Eskişehir’in Kümbet Ve Türbeleri!

Eskişehir, gezilecek yerler ve tarihiyle dikkat çekiyor. Tarihi dönemler içinde Anadolu’daki ünlü merkezlerden biri olan Eskişehir, Türkiye’de görülmesi gereken yerleri arasında ilk sıralardadır.

Haber Merkezi / Çok yönlü bir kent olan Eskişehir, Türkiye’nin en çok tekrar ziyaret edilen şehridir. Eskişehir’in gezilecek yerleri bitmez. Gezilecek yerler arasında kümbet ve türbelerde önemli bir yer tutar.

Eskişehir’in kümbet ve türbeleri şöyle sıralayabiliriz:

Yunus Emre Külliyesi ve Türbesi

Eskişehir Mihalıçcık ilçesinde, Yunus Emre Müzesi 1974 yılında Kültür Bakanlığı tarafından ziyarete açılmıştır.

XIII.yüzyılda Eskişehir’de bulunan Yunus Emre’nin mezarı Yunan işgali sırasında yıkılmış, 1949 yılında yapılan bir çeşmenin arkasına taşınarak yeni bir mezar yapılmıştır. Bu mezar XIII. Yüzyıl Selçuklu mimarisi üslubunda yapılmış, rumi, palmet dekorlu mezar lahti birbirlerine kemerlerle bağlanmış, sekiz sütunlu etrafı açık anıt mezarın ortasına yerleştirilmiştir.

Bu anıt mezarın bulunduğu yere 1982’de bir kültür evi, cami ve şadırvan eklemiştir. Aynı zamanda buraya Yunus Emre’nin bir de heykeli konulmuştur. Kültür Evinde kurulan müzede ise Yunus Emre’yi tanıtan kitaplar, Yunus Emre’nin dörtlüklerini içeren levhalar sergilenmiştir. Burada Yunus Emre’nin ilk mezarından arta kalan mimari parçalar ile bazı etnoğrafik eserler de bulunmaktadır.

Seyyid Battal Gazi Külliyesi ve Türbesi

Söylenceye göre Seyyid Battal Gazi’nin kabri bir rüya sonucunda bulunur. I. Alaeddin Keykubat’ın annesi Ümmühan Hatun buraya önce bir türbe, ardından cami yaptırır. Günümüzdeki külliye türbe etrafında şekillenir. Osmanlılar, türbe ve camiye medrese, imarethane, tekke ve dergâh eklemişlerdir. Fatih Sultan Mehmet’ten itibaren II. Beyazıt ve Sultan I. Selim tarafından tamir edilen yapılar eklentilerle zenginleştirilir. Kanuni Sultan Süleyman, İran’a yaptığı seferler sırasında Seyitgazi’yi ziyaret eder, külliyeye bazı ilaveler yaptırır. Irak Seferi’ne giderken ordusu Seyitgazi’de konaklar ve Matrakçı Nasuh’a Seyitgazi minyatürü yaptırır. IV. Murat ise Revan Seferi sırasında buraya bir kervansaray yaptırır.

Seyitgazi, İstanbul-Bağdat-Hicaz yolunda yer alır ve hac yolculuğuna çıkanların da konaklama noktası olur. Bu durum dinî anlamda Seyitgazi’nin önemini artırır.

Külliye, medresesi ile İslami ilimlerin öğretildiği merkez olur. Külliye, önce Kalenderi dervişlerinin, sonra Bektaşiliğin merkezi hâline gelir. Rivayet odur ki Hacı Bektaş-ı Veli külliyeyi ziyaret eder ve Orhan Gazi’den burayı imar etmesini ister. Orhan Gazi, bin adet ev halkı oturtarak Seyitgazi’yi büyütür. Bu vesile ile külliye Bektaşilerin önemli bir ziyaretgâhı hâlini alır. Seyyid Battal Gazi veli, gazi ve seyit sıfatlarıyla her mezhep ve tarikattan bütün Müslümanların oldukça değer verdiği birleştirici bir isim olur.

Üryan Baba Türbesi

Üryan Baba hakkında kaynaklarda hemen hemen hiçbir bilgi bulunmuyor. Ancak bu kimliğin bir Kalenderi dervişi olduğu açıktır. Ayrıca hem Melami, Haydari ve Cavlaki, hem de Kalenderi dinsel temellerinde varolan çıplaklık düşüncesinin böyle bir isimle daha soyut bir biçimde değerlendirilmesi, sözel söylemin çok daha reel boyutta güç ve anlam kazanmasıyla bağlantılı olduğunu da belirtmek gerek. Bu tekkenin de 15. yüzyıldan sonraki dönemde yapıldığı belirtilir.

