Uluslararası Af Örgütü: İran’da Başörtüsü Baskısı Arttı

İran’da başörtüsü zorunluluğuna ilişkin son zamanlarda sıkılaştırılan denetimleri eleştiren Uluslararası Af Örgütü, “Günümüzde sıkı denetimler, örtünmeyen kadınların otomobillerinde ve yaya bölgelerinde kimlik tespiti yapılan kitlesel gözetimlerle güçlendiriliyor” dedi.

Saçlarını tamamen kapatmadığı gerekçesiyle “ahlak polisi” tarafından gözaltına alınan 22 yaşındaki Jina Mahsa Amini’nin gözaltı sonrasında 16 Eylül 2022’de yaşamını yitirmesi İran’da başörtüsü zorunluluğuna yönelik geniş çaplı protestolara yol açmıştı.

Eylemlerin kanlı şekilde bastırılmasının ardından İran’da birçok kadın başörtüsü zorunluluğunu pasif protestolarla ihlal ediyor.

Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International), İran’da başörtüsü zorunluluğuna ilişkin son zamanlarda sıkılaştırılan denetimleri eleştirdi.

Af Örgütü Genel Sekreteri Agnès Callamard, Çarşamba günü yayınlanan raporda “Günümüzde sıkı denetimler, örtünmeyen kadınların otomobillerinde ve yaya bölgelerinde kimlik tespiti yapılan kitlesel gözetimlerle güçlendiriliyor” dedi.

Amnesty’den yapılan açıklamaya göre, Nisan ayının ortasından itibaren İran’da trafiğe çıkan bir milyondan fazla kadın, polis tarafından başörtüsüz olarak kameralarla tespit edildi ve SMS ile uyarıldı. Kimlikleri araç plakaları üzerinden belirlenen kadınların başörtüsü kurallarını birden fazla ihlal etmeleri durumunda araçlarına el konulabilecek.

Ülkedeki rejim yanlıları, siyasi ve dini liderliğin muhaliflere yönelik daha sert bir tutum izlemesi için aylardır çağrı yapıyor. Bu bağlamda faaliyetleri bir süre önce askıya alınan, kadınların kılık ve kıyafetlerini denetleyen “ahlak polisi” devriyelerine 16 Temmuz’da yeniden başladı.

Amnesty, bu adımı “İran makamlarının egemenlik ve güçlerini yeniden tesis etme çabası” olarak nitelendirdi.

Amnesty raporunda ayrıca yakında İran Parlamentosu’nda oylanması planlanan tartışmalı başörtüsü cezası reformu da sert bir şekilde eleştirildi. Örgüt, planlanan cezaların kadınların sosyal ve ekonomik hakları dahil olmak üzere, insan haklarını ciddi şekilde etkileyeceğini belirtti.

Saçlarını tamamen kapatmadığı gerekçesiyle “ahlak polisi” tarafından gözaltına alınan 22 yaşındaki Jina Mahsa Amini’nin gözaltı sonrasında 16 Eylül 2022’de yaşamını yitirmesi İran’da başörtüsü zorunluluğuna yönelik geniş çaplı protestolara yol açmıştı.

Ülke genelindeki eylemlere katılan 500’den fazla gösterici polisin müdahalesi sonucu hayatını kaybetti, 20 bine yakın insan tutuklandı. Tutuklulardan yedisi ise idam edildi. 100’den fazla kişi de idam istemiyle yargılanıyor. Eylemlerin kanlı şekilde bastırılmasının ardından İran’da birçok kadın başörtüsü zorunluluğunu pasif protestolarla ihlal ediyor.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Uluslararası Af Örgütü’nden UCM’ye Filistin Çağrısı: Savaş Suçları İşlenmiş Olabilir

Uluslararası Af Örgütü, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (ICC) Filistin için soruşturma başlatma çağrısı yaptı. Af Örgütü, geçen ay İsrail ile Filistinli silahlı gruplar arasındaki çatışmalarda “savaş suçları” işlenmiş olabileceğini duyurdu.

ICC Filistin’de 2014’te başlayan çatışmalar ve sonrasında yaşananlar yaşanan olaylar nedeniyle 2021’de bir soruşturma açmıştı.

Uluslararası Af Örgütü’nün raporuna göre, İsrail ordusunun orantısız güçle yaptığı hava saldırıları, Filistinli sivillerin ölümüne yol açtı.

Aynı raporda İslami Cihat Örgütü militanlarının hedef gözetmeksizin fırlattığı roketlerin İsrailli ve Filistinli sivillerin ölümüne yol açtığı sonucu açıklandı.

İsrail ordusundan yapılan açıklamada, uluslararası yasalardan doğan yükümlülüklere uygun hareket edildiği savunuldu. Açıklamada, sivillerin zarar görmesini önlemek için çaba harcandığı da kaydedildi.

9 Mayıs’ta başlayan ve beş gün süren çatışmalarda, 34 Filistinli ile bir İsrailli öldürüldü. Sınıra yakın bölgelerde yaşanan çatışmalar, Mısır’ın ateşkese arabulucu olması ile sonlandı.

Çatışmalar, İsrail hava kuvvetlerinin üst düzey bir İslami Cihat Örgütü yöneticisini hedef alan saldırısı ile başladı. Söz konusu saldırıda, bu kişinin yanında akrabaları ve komşuları ile birlikte 10 sivil hayatını kaybetti.

Af Örgütü raporuna göre, hassas güdümlü roketlerle, aileler uykudayken yapılan bu saldırının emrini verenlerin, ciddi sivil kayıplar olabileceği ihtimalini göze aldığı ve hatta “büyük ihtimalle bunu gözardı” ettiği sonucuna vardı.

İsrail ordusu, söz konusu çatışmalarda 400’den fazla askeri hedefin hava saldırılarında vurulduğunu ve üç İslami Cihat yöneticisinin öldürüldüğünü açıkladı.

Ordu sözcüleri, sivil kayıpları önlemek için bazı durumlarda saldırıları erteleme yoluna gittiklerini savundu.

9 saldırı incelendi

Af Örgütü’nün incelediği dokuz saldırı arasında, üç İslami Cihat yöneticisinin evlerine yönelik saldırılar da bulunuyor. Örgüt, Gazze’deki hanelerde büyük yıkıma yol açan benzer nitelikte saldırılar tespit edildiğini duyurdu.

Nabhan ailesinin 42 üyesinin yaşadığı bir binaya 13 Mayıs’ta yapılan saldırıda incelendi.

Cibaliye mülteci kampındaki dört katlı binanın silah deposu olarak kullanıldığına yönelik bir delil bulunamadığı, çevresinden de roket atışı yapıldığı bulgusu olmadığı raporlandı.

Af Örgütü Orta Doğu Direktörü Heba Morayef, saldırı sonrası çocuklarını enkazdan çıkarmaya çalışan ebeveynlerin tanıklıklarını dinlediklerini, genç çocukların oyuncak ayılarına sarılmış bir şekilde yatarken ölümcül şekilde yaralandıklarını aktardı.

