Östaki borusu nedir, ne işe yarar?

Östaki borusu, burun boşluğunun arkasında bulunan üst yutak (geniz) ile orta kulağı bağlayan bir kanaldır. Orta kulaktaki hava basıncı kontrol ederek vücut dışındaki hava basıncına eşit hale getirir.

Çoğu zaman östaki borusu kapalıdır ve yalnızca orta kulak ile üst yutak (geniz) arasındaki geçişten havanın geçmesine izin vermek için esneme, yutma ve çiğneme gibi aktiviteler sırasında açılır.

Bu faaliyetler, atmosferik basınç hızla değiştiğinde ve kulakta ani bir tıkanma hissine neden olduğunda (uçak yolculuğu sırasında olduğu gibi),  kulak içindeki basıncı eşitlemek için kasıtlı olarak yapılır.

Östaki borusu basıncı eşitleyecek kadar açılmadığında, kulakta rahatsızlık, baş dönmesi veya çınlama gibi belirtiler ortaya çıkabilir. Kulakta iltihaplanma, şişme veya sıvı olup olmadığını anlamak için kulak zarının ışıklı bir dürbünle görsel muayenesi yapılabilir.

Burun tıkanıklığı, kulak veya sinüs enfeksiyonu ile alerji gibi durumlarda östaki borusu sorunlarına yol açabilir. Bu nedenler genellikle dekonjestan ilaçlar veya antibiyotiklerle tedavi edilebilir, ancak ciddi vakalarda ameliyat gerekebilir.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Tibial sinir nedir? Detaylar

Tibial sinir alt baldırın bir çevresel siniridir. Tibial sinir, tibianın arkasından bacak boyunca ilerlemeye devam eder. Bacak ve ayakta çeşitli deri ve motor fonksiyonları vardır. İnişi sırasında arka bacağın derin kaslarını besler.

Tibial sinirin iki ana dalı vardır: medial plantar sinir ve lateral plantar sinir. İlki, ayak başparmağına ve yanındaki iki parmağa talimat verir ve ikincisi diğer iki ayak parmağına talimat verir.

Bölünme topuktan hemen sonra görülür. Sural sinir ayrıca tibial sinirden ayrılır ve bacakların ve ayakların derisinde his sağlar. Tibial sinire verilen hasar, tibial sinir disfonksiyonu olarak bilinen bir duruma neden olur.

Bu, alt bacakta his veya hareket kaybı ile karakterizedir. Bu, diyabet gibi sistemik hastalıklar da dahil olmak üzere çeşitli durumlardan kaynaklanabilirken, tibia veya incik kemiğini kıranlar arasında daha yaygındır.

Paylaşın

Maksiller sinir nedir? Detaylar

Maksiller sinir veya üst çene siniri, orta yüz bölgesi içinde yer alan bir sinirdir. Sinir, baş boyunca kavernöz sinüsten (her bir gözün arkasında kanla dolu bir boşluk) bir yol izler.

Sinirin başlangıcı ince bir banda benzer, ancak sinirin ucuna gelindikçe silindirik bir şekil alır ve sertleşir. Maksiller sinir, kafanın farklı bölgelerine dağılan dört farklı koldan oluşur. 

Maksiller sinir, sinirin ana kısmını ifade eder ve her dallı farklı bir sinir olarak bilinir. Dört dala ayrılan sinirin dallarına verilen isimler şöyledir;

  • İnfraorbital kanal (gözün altında bulunur)
  • Pterygopalatin fossa (kafatasında çenenin arkasında bulunan derin bir boşluk)
  • Kafatası (kafatasının beyni tutan kısmı)
  • Yüz

Son zamanlarda yapılan araştırmalar, diş ve yüz ameliyatlarının bu sinire zarar vererek komplike olabileceğini buldu.

Paylaşın

Troklear sinir nedir? Detaylar

Troklearis olarak da bilinen Troklear sinir IV (CN-IV) . Beyinden sırta doğru çıkan tek Kraniyal sinirdir. Göze hizmet eden en küçük sinirdir. Troklear sinir üstün orbital fissürden geçer ve motor fonksiyon veya hareket sağlar. 

Üstün eğik göz kasına hizmet eder ve halka şeklindeki tendona bağlanır. Sonuç olarak, gözleri yukarı ve aşağı ve ayrıca dışarı doğru hareket ettirmek için beyin sinyallerini işler. 

Bir kafa travması veya ameliyatın bir komplikasyonu nedeniyle, bu sinire verilen hasar, üstün oblik göz kasını kullanma yeteneğini tehlikeye atacaktır. Sinir kullanılmadan, üstün eğik göz kası artık düzgün çalışmayacaktır. Göz küresini fiziksel olarak hareket ettiren troklear sinir değil kasdır. 

Aksi takdirde diplopi olarak bilinen çift görme, kas veya sinirle ilgili sorunlardan kaynaklanır. Bu sorunlardan kaynaklanan komplikasyonlar, özellikle merdivenlerden aşağı yürüme becerisinin azalmasına neden olacaktır.

Paylaşın

Okülomotor sinir nedir? Detaylar

Göz küresi ve göz kapağı hareketinden sorumlu olan külomotor sinir, sırayla koku alma ve görme sinirlerini takip eder. Okülomotor sinir, okülomotor sinir felci olarak bilinen bir durumda felç olabilir.