Sultan Şucâ’nın müridleri “Üryan Şucâ’îler” diye tanınmakta olup Kalenderîler (Abdallar)’den oluşuyordu. Nitekim menkıbelerin çoğu, Kalenderîlerin o devirdeki merkez tekkesi olan Seyitgazi dolaylarında geçmektedir. Sultanönü Sancağı’nın Seyitgazi nahiyesinde bulunan Seyyid Battal Gazi Zaviyesi, bütün Selçuklu ve Osmanlı devirleri boyunca, mevcut Kalenderi zaviyelerinin en önemlilerinin başında gelmiştir. Bu önem yalnızca onun merkez zaviye olmasından değil, aynı zamanda 7 km kuzeydoğusunda bulunan Yazıdere köyündeki Üryan Baba ve 7 km batısında yer alan Sultan Şucâeddîn Zaviyeleri ile de çevrili bulunmasından doğmaktadır.

Bir Kalenderi şeyhi olan Üryan Baba için yaptırılan ve Bizans yapı sanatını andıran türbe, Şucaeddin Veli ve Seyyid Battal Gazi Külliyelerindeki mimari yapıyla büyük ölçüde benzeşmekte, dönemin özgün dinî mimarisini sergilemektedir. Bu türbeler Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında önemli roller üstlenmiştir.

Bir meydan evinden ve bitişiğindeki Üryan Baba’nın türbesinden ibarettir. Diğer müştemilâtı bugün mevcut değildir. Halen zaviyeye bitişik türbede yatan kişinin Sultan Şuca’nın halifesi Ahmed Üryan Baba olması gerektiği kaydediliyor. Adının da gösterdiği üzere, yarı çıplak bir Kalenderî şeyhi olan Üryan Baba’nın türbe ve zâviyesine bakılırsa, devrinde oldukça önemli bir Kalenderi şahsiyet olduğu söylenebilir.

Himmet Baba Türbesi

Kümbet köyü kayalığındadır. Plan, teknik ve malzeme özellikleriyle 13. yüzyıla tarihlenir. Dıştan sekizgen gövdeli, içeriden daire planlıdır. Gövdesi kesme taşlarla örülmüş olup, üzeri tuğladan piramidal külah çatı ile kapatılmıştır. Giriş kapısında Bizans dönemine ait mermer mimari parçalar kullanılmıştır. Etrafındaki hazirenin mezar şahideleri üzerindeki kitabelerden Osmanlı dönemine kadar kullanıldığı anlaşılır.

Yunus Hoca Kümbeti

1274 yılında yapılmıştır. Ravzat-ül Ahbar adlı eserde, Selçuklu Bahriye Nazırı Sadreddin Hoca Yunus’un, Cimri ve Karamanoğlu Mehmet Bey tarafından öldürülmesi üzerine yapıldığı yazılıdır. 6 metre çaplı kubbesi bulunan kümbetin kapı mermer sövelerinde çarkıfelekler, yaprak ve bitki motifleri ile geometrik bezemeli iki şerit arasında bir geyiği kovalayan aslan figürü vardır.

Şeyh Şehabeddin Sühreverdi Türbesi

Eskiden zaviyede her salı günü düzenli toplanıldığından halk arasında “Salı Tekkesi” olarak adlandırılır. Zaviyede, Anadolu Selçuklu Sultanları I. İzzeddin Keykavus ve I. Alaeddin Keykubat’ı Fütüvvet Teşkilatı’na davet etmek üzere Abbasi Halifesi’nin elçisi olarak Anadolu’ya gelen Şeyh Şehabettin Sühreverdi yatmaktadır. Anadolu Selçuklu Sultanlarının da dahil olduğu Fütüvvet Teşkilatı, Anadolu’da Ahi Teşkilatı’nın temelini oluşturur. Zira Ahilik teşkilatının oluştuğu ilk illerden biri Eskişehir’dir.

