarınca anayasal hakları ihlal edilen “herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.”

“Etkili başvuru hakkı” olarak bilinen bu anayasal hakkın özel görünümlerinden biri bireysel başvuru hakkıdır. Anayasa’nın 148. maddesine 2010 yılında eklenen hükümlerle tanınan bireysel başvuru, bizatihi bir hak olmanın yanında diğer tüm temel hak ve özgürlüklerin korunmasının da en etkili aracıdır.

Bu yüzden Anayasa Mahkemesi kararlarında belirtildiği üzere idari ve yargısal kuruluşlar, temel hak veya özgürlüklerinin ihlal edildiğini düşünen kişilerin bu yola başvurmalarını engelleyici veya zorlaştırıcı tutum ve davranışlardan kaçınmakla yükümlüdür. İdari ve yargısal otoritelerin aldıkları idari veya fiilî tedbirlerle kişilerin bireysel başvuru yapmalarını engellemesi ya da zorlaştırması bireysel başvuru hakkının ihlaline yol açabilmektedir.

Diğer yandan bireysel başvuru bireysel ve toplumsal hayatın her alanına dokunan, kamu hukuku ve özel hukukun kural ve kurumlarının hak eksenli yaklaşımla yeniden yorumlanmasını sağlayan bir hak arama yoludur.

Bireysel başvurunun hukuk sisteminin tamamını ilgilendiren bu kapsayıcı özelliği, sistemin tüm aktörlerinin iş birliğini zorunlu kılmaktadır. Başka bir ifadeyle her fırsatta söylediğimiz gibi bireysel başvurunun başarısı sistemin bütün unsurlarının uyumlu şekilde çalışmasını gerektirmektedir. Bunun için bireysel başvuruyu yapanlardan karara bağlayanlara, kararı uygulamakla görevli olan idari ve yargısal mercilerden ihlale sebep olan kanunları değiştirmek durumunda olan yasama organına kadar tüm kurum, kuruluş ve kişilere önemli sorumluluklar düşmektedir.

Bu vesileyle avukatlarımıza da önemli görevler düştüğünü belirtmek isterim. Bilindiği üzere bireysel başvurunun avukatla yapılması zorunluluğu bulunmamaktadır. Bireysel başvuru kapsamında kalan bir hakkının veya özgürlüğünün ihlal edildiğini düşünen herkes avukat olmadan da bireysel başvuru yapabilir.

Bununla birlikte Anayasa Mahkemesine vekille yapılan bireysel başvuru sayılarında her geçen gün artış olduğunu söyleyebiliriz.  Bireysel başvurunun uygulamaya geçtiği 2012 yılında vekille yapılan başvuruların toplam başvurulara oranı yüzde 43 iken, bu oran sonraki yıllarda ciddi şekilde yükselmiştir. 2021 yılında yapılan başvuruların yüzde 75’i, bu yıl yapılan 95 bin başvurunun da yaklaşık yüzde 80’i vekille yapılmıştır.

Bu oranlar avukatların bireysel başvuruda oynadığı rolün ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Her konuda olduğu gibi bireysel başvuruda da başlangıç önemlidir. Yapılan başvurunun başarısı öncelikle başvuru formunun çok iyi doldurulmasına, meramın iyi anlatılmasına bağlıdır.

Bu kapsamda öncelikle belirtmek gerekir ki başvuru formlarının hatırı sayılır bir kısmı olması gereken kaliteden uzak durumdadır. Maalesef her konuda olduğu gibi bireysel başvuru formunu doldururken de hazırlanan kılavuzu okumuyoruz. Hâlbuki Mahkememizin internet sitesinde bulunan başvuru kılavuzu okunsa çok daha kaliteli başvuru yapılması mümkün olacaktır.

Avukatlarımız hâlâ büyük ölçüde, muhtemelen mesleki alışkanlıkları gereği, bir istinaf ya da temyiz dilekçesi yazar gibi başvuru formunu dolduruyorlar. Oysa sürekli vurguladığımız gibi bireysel başvuru bir istinaf ya da temyiz kanun yolu değildir. Anayasa Mahkemesi de bireysel başvuruda istinaf ya da temyizden sonra mutlaka gidilmesi gereken bir süper temyiz mercii değildir.