Bu durum, multipl skleroz veya diğer demiyelinizan hastalıklar, doğrudan travma, yer kaplayan lezyonlar (beyin kanseri gibi), mikrovasküler hastalık (diyabet gibi) veya spontan subaraknoid kanamadan (kaplayan iki zar arasındaki boşluğa kanama) kaynaklanabilir. Berry anevrizması bir tür subaraknoid kanamadır. Okülomotor sinir, her biri farklı bir işleve sahip iki ayrı bileşeni içerir.

Somatik motor komponenti, malzemeleri dört göz dışı göz kaslarının ve motor (hareket) elyafıyla üst göz kapağı en levator palpebra superior. Gözle görsel takip ve sabitleme sağlayan kasları kontrol eder. Görsel izleme, bir nesneyi görüş alanı boyunca hareket ederken takip etme yeteneğidir. Sabitleme, sabit bir nesneye odaklanma yeteneğidir.

Visseral motorlu bileşen kontrolleri parasempatik innervasyon siliyer kas ve yılanı papilla (istemsiz eylemlerle ilgili sinirler), konaklama yardım ve pupil ışık refleksi. Yerleştirme, gözün nesnenin göze olan uzaklığı değiştikçe bir nesneyi odakta tutma yeteneğidir. Pupiller ışık refleksleri, göze giren ışığın miktarını düzenleyen, ışığın görmek için yeterli olmasını ancak çok parlak olmamasını sağlayan, göz bebeğinin genişlemesindeki (boyutundaki) otomatik değişikliklerdir.

Okülomotor sinir, göz ve göz kapağı hareketlerinin çoğundan sorumludur, ancak troklear sinir ve abdusens siniri de göz hareketlerine katkıda bulunur.

Paylaşın

Karotenoidler nedir, ne işe yarar? Detaylar

Karotenoidler bitkilerde bulunan, açık sarı-kırmızı arası renkleri veren pigmentlerdir. Meyve sebze tüketimi sonucu vücuda alınırlar. Suda çözünmezler, alkali ortamda stabildirler ve görünür bölgede 400-450 nm dalga boyunda maksimum soğurma verirler.

Bazı karotenoidler A vitamini ön maddesi olarak aktivite gösterirler ve bu nedenle vücut için gerekli olan A vitamininin sentezi açısından önemlidirler. A vitamini eksikliği sonucu oluşabilecek hastalıkların, kroner kalp rahatsızlıklarının ve kanserin önlenmesinde önemli rolleri bulunmaktadır.

Sahip oldukları antioksidan özellikleri sayesinde kanseri önleme ya da geciktirmede etkilidirler. Karotenoid alımı ile özellikle akciğer kanseri riskini düşürmede başarılı sonuçlar elde edilmiştir. Meyve sebze ağırlıklı diyetin sağlık açısından çok büyük önem taşıdığı gerçeği bir kez daha karşımıza çıkmaktadır.

Hangi karotenoidi hangi meyve-sebzede bulurum?

  • Karoten; En yüksek provitamin A aktivitesine sahip olan karoten, bir A vitamini öncülü olduğu için çok güçlü antioksidan aktivite gösterir. Bu özelliği sayesinde, kanserden korur, kalp ve damar sağlığınızı güçlendirir, kas ve kemik dokunuza katkıda bulunur, göz sağlığını korur ve cildinizi güzelleştirir. Karoten özellikle havuç, balkabağı, şeftali, tatlı patates, maydanoz, kırmızıbiber, kıvırcık marul, ıspanak, pazı, mango ve kayısıda bulunur. Karoten vücudumuzda en fazla böbrek üstü bezinde bulunur, ama testis, karaciğer, yumurtalık, meme, böbrek, pankreas, akciğer, deri ve kolona da aktarılır. Karoten zengini besinlerin aşırı tüketimi, avuç içinde ve ciltte koyulaşmalara neden olabilir
  • Likopen; Oldukça güçlü bir antioksidandır ve kanser üzerinde etkilidir. Likopen LDL kolesterol içeren kalp hastalığını önlemede de önemli bir potansiyele sahip. Bilim insanları, Akdeniz diyetinin kanser ve kalp ve damar hastalığı önleyici etkilerinin aslında likopen kaynaklı olabileceğini düşünüyor. Çünkü karotenler yağda çözünürler. Zeytinyağı ve domatesle buluşan Akdeniz diyeti, bu açıdan müthiş bir antioksidan potansiyel içerir. İnsanlar için en zengin likopen kaynağı domatestir. Karpuz, pembe greyfurt, havuç ve balkabağı ise likopenin diğer kaynakları arasında yer alır
  • Lutein ve Zeaksantin; Lutein, retinada gözü ışıktan koruyan ve retinal hasarı önleyen sarı pigment oluşumundan sorumludur. Her iki ksantofil de, mavi ışığın gözde neden olduğu hasara karşı koruma sağlar, bu sayede katarakt ve yaşlılarda maküler dejenerasyonu önlerler. En iyi lutein ve zeaksantin kaynakları kıvırcık marul, maydanoz, ıspanak, marul, brokoli gibi koyu yeşil yapraklı sebzelerdir. Bunun yanında  kivi, avokado, erik, yaban mersini, ahududu, böğürtlen gibi meyvelerde de bulunurlar
  • Beta-Kriptoksantin; Küçük bir karotenoid olan kriptoksantin şeftali, papaya ve turunçgillerde bulunur. Karotenden sonra vücutta A vitaminine dönüştürülen ikinci karotenoiddir