Heba Morayef, “Tüm bunlardan daha korkutucu olan, eğer bu saldırıları yapanlar sorumlu tutulmazlarsa, bu dehşetin devam edecek olması” dedi.

İsrail ordusu İslami Cihat’ın sivillerin bulunduğu binalarda örgütlendiğini, sivilleri canlı kalkan olarak kullandığını savunuyor. Ordu sözcüsü, söz konusu binaların, sivillerin tamamen tahliye edilmesi sonrası vurulduğunu açıkladı.

İslami Cihat da suçlanıyor

İslami Cihat bu saldırılar sonrası İsrail’e çoğu gelişi güzel şekilde 1.400’den fazla roket attı. İsrail ordusu, bunlardan 430’unun kalabalık yerleşim bölgelerine ulaşmak üzereyken, füze savunma sistemi tarafından etkisiz hale getirildiğini açıkladı.

Rehovot kentinde bir apartmana isabet eden roket bir İsrailli kadının ölümüne yol açtı. Af Örgütü, kısa düşen roketlerin Gazze’de, ikisi çocuk üç Filistinli sivilin ölümüne yol açtığını raporladı.

İslami Cihat söz konusu iddiayı yalandı ve İsrail hava saldırısı sonucu ölümlerin yaşandığını öne sürdü. Ancak görgü tanıkları, örgüt üyelerinin olaydan hemen sonra roket parçası izlerini ortadan kaldırdığını söylüyor.

İslami Cihat Örgütü Sözcüsü Tarık Salmi, rapordaki suçlamalara yanıt vermedi. Salmi, BBC’ye yaptığı açıklamada ise Filistin halkına karşı işlenen suçlara karşı kendilerini savunmak için üzerlerine düşeni yaptıklarını savundu.

(Kaynak: BBC Türkçe)

Paylaşın

Taliban’ın Politikaları İnsanlığa Karşı Suç

Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Agnès Callamard, “Taliban iktidarı ele geçirdiğinden bu yana Afganistan’ın kadınlarına ve kız çocuklarına aşırı sert kısıtlamalar uyguluyor” dedi ve ekledi:

“Kadınlar kamusal alandan dışlandı, eğitime erişimleri engellendi, çalışmaları ve serbest dolaşımları yasaklandı, bu politikalara karşı çıktıkları ve baskıya direndikleri için hapsedildiler, kaybedildiler ve işkenceye maruz bırakıldılar. Hiç kuşku yok ki bu kadınlara karşı açılmış bir savaştır. Bunlar, uluslararası suçlardır: Organize, yaygın ve sistematikler.”

Uluslararası Hukukçular Komisyonu Genel Sekreteri Santiago A. Canto da, “Taliban’ın toplumsal cinsiyete dayalı zulüm planı öylesine kapsamlı, ciddi ve sistematik ki bu plan dahilindeki uygulamalar ve politikalar kümülatif olarak ülke genelinde kadınları ve kız çocukları boyun eğdirmeyi ve ötekileştirmeyi amaçlayan bir baskı sistemi kuruyor. Raporumuz, bunun, insanlığa karşı işlenen toplumsal cinsiyete dayalı zulüm suçunun beş kriterinin beşini de karşıladığını gösteriyor” ifadelerini kullandı.

Uluslararası Af Örgütü ve Uluslararası Hukukçular Komisyonu, “Taliban’ın kadınlara karşı savaşı: Afganistan’da insanlığa karşı işlenen bir suç olarak toplumsal cinsiyete dayalı zulüm” başlıklı raporunu yayınladı.

Raporda, Taliban’ın kadınlara ve kız çocuklara yönelik şiddetli kısıtlamaları ve hukuksuz baskılarının, uluslararası hukuk uyarınca insanlığa karşı işlenen toplumsal cinsiyete dayalı zulüm suçunu da içeren suçlar yönünden soruşturulması gerektiği belirtildi.

Uluslararası hukuk incelemesi

Rapor, Taliban’ın kadınlar ve kız çocukların hakları üzerindeki aşırı sert kısıtlamalarının, hapsetme, zorla kaybetme, işkence ve diğer türde kötü muamele uygulamalarının; Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Roma Statüsü Madde 7(1)(h) uyarınca insanlığa karşı işlenen toplumsal cinsiyete dayalı zulüm suçu teşkil edeceğine ilişkin hukuki inceleme içeriyor.

Af Örgütü ve Uluslararası Hukukçular Komisyonu, UCM savcılarının Afganistan’daki duruma dair devam eden soruşturmalarına, insanlığa karşı işlenen toplumsal cinsiyete dayalı zulüm suçunu da dahil etmesi gerektiği kanaatinde.

Hak örgütleri ayrıca, diğer devletleri, uluslararası hukuk suçlarında sorumluluk taşıdığından şüphe edilen Taliban üyelerini adalete teslim etmek için evrensel yargı yetkilerini veya diğer hukuki araçları kullanmaya çağırdı.

Kadınlar ve kız çocuklarına baskı sistemi

Uluslararası Hukukçular Komisyonu Genel Sekreteri Santiago A. Canton konu hakkındaki açıklamasında, “Taliban’ın toplumsal cinsiyete dayalı zulüm planı öylesine kapsamlı, ciddi ve sistematik ki bu plan dahilindeki uygulamalar ve politikalar kümülatif olarak ülke genelinde kadınları ve kız çocukları boyun eğdirmeyi ve ötekileştirmeyi amaçlayan bir baskı sistemi kuruyor. Raporumuz, bunun, insanlığa karşı işlenen toplumsal cinsiyete dayalı zulüm suçunun beş kriterinin beşini de karşıladığını gösteriyor” dedi.

“Kadınlar kamusal alandan dışlandı”

Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Agnès Callamard da şu değerlendirmeyi yaptı:

“Taliban iktidarı ele geçirdiğinden bu yana Afganistan’ın kadınlarına ve kız çocuklarına aşırı sert kısıtlamalar uyguluyor. Kadınlar kamusal alandan dışlandı, eğitime erişimleri engellendi, çalışmaları ve serbest dolaşımları yasaklandı, bu politikalara karşı çıktıkları ve baskıya direndikleri için hapsedildiler, kaybedildiler ve işkenceye maruz bırakıldılar. Hiç kuşku yok ki bu kadınlara karşı açılmış bir savaştır. Bunlar, uluslararası suçlardır: Organize, yaygın ve sistematikler.”

“Adalet, hesap verebilirlik ve tazminat”

Rapor, Ağustos 2021 ile Ocak 2023 arası dönemi kapsıyor ve tespitlerini, Uluslararası Af Örgütü’nün 2022 tarihli Ağır Çekimde Ölüm başlıklı raporu ile sivil toplum örgütleri ve BM makamlarının da aralarında bulunduğu kaynaklarca toplanan kanıtlara dayandırıyor.