Bu noktada vekille yapılan bireysel başvuru örneklerinden hareketle bazı tespitlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Bilhassa üç konuda bazı eksikliklerin olduğu söylenebilir. Öncelikle bireysel başvuru kural olarak ihlale ilişkin nihai kararın tebliğinden değil öğrenilmesinden itibaren 30 gün içinde kullanılması zorunlu olan bir haktır. Başvurucu ve vekillerin süreyi kaçırmama konusunda hassas davranmaları gerekmektedir.

İkinci olarak başvuru yollarının tüketilmesi bireysel başvuru hakkının kullanılabilmesi için zorunlu anayasal şarttır. Bireysel başvurunun ikincilliği ilkesi gereğince esas olan ihlalin derece mahkemeleri önünde giderilmesidir. Bu nedenle derece mahkemeleri önünde dile getirilmeyen şikâyetlerin bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine taşınması durumunda başvuru yollarının tüketilmemesi durumu ortaya çıkabilmektedir.

Üçüncü olarak da başvuru formunda şikâyetlerin maddi ve hukuki olarak temellendirilmesi gerekir. Anayasa Mahkemesi kararlarında ifade edildiği gibi başvurucular bir yandan “şikâyetlerine konu temel olay ve olguları açıklamak, bunlara ilişkin delilleri Anayasa Mahkemesine sunmak”, diğer yandan da “temel hak ve özgürlüklerden hangisinin hangi nedenle ihlal edildiğini özü itibarıyla açıklamak” durumundadır. Bu yapılmadığı takdirde başvurular temellendirilmemiş şikâyet olduğu gerekçesiyle kabul edilemez bulunabilmektedir.

Sonuç olarak belirtmek isterim ki toplumsal ve siyasal bakımdan gelişmişliğin en temel ölçütlerinden biri insanların temel hak ve özgürlüklerinin etkili şekilde korunmasıdır. Bu bağlamda 10 yıl önce hukuk sistemimize giren bireysel başvuru, temel hak ve özgürlüklerin korunmasının en etkili araçlarından biri hâline gelmiştir. Toplumun her kesiminden yapılan başvurularda Anayasa Mahkemesinin hak eksenli yaklaşımla verdiği kararlar, Farabi’nin kastettiği manada, insanımızın mutluluğuna hatırı sayılır katkılar yapmıştır ve yapmaya devam etmektedir.”

Paylaşın

AYM Başkanı Arslan, Adaletin Önemini Kutsal Kitaplarla Anlattı

Adaletin önemini kutsal kitaplardan alıntılar yaparak anlatan AYM Başkanı Zühdü Arslan, “Nitekim Tevrat’a göre Hz. Musa halkına, ‘Adaleti, yalnızca adaleti izleyeceksiniz’ diye öğüt verir. Yeni Ahit’e göre Hz. İsa kavmine, ‘Görünüşe göre yargılamayın, yargınız âdil olsun’ diye seslenir. Kuran-ı Kerim’e göre de Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder” dedi ve ekledi:

“Hiç kuşkusuz adaletin bu önemi, onu tecelli ettirmekle görevli hâkimlerin omuzlarına ağır bir yük yüklemektedir. Bu yüzden hemen her medeniyette adaletsiz ve haksız şekilde hükmetmenin ağır bir vebal olduğuna dair kuvvetli bir inanış vardır.”

Anayasa Mahkemesi’nde, İçişleri Bakan Yardımcılığının ardından Sayıştay’a üye seçildikten hemen sonra Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçilen Muhterem İnce’nin yemin töreni vardı. Törene Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da katıldı.

Törende konuşan Yüksek Mahkeme Başkanı Zühdü Arslan, devletlerin devamının ancak adaletle mümkün olduğuna işaret edip, “Adalet tüm dinlerin ve seküler ideolojilerin merkezi değeri olmuştur” dedikten sonra, adaletin önemini kutsal kitaplardan alıntılar yaparak anlattı. Arslan konuşmasında şu ifadeleri kullandı:

“Nitekim Tevrat’a göre Hz. Musa halkına, ‘Adaleti, yalnızca adaleti izleyeceksiniz’ diye öğüt verir. Yeni Ahit’e göre Hz. İsa kavmine, ‘Görünüşe göre yargılamayın, yargınız âdil olsun’ diye seslenir. Kuran-ı Kerim’e göre de Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Hiç kuşkusuz adaletin bu önemi, onu tecelli ettirmekle görevli hâkimlerin omuzlarına ağır bir yük yüklemektedir. Bu yüzden hemen her medeniyette adaletsiz ve haksız şekilde hükmetmenin ağır bir vebal olduğuna dair kuvvetli bir inanış vardır.”