Karotenoidlerin tüketimiyle ilgili bazı ipuçları;

  • Karotenoidler yağda çözünebilir olduğundan, ince bağırsağın onları emmesini sağlamak için en az 3 ila 5 gram sağlıklı yağ ile tüketilmelidir. Dolayısı ile sebze yemeklerinize düşük miktarda yağ ekleyebilirsiniz
  • Haşlama sırasında uygulanan ısıtma işlemi emilebilir karotenoid içeriğini artırır. Lutein, karoten, likopen gibi karotenoidler ısıya dayanıklıdır
  • Oksijen ve ışıktan korunan meyve ve sebzelerde karotenoid içeriği daha fazla korunur
  • Karotenoidler; konservede, özellikle domates salçasında bulunan likopen, içeriğini büyük ölçüde korumaktadır
  • Çeşitli karotenoidler birarada alındığında sinerjik olarak daha iyi etki gösterir

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır.

Paylaşın

Ksilitol nedir, ne işe yarar, etkileri nelerdir?

Yapay olarak üretilebileceği gibi doğada bazı meyve ve sebzelerin içinde de bulanan Ksilitol, bir şeker alkolü olarak kategorize edilebilir. Ksilitol, ağza alındığı zaman ağızda ferahlık hissinin oluşmasına neden olur ve tadı sukrozla çok benzerdir.

Görünüş ve tat olarak bakıldığında şekere oldukça fazla benzeyen maddenin vücuda alınması dengeli bir şekilde olmalıdır. Bu maddenin çok alınması ishale, neden olmaktadır. Aynı zamanda bu madde, ürün ambalajlarının üzerinde E967 ve xylitol gibi ifadelerle belirtilmektedir.

Ksilitol, diabetik beslenmede önemli bir rol oynamaktadır. Bu madde, sukroz şekeri yerine tatlandırıcılı olarak kullanılır. Maddenin böyle kullanılması, kanda bulunan glukoz seviyesini insülinle paralel bir şekilde azaltır ve düşük kalori değeri oluşur. Bu nedenle şeker alkolü adı verilen maddenin, diabetik beslenmede önemli bir rolü bulunmaktadır. Bunun dışında bu madde, B vitamini ve kalsiyum emilimini artırıcı özelliğe sahiptir.

Vücutta gerçekleşen ksilitol emilimi, kısmi olarak gerçekleşmekte ve bu madde glukoza parçalanmaktadır. Parçalanmadan arta kalan kısım ise, kalın bağırsak tarafından kullanılmaktadır. Kalan kısım, burada fermente edilmektedir.

Fermente süreci içerisinde, vücutta gaz üretimi gerçekleşir. Gaz üretimi de, hem bağırsak da hem de midede şişkinliğe yol açmaktadır. Eğer kişinin intoleransı varsa eğer, bu durum kişide laktasif etkiye(halk arasında cırcır) sebep olmaktadır. Normal şartlarda bu madde yan etkisini, 25 ile 30 gram arasında alınınca kendini gösterir ve de bu oran normal gıdalarda kullanılanın oldukça üzerinde bir miktardır.

Hangi yiyeceklerde bulunur?

Ksilitol yapay olarak üretilen maddelerin tüketiminin yanı sıra doğal yiyeceklerin tüketimi ile de vucuda alınabilir. Ksilitol bulunduran meyve ve sebzelerden bazıları muz, erik, mantar ve karnıbahar gibi yiyeceklerdir. Bunun dışında yapılan araştırmalara göre vücüdümüzun belli oranda ksilitol ürettiğine de ulaşılmıştır.

Ksilitolun etkileri nelerdir?

Ksilitol, tüketilen miktara göre değişerek vucudumuza bazı faydalar sağladığı gibi bazı zararlar da verebilmektedir.

Tatlandırıcı etkisi; Ksilitolun tatlandırıcı bir etkisi vardır. Özellikle şeker hastalarının normal şeker tüketememesinden dolayı şeker hastalarına tatlandırıcı özelliğinden dolayı ksilitol önerilebilmektedir. Tüketiminden sonra düşük kalori oluşturduğu için şeker hastalarının beslenme sistemi için büyük öneme sahiptir.

Ağız ve diş sağlığına etkisi; Ksilitolun zararlarının çokluğunu iddia eden insanların aksine diş sağlığı için tüketilmesi gerektiğini savunan insanlar da vardır. ksilitol ağız içindeki bakterileri temizleme özelliği ile ağız sağlığı ve bakımı açısından önemli bir yere sahiptir. Ayrıca yapılan incelemeler sonucu diş minesindeki çürümeleri durdurduğu sonucuna da varılmıştır.

Boğaz ve kulak sağlığına etkisi; Ksilitol tüketimi sırasında içindeki temizleyici maddelerden dolayı ağız ve boğaz içindeki bakterileri azaltarak boğaz ve kulak enfeksiyonlarını azaltma özelliği ortaya çıkmıştır.

İshal hastalığına neden olma etkisi; Normal kullanımı sırasında ksilitolun vucuda bir zararı bulunmamasının yanı sıra belli bir miktarın üzerine çıkan tüketimlerinden sonra bağırsak sistemini bozarak ishal hastalığına neden olabilmektedir.