Afganistan’daki zulümden kaçan kadınların ve kız çocukların, aslında uluslararası korumaya ihtiyaç duyan mülteciler olduğu, raporda hukuki bir değerlendirme ile sunuluyor.

Raporun, “BM uzmanları ve kadın hakları gruplarının, insanlığa karşı işlenen toplumsal cinsiyete dayalı zulüm suçuna ilişkin adalet, hesap verebilirlik ve tazminat sağlanması için gerekli olan kararlı müdahalelerin zeminini kurma amacıyla yürüttüğü çalışmaları tamamlayıcı nitelikte olduğu” belirtildi.

Ayrımcı kısıtlamalar

Raporda, kadınlar ve kız çocuklarının maruz kaldıkları şöyle anlatıldı:

Taliban’ın Ağustos 2021’de iktidarı ele geçirmesinden bu yana kadınlar siyasi görevlerden ve kamu sektöründeki çoğu işten dışlanıyor.

Kadınlar ve kız çocuklar bir dizi uygulama ve duyuruyla ilkokul sonrası eğitimden dışlanarak üniversite öğrenimlerine devam etmeleri engellendi ve önlerindeki mesleki fırsatlar daha da daraltıldı.

Taliban’ın toplumsal cinsiyete dayalı şiddetten kurtulanlara yönelik kurumsal mekanizmaları ortadan kaldırması, Afgan kadınların ve kız çocukların haklarını cinsiyete dayalı olarak daha da zayıflattı.

Kadınlara 24 Aralık 2022’de sivil toplum örgütlerinde, 4 Nisan 2023’te de BM bünyesinde çalışma yasağı getiren kararnameler, toplumsal cinsiyet temelli ayrımcılığın diğer kanıtları.

Kadınlara uzun mesafe yolculuklarda erkek refakatçiyle (‘mahrem’) seyahat etme zorunluluğu getirilmesi, gerekmedikçe evde kalmaları gerektiği yönündeki kararname ve Taliban’ın katı giyim kuralları, kadınların dolaşım özgürlüğünü ve kamusal alanda ne giyeceklerini seçme özgürlüğünü ihlal ediyor.

Taliban’ın kadınlara ve kız çocuklara getirdiği ayrımcı kısıtlamalar, Uluslararası Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi; Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi; Kadınlara Yönelik Her Türde Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Sözleşme ve Çocuk Hakları Sözleşmesi dahil olmak üzere Afganistan’ın taraf olduğu birçok uluslararası sözleşmede yer verilen insan hakları korumalarını ihlal ediyor.

Afgan kadınlar ve kız çocuklar Taliban üyeleri tarafından, fiili yetkililerin mahrem kısıtlamalarını ihlal ettikleri gerekçesiyle ve barışçıl protestolara katıldıkları için sözde “ahlak suçları” isnat edilerek keyfi olarak gözaltına alındı ve alıkonuldu.

Taliban’ın suistimale dayalı, kısıtlayıcı politikalarını protesto eden kadınlar itaat etmeleri için aşırı güç kullanımı, hukuksuz gözaltı, işkence ve diğer türde kötü muameleyle karşı karşıya kaldı ve bu durum ifade, örgütlenme, barışçıl toplanma ve kamusal katılım haklarının ihlaliyle sonuçlandı.

Taliban, barışçıl protestolara katılan kadınları ve kız çocukları keyfi gözaltı, alıkoyma ve zorla kaybetme yoluyla devamlı hedef aldı. Kadınlar alıkonuldukları sürede işkence ve diğer türde kötü muameleye maruz bırakıldı ve “itirafları” veya bir daha protestolara katılmamaya söz verdiklerini beyan eden belgeleri imzalamaya zorlandı.

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

İran’da Her Altı Saatte Bir Kişi İdam Ediliyor

Ülkede her altı saatte bir kişinin idam edildiğini açıklayan İran İnsan Haklarını Koruma Komisyonu, yalnızca son 10 gün içinde 42 kişinin idam edildiğini bildirdi.

Haber Merkezi / İran’da uyuşturucu kaçakçılığı da dahil bir çok suç idamla cezalandırılırken, İran İnsan Hakları Komisyonu endişelerini dile getiriyor.

Öte yandan Uluslararası Af Örgütü 2022 yılında dünya çapında 20 ülkede 883 kişi hakkında verilen idam kararlarının infaz edildiğini açıkladı. Örgüt tarafından yayınlanan raporda söz konusu sayının, idamlarda son beş yılda rekor düzeyde artışa işaret ettiği belirtildi.

Salı günü Berlin’de küresel ölçekte idam cezası uygulamalarıyla ilgili açıklanan rapora göre, 2017 yılından bu yana infaz edilen idam cezaları 2022 yılında yeni bir zirveye ulaştı.

En çok infazın gerçekleştirildiği ülkeler Birleşik Arap Emirlikleri ve İran olarak kayıtlara geçti. İdamların yüzde 90’ı bu iki ülkede gerçekleştirildi. Çin, Kuzey Kore ve Vietnam’da idam cezalarına ilişkin verilerin devlet sırrı olarak değerlendirilmesinden dolayı bu ülkelerde uygulanan infazlar raporda yer almadı.

Rapora göre İran’da 2021 yılında gerçekleştirilen infaz sayısı 314 iken 2022 yılında bu sayı 574’e ulaştı. Birleşmiş Milletler’in rakamlarına göre ise İran’da bu yıl en az 209 kişi idam edildi. Rapora göre Birleşik Arap Emirlikleri’nde bu sayı 2021 yılında 65 iken 2022 yılında196’ya ulaşarak üç katına yükseldi.

Bu rakam rekor bir artışla Uluslararası Af Örgütü tarafından son 30 yıl içinde kaydedilen en yüksek idam rakamı olarak kayda geçti. Yine Birleşik Arap Emirlikleri’nde geçtiğimiz yıl sadece bir gün içinde 84 insan infaz edilirken aynı günde 24 kişinin idam edildiği bir diğer ülke ise Mısır oldu.

ABD’de ise 2021’de 11 olan infaz sayısı 2022’de 18’e yükseldi.

Avrupa Birliği ülkelerine çağrı

Uluslararası Af Örgütü Almanya Genel Sekreter Yardımcısı Julia Duchrow Alman kamu televizyonu ZDF’e verdiği demeçte AB ülkelerinin idam cezalarına karşı daha net bir tutum sergilemesi için çağrıda bulundu.

İran’da “benzeri görülmemiş bir infaz dalgası” yaşandığını ifade eden Duchrow, geçen yıl genç Kürt kadını Mahsa Amini’nin öldürülmesinden sonra başlayan kitlesel protestolar şiddetle bastırılırken, en az dört göstericinin idam edildiğini söyledi. Duchrow, “Protestolarla bağlantılı olarak düzinelerce insan daha ölüm cezasına çarptırılma riski altında” dedi.

