TÜSİAD’dan İktidara Sert Eleştiriler

TÜSİAD olağan Genel Kurul toplantısında konuşan TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan, ekonomide “yüksek enflasyon, istikrarısızlık, düşük katma değerli üretim, orta gelir tuzağı, yeşil ekonomiye uyum ihtiyacı ve orta gelir tuzağı önemli başlıklar olarak duruyor” dedi.

Bu sorunların olduğu gibi devam ettiğini dile getiren Özilhan, sorunları kesin ve kalıcı olarak çözmek yerine sadece palyatif çözümlerin vakit kaybına yol açtığını ve yapısal sorunların ertelendiğini belirtti.

Üretim artışı sağlanmadan makro ekonomik sorunlarda kalıcı iyileşmenin mümkün olmadığının altını çizen Özilhan, refahın adil dağıtılmasına dikkat çekti. Yüksek enflasyon ve refah üretmeyen büyümenin geçim sıkıntısı getirdiğinin altını çizen Özilhan, yıllardır aynı sorunları yaşayan ülkenin 2024 yılında hâlâ gelir adaletsizliğiyle mücadele ettiğini dile getirdi.

TÜSİAD Başkanı Orhan Turan ise TÜSİAD olarak zorlu bir dönemde görev yaptıklarını ifade ederek, “Ortak akılla yan yana durarak, birbirimizden güç alarak ve birbirimize destek vererek doğru bildiklerimizi bu dönemde de söylemeye devam edeceğiz. Atatürk’ün çizdiği yolda, ülkemizin çağdaş uygarlık yolunda ilerlemesini sağlayacağını düşündüğümüz tüm konuları, toplumumuzun en geniş kesimleriyle paylaşmaya özen gösterdik” dedi.

Türk Sanayici ve İşinsanları Derneği (TÜSİAD) olağan Genel Kurul toplantısını düzenledi. TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan ve TÜSİAD Başkanı Orhan Turan, toplantıda bir konuşma gerçekleştirdi.

Tuncay Özilhan, konuşmasında şunları söyledi: Gündemin her zaman çok yoğun olduğu ülkemizde, genel kurullarımıza hep gündeme ilişkin değerlendirmeler damgasını vurur. Fakat gündem ne kadar yakıcı olursa olsun, zaman zaman geri yaslanıp, daha uzun bir perspektiften değerlendirme yapmak gerekir.

Nereye gittiğimizi iyi bilmeliyiz ki menzile ulaşalım. 2015 yılında üstlendiğim Yüksek İstişare Konseyi Başkanlığı görevini bugün devrederken sizlerle beraber geçen dokuz yılın değerlendirmesini yapmak istiyorum. Bunu yaparken dokuz yılda dünyanın ve ülkemizin geçirdiği değişime ve TÜSİAD’ın bu süreçte oynadığı role bakmamız gerekir.

2015 yılında görevi devraldıktan sonra yaptığım ilk konuşmada küresel mimarideki değişim dalgalarına işaret etmiştim. 19. yüzyıl, tarihte uzun 19. yüzyıl olarak bilinir. 1789’da Fransız Devrimi ile başlayan ve 1914’te Birinci Dünya Savaşına kadar devam eden dönem ulus devletlerin kurulduğu ve modern dünyanın temellerinin atıldığı bir dönemdir. Buna karşılık 20.yüzyıl kısadır. Sanıyorum yirmi birinci yüzyılın ikinci on yılı da uzun onyıl terimini hak ediyor. 2008 kriziyle başlayan belirsizlik, karmaşa, bilinmezlik, altüst oluşlar çağı soluksuz devam ediyor.

Neler görmedik ki! Dünya sürekli olarak terör olayları ve toplu cinayetlerle sarsıldı. Küresel ısınma daha önce görülmedik seviyelere ulaştı. Birisi ülkemizde olmak üzere büyük depremler, doğal afetler yaşadık. Küresel sistemde de depremler yaşandı. Bildiğimiz dünya değişti. Dünya ekonomisi bir türlü eski gücüne dönemedi. Liberal küreselleşme anlayışı ile hiç de uyumlu olmayan müdahaleler ve ticaret savaşlarına şahit olduk. Hayatımıza e-ticaret girdi. Artık ekonominin temel parametrelerini, yeşil ekonomi, yeni teknolojiler ve küresel tedarik zincirlerindeki değişimler şekillendiriyor.

Jeopolitik riskler sürekli olarak tırmandı. Demokratik ülkeler topluluğu ile Çin, Rusya, İran, Kuzey Kore gibi ülkeler arasında sürekli bir gerilim yaşandı. Ortadoğu’daki huzursuzluklar hiç dinmediği gibi üzerine yenileri eklendi. Doğumuzda Azerbaycan-Ermenistan, kuzeyimizde Rusya-Ukrayna, güneyimizde İsrail-Filistin savaşlarını gördük. Avrupa Birliği bir yandan yeni aday ülkelerle genişleme sürecini devam ettirdi. Diğer yandan Birleşik Krallık üyelikten ayrıldı.

Covid pandemisi her alanda çok derin etkiler yarattı. Dünyada gelir adaletsizliği azalmakta ve yoksullukla mücadelede mesafe alınmakta idi. Ama 2019 sonrasında 70 milyon insan yeniden aşırı yoksulluğa itildi. Savaşlar, iklim krizi, ekonomik zorluklar gibi nedenler dünya üzerinde göçlere ve mülteci krizlerine neden oldu. Mülteci sayısı 2015 yılında 16 milyondan 2023 yılında 30 milyona ulaştı. Türkiye tüm dünyada İran’la birlikte en fazla sayıda göçmene ev sahipliği yapan ülke oldu.

Bütün bu olumsuz tabloya dünyanın hemen her yerinde tepkiler geldi. Toplumsal olaylar tırmandı. Sorunlara işe yarar çözümler üretemeyen merkez siyasetler cezalandırılırken popülizm tırmanışa geçti. Aşırı sağ popülizmdeki yükselişe, her konuda yetkiyi ve bilgiyi tekelinde tutan otoriterlik; bilimin, teknik becerinin, liyakatin değersizleştirildiği bir siyaset anlayışı eşlik etti.

Öte yandan, kadınların eşitlik ve hak talepleri ve cinsel istismara karşı toplumsal bilinç yükseldi. Etnik ayrımcılık karşıtı güçlü eylemler yapıldı. Teknolojide de büyük ilerlemeler gördük. Özellikle gen ve uzay teknolojileri, otonom cihazlar, yapay zeka ve dijital teknolojilerdeki gelişmeler çığır açtı. Bu gelişmeler doğal olarak bütün konuşmalarımda önemli bir yer kapladı. Çünkü dünya değişiyorken, değişimi iyi takip etmek, yönelimi doğru okumak ve zamanında pozisyon almak gerekir.

Geçtiğimiz dokuz yılda ülkemizde de baş döndürücü bir gündem vardı. Bu derin değişimler dönüşümler karşısında siyasi, ekonomik ve sosyal temellerimizi sağlamlaştırmak gerekiyordu. Dış politikada pazarlıkçı yaklaşımın yerini ilkeler bazında bir politikanın almasından yana olduğumuzu defalarca vurguladım. Batının bir parçası olduğumuzu unutmamamız gerektiğine, Türkiye’nin batı ve doğu arasında bir köprü olduğuna ve AB üyelik sürecinin önemine işaret ettim.

Küresel riskler, bölgesel tehditler, ekonomik çıkarlar dikkate alındığında, AB Türkiye için vazgeçilmez öneme sahiptir. Bunu sürekli ifade ettim. 1999 yılında yönetim kurulu başkanı olduğum yıl Türkiye AB’ye aday ülke statüsü kazanmıştı. 2015 yılında yüksek istişare konseyi başkanı olduğumda AB ile müzakerelere başlayalı 10 yıl olmuştu. 2024 yılında Türkiye hala AB üyelik sürecine devam ediyor. 2016’da bir darbe girişimi yaşadık.

Son dokuz yılda sekiz kez sandık kuruldu. 2 cumhurbaşkanlığı, 4 meclis, 1 halkoylaması, birisi gelecek ay olmak üzere 2 yerel seçim gündemimizi doldurdu. Parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçtik. İktidar yapısı değişmedi ama siyasi gerilim de hiç düşmedi; hatta sürekli olarak tırmandı. Konuşmalarımda kısır siyasi çekişmeleri bir kenara bırakmak gerektiğini vurguladım. 2024 yılında Türkiye hala siyasi istikrar arayışına devam ediyor.
Terör de yakamızı hiç bırakmadı. 2024 yılında Türkiye hala terörle mücadeleye devam ediyor.

Göreve geldiğimde 1999 Gölcük depreminin üzerinden altı yıl geçmişti. Geçen sene ise yaşadığımız korkunç depremin yaralarını hala tam olarak saramadık. 2024 yılında Türkiye hala Marmara depremine nasıl hazır olunacağını tartışmaya devam ediyor. Ekonomik durum tüm konuşmaların temel başlıklarından birisi oldu.

Yüksek enflasyon, TL’nin değerinde istikrarsızlık, düşük tasarruf oranı, cari açık, düşük verimlilik, düşük katma değerli üretim, orta gelir tuzağı, teknolojide geri kalma endişesi, yeşil ekonomiye uyum ihtiyacı nitelikli eleman sorunu ekonomik durumun vaz geçilmez başlıkları idi. Bu sorunlar orta yerde duruyorken palyatif çözümler sadece vakit kaybına yol açar. Konjonktür ne kadar elverişsiz olursa olsun, geleceği kaybetmemek için uzun vadeli düşünmek, yapısal sorunları ertelemeden çözmek gerekir.

2015 yılında enflasyon %9, kişi başı gelir 11 bin dolar, cari açığın GSYH’ya oranı % 3 idi. Son verilere göre enflasyon %65, kişi başı gelir 10 bin 659 dolar, cari açığın GSYH’ya oranı ise % 3,6 oldu. 2024 yılında Türkiye hala makroekonomik istikrar arayışına devam ediyor. 2015 yılında Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisindeki payı %1.15, küresel mal ve hizmet ihracatındaki payı ise %4.1 idi. Bu oranlar 2022 yılında da değişmedi.

2024 yılında Türkiye hala küresel ekonomideki payını artırma arayışına devam ediyor. İlk konuşmamdan son konuşmama kadar hep üretim, üretim, üretim dedim. Rasyonel para ve maliye politikaları tabi ki işin a-b-c si. Ama üretim artışı sağlamadan makroekonomik sorunlarda kalıcı bir iyileşme mümkün değil. Küresel konjonktür durumu daha da önemi hale getirdi. Gelişkin bir üretim kapasitesi, hem sanayide, hem tarımda, stratejik önemde. Bu da öngörülebilirlik, iyi bir planlama ve yatırım ortamının iyileştirilmesini, yani hukuk devletinin, yargı tarafsızlığının hiçbir istisnaya müsamaha göstermeden tam anlamıyla uygulanmasına bağlı.

Konuşmalarda sıklıkla dile getirdiğim bir konu da refahın adil dağılması, yoksulluğun azaltılması gereği idi. Yüksek enflasyon ve refah üretmeyen büyüme geçim sıkıntısını getirir. Büyümenin kaynağını tüketime, kentsel ranta, verimliliğe katkısı sınırlı projelere dayandırmak doğru değildir. Oysa kaynakları verimli kullansak, toplanan vergilerde israfı önleyip, eğitim ve diğer sosyal harcamaların payını artırabilsek, durum farklı olabilirdi. 2024 yılında Türkiye hala gelir adaletsizliği ile mücadeleye devam ediyor.

Refahı artırmak için istihdam yaratmak gerekiyor. 2015 yılında işsizlik oranı %10.3 idi. Geçen yılın Kasım ayında %9 oldu. 2024 yılında Türkiye hala vatandaşlarına iyi işler yaratma mücadelesine devam ediyor.

İşsizlik sorunu yaşanırken bir de nitelikli insan kaynağı sorunu yaşıyoruz. Bunun nedeni eğitim sisteminin yeni mesleklere yönelik yeni becerileri kazandırma konusundaki yetersizliği. Konuşmalarımda beyin göçünü önlemenin, bilime, özgür düşünceye, eleştirel akla, yaratıcılığa dayalı bir eğitim sisteminin ve eğitimde fırsat eşitliğini sağlamanın önemine çok vurgu yaptım. Son 20 yılda eğitimle ilgili 17 kez değişiklik yapılmış.

2024 yılında Türkiye eğitimde nitelik ve fırsat eşitliği sorunlarını çözmek yerine hala afaki tartışmalar yapmaya devam ediyor. TÜSİAD’ın ellinci yılı için yapmış olduğumuz çalışmada, insanın, kalkınmanın hem öznesi hem de hedefi olduğunu belirtmiştik. Kalkınma her şeyden önce insan içindir. Her türlü farklılıklarıyla tüm etnik ve dini inançtan insanımız ülkemizin gücüne güç katar. Bunun için sivil toplumun önünün açılması, ifade özgürlüğü, özgür medya, akademik özgürlükler konuları da sık sık gündemimde oldu.

Kadınlar için ekonomik, toplumsal ve siyasi hayatta fırsat eşitliği sağlanması, kadına şiddetin önüne geçilmesi ve İstanbul Sözleşmesine dönülmesi de dikkat çektiğim hususlardan birisiydi. 2015 yılında mecliste kadınların oranı %15 idi. 2023’te bu oran %17 oldu. 2024 yılında Türkiye’de hala kadınların fırsat eşitliği mücadelesi devam ediyor.

Bu kısa özet karşısında eminim içinizden ülke olarak ne çok vakit kaybetmişiz diye geçiriyorsunuzdur. Gerek benim, gerek başkanların bu kürsüden sık sık dile getirdiği öneriler hayata geçmiş olsaydı, acaba bugün daha farklı bir yerde olur muyduk diye sorduğunuzu da tahmin ediyorum. Dokuz yıl boyunca yapmış olduğum önerilerin kaynağı tüzüğümüz oldu. Tüzüğümüz açık ve nettir. Amacımız insan hakları evrensel ilkelerinin, düşünce, inanç ve girişim özgürlüklerinin, laik hukuk devletinin, katılımcı demokrasi anlayışının, liberal ekonominin, rekabetçi piyasa ekonomisinin kurum ve kurallarının ve sürdürülebilir çevre dengesinin benimsendiği bir toplumsal düzenin oluşması olarak belirtilmiştir. Şimdiye kadar her yönetim bu amaçları gerçekleştirmek için çalıştı. Gün oldu bu amaçlara yaklaştık; gün oldu uzaklaştık.

TÜSİAD Başkanı Orhan Turan ise konuşmasında şu ifadeleri kullandı: TÜSİAD kurumsal yapısı ve yarım asırlık tecrübesiyle, ülkenin tüm sorunları karşısında çözüm üretme misyonuyla çalışır. Sorunların ağırlaştığı dönemlerde, sadece üyelerine değil esas olarak ülkeye karşı yüksek sorumluluk gerektiren bu görevi layıkıyla yerine getirmek daha da meşakkatli hale gelir. Tuncay Bey, bu zorluğun üstesinden en mükemmel biçimde geldi.

Biz de, son yönetim kurulu olarak;

– Küresel mimarinin baş döndürücü bir biçimde değiştiği,
– Pandeminin yaralarının sarılmaya çalışıldığı,
– Ülke tarihimizin en büyük deprem felaketini yaşadığımız, biri kuzeyimizde biri güneyimizde iki
savaşın bölgemizi ateş topuna çevirdiği,
– Cumhuriyetimizin 100. Yılını idrak ettiğimiz bu dönemde,
– Devraldığımız bayrağı layıkıyla ileri taşıma uğraşında olduk.

Geçtiğimiz iki yıla sadece deprem gerçeği damgasını vurmadı;

– Yoğun jeopolitik riskler, savaşlar ve küresel ekonomideki sarsıcı değişimler oldu.
– Küresel ısınmanın etkileri şiddetini artırarak devam etti.
– Teknolojik dönüşüm, yapay zeka alanındaki gelişmelerle yeni bir düzeye ulaştı.
– Aylarca hepimizin gündemini meşgul eden bir seçim süreci yaşadık.
– Ekonomik sorunlar ağırlaştı.
– Yatırım iklimi karakışta takılı kaldı.
– Enflasyonla mücadele için denenen alternatif yöntemler tüm ekonomik parametreleri yerinden
oynattı.
– Kafalarda piyasa modeli nereye gidiyor soruları oluştu.

Bu zor dönemde beraber görev yapmış olduğum, Yönetim Kurulundaki değerli arkadaşlarıma üstlendikleri büyük sorumluluktan dolayı çok teşekkür ederim. Bize duydukları güven ve verdikleri destek için üyelerimize ve TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi divanına müteşekkiriz. Ayrıca, Genel Sekreterliğimize ve temsilciliklerimize de göstermiş oldukları üstün gayret için teşekkürlerimi ifade etmek isterim.

– Ortak akılla,
– Yan yana durarak,
– Birbirimizden güç alarak
– Ve birbirimize destek vererek doğru bildiklerimizi, bu dönemde de söylemeye devam ettik.
– Atatürk’ün çizdiği yolda, ülkemizin çağdaş uygarlık yolunda ilerlemesini sağlayacağını düşündüğümüz tüm konuları, toplumumuzun en geniş kesimleriyle paylaşmaya özen gösterdik.