Şişkinliğe neden olma etkisi; Ksilitol içeren maddeler tüketildikten sonra vucut içinde gaz oluşumuna neden olabilmektedir. Aşırı tüketim yapıldıysa oluşan gazın çokluğundan dolayı vücutta şişkinliğe neden olabilmektedir.

Ksilitol zararları;

Ksilitol genellikle iyi hazmedilir, ancak bazı insanlar çok fazla tükettiklerinde sindirim yan etkileri yaşarlar. Şeker alkolleri suyu bağırsağınıza çekebilir veya bağırsak bakterileri tarafından fermente edilebilir.

Bu gaz, şişkinlik ve ishale yol açabilir. Bununla birlikte, vücudunuz ksilitol için çok iyi ayarlanmış gibi görünüyor. Alımı yavaş yavaş arttırır ve vücudunuza ayarlanması için zaman verirseniz, muhtemelen herhangi bir olumsuz etki yaşamayacaksınız.

Uzun süreli ksilitol tüketimi tamamen güvenli görünmektedir. Bir çalışmada, insanlar ayda ortalama 1.5 kg ksilitol tükettiler – günlük 30 yemek kaşığı (400 gramdan fazla) – herhangi bir olumsuz etkisi olmamıştır.

İnsanlar kahve, çay ve çeşitli tarifleri tatlandırmak için şeker alkolleri kullanırlar. Şekeri ksilitol ile 1:1 oranında değiştirebilirsiniz. İrritabl bağırsak sendromunuz (IBS) veya FODMAP’lara karşı toleranssızlığınız varsa, şeker alkollerine dikkat edin ve bunlardan tamamen kaçınmayı düşünün.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Kalsiyum nedir, hangi besinlerde bulunur?

Kemiklerin ve dişlerin oluşumunda hayati öneme sahip bir mineraldir. Yaklaşık %99’u, yapılarını desteklediği kemiklerde ve dişlerde depolanır. Geri kalan %1 kan, kas ve diğer dokularda bulunur. Vücudun kemiklerin korunması, kasların kasılması, damarların genişlemesi, hormonların ve enzimlerin salgılanması için kalsiyuma ihtiyacı vardır.

Kalsiyumun kemik ve diş yapımındaki görevi dışında, doku sıvılarında bulunarak kas kontraksiyonu (kasılma) ve relaksiyonunda (gevşeme), kanın pıhtılaşmasında, sinirsel uyarıların iletiminde, hücre duvarı geçirgenliğinde, bazı enzimlerin aktivasyonunda, miyokard fonsiyonlarının düzenlenmesinde, asit baz dengesinde ve demirin etkin biçimde kullanılmasında görevi vardır.

Hangi besinlerde bulunur?

  • Yumurta
  • Yoğurt-süt-peynir
  • Ispanak
  • Balık
  • Soğan
  • Nohut

Diğer kalsiyum kaynakları:

  • Lahana, brokoli, salatalık, karahindiba, kereviz, roka gibi lifli koyu yeşil sebzeler
  • Çoğu tahıl (ekmekler, makarnalar) kalsiyumdan zengin olmasa da sık tüketildiklerinden vücuda önemli miktarda kalsiyum sağlar
  • Bazı kahvaltı gevreklerine, meyve sularına, soya ve pirince kalsiyum eklenir
  • Fıstık, susam, badem, fındık, keten tohumu
  • Fasulye, soya, mercimek gibi baklagiller
  • İncir, kuru kayısı

Faydaları

  • Kemikleri korur
  • Kolon kanseri riskini azaltır
  • Kalp-damar sağlığını korur
  • Gebelik zehirlenmesini önler
  • Zayıflamaya yardımcıdır
  • Metabolizmayı destekler
  • Kas aktivitesini düzenler
  • Kanı pıhtılaştırır
  • Kemik sağlığı korur ve osteoporozu önler

Kalsiyum eksikliği neden olur?

  • Aşırı kafein-alkol
  • Bulimia, anoreksi gibi yeme bozuklukları
  • Civa maruziyeti
  • Magnezyumun aşırı tüketimi
  • Kemoterapi
  • Paratiroid hormonu eksikliği
  • Menopoz
  • Çölyak, Crohn, inflamatuar barsak hastalığı, pankreatit, böbrek yetmezliği
  • D vitamini, fosfat eksikliği
  • Osteoporoz, osteopeni

Kalsiyum eksikliği belirtileri;