İran’da hakkında idam kararı verilen İran ve Alman vatandaşı Cemşit Şarmehd’ın cezasının her an infaz edilebileceğini belirten Duschrow, “Çok az zamanımız var. Bu yüzden Alman hükümetinin çok net bir tavır sergilemesine ihtiyacımız var” dedi. İş insanı Şarmehd Dubai’de 2020 yılında İran gizli servisi tarafından kaçırıldı ve hakkında terör suçu işlediği gerekçesiyle yargılandığı İran’da idam cezasına çarptırıldı.

Uluslararası Af Örgütü, idam cezasına çarptırılanların ağırlık olarak uyuşturucu suçlarından mahkum olduklarını bildirdi.

Paylaşın

Uluslararası Af Örgütü, İsrail’in Filistinlilere ‘Apartheid’ Uyguladığını Bildirdi

Türkçede ayrılık anlamına gelen Apartheid, düşüncesine göre beyaz ırkın diğer ırklardan daha üstün olduğu savunusudur. Uluslararası Af Örgütü, İsrail polisinin yüz tanıma sistemleriyle Filistinlilere karşı “otomatikleştirilmiş apartheid” uyguladığını bildirdi.

Birleşik Krallık merkezli Uluslararası Af Örgütü, yayımladığı raporda, İsrail polisinin Filistinlileri takip etmek için Red Wolf (Kızıl Kurt) adı verilen bir yüz tanıma sistemi kullandığı belirtildi.

Raporda, işgal altındaki Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te deneme aşamasında olan sistemin, “Filistinlilerin yüzlerini taramak ve onları onayları olmadan halihazırdaki geniş gözetim veri tabanına eklemek” amacıyla kullanıldığı ifade edildi.

Kapalı devre televizyon sistemi (CCTV) ağına bağlı yazılımın, “hareketlerini takip etmek için Filistinlilerin biyometrik verilerini yasadışı şekilde topladığı” da bildirildi.

Örgütün genel sekreteri Agnes Callamard, sistemin günden güne genişleyen gözetim ağının bir parçası olduğuna dikkat çekerek, “İsrailli yetkililerin, Filistinlilere karşı mekansal ayrıştırmayı iyice artırmayı ve apartheid’i otomatikleştirmeyi hedeflediğini” söyledi.

Raporda, Kızıl Kurt yazılımının İsrail ordusunun halihazırda kullandığı Wolf Pack (Kurt Sürüsü) ve Blue Wolf (Mavi Kurt) sistemleriyle bağlı çalıştığı da ifade edildi.

Kurt Sürüsü, işgal altındaki bölgelerde yaşayan Filistinlilerin ailelerine ve sicil kayıtlarına dair bilgilerin tutulduğu geniş bir veritabanı. Mavi Kurt ise İsrailli güvenlik güçlerinin söz konusu veritabanındaki bilgilere akıllı telefonlar ve tabletler üzerinden hızlıca ulaşabilmesini sağlayan bir yazılım.

Örgütün görüştüğü ve kimliği paylaşılmayan İsrailli bir komutan, bazı askeri birimlerin, Kızıl Kurt sisteminin tamamen otomatik şekilde yüzleri tanıyabilmesini sağlamak için algoritmayı güçlendirmekle görevlendirildiğini savundu.

Kimliği açıklanmayan bir Filistinli gazeteciyse örgüte şunları söyledi: Protestocular anında gözaltına alınmasalar bile yüzlerinin kameralarla tespit edileceğini ve sonradan yakalanacaklarını artık biliyorlar.

Raporda, Doğu Kudüs’te yer alan Şeyh Cerrah Mahallesi’ndeki Filistinli ailelerin zorla evlerinden çıkarılmasıyla 2021’de patlak veren protestoların ardından, bölgedeki CCTV kamera sayısının artırıldığına da dikkat çekildi.

Bu kameraların, 2017’den beri Doğu Kudüs’te kullanılan ve yüz tanıma becerilerini artırmak için yerleştirildiği öne sürülen Mabat 2000 sistemine bağlı olduğu belirtildi.

Çalışmada, CCTV kameraların Çin merkezli Hikvision şirketiyle Hollanda merkezli TKH Security firması tarafından tedarik edildiği de savunuldu. TKH, İsrail güvenlik güçlerine satış yapmadığını savunurken Hikvision, örgütün yorum talebini reddetti. Bu kameralarda Kızıl Kurt sisteminin kullanılıp kullanılmadıysa tespit edilemedi.

ABD’nin önde gelen gazetelerinden New York Times’ın yorum talebine yanıt veren İsrail Savunma Kuvvetleri, kamera sistemlerinin “gerekli güvenlik ve istihbarat operasyonları için kullanıldığını, Filistinlilerin de bu faaliyetlerden en az zararı görmesi için önemli çaba sarf edildiğini” savundu.

Öte yandan yüz tanıma sistemi iddialarına dairse “Operasyonlara ve istihbarat çalışmalarına ait sistemlerin detaylarından söz edemeyiz” dendi.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Uluslararası Af Örgütü’nden AYM’ye HDP Çağrısı

Anayasa Mahkemesi (AYM) Genel Kurulu, Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) kapatılması istemli davada, partinin sözlü savunma yapmama kararını ele alacak. Uluslararası Af Örgütü, HDP hakkında AYM süren kapatma davasıyla ilgili bir açıklama yayımladı.

Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) Türkiye’nin en büyük ikinci muhalefet partisi olduğuna işaret edilen açıklamada, partiyle ilgili davanın kapatma kararıyla sonuçlanmasının, ifade ve örgütlenme özgürlüğü haklarının ihlaline yol açacağı uyarısı yapıldı.

Açıklamada, “Ülke 6 Şubat’taki yıkıcı depremlerin ardından kritik önemdeki seçimlere hazırlanırken HDP’nin kapatılması ve geçmişteki ve mevcut yüzlerce HDP üyesine siyasi yasak getirilmesi Türkiye’nin uluslararası yükümlülüklerini açıkça ihlal eder” ifadesine yer verildi.

Uluslararası Af Örgütü, örgütlenme özgürlüğü hakkına yönelik kısıtlamaların ancak kesin ve erişilebilir yasalarla getirilebileceğine ve uluslararası insan hakları hukuku gereğince izin verilen bir veya birden fazla amaca hizmet ediyorsa ve bu meşru amaç doğrultusunda gerekli ve orantılıysa haklı gösterilebileceğine işaret etti.

İddianamenin önemli bölümü “barış süreci” dönemine yönelik

HDP’nin kapatılmasına yönelik iddianamenin önemli bir bölümünün, partinin 2013-2015 yılları arasındaki faaliyetlerini kapsadığı, ancak buna rağmen PKK ile Türkiye devleti arasında o dönemde hükümetin isteğiyle yürütülen barış süreci bağlamında sunulmadığına dikkat çekilen açıklamada, “Türkiye yetkililerinin, HDP’nin siyasi hedeflerini ve eylemlerini güç kullanarak gerçekleştirmeye çalıştığı iddiaları dayanaktan yoksundur” denildi.