Geçen sene Cumhuriyetimizin 100’üncü yaşını haklı bir gururla kutladık. TÜSİAD olarak 100 yıllık kazanımlarımızın ve değerlerimizin vazgeçilmez önemini vurgularken, ilk yüzyılımızın tecrübelerini değerlendirmemiz gerektiğini de düşündük. “Cumhuriyetimizin İkinci Yüzyılına Girerken Türkiye” adlı çalıştay dizimizi gerçekleştirdik.

Bu çalıştayların çıktılarını hatırlayacağınız üzere Aralık ayında yayınladık. Bu yayında özetlenen fikir çeşitliliğinin siyasi partiler, yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri, akademi ve tüm vatandaşlarımız için kıymetli bir kaynak oluşturmasını ve temel meselelerimiz hakkında istişare etmemiz için bir vesile olmasını umuyoruz.

Kahramanmaraş merkezli depremin üzerinden bir sene geçti. Yüreğimiz hala sızlıyor. Depremin hemen ardından gerek oluşturduğumuz Deprem Destek Ağı, gerekse üyelerimizin şirketlerinin ağlarıyla depremden etkilenen illerimizin öncelikli ihtiyaçlarını karşılamak için, bir seferberlik başladı. İş dünyası olarak depremin yaralarını sarmaya, sosyoekonomik toparlanma çalışmaları ile devam ettik.

TÜSİAD olarak ayrıca, Deprem Görev Gücü’müz ile beklenen Marmara depremi karşısında, özel sektörün hazırlıklı olması için çeşitli çalışmalar yapıyoruz. Afet yönetimi çok ciddi bir planlama, hazırlık ve koordinasyon gerektiriyor. Geçen sene yaşadığımız yıkıcı deprem bu gerçeği en acı biçimde öğretti. Kurumlarımızı ve kurallarımızı güçlendirip, kentlerimizi depreme dirençli hale getirmeliyiz. Bu konularda vakit kaybetmenin vebalini alamayız.

Ülke gündeminin önemli başlıklarından biri yerel seçimler. Umuyorum ki önümüzdeki yerel seçimler genel seçim mantığında ilerlemek yerine kentlerdeki yaşam kalitesinin iyileştirilmesine yönelik somut projeleri tartışacağımız bir zemin oluştursun. Tüm siyasi partilerimizden örneğin akıllı kent projelerini, teknolojiyi kent yaşamına nasıl entegre edeceklerini duymak isteriz.

Yerel yönetimler demokrasinin aşağıdan yukarıya inşa edilmesinde büyük rol sahibi. Yerindenlik ilkesi, merkezî yönetimle yerel yönetimler arasındaki yetki ve görevlerin paylaşımının düzenlenmesi açısından kilit bir kavram. Yurttaş tercihinin dikkate alınması ve yetki ve sorumluluğun halka en yakın birimler tarafından yerine getirilmesi, hizmetlerin etkinliği açısından önem taşır.

Siyaseti yerelleştirerek çoğulculuğu güçlendirmek, Cumhuriyetimizin İkinci Yüzyılı için gerçekleştirdiğimiz çalıştaylarımızda da gündeme gelen bir konu olmuştu. Yerel yönetimlerin güçlenmesi ve halkın karar alma mekanizmalarına aktif katılımının gelişmesi, demokrasiyi ve Cumhuriyet’i aynı anda geliştirmek açısından çok önemli.

Bunun yanında uzun yıllardır kadınların siyasete katılımının önemini vurgulamaya devam ediyoruz. Şimdiye kadar açıklanmış olan adaylara baktığımızda, maalesef bu yerel seçimlerde de seçilebilecek yerlerden gösterilen adaylar arasında, kadınların ağırlığı beklentilerimizi karşılamaktan uzak.

Çok zorlu bir ekonomik dönemden geçtik. Ekonomide yanan ateşi söndürmek için rasyonel politika
çerçevesine bağlı kalmaya devam etmemiz gerekiyor. Enflasyonla mücadelede para politikasının sosyal politikalar ve maliye politikası ile de desteklenmesini önemsiyoruz. Bu süreç sadece enflasyonun düşürülmesi açısından değil, aynı zamanda özellikle sabit gelirliler üzerindeki olumsuz etkilerin hafifletilmesi açısından da son derece önemlidir.

Hiç şüphesiz Türkiye ekonomisinde yaşanan sorunlar sadece para ve maliye politikaları ile aşılabilir
nitelikte değildir. Sorunların etrafından dolaşmak, pansuman önlemlerle çözümü geleceğe ötelemekülkenin çıkarına olmuyor.

– Üretim yapısını son teknolojik devrime uygun biçimde dönüştürmeden,
– Verimlilik artışı sağlamadan,
– Sanayi ve tarımda yüksek katma değerli üretimi artırmadan,
– Beyin göçünün önüne geçmeden,
– Nitelikli eğitim ve nitelikli insan kaynağı sorununu çözmeden ekonomimizin rekabetçiliğini
koruyamayız.
– Enflasyonda kalıcı bir iyileşme elde edemeyiz.
– Geçim sıkıntısını çözemeyiz.
– Cari açık sorununu tarihe havale edemeyiz.
– İstihdam yaratamayız.
– Orta gelir tuzağından kurtulup yüksek gelirli ülkeler arasına katılamayız.

Belirsizlik ve dönüşümlerin giderek daha yoğunlaştığı bir dönemde, bu adımları vakit kaybetmeden
atmamız gerekiyor. Ekonomimizin rekabetçiliğini artırmak için, kayıt dışı ile mücadeleyi daha da güçlendirmeliyiz. Vergisini kuruşuna kadar doğru ödeyen, her türlü mevzuata harfiyen uyan işletmeler kayıt dışı çalışan işletmelerin karşısında rekabette zorlanıyor. Kayıt dışı ekonomi kayıtlı kesimin vergi yükünün ağırlaşmasına yol açıyor.

Üstelik kayıt dışı ekonomi, çevre kirliliği, halk sağlığı, çalışanların sosyal güvenlik hakları, iş sağlığı ve güvenliği, hatta suç ekonomisi gibi bir dizi negatif unsur ile de iç içe geçer. Bu nedenle kayıtlı ekonomiye geçişin özendirilmesini çok önemsiyoruz. Bugün Türkiye’de girişimcilerin de, çalışanların da, emeklilerin de, gençlerin de, kadınların da, esnafın da, çiftçinin de, işsizin de yüzünün gülmesini istiyorsak, izlememiz gereken yol açık ve net. TÜSİAD’ın ellinci yılı vesilesiyle 2021’de yayınlanan Geleceği İnşa raporumuzda bunun üç sütun üzerinde, yani “insan, bilim ve kurumlar” üzerinde inşa edilmesi gerektiğini söylemiştik.

Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında müreffeh, adil, çevreci ve saygın bir Türkiye hedefi doğrultusunda doğru ve iyi çalışan kurumların, insanın ve bilimin önemini tüm faaliyetlerimizde vurguluyoruz. Konuşmalarımızda çok sık gündeme getiriyoruz. Dünya çoklu krizler çağında yaşıyor. Jeopolitik, ekonomik, teknolojik, toplumsal, siyasi, demografik, ekolojik çok sayıda dinamik iş başında.

Bu değişim ve dönüşümlerin savaşlar, göçler, terör eylemleri, toplumsal huzursuzluklar, ekonomik ve mali krizler, olağandışı hava olayları gibi, bir dizi riski barındırdığını biliyoruz. Bu değişim sürecinin iyi yönetilememesi halinde, bu olumsuzluklardan birinin gerçekleşmesinin diğerlerini de tetikleyebileceğinin farkındayız. Bu mutlaka kötü bir ihtimal ama, hafife alınabilecek bir ihtimal değil.

Şu anda dünyada birçok siyasi lider ve düşünce insanı bu ürkütücü senaryonun nasıl önlenebileceği üzerinde çalışıyor. Biliyoruz ki insanlığın elinde bütün bu olumsuz gelişmeleri önlemek ve tersine çevirmek için gerekli ve yeterli araçlar var. Bu araçların zamanında ve etkili biçimde kullanılması için gereken ise, demokratik siyaset ve kural bazlı uluslararası sistemin kurumlarının etkin çalışması.

Bu açıdan 2024 yılı dünya demokrasisi için tarihi bir yıl olacak. Bu yıl dünya nüfusunun yarısından fazlasının yaşadığı 76 ülkede sandıklara gidilecek. Seçimlerin sonuçları, dünyanın geleceğinin şekillenmesi açısından önemli olacak. Küresel jeopolitiğin yeniden tanımlandığı, küreselleşmenin beklentileri yerine getiremediği, liberal demokratik değerlerde gerileme tartışmalarının yoğunlaştığı ve kurumların alt üst olduğu bir dönemdeyiz.

Tedarik zincirleri, enerji yolları, güç dengeleri de değişiyor. Görüyoruz ki pek çok sorunumuz aslında çağdaş dünyanın sorunları ile ortak. Tam da bu nedenle ortak sorunlarımıza ortak çözümler üretme iradesinin bir parçası olmak için çok doğru bir zaman. Küresel sistemin reforme edilmesi için, genelde Batı ile özelde AB ile birlikte, bu ilişkilerimizi yeniden ilerleme çıpası haline getirebiliriz.

Gençlerimizin geleceklerini ülkemizde değil de, yurt dışında aramaya başlamış olmalarını uzun vadeli etkisi bakımından ülkemizin önündeki tehditlerin en ciddisi olarak görüyoruz. En iyi liselerimizden mezun gençlerimizin üniversite eğitiminde ağırlıklı olarak yurtdışını tercih etmelerinin nedenleri ve sonuçları üzerinde uzun uzun durmak gerektiğini düşünüyoruz. Üniversite çağına kadar bin bir emek ile yetiştirdiğimiz gençlerimizi, parlak beyinler olarak başka ülkelere kaptırıyoruz. Artık neredeyse tüm kentlerimizde üniversite var. Fakat görüyoruz ki üniversite mezunları arasında işgücüne katılma oranı düşüyor; işsizlik oranı ise artıyor.

Eğitim masrafları artıyor, eğitimin getirisi ise geriliyor. Oysa yapay zeka ve robotikteki gelişmeler nitelikli eğitimi her zamankinden önemli kılıyor. Otomasyona tabi olabilecek işler risk altında. Rekabet gücünü korumak ve verimliliği artırmak isteyen işletmeler yeni teknolojilere yatırım yapıyor. Firmalar, yeni teknolojilerin gerektirdiği becerilere sahip çalışanları istihdam etmek konusunda yurtdışı rakipleri karşısında zorlanıyor. Beceri uyumsuzluğu nedeniyle bir yandan işsizlik artarken bir yandan da işletmelerimiz insan kaynağı sıkıntısı yaşıyor.

– Eğitimin niteliğini yükseltemezsek,
– Nitelikli eğitimde fırsat eşitliği sağlayamazsak,
– Gençlerimizi yeni çağın becerileriyle donatamazsak,
– İşimiz zor.
– Ne rekabet gücümüzün asli unsuru olan işgücünü yetiştirebiliriz ne de gençlerimizi mutlu edip
beyin göçünü önleyebiliriz.

Daha önce de vurgulamış olduğumuz gibi, çağı yakalamamızı sağlayacak olan eğitim sistemi, ezberciliği değil, eleştirel ve yaratıcı düşünceyi önceliklendirmekten geçer. Bilimin yol göstericiliğine sıkı sıkı sarılmalıyız. Bu sistemde cemaat ve tarikatlara da, siyasetle ilişkilendirilen yapılara da yer olmaması gerekir.

Unutmayalım ki, geleceğimizi üzerine inşa edeceğimiz en önemli sütunlarından biri insan. Belki de en önemlisi. Bu temeli tahkim etmeliyiz. Eğitimde laiklik ve bilimsellik ilkelerinden ve fırsat eşitliğinden uzaklaşılırsa insani kalkınma, bilimsel gelişme ve nitelikli kurum ve kurallar hedeflerimizden de uzaklaşırız.

Bir ülkenin en önemli performans göstergesi, her etnik köken ve inançtan insanının, genciyle-yaşlısıyla, kadınıyla-erkeğiyle hepsinin mutluluğu, sağlığı, refahı, geleceğe güvenle bakmasıdır. Oysa veriler bunu doğrulamıyor. Geçen hafta TÜİK gelir dağılımı verilerini açıkladı. Veriler 2007’den
sonraki en bozuk tabloya işaret ediyor.

Gelir dağılımında adalet, refah artışından toplumun farklı kesimlerinin hak ettikleri payı alması, kapsayıcı büyüme, kimseyi dışarıda bırakmamak, TÜSİAD’ın araştırmalarında ve söylemlerinde uzun zamandır hep ön planda oldu. Gerek TÜSİAD’ın 50. Yılı vesilesiyle yapılan “Geleceği İnşa” çalışmasında, gerekse geçen yıl yaptığımız “Cumhuriyet’in İkinci Yüzyılına Girerken Türkiye” çalışmamızda, temel önceliklerden birisi adil bölüşüm oldu. Toplumsal barışın yolu, adil bölüşümden geçiyor.

Biliyoruz ki, yaşam mücadelesi ağırlaşırken, her alanda adil rekabet şartlarından uzaklaşılması toplumsal yapıda korozyona neden oluyor. Günlük yaşamda gerginlikler de daha önce hiç şahit olmadığımız kadar yükseldi. Eski gerilimlerin üzerine yenileri ekleniyor. Günlük yaşamın hemen her alanında gördüğümüz gerginlik, kutuplaşma ve şiddet eğilimi birbirimize güvenimizi zedeliyor. Bu durum siyasetteki gerilimin tırmanmasına yol açıyor. Siyasetteki gerilim de toplumsal kutuplaşmaları derinleştiriyor. Bu negatif döngüyü kırmak zorundayız.

Siyasetteki gerilimi ve toplumsal kutuplaşmayı önlemenin bildiğimiz en etkili yolu, demokratik süreçlerin daha iyi işlemesinden geçiyor. Cumhuriyet’in İkinci Yüzyıla Girerken Türkiye çalışmamızdaki başlıklardan biri Cumhuriyeti ve demokrasiyi nasıl güçlendireceğiz? tartışmasına ayrılmıştı. Bu tartışmalarda vurgulanan noktalardan birisi de Cumhuriyetimizin çok önemli kazanımları olmasına rağmen, istikrarlı bir demokrasi ve demokratik standartların yükseltilmesi yolunda daha alınması gereken mesafe olduğu idi.

– Haklar ve özgürlükler,
– Eşit yurttaşlık,
– Denge ve denetleme mekanizmaları,
– Siyasal hayata katılım gibi başlıklarda ilerleme sağlamak gerekiyor.

Özellikle de hukukun üstünlüğü başlığında.

– Adalete güven duygusunun güçlü olması için mahkeme kararlarında çelişki olmaması, yargı organları arasında uyumun sağlanması, kararların herkes için bağlayıcı olması,
– Adil yargılanma hakkının mutlaka Avrupa İnsan Hakları Sözleşme standartlarında uygulanması,
– Her düzeydeki mahkeme kararının parçası olduğumuz uluslararası normlara ve sözleşmelere de
uygun olması gerekiyor.

Ancak tarif ettiğim standart ve referanslara uygun bir adalet anlayışı ile siyasi ve toplumsal gerilimlerin düşürülmesi yönünde ilerleyebilir; yargının hakemliği konusundaki tereddütleri ortadan kaldırabiliriz. Cumhuriyetimizin yüz yıllık kazanımlarından biri olarak, siyasi ve toplumsal olgunluğumuz en ağır sorunları bile meşru zeminde tartışarak çözüm üretebilecek düzeyde. Milli iradenin tam olarak tecelli etmesi, milletin oyuyla seçilmiş vekillerin ve yerel yöneticilerin görevlerini yapmalarını gerektiriyor.

Son bir yılı nice acıyla geçirdik. Şehitlerimizin acısı hala yüreğimizde. Kahramanmaraş depremlerinde 50 binden fazla vatandaşımız hayatını kaybetti. Filistin’de ölen çocukların sayısı 11 bini aştı. 2024’te acılarımızı dindirebilmeyi temenni ediyorum. Ülkemizin karşı karşıya olduğu tüm güçlükleri aşabileceğimiz konusunda kafamda hiçbir şüphe yok.

– Yetişmiş insan potansiyelimiz,
– Bilim insanlarımız,
– Her alandan uzmanlarımız,
– Yetkin sivil toplumumuz,
– Yüreği ülkesi için çarpan 85 milyon vatandaşımız var.
– Her türlü ekonomik ve siyasi sorunu nasıl olsa bir şekilde çözebiliriz. Ama yiten giden canları
yerine getiremeyiz. Katledilen doğayı, bozulan ekolojik sistemi geri döndüremeyiz. Fırsat eşitliği
sağlayamadığımız gençlerimize iyi bir gelecek sunamayız.

Vakit geçirmeden ülkemizin geleceği için yaşamsal olan konulara odaklanalım;

– Kayıkçı kavgasını bir kenara bırakalım.
– Kısa vadeli kısır çekişmelere rağbet etmeyelim.
– Şahsi ikbal peşinde koşmak yerine ülkenin geleceği için rekabet edelim.”

Paylaşın

TÜSİAD’dan ‘Cemaat Ve Tarikat’ Açıklaması: Eğitim Sisteminde Yer Olmamalı

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in tarikat ve cemaatler ile protokol yapıldığını ve yapılmaya devam edileceği yönündeki sözlerine ilişkin açıklama yapan TÜSİAD, açıklamasında “cemaat ve tarikatlara eğitim sisteminde yer olmaması gerekir” ifadelerine yer verdi.