  • Dişlerin yapısında bulunan ve dişlerin sağlığını korumaya yardımcı olan kalsiyumun eksikliği sonucu dişler kırılganlaşır ve çürümeler başlar
  • Kemiklerin sağlığı için çok önemlidir. Bu sebepten ufak darbeler sonucu incinmeler haricinde kemiklerde çatlamalar ya da kırılmalar görülebilir
  • Tırnaklar güçsüzleşir, tırnakların uzaması uzun sürer ve sürekli kırılır
  • Regl dönemi öncesi PMS olarak bilinen premenstrüel sendromun çok şiddetli yaşanmasına sebep olabilir
  • Kalsiyum eksikliği nedeniyle ruh hali çok çabuk değişebilir. Aşırı sinirli, gergin, huysuz, kaygılı ve depresiflik durumları görülebilir
  • Cilt sağlığının bozulmasına neden olabileceğinden cilt kurur, ciltte pürüzlenme görülür ve cilt soluklaşır
  • Göz sağlığı bozulabilir, görme bozuklukları gelişir özellikle katarakta neden olabilir bu da kalsiyum belirtileri arasında yer alır
  • Kalsiyum eksikliği nedeniyle eklemlerde ve kemiklerde ağrılar görülür. Bunun sonucu kronik ağrılar gelişebilir ve hareket kabiliyeti kısıtlanabilir
  • Kalsiyum eksikliği nedeniyle kemik erimesi görülebilir
  • Kalsiyum eksikliği nedeniyle saçlar incelir, kurur ve çok miktarda dökülür
  • Unutkanlığa neden olduğundan kalsiyum eksikliği olan bireylerde unutkanlık görülür
  • Kas gelişimi ve sağlığı açısından önemli olan kalsiyumun eksikliğinde ellerde, kollarda uyuşmalar görülebilir, kasılmalar ve kramplar sık sık yaşanabilir
  • Vitamin ve mineral eksikliklerinin klasik belirtilerden olan yorgunluk, halsizlik görülür
  • Sürekli yorgunluk görülmesi nedeniyle bir süre sonra uykusuz gibi olunacağından dolayı odaklanmakta güçlük çekilir ya da dikkat eksikliği görülür
  • Bütün bunlarla birlikte kalp sağlığı da bozulabilir, kalp kasılmaları düzensizleşir, çarpıntı görülebilir

Kalsiyum eksikliğine ne iyi gelir?

Kalsiyumun eksikliğinde çoğunlukla takviye kullanılması önerilir. Takviyeler, emilimi artırmak ve yan etkileri azaltmak için gıdalarla birlikte alınmalıdır. Tüm takviye çeşitleri küçük dozlarda alındığında daha iyi emilir. Her bir doz 600 mg’ı geçmemelidir. Gün boyunca aralıklarla 2 veya 3 doz alınabilir. Hastanın ihtiyaçlarına, tıbbi durumuna ve kullandığı ilaçlara bağlı olarak belirlenmelidir.

Bu faydalı element kemiklerin bakımı için gerekli bileşenlerden bir tanesidir. Hepsi vücuttaki eksikliği tamamlamaya yönelik geliştirilmişse de piyasada çeşitli kombinasyon ve preparatlarda takviyeler mevcuttur. Miktarı ürüne göre değişmekle birlikte birçok multivitamin-mineral takviyesinde kalsiyum bulunur.

Çoğu takviyeye D vitamini eklenir, çünkü vücuttaki proteinlerin sentezini teşvik ederek kalsiyumun emilimini arttırır. Takviyeler tablet, kapsül, çiğneme, sıvı ve toz formlarında mevcuttur. Takviye seçerken türünü, miktarını ve aldığınız diğer ilaçlarla etkileşime girip giremeyeceklerini dikkate almak önemlidir.

Kimler kalsiyum takviyesi almalı?

  • Menopoz dönemindeki kadınlar
  • Adet dönemleri duran doğurma çağındaki kadınlar (amenore hastaları)
  • Veganlar (hayvansal ürün tüketmeyenler), ovo-vejetaryenler (yumurta yiyen ancak süt ürünleri tüketmeyenler)
    70 yaş üzeri yaşlılar
  • Vücudun fazla kalsiyum salgılamasına neden olabilecek büyük miktarlarda protein veya sodyum tüketenler
  • Osteoporoz hastaları
  • Kortikosteroidlerle uzun süre tedavi görenler
  • Çölyak, inflamatuar barsak hastalığı gibi kalsiyum emilimini azaltan sindirim hastalıklarına sahip olanlar

Günlük kalsiyum ihtiyacı nedir?

  • Yeni doğan; 200-1000mg
  • 7-12 ay bebekler; 260-1500 mg
  • 1-8 yaş çocuklar; 1000-2500 mg
  • 9-18 yaş ergenler; 1300-3000 mg
  • 19-50 yaş yetişkinler; 1000-2500 mg
  • 51 yaş üstü erkekler; 1000-2000 mg
  • 51 yaş üstü kadınlar; 1200-2000 mg
  • Hamile-emziren kadınlar; 1000-2500 mg

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

HBA1C testi nedir, ne işe yarar, nasıl yapılır?

Diyabeti (şeker hastalığı) kontrol altına almak ve diyabet tanısı koymak için yapılan HBA1C testi, hemoglobin adı verilen kan hücrelerinin kandaki şeker oranından nasıl etkilendiği uygulanan bir yöntemdir. Bir anın değil bir sürecin resmini verir. Diyabet tanısı koymada büyük öneme sahiptir.

Hareketsiz yaşayan, hipertansiyon ve aşırı kilo sorunu olan kişilerin diyabet riskine karşı her yıl en az bir kez Hga1c testi yaptırması önerilmektedir.

Nasıl yapılır?

Kişinin kanındaki şeker seviyesinin üç aylık ortalamasını veren bir testtir. Damardan bir tüp kan alınarak test yapılır ve sonuç paylaşılır. HBA1C testi için aç olmak ya da tok olmak gerekmez. Üç aylık kan şekeri ortalamasının 7,5 altında olması beklenir. Fakat HBA1C değeri aynı olan hastalar arasında günlük sürekli ölçüm sonuçları analiz edildiğinde bazı hastaların günlük şeker trendlerinin çok dalgalı olabildiği görülmüştür. Her ne kadar HBA1C değeri beklenen değer olsa da bu dalgalanmaların da önüne geçilmesi gereklidir.