HDP’nin 1993’ten bu yana Türkiye’de anayasaya aykırı eylemlerde bulunma iddiasıyla kapatmayla sonuçlanabilecek bir davayla karşı karşıya kalan sekizinci Kürt tabanlı sol siyasi parti olduğuna da işaret edildi.

“Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı davayı geri çekmeli”

Açıklamada, “Uluslararası Af Örgütü, Türkiye yetkililerini, uluslararası insan hakları hukuku kapsamındaki yükümlülüklerinin gereğini yerine getirmeye ve bu hakların gerektiği gibi korunmasını sağlamak için Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), sözleşmenin protokolleri ve geçmiş Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına uymaya çağırmaktadır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı özellikle, AİHM’in, son yıllarda Türkiye yetkililerinin siyasi partileri kapattığı benzer koşullar nedeniyle örgütlenme hakkı ihlalleri tespit ettiği önceki kararlarını dikkate alarak HDP’ye karşı kapatma istemiyle açtığı davayı geri çekmelidir” ifadelerine yer verildi.

Örgüt, Anayasa Mahkemesini de, mevcut davayla alakalı olan geçmişte AİHM’in verdiği çok sayıda bağlayıcılığı bulunan kararı da göz önünde bulundurmaya çağırdı.

Açıklamada, “Anayasa Mahkemesi, ülkedeki insanların ifade ve örgütlenme özgürlüğü haklarını misillemeye uğrama kaygısı taşımadan, özgürce ve güvenli bir şekilde kullanabilmesini tesis etmek için AİHM’in bu davaya uygulanabilir ilgili kararlarında belirlediği standartlara uyulmasını sağlamalıdır” denildi.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

“Deprem Bölgesinde İşkence Ve Kötü Muamele Yapıldı” İddiaları

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 11 ilde büyük yıkıma neden olan Kahramanmaraş merkezli depremlerde can kaybının 50 bin 399’a yükseldiğini açıkladı. Soylu ayrıca, “Bin 120 kimliksiz var. Bunların birbiriyle eşleşecek olanlar var eşleşmeyecekler var. Adli tıp çalışıyor” dedi.

Öte yandan Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü, Türkiye’de kolluk görevlilerinin deprem bölgesinde işkence ve kötü muamelede bulunduğu iddialarına ilişkin ortak raporunu kamuoyu ile paylaştı.

DW Türkçe’den Elmas Topçu’nun aktardığına göre, iki insan hakları örgütünün tespitlerine göre yıkıma uğrayan bölgeyi denetlemek üzere gönderilen kolluk görevlileri, hırsızlık ve yağma olaylarına karıştıklarından şüphe edilen kişilere işkence veya kötü muamele yaptı. İşkenceye uğrayan bir kişinin de gözaltında hayatını kaybettiği belirtildi. Raporda bazı vakalarda ise kolluk güçlerinin suç işledikleri iddia edilen kişilere yönelik saldırıları önlemeye çalışmadığı da kayıtlara geçti.

Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü, sonuçlarını açıkladığı rapor için, bölgede görevlendirilen polis, jandarma ve askerlerin faili olduğu iddia edilen 13 işkence ve kötü muamele vakasına ilişkin 34 kişiyle görüşmeler yaptı. Her iki örgüt ayrıca kimi vakalarda mevcut video görüntülerin de incelendiğini, araştırmacıların, güvenlik güçleri tarafından işkence edilen başka kişiler hakkındaki tanıklıkları da dinleyip fiziksel şiddet içeren videoları değerlendirdigini, ancak bu olayları tümüyle doğrulayamadığını vurguladı. Görüşülenler arasında işkence ve kötü muameleye maruz bırakılan 12 kişi ile jandarmaların başlarına silah dayayarak tehdit ettiği iki kişi, tanıklar ve avukatlar olduğunu belirtildi.

Belgelenen dört vakada da yardım çalışmalarında yer alan sivillerin de şiddet olaylarına katıldığı, ancak rapor hazırlanırken bunlardan çok kamu görevlilerinin sorumlu olduğu işkence vakalarına odaklanıldığı kaydedildi.

Üç vaka dışında tüm işkence ve kötü muamele olaylarının Hatay’ın Antakya ilçesinde meydana geldiği, dört vakada da mağdurların Suriyeli sığınmacılar olduğu saptandığı belirtildi. Sığınmacılara yönelik saldırılarda yabancı düşmanlığı temelli ek saiklerin belirleyici rol oynadığı da tespit edildi.

Yağma ve hırsızlık iddiaları

Raporu hazırlayan hak kuruluşları, söz konusu olaylar, büyük bir afet sırasında kolluk görevlilerini ciddi bir güvenlik sorunuyla karşı karşıya bırakmış olsa da uluslararası hukuk ve Türkiye’nin kendi mevzuatları gereği, koşullardan bağımsız olarak şüphelilere işkence ve kötü muamele yapılmasını engellemekle yükümlü olduğunu hatırlattı.

İnsan Hakları İzleme Örgütü Avrupa ve Orta Asya Direktörü Hugh Williamson, “Polis, jandarma ve askeri personellerin, suç işlediğinden şüphelendikleri kişileri uzun süreli fiziksel şiddete maruz bıraktığına, keyfi ve gayri resmi olarak alıkoyduğuna ilişkin güvenilir bildirimler, Türkiye’nin deprem bölgesindeki kolluk uygulamalarının şoke edici bir göstergesidir. Kolluk görevlileri, doğal afet kapsamında ilan edilen olağanüstü hali cezadan muaf şekilde işkence ve kötü muamele yapma ve hatta öldürme serbestliği gibi görüyor” eleştirisini getirdi.

Raporda yer alan bilgilere göre görüşülen mağdurlardan biri, bir jandarma görevlisinin kendisini tehdit ettiğini aktarırken “OHAL var, seni öldüreceğiz, seni öldürüp enkaz altına atacağız” dediğini anlattı. Görüşülen mağdurlardan Suriyeli bir erkek de yüzüne yumruk atan bir memuru şikayet ettiği üst rütbeli bir askerin kendisine “OHAL var burada. O sizi öldürse bile kimseye hesap vermek zorunda değil. Kimse ona bir şey diyemez” sözleriyle cevap verdiğini söyledi.

“Vakalar olgusal temelden yoksun iddialar”

Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü, yaptıkları araştırmanın sonuçlarını paylaşmak ve iddialara yönelik bilgi talep etmek üzere Türkiye İçişleri ve Adalet Bakanlığı’na başvurduklarını, aldıkları cevapta ise “Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin işkenceye sıfır tolerans gösterdiği ifadesinin ve yöneltilen suçlamaların da olgusal temelden yoksun belirsiz iddialar olduğu” değerlendirmesinin yer aldığını belirtti.