Haber Merkezi / TÜSİAD’ın açıklamasının devamında, “Eğitim sisteminde çağdaş eğitimle bağdaşmayan konuların gündemde olmasının ülkemizin ekonomik ve sosyal kalkınma hedefleri ile uyuştuğunu söylemek mümkün değildir. Milyonlarca öğrenci, veli, öğretmen, iş, emek, teknoloji dünyası ve akademi gibi çok geniş bir çevreyi etkileyen eğitim alanında bilime dayalı politikalar uygulanması esas olmalıdır” denildi.

Türkiye Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD), Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in “Tarikat ve cemaatlerle protokol yapmaya devam edeceğiz” sözlerinin ardından bugün bir açıklama yayınladı. TÜSİAD’ın eğitimle ilgili gündem konuları hakkında yaptığı açıklama şöyle:

“Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında, ekonomik ve sosyal kalkınmayı başarmış, demokratik laik bir hukuk devleti olan Türkiye için çağdaş bir eğitim seferberliğine ihtiyacımız var.

Müfredatı 21. yüzyıl becerilerine uygun hale getirmek, gençlerimize çağın gerektirdiği yetkinliklerin kazandırılması ve katma değeri yüksek bir ekonomi açısından büyük önem taşıyor. Kimseyi geride bırakmadan her bir öğrencinin kaliteli bir eğitime ulaşmasını sağlamak önceliğimiz olmalı. Çağımızda genç kuşaklarımızı ezberciliğe değil eleştirel ve yaratıcı düşünceye dayanan bir eğitimle buluşturmalıyız. Gelecekte özgür düşünen bireylere hem toplumsal yaşamda hem de iş yaşamında her zamankinden daha çok ihtiyaç duyacağız. Kalkınmanın her boyutunda koyduğumuz iddialı hedeflerin gerçekleşmesi de bunu gerektiriyor.

Ülkemizin bu yöndeki ihtiyacı ve yakın geçmişte yaşanan acı tecrübeler dikkate alındığında cemaat ve tarikatlara eğitim sisteminde yer olmaması gerekir. Eğitim sisteminde çağdaş eğitimle bağdaşmayan konuların gündemde olmasının ülkemizin ekonomik ve sosyal kalkınma hedefleri ile uyuştuğunu söylemek mümkün değildir. Milyonlarca öğrenci, veli, öğretmen, iş, emek, teknoloji dünyası ve akademi gibi çok geniş bir çevreyi etkileyen eğitim alanında bilime dayalı politikalar uygulanması esas olmalıdır.”

Paylaşın

TÜSİAD’dan Ekonomiye İlişkin Dikkat Çeken Mesajlar

TÜSİAD, Yüksek İstişare Konseyi toplantısı Ankara’da gerçekleştirdi. Toplantıda konuşan TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan ve TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan, ekonomiye ilişkin dikkat çeken mesajlar verdi.

Haber Merkezi / “Yüksek enflasyon geçmiş dönemde büyümenin yapısını bozdu. Aşırı tüketime dayanan büyüme modeli sürdürülebilir değil” diyen Tuncay Özilhan, “Dengelenme sürecinin başladığı dikkat çekiyor. Yeni ekonomi yönetimiyle piyasaların politikaya güveni yükseldi” ifadelerini kullandı.

Özilhan, “Enflasyonla mücadelede mutlaka başarılı olmak zorundayız. Önümüzdeki yıl fiyat istikrarında önemli bir aşamaya geleceğimizi düşünüyoruz” dedi.

TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan’ın konuşması şöyle: “Zor bir yılı daha geride bırakıyoruz. Bu seneye hepimizi derin bir acıya gark eden depremlerle başlamıştık. Seneyi bitirirken bu kez de İsrail’in Filistin halkına dönük insanlık dışı saldırıları hepimizin içini yaktı. Oysa bu sene cumhuriyetimizin yüzüncü yılı. Yaşadığımız üzüntüler coşku ve neşeyle kutlamayı umduğumuz yüzüncü yılda hepimizi ister istemez buruklaştırdı.

Biliyorsunuz TÜSİAD cumhuriyetimizin yüzüncü yılı vesilesiyle bu sene özel bir proje gerçekleştirdi. Az sonra takip edeceğimiz panelde yıl boyunca düzenlenen “Cumhuriyetin İkinci Yüzyılına Girerken” ana temalı çalıştay dizisinin çıktıları aktarılacak.

Ben bugünkü konuşmamda cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına girerken Atatürk’ün koymuş olduğu çağdaş uygarlık hedefine ulaşmak için yapmamız gerekenlere odaklanmak istiyorum. İkinci yüzyılımıza girerken, ilk yüz yılının kazanımlarını değerlendirmeye, eksikliklerimizi tespit etmeye, toplumumuzda kabul gören ve görmeyen ekonomik, sosyal ve siyasi yapıların bilançosunu çıkartmaya ihtiyacımız var. İkinci yüzyılımızın politikalarına bu değerlendirmeler ışık tutmalı.

Eksik bırakılan, tam gerçekleştirilemeyen, başka türlü olsa daha iyi olacak uygulamaları da açık yüreklilikle ortaya koymalıyız. Çünkü cumhuriyetimiz rüştünü ispatladı. Son yüz yıla baktığımızda, özellikle yakın coğrafyamızda, devletler yıkılırken, biçim değiştirirken, yerine yenileri kurulurken bizim cumhuriyetimiz dimdik ayakta durdu. Bu da cumhuriyetimizin kuruluşunun ne kadar sağlam temeller üzerine oturduğunu gösteriyor. Gurur duymalıyız. Şimdi vazifemiz, korkmadan, sağlam zeminler üzerine kurulmuş olan bu yapıyı tahkim etmek…

Artık ekonomimizin temel önceliği ne pahasına olursa olsun yüksek büyüme sağlamak olmamalı. Hedefimiz insanlarımızın mutluluğu, özgürlüğü, refah içinde, özgüveni yüksek biçimde yaşaması olmalı. Bu ise kısa vadeli ekonomik kazanımlara değil uzun vadeli olarak bilimde, teknolojide, kültürde, sanatta ve sporda ilerlemeye, sürdürülebilirliğe, kapsayıcılığa, iyi yaşam koşulları sağlayacak istihdam olanaklarını geliştirmeye bağlı. Bu yolda nasıl ilerleyeceğimizi konuşurken günümüzün gelişmiş ve demokratik toplumlarının tecrübelerinden yararlanmakta fayda var.

Güçlü bir piyasa ekonomisinin temel özelliği güçlü bir kurumsal yapı ve sağlam bir hukuk sistemidir. Modern bir hukuk devletinde herkesin can ve mal güvenliği garanti altındadır. Sözleşmeler hukuk sistemi içinde uygulanır. Yargılama adildir; herkes adalet önünde eşittir. Yasalar açık ve nettir; herkese eşit uygulanır. Mahkeme kararlarında çelişki olmaz ve herkes için bağlayıcıdır. Uluslararası normlara ve sözleşmelere riayet edilir. Mevzuat değişikliğinde en iyi uygulamalara bakılır; ilgili tarafların görüşü alınır; etki analizi yapılır.

Güçlü piyasa ekonomilerinde yönetim sisteminde ve kararlarda öngörülebilirlik esastır. Şeffaflık ve hesapverebilirlik güvence altındadır. Güçler ayrılığı ve denge ve denetleme mekanizmaları etkin çalışır. Çoğunlukçuluğa değil çoğulculuğa önem verilir. Düzenleyici kurumlar özerktir. Atamalarda sadece liyakat etkili olur. Böyle bir ortamda girişimler ekonomik kararlarını alırken geleceğe güven içinde bakarlar.

Güçlü piyasa ekonomilerinde ekonomik kararlarda kliantalizme yer olmaz, sadece ekonomik değişkenlere göre karar alınır. Bu koşulların sağlanamadığı durumda ülkenin risk primi yükselir; yatırımların maliyeti artar; yolsuzluklar ve haksız uygulamalar yaygınlaşır. Modern bir hukuk devletinin tüm kurum ve kurallarıyla etkin işlemediği bir ülkeye yabancı yatırımcılar ilgi duymaz. Yabancı yatırımlar doğrudan sermaye yatırımları yerine sıcak para biçimini alır.

Gelişmenin koşullarından birisi de makroekonomik istikrarın korunmasına verilen önemdir. Makroekonomik istikrarı sağlamak için genel kabul gören para ve maliye politikaları izlenir. Makroekonomik istikrar ve hukukun üstünlüğü, uzun vadede öngörülebilirlik sağlayarak yatırım kararlarının alınmasını kolaylaştırır. Bu da bilime ve eğitime verilen önemle birleştiğinde teknolojik ilerlemenin önünü açar. Teknolojik ilerleme, verimlilik ve toplumsal refah artışının esas kaynağıdır. Teknolojik ilerlemeye dayanmayan büyüme süreçleri cılızdır, dengesizdir ve devamlı değildir.

Verilere baktığımızda, en iyi eğitim kurumlarının, en yaratıcı beyinlerin, en iyi araştırma laboratuvarlarının, milli gelirden Ar-Ge’ye ayrılan en yüksek payın genellikle güçlü piyasa ekonomilerinde olduğunu görürüz. Biliyoruz ki yeni fikirler ve çağı etkileyen buluşlar, baskıcı toplumlardan çıkmaz. Yaratıcılığın önünü açan ve besleyen güçlü hukuk devleti, demokratik teamüllerin yerleşikliği, en aykırı fikirlerin bile ifade edilmesine gösterilen hoşgörü, basın özgürlüğü, kültür ve sanata verilen önemdir.

Ayrıca güçlü piyasa ekonomilerinde gelir dağılımı adaletsizliklerini hafifletmek ve kapsayıcılığı artırmak üzere sosyal güvenlik ağlarının ve sosyal refah programlarının güçlü olduğu da dikkati çeker. Geniş istihdam olanakları, daha dengeli gelir dağılımı, dezavantajlı kesimlerinin desteklenmesi, kapsayıcılığın gözetilmesi ülkedeki mutluluk ve refah düzeyini artırır, toplumsal barışı destekler. Hepimizin aslında gayet iyi bildiği bu çerçeve, Cumhuriyetimizin ilk yüzyılında sağladığımız başarıyı nasıl ileri taşıyacağımızı hatırlamamıza vesile oluyor.

Bundan 100 yıl önce cumhuriyetimiz tam bağımsızlık, laiklik, demokrasi, bilimsel ve ekonomik ilerleme, yurtta ve dünyada barış hedefleri şiar edilerek kurulmuştu. Tam bağımsızlığın siyasi bağımsızlık kadar iktisadi bağımsızlığı da gerektirdiği daha kurtuluş ve kuruluş mücadelesi verilirken idrak edilmişti.

Savaşlarda harap olmuş, yokluk ve yoksunluktan bitap düşmüş, her tarafı şehit kanlarıyla sulanmış, memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş, iktisadi olarak bir çöl olan yurdumuzda kısa zamanda modern bir piyasa ekonomisi vücut buldu. Bu kadar olumsuz koşullarda, siyasi ve iktisadi konularda karar alma bağımsızlığımızı koruyarak bir kalkınma modeli uyguladık. Bu kadar kısa süre içinde elde etmiş olduğumuz başarı ile ne kadar övünsek azdır. Ancak bugün bu başarının üstüne çıkmak, bir süredir hapsolduğumuz orta gelir tuzağından kurtulmak ve artık yüksek gelirli ülkeler arasında yer almak zorundayız.

Bugün, bu hedeflere ulaşmak konusunda altı ay önceye oranla daha umutlu bir noktadayız. Yeni ekonomi yönetimiyle birlikte, piyasaların ekonomi politikalarına güveninin yükseldiği bir döneme girdik. Ekonomi politikalarında son 10 yılda öngörülebilirliğin azaldığı ve oynaklığın yüksek olduğu bir dönemin ardından Mayıs ayından bu yana, geleneksel politikalara dönüldü. Teoride ve uygulamada

performansını iyi değerlendirebildiğimiz bu politikalar yatırımcılar için yatırım ufkunun uzamasını sağlıyor. Seçimlerin öncesinde 900 baz puana dayanmış olan Ülke Risk Priminin 350 baz puana kadar gerilemesi uzun vadeli yatırımların finansman imkanlarını genişletiyor.

Ekonomimizdeki bu gelişmeler geçen hafta açıklanmış olan büyüme verileri ışığında daha da dikkat çekiyor. Yüksek enflasyon geçmiş dönemde büyümenin yapısını bozmuştu. Ekonomimiz, ihracat ve yatırıma değil yüksek tüketime dayalı bir patikaya oturmuştu. Şimdi bir dengelenme sürecinin başladığı dikkati çekiyor. Aşırı tüketime dayanan bir büyüme modelinin sürdürülebilir olmadığını hepimiz biliyoruz.

Bu nedenle geçmiş dönemin ekonomik sorunlarının arkasındaki neden olan enflasyonla mücadelede mutlaka başarılı olmamız gerekiyor. Merkez Bankamızın para politikasında sıkılaşma yönünde doğru adımlar atmaya başlaması enflasyon sorununun çözüleceğine duyduğumuz umudu pekiştiriyor. Kademeli şekilde ilerleyen bu süreçle birlikte önümüzdeki yıl fiyat istikrarının sağlanmasında önemli bir aşamaya geleceğimizi umuyoruz.

Ancak uzun vadeli ekonomik performansın artırılmasında para politikasının etkisi hiç şüphesiz sınırlı. Ekonomi yönetiminin başarısı için belki de en belirleyici konu hukuk sistemine duyulan güven. Bu yüzden, hukuk sistemine duyulan güveni sarsacak girişimlerden uzak durulmasını, ekonomik performansımız açısından çok önemli buluyoruz.

Umuyorum ki gelecek seneden itibaren makroekonomik istikrarın sağlanması konusunda bir mesafe kat ederiz ve esas gündemimizi yapısal reformlara, sanayi politikalarına, sektörel politikalara, çevre ve iklim politikalarına, istihdam ve eğitim politikalarına ve sosyal yardım politikalarına ayırabiliriz.

TÜSİAD olarak içinden geçmekte olduğumuz dönemin çoklu krizler çağı olduğunu hep vurguluyoruz. Bir süredir ivmesi hızlanan teknolojik dönüşüm, artık hepimizin gündelik yaşamlarımızda bile sonuçlarını fark ettiğimiz küresel ısınma ve ekolojik kriz, iki kutuplu küresel sistemin çökmesinden sonra şiddetlenerek devam eden güç mücadeleleri, artan eşitsizliklerin yol açtığı toplumsal gerilimler, merkez siyasetçilerin bu sorunlar karşısında işe yarayan çözümler üretememesi ve birçok ülkede aşırı radikal siyasetçilerin popüleritesinde gözlemlenen artış, göçler, mülteci akınları ve tırmanan kültürler arası çatışma… bu sorunlar yumağı yoğun bir istikrarsızlık ve belirsizlik yaratıyor.

Tüm dünyada, tüm ülkeleri sarsan böylesi bir krizler çağında ülkemizi hep özlemini duyduğumuz muasır medeniyetler seviyesine nasıl taşıyacağız sorusuna cevap verirken iki konunun çok kritik olduğunu düşünüyorum:

1. Bunlardan ilki bu kadar çok ve girift sorunun içinden sadece el birliği ile çıkabileceğimiz gerçeği. Yalnızca, bilgi ve tecrübelerimizi bir araya getirerek ve birbirimize inanarak ve güvenerek daha güzel bir geleceğin kapısını açabiliriz. Birbirimizi dinleyerek ve anlayarak, diyalog kanallarını açık tutarak, kendi önceliklerimizi başkalarına empoze etmeyerek, eleştirilerimizde yapıcı davranarak, karşılıklı fedakârlık yaparak bu çalkantılı denizde gemimizi sakin sulara ulaştırabiliriz. Unutmayalım ki mutluluğu kavgada değil, barışta; çatışmada değil huzurda buluruz.

2. İkinci konu ise bilim ve eğitime artık daha fazla oyalanmadan hak ettiği önemi vermemiz gerektiği.

Cumhuriyetin belki de en büyük başarısı eğitimde fırsat eşitliği sağlamış olmasıydı. Eminim ki bu salonu dolduranlarımız dahil olmak üzere bugün iş dünyasında, bürokraside ve siyasette birçok kişi, Cumhuriyetin, ya kendilerine ya da ebeveynlerine sağlamış olduğu fırsat eşitliği sayesinde bugünkü koltuklarını dolduruyorlar. Tabi eğitimde fırsat eşitliği derken herkesin okula gitmesini değil herkesin kaliteli eğitime erişimde engellerle karşılaşmamasını kastediyorum.

Bugün özel sektörde ve kamuda karar verici konumda olanların ezici çoğunluğu eğitim hayatının en az bir aşamasında kamu kurumlarında okumuştur. Ama bugünün çocukları daha önceki kuşaklar kadar şanslı değil. Kaliteli eğitim için aileler bütçelerinden giderek daha fazla pay ayırmaya başladı. Eğitim harcamalarında özel kaynakların payı açısından Türkiye, tüm OECD ülkeleri arasında e yüksek orana sahip. Bu veri, eğitimde fırsat eşitliği konusundaki dezavantajımıza işaret ediyor. Nitelikli eğitim olanağı olmayan nice parlak çocuk maalesef heba oluyor, vasat bir işe ve vasat bir gelire mahkûm kalıyor. Birçok araştırma, önümüzdeki dönemde mevcut işlerin neredeyse yarısının otomasyona tabi olacağını söylüyor.