Kırmızı kan hücreleri yani alyuvarların içinde oksijen taşıyan hemoglobinler bulunur. Ayrıca glikoz da aynı hücrede yer alır. Alyuvarın 3 aylık ömrü boyunca glikozlar oksijen taşıyan hemoglobinlere yapışarak onların değişimine ve HBA1C adlı yeni hallerine dönüşmelerine neden olurlar. Eğer kandaki şeker seviyesini ölçen ve üç aylık ortalamayı veren bu testin sonucunda glikozillenme oranı fazla ise kişinin diyabetinin kontrolünün yeterli olmadığı anlaşılır.

Neden yapılır?

Hekim, diyabet tanısı için HBA1C testi isteyebilir. Ancak genellikle zaten diyabet tanısı konulmuş olan kişilerde diyabetin kontrol altına alınıp alınamadığını izlemek üzere A1c testi yapılır. Bu test, bir başka deyişle diyabet tedavisinin başarısını ölçer. Fakat genel bir ortalama verdiği için diyabetli kişinin gün içerisindeki tüm glikoz seyir profiline hakim olabilmek elbette diyabet tedavisinde çok çok önemlidir.

HBA1C testi için aç olmak gerekir mi?

Hekim, HBA1C testi istediğinde Hemoglobin A1c nasıl yapılıyor ya da HBA1C testi için açlık gerekir mi sorusu akla geliyor. HBA1C testi için aç ya da tok olmanız fark etmez. Kan alınır ve bir laboratuvar ortamında kandaki glikozillenmiş hemoglobin seviyesi değerine bakılır.

Kimler yaptırmalı?

  • Diyabet riski ve belirtileri taşıyan kişile
  • Fazla kilolu olan kişiler
  • Yüksek tansiyon ve kalp sorunu olanlar
  • Diyabet hastası olan kişiler hastalığın seyrini saptamak için yaptırmalıdır

HBA1C testi nasıl çalışır?

Teste konu olan HBA1C ne demek sorusunun yanıtı, glikozillenmiş hemoglobinlerdir. Kana kırmızı rengini veren hücreler olan hemoglobinler, kan şekeri yüksek olan bireylerde glukoz ile birleşerek glikozillenmiş hemoglobinlere dönüşür. Bu birleşmenin nedeni vücudun kanda bulunan şekeri doğru şekilde kullanamaması ve dokulara taşıyamamasıdır. Protein yapılı hemoglobinlerle birleşen glukoz miktarı, kan şekerinin o andaki seviyesi ile doğru orantılıdır.

Vücutta üretilen hemoglobinler ortalama 2 ile 3 ay aralığında yaşam süresine sahiptirler. Bu nedenle kandaki HBA1C düzeyinin ölçülmesi ile 2-3 aylık sürece ilişkin kan şekeri düzeylerinin ortalama değeri elde edilebilir. Belirli bir sürece ilişkin ortalama kan şekeri düzeyini yansıtması nedeniyle HBA1C, diğer kan şekeri taramalarına oranla çok daha yüksek bir doğruluk oranına sahiptir.

Genellikle tip 1 ve tip 2 diyabet hastalarında kan şekeri kontrolünün ne derecede sağlanabildiğinin araştırılmasına yönelik olarak başlangıçta 3 ayda bir, kan şekeri regülasyonu oturtulduktan sonra ise 6 ayda bir veya yılda bir tekrarlanır. Diyabet hastası olmayan sağlıklı bireylerde kanda bulunan hemoglobinlerin yaklaşık olarak %5’i glikozillenmiş halde bulunur. HBA1C testi sonucunda bu değerin hafif yüksek bulunması prediyabeti, daha da yükselmesi ile diyabet hastalığını işaret eder.

HBA1C normal değeri;

  • Normal: %5,7’nin altında
  • Prediyabet: % 5.7 ile 6.4 arası
  • Diyabet: %6.5 veya daha yüksek

HBA1C neden yükselir?

  • İnsülin üretilememesi veya kullanılamaması
  • Hipertansiyon
  • Aşırı kilolu olmak veya obezite
  • Hareketsiz bir yaşam tarzı

Bu faktörler aynı zamanda diyabet geliştirme riskinin de başlıca nedenleridir.

HBA1C yüksekliği ne tür sorunlara yol açar?

  • Kalp-damar hastalıkları
  • Kalp krizi
  • İnme veya felç
  • Böbrek hasarı
  • Sinir hasarı
  • Körlük, katarakt gibi göz rahatsızlıkları
  • Kol veya ayak kaybetme olasılığı (ampütasyon)
  • Enfeksiyon riskinde artış
  • Tüm hastalıklarda iyileşme süresinin uzaması

HBA1C nasıl düşürülür?