Rapor için görüşülen kişilerin çoğu, depremde yıkılan binalardaki arama-kurtarma çalışmalarına katıldıkları sırada ya da Antakya’nın çeşitli mahallelerinden geçerken polis, jandarma veya asker grupları tarafından alıkoyulduklarını ifade etti. İncelenen olayların çoğunda, mağdurlar hakkında resmi gözaltı işlemi yapılmadıysa da doğrudan fiziksel şiddete maruz bırakıldıkları saptandı. Kimi mağdurlar dizlerinin üzerine çökmeye veya yere yatmaya zorlandıklarını aktarırken bazıları da elleri kelepçelenmiş halde uzun süre tekme, tokat ve küfürlere maruz bırakıldığını anlattı.

“Evim yıkılmış, üzerine polis beni dövüyor”

Raporda anlatımlarına yer verilen mağdurlardan birinin, “Evim yıkılmış, çadırda kalıyoruz, üzerine polis beni dövüyor, kafama silah çekiyor ya. Sanki burası vahşi Batıymış gibi davrandılar” dediği görüldü. İşkence gördüğünü belirten 19 yaşındaki bir kişi de “Zaman algımı tümüyle yitirdim, olay bir saat, yarım saat ya da iki saat sürmüş gibi geldi. Önce üç kişiydiler, sonra daha büyük bir polis grubu geldi ve tekme yumruk dayağa katıldılar” diye başına gelenleri anlattı.

İncelenen 13 vakadan sadece altısında mağdurlar veya aileleri, gördükleri şiddetten ötürü şikayetçi oldu. Kendisine ve erkek kardeşine, jandarma tarafından alıkonuldukları sırada belirli aralıklarla, uzun süreli işkence yapıldığını ve erkek kardeşinin yere yığılarak gözaltında öldüğünü bildiren Sabri Güreşçi şikayetçi olanlardan biri.

Misillemeden korktular

Diğer yedi vakada mağdurlar, misillemeden korktukları ve adil bir sonuca ulaşamayacakları endişesiyle şikayette bulunmayacaklarını ifade etti. Bazıları ise aile üyeleri ve arkadaşlarının depremde ölmesinin ve hayatlarının bir anda alt üst olmasının, polis veya jandarma eliyle maruz kaldıkları fiziksel şiddeti gölgede bıraktığını anlattı.

Raporda, yaşadıkları mağduriyeti bildirme konusunda Suriyeli olanların bilhassa çekimser davrandığına da işaret edildi. Diğer ülkelerden gelen arama-kurtarma ekiplerinden birine çevirmenlik yapan Suriyeli bir kadın, “Jandarmaların çoğu Suriyelilere hırsız muamelesi yaptı ve onlara karşı çok saldırgan davrandılar. Suriyelilerin kurtarma ekipleriyle olmalarını kabul etmediler ve çok sinirliydiler” cümleleriyle karşı karşıya kaldıkları durumu ifade etti.

Kendi de enkaz altında kalan, Türkiye ve Suriye vatandaşı çok sayıda insanın kurtarılmasına yardım ederken jandarma ve kalabalığın şiddetine maruz kaldığını bildiren Suriyeli bir arama-kurtarma gönüllüsü de şikayetçi olmayacağını belirterek şöyle devam etti: “Dışarı çıkmaya korkuyorum çünkü arabamın fotoğrafları ve bizim dayak yediğimiz videolar sosyal medyada dolaşıyor. Tekrar saldırıya uğramaktan korkuyoruz. Hastaneye gidip darp raporu almadım, çünkü Suriyeli olduğum için yağmacı sanılmaktan korktum.”

Bir görgü tanığı da “İşçi ve yoksul görünen 20-25 yaşlarındaki üç kişi onları ‘yağmacılıkla’ suçlayan askerlerce dövüldü. Askerler bir yandan da etraftaki insanları lince kışkırtıyordu” dedi. Bir diğer tanık ise kıdemli bir askeri görevli olduğunu tahmin ettiği bir kişinin Antakya yakınlarındaki Samandağ ilçesinde insanlara, “Dövün, hakkını verin ama öldürmeyin. Bizi çağırın” dediğini duyduğunu söyledi.

Türkiye’ye kapsamlı soruşturma çağrısı

İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Uluslararası Af Örgütü”nün ortak açıklamasında, “Türkiye yetkilileri deprem bölgesinde, mağdurların suç teşkil eden eylemlerde bulunduklarından şüphelenip şüphelenmediklerine bakılmaksızın polis, jandarma ve askeri personelin insanlara işkence ve diğer türde kötü muamele yaptığına ilişkin tüm bildirimler hakkında eksiksiz ve tarafsız cezai ve idari soruşturmalar yürütmelidir” talebi de dile getirildi.

“Orası atalarımızın, geri döneceğiz”

“Ülkenin bugüne kadar karşılaştığı en ağır doğal afetin ortasında yetkisini suistimal eden kolluk görevlilerinin uyguladığı kontrolsüz şiddetle ilgili korkunç tanıklıklar ve görüntüler öylece örtbas edilemez” diyen Uluslararası Af Örgütü Avrupa Bölgesel Ofisi Direktörü Nils Muižnieks ayrıca “Mülteci olanlar da dahil tüm mağdurların, maruz bırakıldıkları şiddete karşılık adalet ve tazminat hakkı var. Yetkililer polis, jandarma ve diğer kolluk görevlilerinin yaptıkları tüm işkence ve diğer türde kötü muamele vakaları hakkında gecikmeksizin ceza soruşturmaları başlatmalı ve sorumluları adalet önüne çıkarmalıdır” diye konuştu.

Paylaşın

Uluslararası Af Örgütü’nün Yıllık Raporunda Türkiye’ye Eleştiriler

Uluslararası Af Örgütü’nün yıllık raporunun Türkiye bölümünde, “insan hakları krizine ek olarak milyonlarca kişi için yaşam maliyeti krizinin derinleştiği” tespiti yer aldı.

Haber Merkezi / Raporda, Türkiye’de ifade özgürlüğü ve gösteri ve yürüyüş haklarının bu yıl da en önemli sorun olduğu, 2022’de tüm bu sorunlara bir de yüksek enflasyon ve yoksulluğun eklendiği belirtildi.

Uluslararası Af Örgütü 2022 yılı Yıllık Raporu’nu yayımladı. Raporda, küresel ve bölgesel değerlendirmelerin yanı sıra, 156 ülkenin önemli bir bölümü hakkında da ayrı değerlendirme yapılıyor.

Türkiye için, “Süren insan hakları krizine ek olarak, milyonlarca kişi için yaşam maliyeti krizinin derinleştiği ülke” tanımı yapılan raporda, Türkiye raporlarının artık değişmeyen başlığı “düşünce ve ifade özgürlüğü” konusuna da geniş yer veriliyor.

Türkiye, ifade, toplanma özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, cezasızlık, insan hakları savunucularına baskı, ayrımcılık, toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri, mültecilerin ve göçmenlerin hakları, işkence ve diğer türde kötü muamele alt başlıklarıyla şu ifadelere yer verildi:

“2022’de insan hakları savunucuları, gazeteciler, muhalif siyasetçiler ve diğerleri hakkında temelsiz soruşturmalar, yargılamalar ve mahkumiyet kararları devam etti. Parlamento, mevcut yasalarda çevrimiçi ifade özgürlüğünü daha da kısıtlayan sert değişiklikler (dezenformasyon yasası) yaptı.