Özellikle belli bir rutinde tekrara dayanan görevlerin giderek insanlar yerine makineler veya yapay zekâ tarafından yapılacağı bir süreçteyiz. Başta yapay zekâ uygulamaları olmak üzere teknolojinin gelişim hızı hepimizi şaşırtıyor. Bu koşullar altında çalışanların geçmişten çok farklı becerilere sahip olması gerektiği aşikâr. Aşikâr olan bir başka nokta da bunun ancak eğitim sisteminde merakı, araştırmacılığı, analitik ve yaratıcı düşünceyi ön plana alan köklü bir reformla gerçekleştirilebilir olması. Son 20 yılda eğitimle ilgili 17 kez değişiklik yapılmış. Gündemde yeni bir değişiklik daha var. Hazırlıkları devam etmekte olan müfredat değişikliği çalışmalarında 21. Yüzyılın gerektirdiği yetkinlikler konusunda bir ilerleme görmeyi tüm iş dünyası olarak heyecanla bekliyoruz…

Gençlerimizi yeni teknolojilerin gerektirdiği becerilerle donatırken mevcut çalışanlarımızın da becerilerini geliştirecek eğitim programlarına önem vermeliyiz.

Teknolojinin gelişmesiyle birlikte ortaya çıkan yeni becerilere sahip eleman ihtiyacı, zaten halihazırda sıkıntı yaşanan nitelikli eleman sorununu daha da ağırlaştıracak. Uzunca bir süredir bin-bir emekle okutup yetiştirdiğimiz nitelikli insan gücümüzü daha cazip ekonomik fırsatlar, sosyal haklar ve yüksek yaşam standartları sunan gelişmiş ülkelere kaybetmeye başlamıştık. Nitelikli insan gücünde görülen sıkıntı son zamanlarda insan kaynaklarının tümüne yayıldı. Geniş işsizlik oranı diyebileceğimiz atıl işgücü oranı %22’ler bandında dolaşıyor. Ortalama ücret ile asgari ücret arasındaki makas giderek kapanıyor.

Üniversite eğitiminde nitelik düşüşü ile birlikte üniversite ile lise mezunları arasındaki ücret makası daralıyor. Yani üniversite eğitiminin getirisi düşüyor. Bir tarafta çalışkan ve başarılı gençlerimizin emeği var, diğer tarafta, yasa dışı yollara sapanların gözler önüne serilen yaşantıları… Hep tekrar ettiğim gibi üretmeden olmuyor. Her işin başı üretim ve adil rekabet. Ekonomi kayıtlı ve kural bazlı olmalı. Rekabet ortamı düzgün çalışmalı. Yolsuzluk ve kara parayla etkin biçimde mücadele edilmeli.

Şurası bir gerçek ki Türkiye ne yer altı zenginliklerine ne de büyük sermaye birikimine sahip bir ülke. Aslında zaten günümüzde refahın aslı kaynağının bunlar değil nitelikli insan, bilim-teknoloji ve sağlıklı işleyen kurumlar ve kurallar olduğunu hep söylüyoruz. Ekonomik büyüme için tek dayanağımız çalışanıyla, girişimcisiyle, bilim insanıyla, teknolojik yeniliklere imza atan araştırmacısıyla, erkeğiyle, kadınıyla insanımız. İnsanımızın niteliklerinin çağın gereksinimlerinin gerisine düşmesi ve beyin göçü, orta gelir tuzağını aşmamızın önünde büyük bir engel teşkil ediyor.

Konuşmamı bitirirken başlangıçtaki soruma geri dönmek istiyorum. İkinci yüzyılımıza girerken ülkemizi çağdaş uygarlıklar seviyesine yükseltecek ve insanımızı mutlu ettirecek bir programa ihtiyacımız var. Yirmibirinci yüzyılda çağdaş uygarlığa giden yol hukuk devletinden, demokratik standartların yerleşik hale gelmesinden, laiklik anlayışının içselleştirilmesinden, bilimin yol göstericiliğinden, eğitimde fırsat eşitliğinden, kadınların her alanda eşit katılımından ve sürdürülebilirlikten geçiyor.

Bunu gerçekleştirmek için geleceği geçmişin kazanımlarının üzerine inşa edeceğiz. Birinci yüzyılın eksikliklerini tamamlayacağız. Çözülememiş sorunlarımızın üstüne gideceğiz. İyileştirilmesi ve düzeltilmesi gereken boyutları toplumsal uzlaşmayla düzelteceğiz. Karşı karşıya olduğumuz çetrefil sorunları, cumhuriyet değerlerinin sağlam zeminine basarak, egemenliğin kayıtsız şartsız sahibinin millet olduğu bilinciyle, hep beraber seferber olarak aşacağız.

Birbirimizi dinleyecek, anlayacak, yapıcı davranacak, en önemlisi de birbirimize güveneceğiz. İkinci yüzyılımızı ayrışarak değil anlaşarak, kavgayla değil barışla inşa etme temennisiyle sözlerime son verirken dikkatiniz için teşekkür ediyor hepinizi saygıyla selamlıyorum.”

“Bu süreçler Türkiye için hem fırsatlar, hem de riskler barındırıyor”

TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan ise konuşmasında şunları söyledi: “Cumhuriyetimizin 100. Yılında, bu son Yüksek İstişare Konseyi toplantımızda hepinizi TÜSİAD Yönetim Kurulu adına saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde, ulusumuzun eşsiz fedakarlıkları ile kurulan Cumhuriyetimizin 100’üncü yaşını heyecanla, coşkuyla, gururla kutladık.

Atatürk’ün 100 yıl önce Cumhuriyet ile ortaya koyduğu Devrimci Vizyon kısa sürede devasa adımlara dönüştü. Bu vizyona ve ruha sahip çıkmak toplumsal sorumluluğumuz, Cumhuriyet’in fedakar kurucularına manevi borcumuzdur.

Nitekim, bundan tam bir yıl önce, yine Ankara’da Konsey toplantımızda yaptığım konuşmada ikinci yüz yılımızda aklımızdan ve gönlümüzden geçen Türkiye’yi anlatmıştım. Daha gelişmiş, daha zengin, refahın adil dağıldığı, fırsat eşitliğini ve insani kalkınmasını sağlamış, hukukun üstün olduğu, insan haklarına eksiksiz biçimde riayet eden, kadınlara ve toplumun eşitsiz kesimlerine pozitif ayrımcılık yapan, demokrasiyi içine sindirerek yaşam tarzı haline getirmiş, siyasi karar alma mekanizmalarına ve yönetime geniş kitlelerin doğrudan katılımını teşvik eden, üretim ve tüketim standartlarıyla doğaya zarar vermeyen, çevreyle uyumlu, bilimsel bilgi üretiminde evrensel standartları yakalamış, Avrupa Birliği’ne tam üye olmuş güçlü ve saygın bir Türkiye hayalimizi vurgulamıştım.

Bu Türkiye’ye ulaşmak yolunda yüzüncü yılımızda yeni bir proje başlattığımızı belirtmiştim. Bugün sizlerle bu projenin temel çıktılarını paylaşacak olmanın heyecanını yaşıyorum.

Size yukarıda çizmiş olduğum Türkiye hayali 2021’de TÜSİAD’ın 50. yılı çerçevesinde hazırlanan “Yeni Bir Anlayışla Geleceği İnşa” çalışmasına dayanıyor. Bu çalışmada, inşa etmek istediğimiz Türkiye’yi gelişmiş, saygın, adil ve çevreci bir ülke olarak tanımlamıştık. Bu dört sütunun temelini ise insanın, bilimin ve kurumların oluşturduğunu belirtmiştik. Temel bir zihniyet değişimi üzerinden Türkiye’nin geleceğini hep birlikte inşa etme çağrısı yapmıştık.

50. yılımız için yapmış olduğumuz bu çalışmayı cumhuriyetimizin 100. Yılında bir adım öteye taşıdık. İkinci yüzyılımıza girerken, “Şimdi, söyleşme zamanı” dedik, çalıştay dizisi projemizi başlattık. Çalıştay dizimizde farklı görüşlerden, kesimlerden temsilcilerin katılımıyla, dünü bugüne, bugünü de ortak geleceğimize bağlayacak soruların cevabını aradık.

Bunun için 8 çalıştay ve bir yuvarlak masa toplantısı düzenledik. Bu 9 toplantı 5 farklı şehirde proje eş koordinatörlerimiz ve çalıştay moderatörlerimizin yönetiminde gerçekleştirildi. Bu toplantılara farklı siyasal düşüncelerden, tecrübelerden, mesleklerden, uzmanlıklardan bir dizi fikir ve eylem insanını davet ettik. Aralarında sivil toplum üyeleri, akademisyenler, uzmanlar, iş insanları, sendika temsilcileri, çiftçiler, hukukçular, aktivistler, gazeteciler, sanatçılar ve geçmişte görev yapmış siyaset, kamu ve diplomasi temsilcilerinin bulunduğu toplam 224 katılımcı görüşlerini paylaştı.

Burada amacımız Türkiye’deki tüm pozisyonların aritmetik temsilini çalıştaylara taşımak değildi. Niyetimiz ülkemizin meseleleri üzerine düşünen, yazan, konuşan düşünce ve eylem insanlarıyla söyleşmekti. Bu süreçte emeği geçen, başta proje koordinatörlerine, moderatörlere ve çalıştay katılımcılarına, çok teşekkür ediyoruz. Ben de bu toplantıların tamamına izleyici ve ev sahibi konumuyla katıldım, bazılarına Yönetim Kurulu üyelerimizden de katılım oldu. Farklı uzmanlık ve bakış açılarını bir araya getiren bu çalıştaylar çok derinlikli ve verimliydi.

Asıl amacı söyleşmek olan bu projede ülkemizin önündeki temel ikilemler dört temel soru altında ele alındı. İkinci yüzyılımıza girerken, Cumhuriyeti ve demokrasiyi birlikte nasıl güçlendireceğiz?, Küresel dönüşümlerde ulusal stratejimizi nasıl konumlandıracağız?, Refahı artırırken adil bölüşümü nasıl yapacağız?, Kalkınmayı sağlarken çevreyi nasıl koruyacağız?

Türkiye’nin yeni dönemde bu ikilemleri birbiriyle nasıl uyumlaştıracağı üzerine farklı kesimlerin beraber düşünmesi için bir zemin oluşturduk. Farklı çalıştaylarda ele alsak da aslında konuların birbirinden çok da ayrılamadığını gördük. Ekolojik krizin demokrasi krizinden, ekonomik krizin toplumsal krizden bağımsız düşünülemeyeceği berrak şekilde ortaya çıktı.

Sorunların çözümünün kural bazlı ve veriye dayalı yönetim sisteminden, katılımcılıktan, karar süreçlerine yerinden katılımın öneminden, kurumlar arasında iş birliği ve koordinasyonun güçlendirilmesinden geçtiğini gördük. Farklı boyutlarıyla da olsa, her bir toplantıda eşitlik, adalet, demokrasi ve kadın kavramlarının öne çıktığını, ele alınan tüm meselelerle ilişkilendirildiğini duyduk.

Zaten bildiğimiz bir noktayı bir kez daha hatırlayarak gururlandık. Her alanda, her düşünce yapısından, çok tecrübeli ve kıymetli, en önemlisi bilgisini iyi bir ortak gelecek için seferber etmeye hazır insanımız var. İkinci yüzyılımız için ihtiyaç duyacağımız politikaları en iyi şekilde tasarlayabiliriz. Bu konuda içimiz rahat olabilir.

Müsaadenizle dört konu başlığı altında konuşulanlardan en dikkat çekici bulduklarımızı sizlerle paylaşayım. Değerlendirmeye Refah ve Bölüşüm konusu ile başlayacağım. Refah ve Bölüşüm başlığında büyüme hızı, büyüyen pastadan kimin ne kadar pay aldığı, yoksulluğun derinliği ve gelir dağılımının adaletsizliği enine boyuna tartışıldı. Bu tartışmalar kalkınma yaklaşımımızda yeni bir bakış açısına ihtiyacımız olduğunu güçlü şekilde gösterdi.

Büyümenin nimetleri bütün topluma yayılmadığı sürece, salt yüksek büyüme hızları bizi hayalimizdeki Türkiye’ye taşımayacak. Sorun sadece gelir, tüketim ve servet eşitsizliklerinin yüksek olması değil. Birçok eşitsizlik iç içe geçiyor. Hayalimizdeki Türkiye’ye ulaşmak için bütün eşitsizlikleri; yani “Eğitim, toplumsal cinsiyet, dijital imkanlara erişim, özgürlüklerden faydalanma, ekolojik ve çevresel maliyetleri üstlenme, siyasi karar süreçlerine katılım, yargı ve hak arama” gibi çok çeşitli alanlardaki eşitsizliklerin hepsini çözmemiz gerekiyor.

Üstelik mevcut eğilimler eşitsizlik sorununun ileride daha derinleşebileceğinin işaretlerini veriyor. Bu riski azaltmak, bunun için de özellikle dijital ve yeşil dönüşüm konularında şimdiden hazırlık yapmak gerekiyor. Eşitsizliklerle mücadele etme sürecinde sorunları doğru teşhis etmeliyiz. Bunun için veriye ihtiyacımız var. Oysa çeşitli toplum kesimlerini içeren birçok alt alanda yeterli veri olmadığı çokça konuşuldu.

Veriye erişim olmayınca aslında yakıcı olan birçok mesele görünmez oluyor. Benim çok sevdiğim bir söz vardır Bilmediğiniz bir şeyi yönetemezsiniz. Sorunun adı konulamayınca, haliyle çözümü de olmuyor.

Çalıştaylar dizisindeki bir diğer başlık Çevre ve Kalkınma idi. Bu başlığın en önemli çıktısı Türkiye’nin yaklaşımını değiştirmesi, iklim değişikliğiyle mücadele konusundaki gayretlerini artırması gerektiği. Çevre hakkının insan hakları çerçevesinde ele alınması gerektiği de vurgulandı. Doğru çevre ve iklim politikalarının geliştirilmesi ve uygulanması için insan haklarına saygılı bir kamu idaresi ve toplumsal yaşamın önemli olduğunu, ayrıca, yeşil dönüşüm konusunda iş dünyasına yönelik beklentileri duyduk.

Türkiye’de iklim krizi ile mücadelenin gelir kaybına neden olacağı ve kalkınma hedefleriyle çelişeceği kanısı yaygın. Oysa geleceğe baktığımızda yüksek enerji ve karbon yoğunluklu üretim yapısı rekabet gücümüz açısından sorun yaratacak. Yatırım kararları ve sektörel politikalarda karbona kilitlenmeyecek şekilde planlamaya öncelik vermek
gerekiyor.

Araştırmalar Türkiye’nin yenilenebilir enerji kaynaklarına geçmesi, enerji verimliliğini değer zincirinde artırması ve yeşil dönüşüme yönelmesiyle enerji güvenliğinin iyileşmesinin yanısıra, ekonomimiz açısından da büyük fırsatlar olduğunu gösteriyor. Yirmi birinci yüzyıla yeşil dönüşüm damga vuracak. Bu yüzden iklim değişikliğiyle mücadele yeni bir kalkınma modeli için olduğu kadar, Türkiye’nin dış politikadaki konumunun güçlenmesi açısından da önemli.

Cumhuriyet ve Demokrasi çalıştaylarında eşitliğin ve adaletin altını çizen, yeni bir gelecek inşa etme ihtiyacı güçlü biçimde ifade edildi. Türkiye’nin cumhuriyet ve demokrasi tecrübesinin muhasebesi yapıldı. Kazanımların yanı sıra eksiklikler de dile getirildi. Cumhuriyetimizin; egemenliğin ulusa devri, eşit vatandaşlık, eğitim ve fırsat eşitliği, kurumsallaşma, laiklik, kadın hakları gibi çok önemli kazanımları var.

Cumhuriyetin en önemli kazanımlarından laiklik konusunda geniş bir sahiplenme olduğunu da gördük. Çalıştaylarımızda farklı görüşlerden katılımcıların laikliği; cinsiyet eşitliği, eğitim, demokrasi ve eşit vatandaşlık ile ilişkilendirmesi dikkatimizi çekti. Öte yandan, Cumhuriyetin tüm siyasal, ekonomik ve kurumsal gelişmelere rağmen, istikrarlı bir demokrasi niteliği kazanamaması sorgulandı.

Siyasal hayata katılım kanallarının açıklığı, haklar ve özgürlükler, hukukun üstünlüğü, denge ve denetleme mekanizmaları gibi başlıklardaki kazanımların kısıtlılığı konusunda çalıştaylarda genel bir kanı olduğunu gördük. Dil, din, ırk, etnik köken, cinsiyet ayrımı olmadan, her yurttaşın eşitliği konusunda yol almamız gerektiğini duyduk. Birey-devlet, toplum-devlet ilişkileri üzerine yeniden düşünmek gerekiyor.