Ünlü Mutasavvıf Sühreverdi’nin adına Odunpazarı’nda bir zaviye kurulur ve Fütüvvet Eskişehir’de teşkilatlandırılır. Özellikle Moğol istilası sırasındaki otorite boşluğunda fütüvvetin şehri koruyucu ve insanları birleştirici rolü öne çıkar. Bu misyonu ile zaviye, uzun yıllar ayakta kalır.

Melik Gazi Türbesi

Türk ve İslam kültüründe kahramanlıklarıyla büyük izler bırakmış olan kimliklerden Melik Gazi’nin bu bölge içinde bu manada anıları hâlâ tazedir. Burada gömülü olmasa bile onun kutlu adı için bir tekkenin kurulmuş olması yöre insanının dini inançlarının köklerinin yanında millî benliğin oluşturulmasında da son derece önemli bir hareket noktasını oluşturur. Melikgazi ( Melekgazi ) Türbesi Seyitgazi ilçesi, Doğançayır köyündedir.

Hızır Bey Mescidi

Kubbeli Mahallesi’ndeki Unkapanı’ndan yukarı çıkarken sağdaki ilk sokaktadır. Nasreddin Hoca’nın torunu ve fethin ardından 1453’te İstanbul Kadısı ve İstanbul Efendisi olan Hızır Bey tarafından 1439’da yaptırılmıştır.

Hazinedar Mescidi

Sivrihisar İlçesinin en önemli tarihî eserlerinden birisi olan Hazinedar Mescidi ilçe merkezindedir. Anadolu Selçuklularından Hazinedar (Maliye Nazırı) olan Necibiddin Mustafa’nın kendi adına 1274 yılında yaptırdığı mescidin içerisi 15. yüzyıla tarihlenen minyatürlerle bezelidir.

Hazinedar Mescidi, muhteşem hat ve süsleme sanatıyla, mihrap üzerindeki freskiyle, 1967’de Cambridge’de Uluslararası III. Türk Sanatları Kongresi’nde bildiri konusu olmuştur. Anadolu’da fresk olarak yapılmış olduğu bilinen Kâbe motifli ilk örnek Hazinedar Mescidi’nde bulunmaktadır.

Hazinedar Mescidi’nin Hazinedar Medresesi öğrencilerince dershane olarak kullanıldığından minaresiz olduğu ve yanı başına Hoşkadem Camii’nin yapıldığı sanılıyor. Bu mescidi yaptıran Necibiddin Mustafa ve Emineddin Mikail’in kızkardeşi Esma Sultan’ın kabirleri mescid önünde bulunuyor.

Doğan Aslan Mescidi

II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in bayraktarı Doğan Aslan Bey tarafından 1247’de yaptırılmıştır. Sekiz dilimli kubbesi ve son cemaat yeri ile bölgedeki yapılardan farklı mimariye sahiptir.

Akdoğan Mescidi

Selçuk Bey (Umur Bey’in Babası) tarafından 15. yüzyılda yaptırılan Akdoğan Mescidi’nin en özgün yanı, tavan örtüsünün 2/3’ünün “tüteklikli örtü” denilen teknikle yapılmış olmasıdır.

Alemşah Kümbeti

Sivrihisar İlçesi Ulu Cami karşısında bulunan Selçuklu Sanatının Güzel Bir Örneği Alemşah Kümbeti, Melikşah tarafından şehit edilen kardeşi Sultan Şah için 1328 yılında yaptırılmıştır. İki katlı kare planlı bir yapı olup kesme taştan yapılmıştır. Yapımında yer yer tuğlalar da kullanılmıştır. Türbenin alt katında mumyalık bölümü bulunmaktadır.

Mumyalığın kapı süslemelerinde Selçukluların çok sık kullandığı motiflere rastlanmaktadır. Bu bölüm 13 mermer kesme bloktan yapılmış olup her bölüm beş ayrı motifle bezenmiştir. Burada balık, geçme yıldızlar, geometrik geçmeler örgü ve çengel motifleri görülmektedir. Dıştan yuvarlak gövdeli türbenin üzeri içten kubbe, dıştan da piramidal bir külah ile örtülüdür.
Paylaşın

Erzincan’ın Manevi Yerleri “Türbeler”

Erzincan, tarihi yapıları ve doğal güzellikleri ile gezilip görülmesi gereken kentler sıralamasında ilk sıralarda yer almaktadır. Erzincan’a yolu düşen hemen herkesin görmesi gereken yapılar arasında türbeler ve külliyelerde önemli yer tutmaktadır.