Polis, birçok ilde yasaklanan Onur Yürüyüşlerine katılan yüzlerce kişiyi hukuka aykırı güç kullanarak gözaltına aldı ve barışçıl toplanma hakkı ciddi şekilde kısıtlanmaya devam etti. Danıştay, 2021 tarihli İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararını bozmayı reddetti.”

Türkiye’de yaşanan enflasyonun sıkıntıları daha da derinleştirdiği belirtilen Af Örgütü raporunda, “Türkiye’de yoksulluk ve sosyal dışlanma ile mücadele için yeterli ve koordineli bir yaklaşımın bulunmadığı, enflasyonun milyonlarca kişi için yaşam maliyeti krizini derinleştirdiği” belirtildi.

Mülteci karşıtı politika ve siyasi söylemlerin yarattığı atmosfer de Af Örgütü raporunun Türkiye bölümünde yer aldı.

“Gönüllü geri dönüş” denilmesine karşılık bazı kişilerin “hukuka aykırı” bir şekilde uçaklarla Afganistan’a sınır dışı edildiği, insan hakları örgütlerinin Şubat ve Temmuz ayları arasında Türkiye makamlarının yüzlerce Suriyeli mülteciyi keyfi olarak gözaltına aldığını, alıkoyduğunu ve hukuka aykırı şekilde geri gönderdiğini belgelediği ifade edildi.

“Türkiye, dünyanın en yüksek sayıda mülteciye ev sahipliği yapan ülkesi olmayı sürdürdü. Ancak siyasetçiler arasında ve medyada yükselen mülteci karşıtı ırkçı söylemlerin yarattığı zeminin etkisiyle Afganların ve diğer mültecilerin başvuruları alınmadan geri gönderilmeleri ölümlere ve ciddi yaralanmalara neden oldu” denildi.

Dünyada kaygı veren gelişmeler

Uluslararası Af Örgütü’nün raporunda insan haklarının dünyadaki durumunu gösteren örneklere yer verildi. Etiyopya’daki savaşın 2022 yılında da devam ettiği ve Batı Tigray bölgesinde “Tigray halkının etnik temizliğe” maruz bırakıldığı ifade edildi.

Batı Şeria’daki Filistinliler açısından 2022’nin son 10 yılın en kanlı senesi olduğu belirtilerek, “Çoğu askeri baskınlar ve gözaltı operasyonlarında olmak üzere aralarında onlarca çocuğun da bulunduğu en az 151 kişi İsrail güçleri tarafından öldürüldü” denildi.

Ayrıca, Haiti, Mali, Venezuela, Yemen ve diğer birçok ülkede insanların silahlı çatışmalar ve şiddetten olumsuz etkilendiği dile getirildi.

Yıllık raporda, toplumsal cinsiyet temelli şiddetin 2022 yılında da sürdüğü ve “küresel bir insan hakları sorunu olmaya devam ettiği” vurgulandı.

Afganistan’da Taliban yönetiminin kadınların ve kız çocukların eğitim, çalışma ve özerklik haklarını engelleyen aşırı sert kısıtlamalar getirdiğine, İran’da “ahlak polisi” tarafından gözaltına alınmasının ardından hayatını kaybeden Mahsa Amini’nin ölümü sonrasında ülke çapında çok sayıda kadının ve kız çocuğun yaralandığı, gözaltına alındığı veya öldürüldüğü ifade edildi.

ABD Yüksek Mahkemesi’nin kürtaj erişimini anayasal güvence altına alan kararı bozduğu hatırlatılarak, “Karar, milyonlarca kadın, kız çocuk ve diğer insanlar için yaşam, güvenlik ve ayrımcılıktan muaf olma hakkı gibi önemli hakların kullanılmasına tehdit oluşturdu” denildi.

Paylaşın

Uluslararası Af Örgütü’nden “Gözüm Patladı” Raporu

Dünya genelinde güvenlik güçlerinin protestoların bastırılmasında kullandığı yöntemleri eleştiren Uluslararası Af Örgütü, “Gözüm Patladı” adlı raporunda, plastik mermi, göz yaşartıcı gaz gibi silahların ticareti ve kullanımında daha sıkı kurallar uygulanmasını talep etti.

“Daha az ölümcül” olarak nitelendirilen bu tür silahların verdiği zararlara dikkat çekilen raporda, protestoların bastırılmasında bu tür silahlara başvurulmasının “ağır yaralanmalara” hatta ölümlere yol açtığı belirtildi.

Uluslararası Af Örgütü “Gözüm Patladı” (My Eye Exploded) adlı bugün yayınlanan raporunda, dünya genelinde güvenlik güçlerinin protestoların bastırılmasında kullandığı yöntemleri eleştirdi.

Örgüt raporunda, plastik mermi, göz yaşartıcı gaz gibi silahların ticareti ve kullanımında daha sıkı kurallar uygulanmasını talep ederken, “daha az ölümcül” olarak nitelendirilen bu tür silahların verdiği zararlara dikkat çekti.

Raporda, protestoların bastırılmasında bu tür silahlara başvurulmasının “ağır yaralanmalara” hatta ölümlere yol açtığı belirtildi.

Uluslararası Af Örgütü’nün raporunda, söz konusu silahların kullanımının son yıllarda “giderek daha da normalleştiği” ifade edildi.

Raporda, “Güvenlik güçlerinin daha az ölümcül silahları sıklıkla ‘saygısızca ve ölçüsüzce’ kullanması nedeniyle binlerce gösterici ve gösteriye dahli olmayan insan sakat kaldı, onlarcası öldü” denildi. Raporda, özellikle “göz yaralanmalarının alarm verici şekilde artış gösterdiği” belirtilerek, bazı göstericilerin gözünü kaybettiği vurgulandı.

Örgütün raporu son beş yılda 30 ülkeden elde edilen verilerle hazırlandı.

Türkiye’ye haritada yer verildi

Uluslararası Af Örgütü’nün sitesinde yer alan interaktif haritada, Türkiye’den iki vakaya da yer verildi. 19 Ağustos 2019’da Diyarbakır, Mardin ve Van belediye başkanlarının görevden alınması sonrası düzenlenen protestolarda, Diyarbakır’da polis müdahalesi sonrası HDP milletvekillerinin yaralanması örnek gösterildi.

Ayrıca haritada 21 Mart 2022’de polisin Furkan Vakfı üyelerinin Adana’daki gösterisine sert müdahalesine de yer verildi. Furkan Vakfı’nın görüntülerine göre, polis göstericilere cop, biber gazı ve plastik mermilerle saldırmış, müdahale sonucu bazı kişiler yaralanmıştı.