“Farklılıklarla bir arada yaşama farkındalığı”, yani farklı kimlik ve fikir gruplarının varlığı ile ilgili farkındalığın, geçmişe göre daha iyi düzeyde olduğunu gözlemledik. Ortak geleceğimiz için cumhuriyet ve demokrasiyi daha güçlü şekilde bütünleştirmeye ihtiyacımız olduğunu anladık.

Tespitlerde yakalanan mutabakatın konu çözüme gelince hiç de kolay olmadığını gördük. Hayallerimiz ortak; ama hayallere giden yollar çok çeşitli! Fakat zor konuları bile soğukkanlılıkla, karşılıklı saygı içinde konuşma olgunluğunda olduğumuzu görüp umutlandık.

Küresel Dönüşüm ve Ulusal Strateji çalıştaylarında Türkiye’nin ulusal stratejisini, yeni bir bakış açısıyla ele alması gereği ortaya çıktı. Dünyadaki güçler dengesi değişimini, Batının değişen gücünü, ABD-Çin rekabetini, yeni küresel aktörlerin yükselişini, artan bölgeselleşme eğilimini ve kural bazlı uluslararası sistemin yeniden şekillenmesini dikkatle takip etmeliyiz.

Bu süreçler Türkiye için hem fırsatlar, hem de riskler barındırıyor. Çalıştaylarda Türkiye’nin iç bölünmelerinin dış politikasına yansıdığı ve kimlik temelli değerlendirmelerin dış politikayı etkilediği tartışıldı. Dış politikada Türkiye’nin ekonomik refahını artırma hedefinin gözetilmesi konusunda bir uzlaşı olduğunu gördük.

İklim, enerji, teknoloji ve göç önemli küresel gündemler olarak tartışıldı. Tartışılan konulardan birisi Türkiye’nin içinde yer aldığı ittifak sistemiydi. Türkiye’nin ittifaklara dahil olma biçimleri ve stratejik özerkliği ile ilgili katılımcıların görüşleri farklılaşsa da, temel uzlaşı Türkiye’nin mevcut ittifaklarından vazgeçmemesi noktasındaydı.

Dünyadaki çoklu kriz ortamında Avrupa ile ilişkilerin daha da önem kazandığı çalıştaylarımızda değinilen bir diğer konuydu. Nitekim, biz de geçtiğimiz haftalarda Yönetim Kurulu olarak Brüksel ve Berlin’de bir dizi üst düzey temas gerçekleştirdik.

Başta Avrupa Parlamentosu, AB Komisyonu ve Almanya’daki muadil örgütümüz olmak üzere, yaptığımız tüm temaslarda AB-Türkiye Gümrük Birliği’nin güncellenmesini vurguladık. Türkiye’nin AB entegrasyon sürecinin korunması gereğinin altını çizdik.

Geçen hafta açıklanan AB-Türkiye Siyasi, Ekonomik, Ticari İlişkilerin Durumu raporu uzun bir aradan sonra AB’nin yaklaşım değiştirme kararının önemli bir yansıması oldu. Belli ki, giderek karmaşıklaşan, zorlaşan jeopolitik ortam; AB’nin güvenliğini güçlendirme arayışları çerçevesinde, Türkiye-AB ilişkilerinde olumlu bir etki yaratmış durumda.

Küresel gelişmeler Türkiye ve AB’yi birbirine doğru itiyor. İki taraf için de diğerinin vazgeçilmezliği daha iyi ortaya çıkıyor. Bu raporla birlikte AB-Türkiye ilişkilerinin tüm alanlarda güven ve uzlaşı temelinde gelişmesini bekliyoruz. Umuyorum ki, açılan fırsat penceresini karşılıklı olarak iyi değerlendirebiliriz.

Bu vesileyle, İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü saldırıların karşısında duyduğumuz derin üzüntüyü tekrar ifade etmek isterim. Sivil kayıpları önlemek için başlatılan girişimlerin bir an önce sonuçlanarak, kalıcı ateşkese ulaşılmasını
temenni ediyoruz.

Konuşmamın sonunda çalıştaylarımızda sorduğumuz dört soruya geri dönmek istiyorum. “Cumhuriyeti ve demokrasiyi birlikte nasıl güçlendireceğiz? Küresel dönüşümlerde ulusal stratejimizi nasıl konumlandıracağız? Refahı artırırken, adil bölüşümü nasıl yapacağız? Kalkınmayı sağlarken, çevreyi nasıl koruyacağız?

Konuşmak gereken çok fazla konu, her konunun çok fazla ayrıntısı, her ayrıntının çok fazla tarafı var. Üstelik hepsi birbirini ilgilendiriyor. Yani işimiz çok zor ve çetrefilli. Bakış açımızda radikal değişim şart. Bakış açışımızı değiştirdiğimizde göreceğiz ki, zor sorunlar kolaylaşacak.

Çünkü birinin çözümü, diğerlerini de çözüme yaklaştıracak. Biz biliyoruz ki, sorunları çözmek için ihtiyaç duyduğumuz akla, bilgiye ve tecrübeye sahibiz. Tecrübeliyiz. Yüz yılın birikimine dayanıyoruz. Bilgeyiz. Kimlik farklılıkları bizi ayrıştırmaz. Farklılıklarımız ortak gelecek hayalimizi zenginleştirir. Ferasetimiz var. Kazanımlarımızı olduğu kadar eksikliklerimizi de biliriz.

Coğrafyamız bir ateş çemberine dönmüşken, dünyada çok çeşitli savrulmalar yaşanıyorken, bir yüz yıl önce yazmıştık, yine destan yazabiliriz Biz ülkemizin potansiyelinin çok yüksek olduğuna inanıyoruz. Bu potansiyeli harekete geçirmek için azimliyiz, kararlıyız.

Bu noktada iktidarıyla, muhalefetiyle, tüm siyasi aktörlere bir çağrı yapmak istiyorum. Bütün kazanımlarımızı üst üste koyalım, kilitleri açalım, çözüm için yeni yollar bulalım. Bunun için gereken tartışma ve uzlaşma zeminini sağlama sorumluluğu siyaset kurumuna düşüyor. Gelin, ikinci yüzyılımızda ihtiyaç duyduğumuz sıçrama için demokratik tartışma ve toplumsal diyalog kapılarını açalım! Sözlerime burada son veriyor, dikkatiniz için hepinize teşekkür ediyorum.”

Paylaşın

TÜSİAD Başkanı Turan: Ucuz İş Gücü Ve Rekabetçi Kur Geçen Yüzyılın Stratejisiydi

Türkiye’nin ihracat gücünü artırması için kendi markasını yaratması gerektiğini vurgulayan TÜSİAD Başkanı Turan, “Bizim emek ve enerjisi yoğun işleri orta ve uzun vadede sorgulamamız gerekiyor. Yoksa aynı sarmaldan kurtulamıyoruz. Türkiye’nin ucuz iş gücü ve rekabetçi kurla ihracatı artırması söz konusu değil” dedi ve ekledi:

“Bu geçen yüzyılın stratejisiydi. Çin’le Hindistan arasına bakın, Türkiye ile rekabet edebilecek bir ülke yok. Bizim marka yaratmamız gerekiyor. Türkiye’nin Cezayirle Bangladeş’le rekabet etmemesi lazım. Türkiye’nin rakibi Avrupa ülkeleri olmalı.”

Yatırım, istihdam, ihracat ve OVP ile ilgili iş dünyasının bakış açılarını paylaşan Turan, OVP’deki büyüme beklentisinin enflasyonu düşürme planlaması ile birlikte iyimser bulduklarını belirterek, yatırım ve ihracat odaklı büyümede rekabetçi olabilmesi Türkiye’nin enerjisini kendisinin üretmesinin önemine de vurgu yaptı. Turan, büyümeden fedakarlık ederek enflasyonun düşürülmesi gerektiğini de belirtti.

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Orhan Turan, Habertürk TV canlı yayınında Ekonomi Müdürü Zeliha Saraç’ın sorularını yanıtladı.

Orhan Turan Türkiye’nin ihracat gücünü artırması için kendi markasını yaratması gerektiğini vurgulayarak, “Bizim emek ve enerjisi yoğun işleri orta ve uzun vadede sorgulamamız gerekiyor. Yoksa aynı sarmaldan kurtulamıyoruz. Türkiye’nin ucuz iş gücü ve rekabetçi kurla ihracatı artırması söz konsu değil. Bu geçen yüzyılın stratejisiydi. Çin’le Hindistan arasına bakın, Türkiye ile rekabet edebilecek bir ülke yok. Bizim marka yaratmamız gerekiyor. Türkiye’nin Cezayirle Bangladeş’le rekabet etmemesi lazım. Türkiye’nin rakibi Avrupa ülkeleri olmalı” ifadelerini kullandı.

Orhan Turan şu anda yapılan planlamaların olumlu ilerlediğini vurgulayarak, “Bizim başkasının tasarrufuna ihtiyacımız var çünkü büyümek isteyen bir ülkeyiz ve cari açığımız var bu sebeple yabancı sermayeye de ihtiyacımız var. Bizim yönümüzü bir miktar Doğu’ya dönmemiz lazım. Çok batıya belki baktık. Asıl üretim ve genç nüfus burada. Aslına bakarsanız bir miktar da geç kaldık.

Çin’de aslında Türk iş dünyası daha etkin ancak Hindistan’da geride kaldık. Suudi Arabistan’daki 5 trilyonluk yatırımın Türk ihracatını pozitif etkileyeceğini düşünüyorum. Yüksek teknoloji gerektiren yatırımlarda iş kapmamız zor olabilir ancak onun dışındaki yatırımlardan yoğun pay alabileceğimizi düşünüyorum. İnşaat sektörü ve müteahhitlikte pek rakip tanımıyoruz. -50’de de +50’de de çalışıyoruz bu alanda biz.

Şu anda müteahhitler birliği de bu konuda ciddi çalışmalar yapıyor. Suudi Arabistan yatırımları ile ilgili Türk şirketlerinin adımlarını şu anda görüyoruz. Son yıllarda Türkiye’ye gelen yabancı sermayenin yüzde 40’ı gayrimenkule geliyor. Bizim sıfırdan yatırım yapan firmalara sermayeyi çekmemiz lazım.” dedi.

“Enerjiyi kendimiz üretmeliyiz”

Yeşil dönüşümün ihracat üzerindeki kritik etkisine de vurgu yapan Turan, “Türkiye için cari açığı fazla ülkeler için enerji korkunç derecede önemli. 2022 fiyatlarıyla bizim enerjiye ödediğimiz para 96 milyar dolar. O sebeple bizim için enerji çok stratejik bir konu. Bu enerjinin yüzde 40’ını sanayide kullanıyoruz. Alman firması bir bardağı 2 birim enerjiyle üretirken ben 4’le üretiyorsam rekabet şansım yok. Enerji verimliliği potansiyelimiz yüzde 40’a varıyor sanayide. Bu ithal ettiğimiz bir şey olduğu için çok kritik bir durum.

Dünyada hala yüzde 13 yenilenebilir enerji halen. Biz de Avrupa ile eş zamanlı olarak tasarrufumuzu artırıyoruz ancak. Enerjiyi çeşitlendirmemiz gerekiyor, özellikle yenilenebilir enerji konusunda. AB’nin rekabet stratejisi bu yeşil dönüşüm aslında. Çin’le rekabet edemediği alanlarda AB daha rekabetçi hale gelmek için enerji tüketimini düşürmeye çalışıyor çünkü onlar da enerji konusunda dışa bağımlı.

Enerjiyi kendimiz üretmemiz ve kaynağını verimli kullanmamız bizi daha rekabetçi hale getirecek. Aksi halde ihracatta rekabet etmemiz daha zor hale gelecek. Enerji verimliliği işi memleket meselesidir. Yaklaşık 130 milyar dolar enerjiye para ödüyoruz biz. Fiyatlandırmanın önümüzdeki süreçte maliyete oranlı olmasını bekliyoruz. Ek vergi olacak ve orada da bir fon oluşacaksa bunun ‘Yeşil Dönüşüm’e harcanması gerekiyor” dedi.

Orhan turan, “Finansmana erişimde henüz rahatlama yok. Erişemiyorduk, şimdi biraz erişim olmasına rağmen maliyetler çok fazla arttı. Bizim şirketlerimizin nakit akışlarını bozmamamız lazım. İhracatın finansmanında dün artış yapıldı bunun daha da önünü açmamız lazım. Bizim önceliğimiz enflasyonla mücadele. Biz OVP’deki büyümeyi iyimser bulduk. Bu büyümeyle enflasyon nasıl düşer bilemiyoruz. Gerekiyorsa büyümeden fedakarlık yaparak enflasyonu düşürmemiz gerekiyor. Türkiye’nin tekrar tek haneyi görmesi için 2-3 yıla ihtiyacı var” açıklamasını yaptı.

Paylaşın

TÜSİAD: Mehmet Şimşek’in Rasyonel Politikalara Dönüş Vurgusu Çok Önemli Bir Adım

TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi toplantısında konuşan Başkan Orhan Turan, “Hazine ve Maliye Bakanımız Sayın Mehmet Şimşek’in rasyonel politikalara dönüş vurgusunun bu doğrultuda çok önemli bir adım olduğunu düşünüyoruz” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Sayın Bakan’ın da ifade etmiş olduğu gibi kolay çözümler ya da hızlı sonuç verecek yöntemler bulunmuyor olsa da şeffaflık, hesap verilebilirlik ve öngörülebilirlik prensipleri doğrultusunda, kural temelli politika yapımına bağlı kalınması, ekonomideki bu zor durumun aşılmasını sağlayacaktır.”

Orhan Turan, açıklamasının devamında, “Sayın Bakan’la az önce son derece faydalı ve yapıcı bir toplantı gerçekleştirdik. Ekonomimize ilişkin görüşlerimizi ve önerilerimizi Sayın Bakan’la paylaştık. Ekonomimizin çok daha iyi bir noktaya evrildiğini görmek, hepimizin ortak arzusu.

Bu çerçevede Ekonomik ve Sosyal Konseyin geniş bir yelpazede, toplumun çeşitli kesimlerinin temsilcilerinin katılımıyla ekonomik ve sosyal sorunlar ile bunlara ilişkin çözüm yolları hakkında görüş üretilmesinde önemli bir katkısı olabileceğini de değerlendirmekteyiz.

Sayın Bakan’la az önce son derece faydalı ve yapıcı bir toplantı gerçekleştirdik. Ekonomimize ilişkin görüşlerimizi ve önerilerimizi Sayın Bakan’la paylaştık. Ekonomimizin çok daha iyi bir noktaya evrildiğini görmek, hepimizin ortak arzusu.

Bu çerçevede Ekonomik ve Sosyal Konseyin geniş bir yelpazede, toplumun çeşitli kesimlerinin temsilcilerinin katılımıyla ekonomik ve sosyal sorunlar ile bunlara ilişkin çözüm yolları hakkında görüş üretilmesinde önemli bir katkısı olabileceğini de değerlendirmekteyiz” ifadelerini kullandı.

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yüksek İstişare Konseyi (YİK) toplantısı, İstanbul Sabancı Center’da gerçekleştirildi.

TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan ve TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan Toplantının açılış konuşmalarını yaptı. Orhan Turan, şunları söyledi:

“Geçtiğimiz ay yapılan seçimlerle, ülkemizi ikinci yüzyılına taşıyacak yönetimi ve parlamentoyu seçtik. 13. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı, kabinesini ve tüm vekillerimizi yeniden tebrik ediyorum.

Şimdi hepimizin birinci vazifesi, ülkemizi ortak gayemiz olan muasır medeniyetler seviyesine taşımak için çalışmak. Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılındaki kazanımları korumalı, güçlendirmeli ve eksiklerini gidermeliyiz. İkinci yüzyılımızda ulaşmak istediğimiz hedefimiz için bu parlamento döneminde elde edeceğimiz kazanımlar çok önemli olacak. Ben de bugünkü konuşmamda ülkemizin çok hak ettiği konuma süratle ulaşabilmesi için yapılması gerekenlere odaklanmak istiyorum. Önümüzde uzun bir yapılacak listesi olabilir.

Çünkü ülkemizin potansiyelinin bugünkü konumuna kıyasla çok daha yüksek olduğuna inanıyoruz. Güçlü bir tarihsel mirasımız, köklü bir kültürümüz var. Jeostratejik açıdan çok önemli bir coğrafyadayız. Dinamik, genç nüfusumuz, dünya çapında uzmanlarımız ve bilim insanlarımız var. Ülkemizin demokrasi geçmişi köklü. Ekonomik yapımız, sanayimizle bulunduğumuz coğrafyada öne çıkıyor. Dünyaya entegre, her yerle güçlü bir ekonomik etkisi olan bir iş dünyamız var.

Bürokratik kadrolarımızın sorunları çözme kabiliyeti yüksek. Nice tecrübeli devlet ve siyaset insanımız var. Sivil toplum geleneğimiz var canlı. Bu potansiyellerimiz ülkemizi çok daha yukarılara taşıyabileceğini gösteriyor. Uluslararası rekabet gücümüzü daha da artırmamız gerekiyor. Bölgesel ve küresel sorunların çözümünde çok daha etkin olabiliriz. Bilim, teknoloji ve sanatta uluslararası kıyaslamalardaki yerimizi çok daha yukarılara taşıyabiliriz. Mevcut sorunları el birliğiyle aşıp ülkemizi, Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında bir üst lige taşıyabiliriz.