  • Kan şekerini yükselten karbonhidratlı ve şekerli gıdaları tüketmemek
  • Sigarayı ve alkolü tamamen bırakmak
  • Sağlıklı ve dengeli beslenmek (sebze ağırlıklı, lifli gıdalar yemek)
  • Bol su içmek
  • Fazla kiloları vermek için diyet yapmak
  • Yürüyüş, yüzme vb. aktiviteler yapmak
  • Stresle başa çıkma yöntemlerini (nefes teknikleri vb.) öğrenmek
  • Antibiyotik, ağrı kesici gibi böbrekleri yoran ilaçları zorunlu olmadıkça kullanmamak
  • HBA1C yüksek çıktığında doktorunuz yukarıdaki öneriler dışında gerek duyarsa sitagliptin (januiva) ve repaglinid (prandin) gibi ilaçlar reçete edilir

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Fosfor nedir, ne işe yarar? Detaylar

Vücudun normal işlevini yerine getirebilmesi için gerekli olan  minerallerden biri olan Fosfor, vücutta kalsiyumdan sonra en fazla oranda bulunan temel bir mineral olup doğada kırmızı, beyaz ve siyah olmak üzere üç farklı formda bulunur. Vücutta özellikle kemik ve dişlerin yapısında bulunan bu mineral aynı zamanda hücre içi sıvıda da bulunur.

Fosfor, birçok gıdada doğal olarak bulunur veya katkı maddesi olarak hazır gıdalara eklenir. Vücudun güçlü kemikler ve dişler oluşturmak, doku ve hücreleri onarmak, enerji üretmek, kas ve sinir fonksiyonunu düzenlemek, böbreklerdeki atıkları filtrelemek gibi birçok fonksiyon için fosfora ihtiyacı vardır. Fosforun kandaki seviyeleri çok yüksek veya düşük olduğunda; kalp hastalıkları, eklem ağrıları veya halsizlik gibi problemler gelişebilir. Günlük fosfor ihtiyacımızın çoğunu yiyeceklerden, az miktarını da içme suyundan karşılayabiliriz. Kepekli tahıllar, baklagiller, turunçgiller, kuruyemişler, et, tavuk, balık, yumurta, koyu yeşil yapraklı sebzeler ve patates fosfordan zengin kaynaklardır.

Faydaları;

Vücutta önemli işlevleri olan minerallerden biridir. Dolayısıyla bu mineral yönünden dengeli ve yeterli beslenme sağlanarak eksikliğinin neden olabileceği anormal vücut işlevlerinden korunulabilir. Peki, bu mineralin vücuda faydası nelerdir:

  • Kemik ve dişlerin yapısında yüksek oranda bulunur, sağlıklı kemik yapısı ve sağlam diş yapısının oluşmasını sağlar. Çocuklarda raşitizm yetişkinlerde ise osteomalasi olarak adlandırılan kemiğe bağlı sağlık sorunlarının da önüne geçer
  • Hücre ve dokuların onarılması, büyümesi ve sağlıklı bir şekilde çoğalmalarında rol oynar
  • Kas ve kemik ağrılarının önüne geçer, enerji üretimi ve depolanmasında rol oynarlar
  • Zihin açıklığı sağlamasının yanı sıra daha dayanıklı ve dirençli bir vücut yapısının oluşmasını da sağlar
  • Vücutta asit baz dengesinin sağlanmasında rol oynar
  • Hücre içi dışı sıvı dengesini sağlamasının yanı sıra enzimlerin yapısına da katılır
  • Özellikle üreme ile ilgili hormonların dengesinin oluşmasını sağlar
  • Böbreklerden atımı kolaylaştırmada rolü olan bu mineral, aynı zamanda sindirime de yardımcı olur
  • Ayrıca vücutta gerçekleşen birçok kimyasal reaksiyonun oluşumuna da yardımcı olur

Hangi besinlerde bulunur?

  • Süt, yoğurt
  • İşlenmiş peynir
  • Yumurta
  • Dondurma, çikolata, kurutulmuş meyve
  • Tam tahıllar, mısır ekmeği, kepekli pirinç
  • Fasulye gibi baklagiller
  • Fındık, badem gibi kuruyemişler
  • Ayçiçeği gibi yağlı tohumlar
  • Pastırma, jambon, sosis gibi işlenmiş etler
  • Karaciğer
  • Kırmızı et, tavuk ve hindi gibi kümes hayvanları, balık ve diğer deniz ürünleri
  • Aromalı sular, gazlı içecekler, enerji içecekleri, soya sütü
  • Patates, sarımsak, brokoli, bezelye, kabak çekirdeği

Düşük fosforlu gıdalar;

  • Badem-pirinç sütü
  • Yabani av hayvanları, tamamen doğal kümes hayvanları
  • Su, katkısız meyve suları
  • Elma, çilek, ayva, üzüm, havuç, salatalık gibi meyve ve sebzeler

Günlük fosfor ihtiyacı;

Vücut için önemli bir temel element olan bu mineralin günlük alınması gereken miktarı her yaşa, cinsiyete ve bireye göre farklılıklar gösterir. Genelde kalsiyum / fosfor oranı 1:1 olacak şekilde diyet düzenlenmelidir.

  • 0-6 aylık bebekler için 100 mg/gün’dür.
  • 7-12 aylık bebeklerde ise 275 mg/gün’dür.
  • 1-8 yaş çocuklarda ise bu oran 460-500 mg/gün’dür.
  • 9-18 yaş için 1250 mg/gün’dir.
  • 19 yaş ve üzeri yetişkinlerde ise 700 mg/gün’dür.
  • 18 yaş altı gebe ve emziklilerde 1250 mg/gün’dür.
  • 19 yaş ve üzeri olan gebe ve emziklilerde ise bu oran 700 mg/gün’dür.