“Yargıya güvenin sarsılması en büyük felaketlerden”

Anayasa Mahkemesi üyelerinin göreve başlarken, Anayasa’yı ve temel hakları koruma görevini “her türlü etki ve kaygıdan uzak olarak” yerine getireceğine dair yemin ettiklerini hatırlatan Arslan şöyle seslendi:

“Anayasa’nın 9. maddesine göre ‘Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır.’ Mahkemelere ve hâkimlere ait olan bu yetki başka herhangi bir kişiye veya organa devredilemez. Öte yandan Anayasa Mahkemesi kararlarında belirtildiği üzere, yargı bağımsızlığı hâkimlere tanınan bir ayrıcalık değildir. Anayasayla sağlanan “bu teminatın amacı adaletin dolaylı dolaysız her türlü etki, baskı, yönlendirme ve kuşkudan uzak şekilde dağıtılacağı yolundaki güven ve inancı yerleştirmektir. Gerçekten de yargıya yönelik güven ve inancın sarsılması, bir demokratik hukuk devletinin başına gelebilecek en büyük felaketlerden biridir.

“Teme işlev, gücün tek elde toplanmasını önlemek”

Hukukun üstünlüğü anlayışının yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığına halel getirecek her türlü davranıştan kaçınmayı gerektiğini ifade eden Arslan’ın, “Yargının ve yargıcın bağımsız olmadığı yerde kuvvetler ayrılığından, kuvvetler ayrılığının olmadığı yerde de temel hak ve özgürlükleri güvenceye alan bir anayasanın varlığından söz etmek zordur. Zira anayasaların temel işlevi, kamu gücünün tek elde toplanmasını önlemek ve hukukun üstünlüğünü sağlamak suretiyle temel hak ve özgürlükleri güvence altına almaktır” sözleri dikkat çekti.

“Mahkeme temel hak ve özgürlüklerin alanını genişletti”

Anayasa Mahktemesi’ne bireysel başvuruları inceleme yetkisinin verildiği 10 yıldan buyana ülkede darbe girişimi ve Covid-19 salgını gibi olağanüstü gelişmelerin yaşandığını, başkanlık sistemine geçildiğini hatırlatan Arslan, Mahkeme’nin bütün bunlara rağmen temel hak ve özgürlüklerin alanını genişlettiği ididasında bulundu ve şöyle dedi:

“Anayasa Mahkemesi olağanüstü güçlüklere rağmen paradigmatik dönüşümünü önemli ölçüde tamamlamış, gerek norm denetiminde gerekse bireysel başvuruda hak eksenli bir yaklaşımla zengin bir içtihat oluşturmuştur. Anayasa Mahkemesinin hak eksenli yaklaşımla inşa ettiği bu içtihat birikimi, bir yandan hukuk düzeninin Anayasa ile uyumlu hâle gelmesini sağlamış, diğer yandan da temel hak ve özgürlüklerin koruma alanını genişleterek standartları yükseltmiştir… Anayasa Mahkemesi, bu süreçte her zaman demokratik hukuk düzeninin yanında olmuş, temel hak ve özgürlükleri korumak için yoğun bir uğraş vermiştir. Bunu yaparken de ne yargısal aktivizme ne de kendini sınırlama yoluna tevessül etmiştir.

“Mahkeme kadıya mülk değil”

Arslan konuşmasının sonunda “Yemin törenleri mahkemenin kadıya mülk olmadığını hatırlatan anlardır. Şirâzî diyor ki: ‘Asıl mutlu kişi, şöhretini ilmiyle adaletine borçludur. Gelen, gider; eken, biçer. İnsana iyi ya da kötü bir ad kalır geride’. Önemli olan giderken şu kubbede hoş bir sadâ bırakabilmektir” ifadelerini kullandı.

(Kaynak: Kısa Dalga)

Paylaşın