Bunun için de konuşmak, söyleşmek gerekiyor. Arzumuz ülkemizin barış, huzur, istikrar ve refah toplumu olma yolunda en ileri seviyeye ulaşması. Türkiye, coğrafya ve nüfus olarak büyük. Bölgesel, etnik, ekonomik, sosyal, kültürel açılardan farklılıklar sergileyen bir ülke. Hâliyle demokratik uzlaşma mekanizmasına ihtiyaç duyan bir ülke. Cumhuriyet yönetimi, toplumun tüm vatandaşlarının eşit katılımı üzerine kuruludur.

Bu Meclis döneminden temel beklentilerimiz demokrasi ve eşit vatandaşlık doğrultusunda ileriye gitmek. En ağır sorunları bile meşru zeminlerde tartışarak çözüm üretebiliriz. TÜSİAD olarak bir süredir toplumun farklı kesimleriyle söyleşme toplantıları düzenliyoruz. Yüzüncü yılımız vesilesiyle ‘Cumhuriyetimizin İkinci Yüzyılına Girerken’ adlı projemizi başlatmıştık. İnanç, etnik kimlik, cinsiyet, toplumsal grup, sınıf farkı gözetmeden Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılı için Türkiye hayalimizi konuşmaya başladık. Cumhuriyeti ve demokrasiyi birlikte nasıl güçlendireceğiz? Refahı artırırken bölüşümü daha adil nasıl yaparız? Çevreyi koruyan bir kalkınma nasıl olmalı? Küresel dönüşümlerde ulusal stratejimizi nasıl konumlandıracağız?

Bu sorulara cevap aradığımız toplantılar, farklı kesimlerin birbiriyle konuşabilmesinin, diyalog kurabilmesinin mümkün olduğunu gösteriyor. Bu toplantılar bize, söyleşme kavramının ne kadar kıymetli olduğunu gösterdi. Bu hafta sonu da iki çalıştayı farklı illerde düzenleyeceğiz. Toplantılarımıza sonbahara kadar devam edeceğiz. Daha önce de sizlerle paylaştığım gibi bu çalıştayların çıktılarını yine sonbaharda kamuoyu ile paylaşmayı planlıyoruz. TÜSİAD olarak biz de bu dönemde çözümün bir parçası olmaya, diyalog kanallarını hep açık tutmaya ve ülkemizi hak ettiği yere çıkaracak tüm çabalara katkı vermeye hazırız.

Toplumun yarısını oluşturan kadınların hâlâ şiddet görmesi, iş hayatında ve toplumsal hayatta ayrımcılığa uğraması Türkiye’nin ikinci yüzyılına yakışır özellikler değil. Bu nedenle ikinci yüzyılımızın ilk parlamentosundan beklentilerimizden birisi de 2021’de ayrılmış olduğumuz İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönülmesi. Ayrıca ulusal düzeyde elimizdeki en güçlü yasal düzenleme olan 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Kanunu’na daha sıkı sarılmak ve en etkili şekilde uygulamak zorundayız. TÜSİAD olarak uzun yıllardır toplumsal cinsiyet eşitliği alanında çalışmalar yürütüyoruz. Çünkü ülkemizin hak ettiği demokrasi ve kalkınma düzeyine ulaşmak için bunu önemli buluyoruz.

Kadınların ve erkeklerin ekonomik yaşama, karar alma mekanizmalarına, siyasete ve toplumsal hayata eşit katılımı olması gerektiğine inanıyoruz. Parlamentodaki kadın oranının yüzde 20’ye yükselmesine rağmen toplumun yarısının temsili açısından maalesef yetersiz düzeyde olması, eşitlik yönünde daha fazla çaba gösterme konusundaki sorumluluğumuzu artırıyor. İkinci yüzyılımıza girerken toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlama konusunu tartışma dışı bırakmalıyız. Eğitime erişim, iş gücüne katılım, siyasette ve çalışma hayatında karar alıcı pozisyonlarda yer alma ve bakım sorumlulukları alanlarındaki kadın-erkek eşitsizliklerini ortadan kaldırmalıyız.

Yeni döneme ilişkin bir başka beklentimiz ise kapsamlı bir eğitim reformu. Küresel rekabet giderek yoğunlaşıyor. Yapay zeka uygulamaları başta olmak üzere dijital teknolojilerde baş döndürücü gelişmeler yaşanıyor. Böyle bir çağda eğitim sistemimiz çocuklarımızı ve gençlerimizi ezberciliğe değil; özgür, eleştirel ve yaratıcı düşünceye yöneltmeli. Gençlerimizin teknik ve sosyal becerilerini yükseltmeliyiz. İyi yabancı dil konuşmalarını sağlamalıyız. Gençlerimiz dünyadaki gelişmeleri takip edebilmeli.

Eğitim sistemimiz tüm çocuklarımıza fırsat eşitliği sağlamalı. Tüm çocuklarımıza kreşlerden başlayarak kaliteli eğitim vermeliyiz. Büyümenin nimetlerinden sadece iyi bir eğitimi finanse edebilenler yararlanmamalı, herkes yararlanmalı. Bu unsurları hayata geçirecek bir eğitim reformunu hızla gündeme almalıyız. Önce pandemi, ardından depremin etkilerinin eğitimde daha fazla fırsat eşitsizliğine yol açmaması için de el birliğiyle çalışmaya devam etmeliyiz.

Demokratikleşme, hukukun üstünlüğü, toplumsal cinsiyet eşitliği ve eğitim reformu gündemimizin önemli başlıkları. Bu başlıkların yanına değişen küresel sistemin etkin bir aktörü olmak, iklim değişikliği ile mücadele ve dijital dönüşüme hazır olmayı da eklemeliyim. Bu başlıklar, bugünümüzü olduğu kadar yarınımızı da doğrudan belirleyecek olsa da gündemi daha acil konular dolduruyor. Bunların en başında ekonomi geliyor. Göstergeler, ekonomide ciddi bir tabloya işaret ediyor. Artık hem cari açık hem bütçe açığı veriyoruz. Çifte açık, çözülmesi zor bir denklem yaratıyor.

Finansal sektörün temel işlevi olan kaynakların rasyonel dağılımını yerine getirmekte zorlanmaya başlamasının sonuçlarını hepimiz yaşadık. Gösterge faiz oranının sürekli olarak düşürülmesine rağmen reel sektörün krediye erişimi giderek zorlaştı. Ticari kredilerin artış hızı enflasyonun bir hayli altına indi. Finansmana erişim sorunu yatırımları baskıladı. Fiyatların, ekonominin gerçeğini yansıtmaz hâle gelmesi, özel sektörün risk ve getiri hesaplamalarını güçleştirdi. Bu da yatırım kararlarının ertelenmesine, yeni istihdam yaratma kapasitesinin azalmasına ve büyümenin zayıflamasına yol açtı.

“Mehmet Şimşek’in rasyonel politikalara dönüş vurgusunun bu doğrultuda çok önemli bir adım”

Tüketim artışı, yurt içi üretim artışı yerine ithalat ile karşılandı. Nitekim büyüme rakamları ve ardından gelmiş olan sanayi üretimi ve dış ticaret verileri bu durumu gösteriyor. 2021’in ilk çeyreğinden bu yana üretim-tüketim makası açılıyor. 2023 ilk çeyrek büyüme rakamlarında yıllık olarak sanayi yüzde 0,8 gerilerken tüketim yüzde 16,2 arttı. Bu durumun aşılabilmesi için para ve finans politikalarının değişmesi gerekiyor. Finansal kesimin iyi çalışması çok önemli. Finansal kesim sağlıklı olduğu, kendi fiyatlamalarını yapabildiği ölçüde, reel kesim de sağlıklı olur. İzlenecek olan politikalar, reel kesimin olağan yollardan finansmana ulaşabilmesini sağlamalı; üretim ve yatırımın önünü açmalı.

Bu çerçevede Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın Cevdet Yılmaz, Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek ve Merkez Bankası Başkanı Sayın Hafize Gaye Erkan’a görevlerinde başarılar diliyorum. Hazine ve Maliye Bakanımız Sayın Mehmet Şimşek’in rasyonel politikalara dönüş vurgusunun bu doğrultuda çok önemli bir adım olduğunu düşünüyoruz. Sayın Bakan’ın da ifade etmiş olduğu gibi kolay çözümler ya da hızlı sonuç verecek yöntemler bulunmuyor olsa da şeffaflık, hesap verilebilirlik ve öngörülebilirlik prensipleri doğrultusunda, kural temelli politika yapımına bağlı kalınması, ekonomideki bu zor durumun aşılmasını sağlayacaktır.

Sayın Bakan’la az önce son derece faydalı ve yapıcı bir toplantı gerçekleştirdik. Ekonomimize ilişkin görüşlerimizi ve önerilerimizi Sayın Bakan’la paylaştık. Ekonomimizin çok daha iyi bir noktaya evrildiğini görmek, hepimizin ortak arzusu. Bu çerçevede Ekonomik ve Sosyal Konseyin geniş bir yelpazede, toplumun çeşitli kesimlerinin temsilcilerinin katılımıyla ekonomik ve sosyal sorunlar ile bunlara ilişkin çözüm yolları hakkında görüş üretilmesinde önemli bir katkısı olabileceğini de değerlendirmekteyiz. Enflasyon bu ay için biraz gerilemiş gözüküyor ancak devam eden zamlar ve TL’de yaşadığımız hızlı değer kaybı, bu sorunun bir süre daha bizimle kalacağını gösteriyor.

Oysaki sağlıklı bir büyüme ortamının ilk şartı, fiyat istikrarı. Paranın değerini korumak, parasal ve finansal istikrarı sağlamak görevi Merkez Bankaları’na verilmiştir. Merkez Bankaları, ekonomi yönetiminin merkezinde yer alırlar. Fiyat istikrarını sağlamak, mali sistemin sistemik risklerini kontrol altında tutmak ve ödeme sistemlerinin kesintisiz işleyişini gözetmek üzere çalışırlar. Merkez Bankaları’nın bu fonksiyonları büyüme, istihdam ve refah artışı için yaşamsal önemdedir. Önümüzdeki dönemde Merkez Bankamızın, kurumsal bağımsızlıkla birlikte bu misyonunu yerine getireceğini görmek en büyük dileğimiz.

Fiyat istikrarının acilen sağlanması konusu, Türkiye’nin rekabet gücünün artırılması ihtiyacının ihmal edilmesine yol açmamalı. Türkiye ekonomisinin tek meselesi, enflasyon ve faiz politikası değil. Ülkemiz uzun yıllardır ekonomik yapısında gerekli dönüşümü sağlayamadı. Ekonomi politikası olarak hep para ve finans politikalarına biraz da dış ticaret politikasına başvuruldu ama ekonomi deyince sadece konjonktürü hedefleyen politikaları anlamamalıyız. Umuyorum ki para politikalarında başarıyı yakalarız.

Makroekonomik istikrarı kısa sürede sağlayıp artık para politikasını konuşmaktan vazgeçeriz. Böylece asıl konuşmamız gereken konuya yoğunlaşabiliriz. Ekonomik yapıyı dönüştürmeye ve rekabet gücünü artırmaya başlayabiliriz. Gelir dağılımının iyileştirilmesi, büyümenin kapsayıcı olması ve hiçbir toplumsal kesimi geride bırakmama ilkelerini de unutmamalıyız. Bu çerçevede vergi sistemini daha adil hâle getirmeliyiz. Yoksullukla mücadeleyi güçlendirmeliyiz. Sosyal koruma yardımlarını daha etkin ve kurumsal yapmalıyız. Refah devletini derinleştirmeliyiz. 21’inci yüzyılın ikinci çeyreğine ilerlerken mevcut üretim yapımızı güncellemeliyiz.

Geleneksel yöntemlerle geleneksel üretime devam ederek küresel piyasalarda var olamayız. Dünya ticaretinde yüksek teknolojili ürün ve hizmetlerin payı artarken düşük ücret, düşük beceri, düşük teknoloji ile üretilenlerin payı azalıyor. Rekabet gücümüzü artırmak için ileri teknolojili ürün ve hizmetlere yönelmeliyiz. Daha fazla katma değer yaratmalıyız. Girişimcilerimizi ve KOBİ’lerimizi kurumsallaştırmalıyız. Çalışanlarımızın becerilerini çağa uydurmalıyız. Yeşil dönüşümü bütün bunlarla eş anlı olarak başarmalıyız. Bu dönüşüm tarımdan sanayiye, inşaattan hizmetlere tüm sektörleri ilgilendiriyor.

Bu dönüşüm için bir dizi alanda çok sayıda reforma bir an önce başlamalıyız. Bu reformlarla finansmana erişimi iyileştirmeliyiz. Kayıtlı çalışmayı teşvik etmeliyiz. Sadece son iki ayda sanayi, verimlilik, yüksek teknoloji alanlarında raporlar yayınladık. Verimliliği artırmalıyız. Sanayide yapısal değişimin duraklamasına paralel olarak verimlilik artışının da sınırlı olduğunu gördük. Her firmanın daha verimli olmasını sağlamamız gerektiği gibi kaynakların girişimler arası dağılımını da iyileştirmeliyiz. Verimliliği yüksek olan işletmeleri sanayi portföyümüzde artırmalıyız. Rekabet koşullarını daha adil hâle getirmeliyiz. Piyasa engellerini kaldırmalıyız. İş dünyasının ihtiyaç duyduğu nitelikli iş gücünün geliştirilmesini teşvik etmeliyiz.

“Temel öncelik rekabetçiliğin artırılması”

Eğitim-istihdam bağlantısını güçlendirerek vasıf uyumsuzluğunu gidermeliyiz. Beyin göçünü durdurmalıyız. Aksi hâlde global trendleri kaçırırız. Dijital dönüşüm ve yeşil dönüşüm Avrupa’nın da geleceğini şekillendiren iki temel dinamik. Geçtiğimiz hafta Avrupa İş Dünyası Konfederasyonu BusinessEurope Başkanlar Konseyi Madrid Zirvesi’ndeydik. Avrupa iş dünyası açısından da temel öncelik rekabetçiliğin artırılması. TÜSİAD olarak misyonlarımızdan birisi de ülkemizin iş dünyasını yurt dışında temsil etmek. Dünya piyasalarında ülkemizin ekonomik çıkarlarını korumak için çalışıyoruz.

Seçimler sonrası dönemde Türkiye-AB ilişkilerinin canlandırılması ve somut bir zeminde ilerlemesi hem bizim hem de Avrupa’nın ortak menfaatini oluşturuyor. Türkiye doğu-batı aksında Çin’den Almanya’ya kadar; kuzey-güney aksında ise Rusya’dan Suudi Arabistan’a geniş bir coğrafyadaki en etkili bölgesel güç. Bu özelliğiyle tüm Avrupa’nın rekabetçiliğine ve açık stratejik özerkliğine katkı sağlama potansiyeline sahip. Net-sıfır sanayi yapılanmasından Gümrük Birliği’nin güncellenmesine kadar gelecek odaklı pek çok başlıkta zaman kaybetmeden harekete geçilmeli. Stratejik alanlarda Türkiye-AB iş birliği ortak menfaatler doğrultusunda derinleştirilmeli.

İstikrarlı, dirençli ve sürdürülebilir yeni dünya düzeni için AB ile entegrasyon perspektifini koruyarak ortak yol haritası belirlenmeli. Üyesi olduğumuz BusinessEurope zirvesinde ve bu zirve çerçevesinde yaptığımız temaslarda tüm bu noktaları vurguladık. BusinessEurope, Avrupa’nın açık stratejik özerkliğinin ve ekonomik direncinin artırılması için yaptığı öneriler arasına Türkiye-AB Gümrük Birliği’nin, yeşil ve dijital dönüşüm politikalarını da kapsayarak güncellenmesini de almış bulunuyor.

Avrupa’da yeşil ve dijital dönüşüm gündemi Türkiye için çok önemli. Tedarik zincirlerinin kısaltılması, çeşitlendirilmesi, yakın coğrafyaya ve ortak değerlerin paylaşıldığı ülkelere taşınması, ülkemiz için birçok fırsat barındırıyor. Uluslararası güç dengelerinin ne yönde değişeceği konusunda farklı görüşler var. Tüm bu unsurları bir arada ele aldığımızda ilkeler ve kurallar bazlı dış politika önemli hâle geliyor. AB bir siyasi ve ekonomik istikrar, barış ve güvenlik projesi. Gümrük Birliği’nin güncellenmesi, AB ile vize serbestisinin hayata geçirilmesi gibi alanların, yeni hükümetin icraatında yer bulacağına inanıyoruz.

Hepimizi derinden sarsan deprem felaketini konuşmamda en sona bırakmış olmam, konunun öncelik sıralamasında sonda yer almasından kaynaklanmıyor. Tam tersine en çok aklımızda bu konu kalmalı. Seçim süreci deprem gündemini geri plana itmişti. Şimdi dikkatlerimizi yeniden bu konuya çevirmeliyiz. Gerek yaşadığımız depremin yaralarını sararak bölgenin eskisinden de daha iyi bir biçimde ayağa kaldırılması, gerekse de İstanbul depremine hazırlanmamız açısından deprem en hayati konumuz.