Fosfor eksikliği, nedenleri, belirtileri ve tedavisi;

Fosfor yaygın olarak tüketilen gıdalarda bol miktarda bulunur ve paketlenmiş yiyeceklere sentetik olarak eklenir. Aynı zamanda bağırsaktan iyi emilir, bu nedenle eksikliği nadirdir.

Nedenleri;

  • Alkolizm
  • Hiperkalsemi (kalsiyum yüksekliği)
  • Hiperparatiroidizm (paratiroid hormonu yüksekliği)
  • Diyabet
  • Gıdalardan çok az fosfat alımı
  • Düşük proteinli beslenme
  • D vitamini eksikliği
  • Anoreksiya
  • İnsülin, ACE inhibitörleri, kortikosteroidler, antiasitler, antikonvülzanlar ve diüretiklerin aşırı kullanımı

Belirtileri;

  • Eklem, kas ağrısı
  • Kemiklerde güçsüzlük
  • İştahsızlık
  • Sinirlilik, kaygı
  • Halsizlik
  • Karıncalanma, uyuşma
  • Ciltte matlaşma
  • Odaklanmada zorluk

Tedavisi;

Öncelikle yapılması gereken en önemli şey beslenmeyi düzenlemektir; her türlü vitamin ve mineralden zengin gıdalarla dengeli beslenme şarttır. Alkol tüketimi sınırlandırılmalıdır. Gerekli sağlık kontrolleri yapıldıktan sonra eksikliğe neden olan sorunun tedavisine başlanır. Eksikliğin giderilmesi için hastaya takviye verilir. Daha ileri vakalarda fosfor, elektrolit şeklinde doğrudan vücuda enjekte edilebilir.

Fosfor yüksekliği belirtileri, nedenleri ve tedavisi;

Bu mineral, bazen fazla alınıp plazmada olması gereken oranın daha üzerinde bulunabilir, bu durum hiperfosfatemi olarak adlandırılır. Bu durum:

  • Hormonal dengesizliklere neden olabilir
  • Kemik ve diş hastalıklarına sebep olabilir
  • Sindirim sisteminde bozulmalar
  • Böbrek işlevlerinde bozulmalar
  • Tiroid bezinin işlevinin bozulmasına
  • Damar harabiyetine neden olabilir
  • Yüksek fosfat oranı kanda ve dokularda kalsiyum- fosfat taşı oluşumuna neden olabilir bu da dolayısıyla kalp krizi , inme ve felç dolayısıyla da ölümle sonuçlanabilir

Nedenleri;

  • Kalsiyum ve magnezyum yetersizliği, D vitamini fazlalığı gibi vitamin mineral dengesizlikleri fosfor yüksekliği oluşumuna neden olabilir
  • Ayrıca, D vitamini başlıklı yazımıza göz atabilir, bu vitamin hakkında detaylı bilgi edinebilirsiniz
  • Yüksek keton seviyesi sonucu kanın asidik hale gelmesi durumu olan diyabetik ketoasidoz
  • Böbrek hastalıkları
  • Paratiroit bezlerin normalden az çalışması durumu olan hipoparatiroidizm,
  • Karaciğer hastalıkları
  • İltihaplı hastalıklar
  • Kas dokularının ani yıkımı
  • Kemoterapi hastalarının kullandığı ilaçlar
  • Ve belki de en önemli sebeplerden birisi de beslenme yoluyla bu minerali içeren gıdaların fazla tüketilmesi ya da gereksiz yere takviye (suplemant) tüketimi serum fosfat düzeyinde artışa neden olan durumlardır.

Tedavisi;

  • İlk olarak hiperfosfatemi yani fosfor yüksekliği durumuna sebep olan etmen belirlenir ve buna yönelik bir tedavi yapılır
  • Süt, kuruyemişler, karaciğer gibi bu mineralden zengin gıdalar daha az miktarda tüketilmelidir
  • Nedeni tespit edildikten sonra buna yönelik tedaviye başlanmalıdır ve  gerektiğinde idrar sökücü ilaçlar kullanılabilir
  • Kalsiyum karbonat içeren suplemantlar ya da alüminyum hidroksit içeren  bazı ilaçlar kullanılır

Fosforun zararları ve yan etkileri nelerdir?

  • Fosfat içeren deterjanlarla yıkanan bulaşıklar iyi durulanmadığında mide ve sindirim sorunlarına yol açabilir
  • Atıklardan suya karışan fosfatın temizlenmesi zordur, bu nedenle çevreye büyük zarar verir; yosunları parçalayarak sudaki oksijen miktarını azaltır
  • Organik yiyeceklere fosfat karışması durumunda kanserojen etki doğurur
  • Fosfat içeren temizlik malzemeleri cilde zarar vererek cilt kanserine neden olabilir. Ciltte mantar, egzama, alerji ve kızarıklıklar oluşabilir
  • Fazla fosfor paratiroid hormonu salgısını arttırarak kemik erimesine, kas güçsüzlüğüne, eklem ve kas ağrısına neden olabilir
  • Çok fazla fosfat toksik olabilir; kabızlık, mide bulantısı, kusma ve ishale neden olabilir
  • Fosforun kanda yükselmesi, kas gibi yumuşak dokularda kalsiyumla birleşerek tortu oluşumuna ve dokuların sertleşmesine neden olabilir
  • Fosforu çok yüksek dozlarda almak veya tüketmek D vitamini sentezini ve kalsiyum emilimini bozabilir
Paylaşın