İnsan Hakları Vakfı’nın verilerine göre, Türkiye’de 2013 yılındaki Gezi protestoları sırasında da polis müdahalesi sonucu 13 kişi gözünü kaybetmişti.

Raporda, 2019 yılında hükümet karşıtı protestolarda metal çekirdekli plastik mermi isabet etmesi sonucu gözünü kaybeden 22 yaşındaki Şilili üniveriste öğrencisinin sözlerine de yer verildi. “Gözümden su akıyormuş gibi hissettim ama o kandı…” diyen öğrencinin “İnsanların uyanması için gözümü verdim” şeklindeki ifadeleri alıntılanıyor.

Raporda Şili’nin yanı sıra, ABD, Kolombiya, Fransa, Ekvador, Gazze, İran, Irak, Sudan, Tunus ve Venezuela gibi ülkelerdeki vakalar da inceleniyor.

BM’nin tespitlerine atıf

Raporda Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nun “daha az ölümcül” silahlarla ilgili uyarısına da yer verildi. BM’nin açıklamasında, “BM üyesi ülkelere daha öz öldürücü silahlar da dahil olmak üzere tüm silahların bağımsız testlere tabi tutulmasını, bu silahları kullanan güvenlik güçlerinin özel bir eğitimden geçmesini garanti etmeli; ayrıca silahların değerlendirmesini yapmalı ve bu silahların mağdurların haklarına olan etkilerini gözlemlemelidir” ifadeleri yer alıyor.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Uluslararası Af Örgütü: İran’ın Göz Boyamasına İzin Vermeyin

İran’dan gelen “ahlak polisinin” lağvedildiğine ilişkin haberlerle ilgili bir açıklama yapan Uluslararası Af Örgütü Orta Doğu ve Kuzey Afrika Direktörü Morayef, “Uluslararası toplum ve küresel medya İran yetkililerinin göz boyamasına izin vermemeli.” dedi ve ekledi:

“Zorunlu örtünme, İran’ın güvenlik ve idare birimlerinin kadınları keyfi gözaltı ve tutuklamaya maruz bırakmasına ve saçlarını örtmedikleri takdirde hastanelere, okullara, devlet dairelerine ve havaalanlarına erişimlerini engellemelerine izin veren Ceza Kanunu’nda ve diğer yasalar ve düzenlemelerde yerleşik bir kuraldır. Bu yasa ve düzenlemelerin yürürlükten kaldırıldığı güne kadar, Mahsa (Jina) Amini’nin gözaltına alınması ve gözaltında ölümüne yol açan şiddetin aynısı diğer milyonlarca kadını ve kız çocuğu hedef almaya devam edecek.

Uluslararası Af Örgütü, son dönemde İran’dan gelen “ahlak polisinin” lağvedildiğine ilişkin haberlerle ilgili bir açıklama yaptı.

Af Örgütü, dün (6 Aralık) yaptığı açıklamada, İranlı yetkililerin bu konudaki “muğlak ve çelişkili açıklamalarının uluslararası toplumu kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddet konusunda yanıltmaması gerektiğini” belirtti.

Bianet’tin aktardığına göre, Uluslararası Af Örgütü Orta Doğu ve Kuzey Afrika Bölgesel Direktörü Heba Morayef, konu ile ilgili açıklamasında, İran Başsavcısı Cafer Muntazeri’nin 3 Aralık tarihli açıklamasına atıfla, şu değerlendirmeleri paylaştı:

“İranlı yetkililer suçu birbirine atıyor”

“Başsavcının açıklaması kasten muğlak ve kadınlara ve kız çocuklara karşı zorunlu örtünme uygulamasını katı bir biçimde yürürlükte tutan hukuksal ve siyasi altyapıya değinmeyen bir açıklama.

‘Ahlak polisi’nin yargıyla hiçbir ilgisi olmadığını söylemek, on yıllardır kadınların ve kız çocuklarının, haklarını ihlal eden ayrımcı nitelikteki zorunlu örtünme yasaları kapsamında suçlu sayılmasının yargı eliyle tasdiklendiği gerçeğini çarpıtıyor.

İran yetkilileri, toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık ve şiddetin bu aşırı biçimine karşı İran’da ve küresel çapta ifade edilen öfke karşısında sorumluluktan kaçmak için suçu birbirine atıyor.

“İran’ın göz boyamasına izin vermeyin”

Uluslararası toplum ve küresel medya İran yetkililerinin göz boyamasına izin vermemeli.

Zorunlu örtünme, İran’ın güvenlik ve idare birimlerinin kadınları keyfi gözaltı ve tutuklamaya maruz bırakmasına ve saçlarını örtmedikleri takdirde hastanelere, okullara, devlet dairelerine ve havaalanlarına erişimlerini engellemelerine izin veren Ceza Kanunu’nda ve diğer yasalar ve düzenlemelerde yerleşik bir kuraldır.

Bu yasa ve düzenlemelerin yürürlükten kaldırıldığı güne kadar, Mahsa (Jina) Amini’nin gözaltına alınması ve gözaltında ölümüne yol açan şiddetin aynısı diğer milyonlarca kadını ve kız çocuğu hedef almaya devam edecek.

“Protestocular yeni bir sistem de talep ediyor”

İran’daki protestocuların sadece ‘ahlak polisi’nin lağvedilmesini değil, temel insan haklarına ve özgürlüklere saygı gösteren yeni bir siyasi ve hukuki sisteme geçişi de talep ettiğini akılda tutmak önemli.

Ülkenin dört bir yanına yayılan halk ayaklanması, İran halkına yönelik on yıllardır süregelen baskılara karşı ülke çapındaki öfkeyi yansıtıyor. Bu baskılar, çok sayıda insanın her gün yalnızca özgürlük, demokrasi ve insan hakları istediği için hukuksuzca öldürülmesiyle sonuçlanmaktadır.”

Ne olmuştu?

İran Başsavcısı Cafer Muntazeri 3 Aralık 2022’deki bir basın toplantısında, “Ahlak polisinin yargıyla hiçbir ilgisi yok ve geçmişte hangi birim tarafından kurulduysa o birim tarafından kapatıldı” dedi.

Ardından, “Yargı insanların toplum içindeki davranışlarını düzenlemeyi sürdürecek” diyerek, zorunlu başörtüsü yasaları kapsamında kadınların bedenleri üzerindeki denetimin devam edeceğine işaret etti.

Devlete bağlı medya kuruluşları ertesi gün, “İran’daki hiçbir resmi makam ahlak polisinin lağvedildiğini doğrulamadı” şeklinde haberler yaptı.

İran’ın “ahlak polisi,” İçişleri Bakanlığı’nın yetki alanındaki polis gücünün bir alt koludur. Başsavcı’nın yargıyı “ahlak polisi”nden ayrı tutmaya çalışan açıklamasına rağmen, İran Ceza Muhakemesi Kanunu uyarınca polis memurları, savcının denetimi ve talimatıyla gözaltı ve sorgulama yapabilen “yargı yetkilisi” olarak değerlendiriliyor.

Paylaşın