Deprem görev gücümüz iki senedir Marmara depremine dönük olarak iş dünyasının bilinçlendirilmesi konusunda çalışmalar yapıyor. Anladık ki gerçek beka sorunu, deprem. Hem merkezi hem de yerel yönetim düzeyinde birçok konuyu yeniden ele almamız gerekiyor. Deprem öncesinde kentleri depreme dirençli hâle getirmeliyiz. Gerçekleşmesi kaçınılmaz olan depremler sonrasında da yardımları hızlı ve etkin biçimde yapabilmeliyiz. Bunun için yeni bir yaklaşıma ihtiyacımız var. Bu yaklaşımın ana unsurunu da yönetişim konuları oluşturuyor. Kurumlarımızı ve kurallarımızı güçlendirerek afet yönetiminde planlı ve katılımcı bir süreci hayata geçirelim.

“Elimizden gelenin en iyisini yapmaya; üretime, yatırıma, ihracata, ülkemiz için değer yaratmaya devam edeceğiz”

Bu nedenle siyasi kutuplaşmanın ve kısa vadeli önceliklerin, bu gerçek beka sorununu gölgelemesine izin vermeyelim. Deprem bölgesinin yaralarını sarmak için var gücümüzle çalışmaya devam edelim. Marmara bölgesi için hazırlıklarımızı da süratle tamamlayalım. Deprem deyince aklıma Voltaire’in ‘Candide’ ya da ‘İyimserlik’ başlıklı kitabı geliyor. Aydınlanma çağının en önemli isimlerinden olan Voltaire bu kitabı 1755 yılındaki Lizbon depreminin ilhamı ile yazar. Candide, bir felaketten diğerine savrulurken iyimserliğini hep korumaya çalışır.

Sonunda Candide, İstanbul’da bir bahçıvanla yaptığı konuşmadan, insanın dünyasını iyileştirmesinin, herkesin elinden gelen işin en iyisini yapması ve üretmesiyle mümkün olduğunu anlar. Biz de yurdunu çok seven iş insanları olarak üretiyoruz, yatırım yapıyoruz, istihdam yaratıyoruz, iş ve aş sağlıyoruz. Elimizden gelenin en iyisini yapmaya; üretime, yatırıma, ihracata, ülkemiz için değer yaratmaya devam edeceğiz. El birliğiyle ülkemizi ikinci yüzyılında hak ettiği yere taşıyacağız. Bizim iyimserliğimiz, ülkemizin geleceğine duyduğumuz güvenden geliyor. Bu memleket bizim, hepimizin.”

Paylaşın

TÜSİAD Başkanı Turan’dan “Kadın Hakları” Vurgusu

TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Turan, “Türkiye’de kadın hakları dendiğin akla maalesef kadın cinayetleri ve kadına yönelik erkek şiddeti geliyor. Şiddete sıfır tolerans ilkesiyle 6284 sayılı yasamızı tavizsiz uygulamalıyız. İstanbul Sözleşmesi’ne de en kısa sürede dönmeyi diliyoruz” dedi ve ekledi:

“Kadın – erkek eşitsizliğinin giderilememsinin bir nedeni siyasette kadın temsilinin çok düşük olması. Türkiye’de kadınlar seçme ve seçilme hakkının birçok gelişmiş ülkeden önce almış olsa da günümüzde kadınların Meclis’te temsil oranı şu anda 118’inci sıradayız. Dünya ortalamasının altına seyrediyoruz.”

Türkiye Araştırmacılar Derneği’nin (TÜAD) 26’ncı Araştırma Zirvesi, bugün İstanbul’daki Hilton Bosphorus’ta düzenlendi.

Kısa Dalga’nın aktardığına göre, ‘Geleceği İnşa Etmek’ başlıklı oturumda konuşan TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan, Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından ülke olarak seferberliğe gidilerek güzel bir dayanışma örneği sergilendiğini ifade etti.

Turan, ‘parlak geleceğe’ ulaşırken refahın bireylerle paylaşması gerektiğini belirterek 100 yıl önce Mustafa Kemal Atatürk ve kurucuların ‘yeniden biz olma’ hikayesi yazdığını dile getirdi.

“Parlak bir geleceğe hiçbir bireyi geride bırakmadan ulaşamaz mıyız?” diye soran TÜSİAD başkanı, “İkinci Yüzyıl’da refahın dağıldığı, insani kalkınmanın sağlandığı bir ülke hayal ediyoruz” dedi.

Turan, “Milletimizin bugün mutlu olmasının yolu, kalkınmayla beraber, ekonomik gelişmeler, toplumsal adaletten uluslararası toplumun saygın bir üyesi olmaktan ve insanlığı tehdit altına bırakan küresel ısınmaylam mücadele etmekten geçiyor” ifadesini kullandı.

Turan, günümüzde kalkınmanın esas sürükleyicisini yer altı kaynakları veya binalar olmadığını, bunların bir anda nasıl yok olabileceğinin görüldüğünü belirterek kalkınmanın kurumlar üzerine inşa edilmesinin gerektiğini dile getirdi.

TÜSİAD başkanı, dünya ticaretinde yüksek teknolojili ürün ve hizmetlerin payı artarken, düşük ücret, düşük beceri ve düşük tekonolojiyle üretilen ürünlerin payının azaldığını belirterek “Türkiye’nin yüksek teknoloji ihracatındaki payı 2013’ten beri azalıyor. Yüzde 3 seviyelerini aşamıyor” dedi.

Turan, şunları kaydetti: “Türkiye’de kadın hakları dendiğin akla maalesef kadın cinayetleri ve kadına yönelik erkek şiddeti geliyor. Şiddete sıfır tolerans ilkesiyle 6284 sayılı yasamızı tavizsiz uygulamalıyız. İstanbul Sözleşmesi’ne de en kısa sürede dönmeyi diliyoruz.

Kadın – erkek eşitsizliğinin giderilememsinin bir nedeni siyasette kadın temsilinin çok düşük olması. Türkiye’de kadınlar seçme ve seçilme hakkının birçok gelişmiş ülkeden önce almış olsa da günümüzde kadınların Meclis’te temsil oranı şu anda 118’inci sıradayız. Dünya ortalamasının altına seyrediyoruz.”

Paylaşın

TÜSİAD’dan “8 Mart” Açıklaması: Kadınların Eşit Temsilini Hedeflemeliyiz

8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle bir basın açıklaması yayınlayan TÜSİAD, açıklamasında, “Toplumsal cinsiyet eşitliği insan hakları, demokratik gelişmişlik ve sürdürülebilir kalkınma için vazgeçilmezdir. Tüm kamu, özel sektör ve STK karar noktalarında kadınların eşit temsilini hedeflemeliyiz” ifadelerine yer verdi.

Haber Merkezi / TÜSİAD, açıklamasının devamında, “Kadına yönelik erkek şiddetini tavizsiz şekilde ortadan kaldırmak için İstanbul Sözleşmesi başta olmak üzere tüm mekanizmaları harekete geçirerek mücadeleye devam etmeliyiz. Cumhuriyetimizin kuruluşunda kadın-erkek omuz omuza en zor koşullarda ülkemizi inşa etmeyi başardık.

Cumhuriyetimizin 100. yılını geride bırakırken de daha demokratik, gelişmiş, saygın, adil ve çevreci Türkiye hedefini yine eşitlikten güç alarak inşa edeceğimize inanıyoruz. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında hedefimiz; her alanda kadın-erkek eşitliğini başarmak olmalıdır.” cümlelerini kullandı.

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD), 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle bir basın açıklaması yayınladı. TÜSİAD’ın basın açıklamasında şu ifadeler yer aldı:

“Derin bir üzüntünün yanında büyük bir dayanışmayla mücadele etmekte olduğumuz 6 Şubat tarihli deprem felaketinin etkileri dahil olmak üzere hiçbir krizden toplumun yarısını geride bırakarak çıkamayız. Araştırmalar afet ve krizlerde kadınların erkeklere göre daha olumsuz etkilendiğini ortaya koyuyor.

Kimseyi geride bırakmadan, yaşadığımız afetin olumsuz etkilerini azaltabilmek için toplumsal cinsiyete duyarlı kriz yönetimi stratejilerine öncelik vermeli, eşitsizliklerle etkin şekilde mücadele etmeliyiz. Bu kapsamda afet bölgesinde şiddet riskine karşı güvenliğin yanı sıra barınma, sağlık, eğitim gibi tüm alanlarda kadınların görüşleri ve ihtiyaçları kapsamlı şekilde ele alınmalıdır.

Toplumsal cinsiyet eşitliği insan hakları, demokratik gelişmişlik ve sürdürülebilir kalkınma için vazgeçilmezdir. Tüm kamu, özel sektör ve STK karar noktalarında kadınların eşit temsilini hedeflemeliyiz.

Kadına yönelik erkek şiddetini tavizsiz şekilde ortadan kaldırmak için İstanbul Sözleşmesi başta olmak üzere tüm mekanizmaları harekete geçirerek mücadeleye devam etmeliyiz.

Cumhuriyetimizin kuruluşunda kadın-erkek omuz omuza en zor koşullarda ülkemizi inşa etmeyi başardık.

Cumhuriyetimizin 100. yılını geride bırakırken de daha demokratik, gelişmiş, saygın, adil ve çevreci Türkiye hedefini yine eşitlikten güç alarak inşa edeceğimize inanıyoruz. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında hedefimiz; her alanda kadın-erkek eşitliğini başarmak olmalıdır.”

Paylaşın

TUSİAD Başkanı Orhan Turan’dan “Büyüme Modeli’ne Eleştiri

TÜSİAD Başkanı Orhan Turan, “Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında, refah ve istihdam yaratmakta zorlanan bir büyüme modeli, düşük teknolojili ürünlere sıkışmış, katma değeri düşük, ithalata bağımlılığı yüksek, bölgeler itibariyle dağılımı dengesiz bir üretim yapısı, kalite ve itibar sorunu yaşayan kurumsal yapılar ülkemizin uluslararası arenada rekabet gücünü destekleyici mahiyette değildir.” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Üstelik, küresel gelişmeleri dikkate aldığımızda, bunlara ilaveten yeni alanlarda da dönüşümü sağlayacak bir dizi önlemi zaman kaybetmeden hayata geçirmeliyiz.”

Yaklaşan seçimler öncesi ekonomiye ilişkinde Turan, “Seçimlerin sonucu ne olursa olsun, seçim sonrası ile öncesi arasındaki ekonomik koşulların ve politikaların farklılaşması olası. Seçimler öncesinde küresel ekonomi zayıfken ve özellikle birçok AB ülkesinde resesyon dinamikleri gündemde iken Türkiye ekonomisinde iç talebe bağlı büyüme sürecinin desteklendiği bir dönem yaşayacağız” ifadelerini kullandı.

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Orhan Turan, Koç Üniversitesi-TÜSİAD Ekonomik Araştırma Forumu (EAF) tarafından bugün düzenlenen “2023 Yılında Türkiye Ekonomisi” başlıklı panelin açılışında konuştu. Turan’ın konuşmasından öne çıkan bölümler şöyle:

“Yeni bir yıla başlarken tüm ekonomi dünyası o yılın ekonomik trendlerini ve öngörülerini merakla bekler. 2023 bu açıdan daha da dikkat çekici bir yıl. Küresel ekonomiye ilişkin riskler ve belirsizlikler çok yüksek; Türkiye ekonomisi açısından da 2023’e düşmekte olsa da hala çok yüksek olan bir enflasyon oranı, büyümede yavaşlama, dış açık ve kamu açığında artış ile giriyoruz.

2023’ün ilk yarısında sıkı para politikasının etkisiyle Avrupa ve birçok gelişmiş ülkede resesyon tahmin edilirken ABD’de de büyümenin çok zayıf olması bekleniyor. Yılın ikinci yarısından itibaren ise izlenen sıkı para politikasının enflasyonu düşürmekte etkili olmasına paralel olarak dünya ekonomisinde zayıf da olsa yeniden bir büyüme süreci başlayacak.

2023’ün birinci ve ikinci yarısında ekonomik koşulların ve politikanın farklı olması Türkiye için de olası. Her şeyden önce küresel dinamikler ülkemizde de etkisini gösterecek. Finansal koşullarda yıl boyunca bir gevşeme olmasa da yılın ikinci yarısında dünya ekonomisinde büyümenin bir miktar hızlanacak olması ihracat talebinde bir canlanmayı muhtemel kılıyor.

Ancak Türkiye ekonomisi açısından 2023’e iki alt dönemde bakma ihtiyacının bir nedeni de milletvekilliği ve cumhurbaşkanlığı seçimleri. Seçimlerin sonucu ne olursa olsun, seçim sonrası ile öncesi arasındaki ekonomik koşulların ve politikaların farklılaşması olası. Seçimler öncesinde küresel ekonomi zayıfken ve özellikle birçok AB ülkesinde resesyon dinamikleri gündemde iken Türkiye ekonomisinde iç talebe bağlı büyüme sürecinin desteklendiği bir dönem yaşayacağız.

Yılın ikinci yarısında ise küresel ekonomide görülecek nispi olumlu gelişme, Türkiye ekonomisinde  makroekonomik istikrarı ve yapısal reformu önceleyen politikaların uygulanması açısından nispeten olumlu bir ortam yaratacak.

2023’ün ikinci yarısında dünya gibi Türkiye’nin de normalleşme sürecine girmesi gerekecek. Bunun en önemli koşulu da enflasyonun düşürülmesi ve ekonomik istikrarın tesis edilmesi. Enflasyonun çıkmış olduğu çok yüksek seviyelerden baz etkisiyle beraber düşme sürecine girmiş olmasını bir fırsat olarak değerlendirmek mümkün. Ancak enflasyonu düşürmede makro ihtiyati tedbirlerin para politikasının ikamesi olamayacağı noktasından hareketle para politikasını enflasyonla mücadele çerçevesinde formüle etmek, maliye politikasını enflasyonla mücadeleyi destekleyici mahiyette kurgulamak gerekiyor.

2023 yılını Türkiye açısından önemli kılan bir başka boyut da bu sene cumhuriyetimizin kuruluşunun yüzüncü yılı olması. Bu durum, neredeyse ilk yüzyılın geneline damga vurmuş olan bir dizi yapısal sorunumuzu, çözme iradesiyle ele almak için bir fırsat veriyor. Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında, refah ve istihdam yaratmakta zorlanan bir büyüme modeli, düşük teknolojili ürünlere sıkışmış, katma değeri düşük, ithalata bağımlılığı yüksek, bölgeler itibariyle dağılımı dengesiz bir üretim yapısı, kalite ve itibar sorunu yaşayan kurumsal yapılar ülkemizin uluslararası arenada rekabet gücünü destekleyici mahiyette değildir. Üstelik, küresel  gelişmeleri dikkate aldığımızda, bunlara ilaveten yeni alanlarda da dönüşümü sağlayacak bir dizi önlemi zaman kaybetmeden hayata geçirmeliyiz.

Uyum sağlamamız gereken alanların başında iklim değişimi ile mücadele geliyor. Bu çerçevede sıfır karbon hedefi doğrultusunda bir dizi adımı atmak, döngüsel ekonomiden ve yeşil üretim tekniklerinden daha fazla yararlanmak, fosil enerji kaynaklarından yenilenebilir enerji kaynaklarına geçişi hızlandırmak ve enerji tasarrufu ve enerji verimliliğini artırmak önümüzdeki dönemin ekonomi politikası öncelikleri arasında yer almalı.

Ekonomik ve toplumsal hayatta dijital dönüşüme uyum sağlamak için de altyapıdan becerilere, bilim ve teknoloji politikalarından yatırım ortamına bir dizi alanda hızlı ve kapsamlı adımlar atmalıyız.

Kısacası çok konuştuğumuz ama şimdiye kadar ertelediğimiz yapısal reformları bir an önce tamamlamamız gerekiyor. Bu reformlar hem istikrarsızlığın adeta yeni normal haline geldiği küresel düzende rekabetçiliğimizi korumak açısından hem de özlemini çektiğimiz refah seviyesine ikinci yüzyılımızda ulaşmak açısından belirleyici önemde.”

Paylaşın

TÜSİAD Başkanı Orhan Turan’dan ‘Kur Krizi’ Uyarısı

TÜSİAD Başkanı Orhan Turan, “Önümüzdeki yıl öngörülerimizi enflasyonun tek haneye inmesini hedefleyen politikaların uygulandığı, Türk lirasının istikrara kavuştuğu, iş hayatına dönük sırf mevzuat değişikliklerinin yerini kuralların öngörülebilir olduğu bir iş ortamının aldığı, yüksek enflasyonun erittiği satın alma gücünün yeniden toparlanıp iç talebin canlandığı, büyümenin de hızlandığı bir konjonktür süslüyor” dedi.

Haber Merkezi / 2023’ün seçim yılı olacağını kaydeden Turan konuşmasını şöyle sürdürdü: “Enflasyondan ve işsizlikten zarar gören özellikle sabit ve dar gelirliler açısından ekonomik koşullar zorlayıcı. 2023’te büyümenin hızlandırılması gerekiyor fakat makro dengeleri bozmadan büyümenin hızlandırılabilmesinin önünde de çeşitli kısıtlar yer alıyor olması, ekonomik politikanın hareket alanını epey daraltıyor. Büyümedeki hızlanma cari açığın bozulmasına, bu da kur üzerinde baskı ve kur üzerinden enflasyonun hızlanmasına yol açma riski yaşıyor. Bu nedenle ekonomi politikalarının büyük bir dikkat ve beceriyle uygulanması gereken bir yıla giriyoruz. 2023 makroekonomik istikrarın test edildiği bir yıl olmak durumunda.”

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) ile Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED) işbirliğinde, Marmara ve İç Anadolu Sanayici İş Adamları Derneği (MARSİFED) ev sahipliğinde Bursa’da “Anadolu Buluşmaları Toplantısı” yapıldı. TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan, toplantıda yaptığı konuşmada şunları söyledi:

“Bursa çok uzun yıllardır ülkemiz sanayinin önemli merkezlerinden birisi. Ülkemizin en yüksek ihracatını gerçekleştiren şehirlerimizden. İhracatın çok büyük bir bölümünü de sanayi ürünleri oluşturuyor. Bursa Organize Sanayi Bölgesi Türkiye’nin ilk organize sanayi bölgesi olma özelliğini taşırken, TÜSİAD’dan sonra kurulan ikinci sanayici ve iş insanları derneği de yine bu köklü şehirde hayata geçmişti.

Ana sanayiye can veren tedarik sanayimiz için de Bursa’da çok önemli bir ekosistem ve birikim var. Hem sanayi üretimi, hem de fikir üretimi ve ortak akıl açısından zengin bir kültüre sahip. Biz de bugün, bu birikimden yararlanmak için buradayız. Ülkemiz için kurduğumuz hayali sizlerle paylaşmak ve görüşlerinizi almak istiyoruz.

Yeni bir yılı bitirip bir yenisine girmeye hazırlanıyoruz. Sözlerime geçtiğimiz yılın kısa bir değerlendirmesi ve gelecek yıla ilişkin görüşlerimle başlayayım.

2022’ye covid pandemisini geride bırakıyor olmanın getirdiği iyimserlikle başlamışken Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi, tüm dünyada derin ekonomik ve jeopolitik sonuçlar yarattı. Başta enerji olmak üzere, artan hammadde fiyatlarının tırmandırdığı enflasyon ve başlıca merkez bankalarının para politikasını sıkılaştırıp faiz oranlarını artırma sürecine girmesi, büyümede yavaşlamaya yol açtı. Bu gelişmeler Türkiye’yi de etkiledi. Kur şokları ve döviz kurunun kontrol edilmesi amacıyla getirilen düzenlemeler, faizi tek basamağa düşürmeye odaklı para politikası ve bunların sonucu olarak yükselen enflasyon 2022’yi şekillendirdi. 2022’ye hızlı bir büyüme, aşırı dalgalı bir kur ve yüksek enflasyon ile başlamıştık. Yılı; kurdaki dalgalanmanın azaldığı, enflasyonun seviye olarak yüksek olmakla birlikte artışının durduğu, ama ihracat artışının da durduğu ve büyümenin yavaşladığı bir konjonktür ile bitiriyoruz.

2022 yılında, enflasyon ve kur gibi temel makroekonomik değişkenlerde artan istikrarsızlığın ve belirsizliğin yanı sıra düzenleme belirsizliği de iş hayatında öngörü yapmayı ve karar almayı zorlaştırdı. 2022’de çok sayıda mevzuat değişikliği oldu. Bu değişiklikler bankacılık ve reel sektörün davranışlarını etkiledi.  Faiz oranlarındaki düşüşe rağmen, reel sektörün finansmana erişimi zorlaştı. Artan hammadde fiyatlarıyla ithalatın faturası artarken, küresel resesyonla ihracat yavaşlamaya başladı. Dış ticaret açığı ve cari açık yükseldi. 2022’nin üçüncü çeyreğinde büyüme bir önceki çeyreğe göre %0.3 daraldı.

Önümüzdeki yıl öngörülerimizi ise; enflasyonun tek haneye inmesini hedefleyen politikaların uygulandığı, TL’nin istikrara kavuştuğu, iş hayatına dönük sık mevzuat değişikliklerinin yerini, kuralların öngörülebilir olduğu bir iş ortamının aldığı, yüksek enflasyonun erittiği satın alma gücünün yeniden toparlanıp iç talebin canlandığı, büyümenin hızlandığı bir konjonktür süslüyor.

Ancak 2023 seçim yılı ve bütün seçim yıllarında olduğu gibi öngörü yapabilmek zor.

Enflasyondan ve işsizlikten zarar gören özellikle sabit ve dar gelirliler açısından ekonomik koşullar zorlayıcı. 2023’te büyümenin hızlandırılması gerekiyor. Fakat, makro dengeleri bozmadan büyümenin hızlandırılabilmesinin önünde çeşitli kısıtlar yer alıyor olması, ekonomi politikasının hareket alanını epey daraltıyor. Büyümedeki hızlanma cari açığın bozulmasına, bu da kur üzerinde baskı ve kur üzerinden enflasyonun hızlanmasına yol açma riski taşıyor. Bu nedenle ekonomi politikalarının büyük bir dikkat ve beceriyle uygulanması gereken bir yıla giriyoruz. 2023 makroekonomik istikrarın tesis edildiği bir yıl olmak durumunda. 2023 aynı zamanda cumhuriyetimizin ikinci yüzyılının da başlangıcı. Bu nedenle, 2023 ikinci yüzyılımızda geleceğimizin inşası açısından da önem taşıyor.

TÜSİAD olarak gelecek hayallerimizi, geçtiğimiz sene 50. kuruluş yıl dönümümüz vesilesi ile yaptığımız “Yeni Bir Anlayışla Geleceği İnşa” adlı çalışmamızda müreffeh, saygın, adil ve çevreci bir Türkiye olarak tanımlamıştık. Bu hedeflerin yakalanmasında üç unsurun önemli olduğunu vurgulamıştık: İnsan, bilim ve kurumlar…

Günümüzde refahın asıl belirleyicisi ne yer altı kaynakları, ne fiziksel sermaye, ne de ucuz emeğe dayalı üretimdir. Yer altı kaynaklarına dayanarak zenginleşmiş ülkeler bulunmakla birlikte, gelişmiş ülke olmak için bu tek başına yeterli değildir. Toplumların refahının en önemli belirleyicileri maddi olmayan kaynaklarıdır. Biz geleceği inşa çalışmamızda bu maddi olmayan kaynakları şöyle tanımladık:

eğitimle insanımızın yetkinliklerinin geliştirilmesi;

bilim-teknoloji ve inovasyona önem verilmesi;

ekonomiden demokrasiye kadar tüm alanlarda güvenilir ve kapsayıcı kurumlar ve kuralların yerleşmesi.

Ancak ve ancak bu alanlarda eş zamanlı ilerleme kaydettiğimiz takdirde, sürdürülebilir kalkınmayı başarabiliriz. Refah artışında yeni bir atağı başlatabilir, toplumun tüm kesimlerini kapsayarak gelişebilir, büyüyebiliriz.

Bu çalışmada yer verdiğimiz 105 ülkeyi kapsayan ekonometrik analiz şunu gösteriyor. İnsani gelişim, bilim teknoloji ve kurumlarda, kendimizi OECD ortalamasına çıkarmak için gereken adımları atabilirsek, 20 yıl içinde kişi başı millî gelirimizi 30 bin dolar seviyesine yükseltebileceğiz. Bu neredeyse 3 katı bir artış demek. Fakat altını çizmek isterim ki, hedefimiz sadece zenginlik değil, bu üç alanda büyük ilerlemeler kaydederek, gelişmiş, saygın, adil ve çevreci bir Türkiye’yi birlikte inşa etmek olacaktır.

21. yüzyılda koyduğumuz hedeflere ulaşmanın yolu insanı odağa alan, yani toplumsal dönüşümü gerçekleştirmeyi hedefleyen bir kalkınma modelinden geçiyor.

Düşük ücret ödenen niteliksiz işgücünün, düşük teknoloji kullanarak ürettiği ürünleri, düşük kurla dünya pazarlarına satarak ekonomik gelişme sağlanması anlayışı artık tarih oldu. Bundan yarım asır önce, özellikle Doğu Asya ülkelerinin uygulamış olduğu düşük kur- düşük ücrete dayalı ihracata dönük sanayileşme modeli ile bu ülkeler hızlı bir gelişme göstermişlerdi. Ancak içinde bulunduğumuz dijitalleşme çağında bu modelin artık rekabet şansı hiç yok.  Bugünün ekonomisi, ileri teknoloji ile üretilen yüksek katma değerli ürünler üzerine kurulu. Bu da nitelikli, üretken, yenilikçi insan kaynağı ile mümkün. Sanayinin kalbi Bursa, teknolojik dönüşümün taşıdığı hayati önemin çok farkında olan ve başarılı uygulamaları örnek olan bir şehir.

Nitelikli insan kaynağını yetiştirmek için de, eğitim felsefemizi yeni bir anlayışa ele almamız gerekiyor. Eğitimin her kademesinde nicelik kadar niteliğe de öncelik veren, her bir çocuğumuz ve gencimiz için kaliteli eğitime erişimi mümkün kılan bir eğitim sistemini tam anlamıyla kurgulamak ve uygulamak gerekiyor.

Analitik, eleştirel, yenilikçi düşünmeyi odağa alacak, ihtiyaç duyulan teknik, dijital ve sosyo duygusal becerileri en iyi seviyede kazandıracak şekilde eğitim sistemimizi değiştirmemiz gerekiyor. Ayrıca, yetişmiş nitelikli insan kaynağını korumamız, çalışanların iş memnuniyeti açısından ihtiyaç ve beklentilerini gözetmemiz de çok önemli.

Bu açıdan refahın daha adil paylaşımı önümüzdeki dönemin toplumsal dinamikleri açısından önem taşıyacak. Nüfus dilimleri, bölgeler ve sosyal sınıflar arasındaki refah uçurumları, toplumsal sürdürülebilirlik açısından yarattığı riskler kadar, ekonomik büyüme sürecinin nitelikleri açısından da sorunludur.

Toplumsal dönüşümün ülkemiz açısından çok kritik bir boyutu, hiç şüphesiz toplumsal cinsiyet eşitliği. Toplumun yarısını oluşturan kadınların, toplumda kendi hakları olan konuma gelmelerinin önündeki tüm engelleri kaldırmalıyız. Kadına yönelik şiddet başta olmak üzere, eşitsizliği doğuran ve besleyen tüm sorun alanlarına karşı harekete geçmeliyiz. Eğitimde, çalışma hayatında, yönetim kademelerinde, siyasi hayatta, kısacası, toplumsal yaşamın her alanında kadınların erkeklerle eşit fırsatlara ve eşit temsile sahip olmasını gözetmeliyiz. Örneğin, Yönetim Kurullarında hiç kadın üye yoksa, bu durumu sorgulamalı ve değiştirmeliyiz.

Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına girerken insanı odağa alan bu kalkınma yaklaşımını bilimsel ve teknolojik ilerlemeye vereceğimiz önem ile bütünleştirmemiz gerekiyor. Az önce işaret ettiğim gibi, günümüzde ekonomik gelişme de, bilime ve teknolojiye daha fazla önem vermeyi gerektiriyor.

Yirmibirinci yüzyılda ekonomik gelişmeyi ikiz dönüşüm olarak adlandırılan iki büyük dinamik şekillendiriyor: dijital dönüşüm ve yeşil dönüşüm.  TÜSİAD olarak ikiz dönüşümün, ülkemizin rekabetçiliği ve ekonomik olarak gelişmiş bir ülke olma hedefimiz için en büyük fırsat alanlarından biri olduğuna inanıyoruz.

Geçtiğimiz sene ülkemizin onayladığı Paris Anlaşması ve Avrupa Birliği’nin Avrupa Yeşil Mutabakatı iklim değişikliği ile mücadelede önümüzdeki süreçte atmamız gereken adımları tarifliyor. İklim krizi sürdürülebilir üretim ve tüketim yöntemlerini içselleştirmemizi; bu yönde Ar-Ge ve inovasyon çalışmalarına ağırlık vermemizi mecburi kılıyor.

Yeşil dönüşüm yolculuğunda karbon ayak izini azaltma faaliyetleri şirketlerimize enerji verimliliği, maliyet kontrolü ve risk azaltma gibi birçok fayda sağlıyor.

Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılının inşasında insani gelişme ve bilimsel ilerlemeyi tamamlayacak unsur ise iyi tasarlanmış kurum ve kuralların mevcudiyetidir. Bu kurumların başında ise hukukun üstünlüğü gelir. Hukukun üstünlüğünün güçlendirilmesi ve demokratik standartların yükseltilmesi; hem toplumsal kapsayıcılığın geliştirilmesi açısından, hem de bilimsel ve teknolojik ilerlemenin de temelini oluşturan ifade özgürlüğünün korunması açısından tartışılmaz önemdedir.

Cumhuriyetimizin 100. yılına girerken, Mustafa Kemal Atatürk’ün bizlere bıraktığı çağdaş uygarlık seviyesine ulaşma hedefiyle Türkiye’nin aydınlık geleceğine inanıyoruz. Küresel ve ülke gündemlerinin getirdiği tüm zorluklara rağmen;

Cumhuriyetimizin değerlerinden güç alan,

demokrasisini sağlamlaştırmış,

kurumlarını kapsayıcı ve güvenilir hale getirmiş,

kadını, erkeği, çocuğu, genci, yaşlısı, işçisi, işvereni ile geleceğe umutla bakan bir ülke olma azmiyle yürürsek, hayal ettiğimiz geleceği hayata geçirebiliriz.

İş dünyasının bağımsız ve gönüllü sivil toplum örgütleri olarak üzerimizdeki sorumluluk çok büyük.

Laik hukuk devleti, katılımcı demokrasi ve özgürlük anlayışının, kurallı piyasa ekonomisinin tam anlamıyla yerleşmesi doğrultusunda çalışıyoruz.

Bu yolda sivil toplum kuruluşlarının, özellikle iş dünyası STK’larının kendi bölgelerinde ve sektörlerinde önemli bir kanaat önderi olmaları nedeniyle ciddi etkisi olacağına inanıyoruz.

Bu nedenle diyoruz ki Cumhuriyetimizin ikinci yüz yılında, ülkemizin enerjisini serbest bırakalım. Kurumsal yapılarımızda ve kurallarımızda; gelişmiş, adil, saygın ve çevreci bir Türkiye hedefine doğru ilerlemeyi sınırlayan tüm noksanlarımızı hızla telafi edelim.”

Paylaşın

TÜSİAD Başkanı Turan’dan Ekonomi Üzerinden İktidara Sert Eleştiriler

İktidarın uyguladığı ucuz iş gücü strateji hakkında değerlendirmede bulunan TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Turan, “Düşük TL ve ucuz iş gücü ile Türkiye’nin rekabet gücünün sürdürülebilir olabileceğini düşünmüyorum” dedi ve ekledi:

“Bu, 50 yıl önce Uzak Doğu’nun stratejisiydi. Rekabetçi kur ucuz, iş gücüyle ihracatı büyütmek. Bunları yaptığınızda 5-6 ay nefes alıyorsunuz ama sürdürülebilir hale getiremiyorsunuz.”

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan, para ve maliye politikalarının iş dünyasına etkisini ve reel sektörün finansmana erişim sorununu değerlendirdi.

‘Bugün en önemli şey nitelikli insan kaynağı’

Bloomberg HT’ye konuk olan Turan, Türkiye’deki istihdam piyasasına ilişkin yaptığı yorumda, katma değerli üretim yapılabilmesi için ara eleman sorununun çözülmesi ve bu konuda bir ulusal stratejinin oluşturulması gerektiğini önerdi.

Nitelikli insan kaynağı olan şirketlerin ileride daha rekabetçi olacağını belirten Turan, “Bugün en önemli şey nitelikli insan kaynağı. Nitelikli insan kaynağını kaybetmeyip, onları Türkiye’ye çekmemiz gerek” dedi.

‘İşveren çalışanını enflasyona karşı korumak zorunda’

Turan 2023 yılı asgari ücret tutarına da değindiği konuşmasında, “Enflasyonun üzerinde, refah payı olan bir asgari ücret artışı olabilir. İşveren çalışanını enflasyona karşı korumak zorunda” ifadelerini kullandı.

Ucuz iş gücü stratejinin uygulanması hakkında değerlendirmede bulunan Turan, “Düşük TL ve ucuz iş gücü ile Türkiye’nin rekabet gücünün sürdürülebilir olabileceğini düşünmüyorum. Bu, 50 yıl önce Uzak Doğu’nun stratejisiydi. Rekabetçi kur ucuz, iş gücüyle ihracatı büyütmek. Bunları yaptığınızda 5-6 ay nefes alıyorsunuz ama sürdürülebilir hale getiremiyorsunuz” dedi.

‘Eylül’den itibaren ihracattaki yavaşlamayı net şekilde görüyoruz’

Turan, ihracatın euro/dolar paritesinden olumsuz etkilendiğini belirttiği konuşmasında, Eylül’den itibaren ihracattaki yavaşlamayı net bir şekilde gördüklerini dile getirdi. Turan, işletme sermayesi ve şirketlerin krediye erişimi hakkında yaptığı değerlendirmede şu ifadeleri kullandı:

“2022’de şirketlerin işletme sermayesi ihtiyacı arttı. Geçen yıl 100 bin dolar işletme sermayesi olan bir şirketin 200, hatta 400 bin dolara ihtiyacı var. Reel sektörün finansmana erişimi rahat olmalı. Son dönemde finansmana erişim ihracatçı firmalar dışında çok kolay değil. Ticari kredilere erişimin rahat olduğunu keşke söyleyebilseydik. Yatırım kredilerine ulaşmak, uzun vadeli kredi almak kolay değil. Şirketler için kredi limitlerinin artması gerek.”

Paylaşın