Haber Kaos ekibi olarak Erzincan il sınırları içinde bulunan türbeleri ve külliyeleri sizler için derledik.

Sultan Melik Türbesi

1071-1228’de yöreye egemen olan Mengücek Beyliği dönemine aittir. Kemah’ın kuzeybatısındaki, kayalık platform üzerinde yapılmıştır.

Tığla duvarlı, sekiz köşeli bir yapıdır. Alttaki mezar odasının ortasında üst katı taşıyan sekizgen bir sütun vardır. Orta direk, tavan silmeleri ve tavan, tuğla örgü düzenindedir. Türbe, inşa malzemesi ve cenazeliğin orijinal şekli ile dikkat çekmektedir.

Halk arasında “Sultan Melek” olarak adlandırılan türbede, Mengücek Beyliği döneminde yaşayan Sultan Melik’in mumyası ve 5 mezar bulunmaktadır.

Terzi Baba Türbesi

Asıl adı Muhammed Vehbi olan Terzibaba, 1779-1848 yıllarında yaşamıştır. Mesleği terzilik olduğundan, “Terzibaba” adıyla anılmıştır.

Tasavvufi konuları içeren “Kenzil Fütuh” adlı bir eserleri mevcuttur. Beldenin manevi mimarı Terzibaba’nın mezarı, kendi adıyla anılan şehir mezarlığının içindedir.

Kutsal bir manevi kişiliğe sahip olan Terzibaba’nın türbesi, halk tarafından ziyaret edilmektedir.

Hıdır Abdal Türbesi

Türbe, Selçuklu ve Osmanlı mimarisinin özelliklerinde yapılmıştır. Yapıya tümüyle taş işçiliği hakimdir. Yapılış tarihi ve kim tarafından yapıldığı bilinmemektedir.

Varlığı dönemin padişah farmanlarıyla tescil edilen, daha sonra 1925 yılında yürürlüğe konan bir yasa uya¬rınca kapatılan ve 24 yıl sonra yeniden açılan Hıdır Abdal Sultan Türbesi tarihe ışık tutan anıt bir eser olarak halkımızın ziyaretine açıktır.

Anadolu insanının “ermiş”, “veli”, “evliya” olarak nitelendirdiği kişilerden biri olan Hıdır Abdal, Hacı Bektaş Veli tarafından “Düşkünocağı” göreviyle onurlandırılmış ve onun mane¬vi dünyasından feyz almıştır. Yaklaşık 700 yıl önce burada kurduğu tekkesinden, Türk gü¬cünün çevreye yayılmasında etkili hizmetleri olmuştur.

Mama Hatun Külliyesi

Tercan ilçesindedir. Saltukoğulları Hükümdarı II. İzzettin’in kızı olan Mama Hatun, Tercan’da Orta Çağ Türk mimarisinin en ilginç ve önemli eseri kervansaray, hamam, mescit ve kendi türbesinden oluşan büyük bir külliye inşa etmiştir.

Erzincan Kısa Tarihi

Erzincan, Fırat’ın kollarından Karasu, doğu batı doğrultusunda uzanan demiryolu ile Sivas-Erzurum ve Trabzon-Sivas karayollarının birleştiği noktadadır.

Şehir İstanbul’un 1100 km, Ankara’nın 690 km doğusunda, Yukarı Fırat havzasının içinde 1200 m yüksekliğindeki bir ovanın ortasındadır. Ovanın boyutları, doğu-batı yönünde 30 km, kuzey-güney yönünde 10-15 km’dir.

Erzincan’ın siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel yönlerden, Mengücek Beyliği ve Selçuklu döneminde ve ondan sonra gelen yüzyıllar içerisinde de Anadolu’nun ileri gelen ticari ve kültür merkezlerinden biriydi. O dönemler içerisinde ekonomisinin temelini oluşturan faaliyetler açısından çağdaşı olan kentlerin pek çoğundan hayli ileri idi.

12. yüzyılda Gezgin Marco Polo, kentte dokumacılığın gelişmiş olduğunu, 14. yüzyılda İbni Batuta da kentte dokumacılığın ve bakır eşya yapımının ileri düzeyde olduğunu yazarlar. Dokumacılık, boya yapımının gelişmesini de sağlamıştı. 1561-1518 yıllarında düzenlenen tahrir defterlerinde kentin yıllık geliri 224.753 akçe idi. Bu gelir, çeşitli vergi ve resimlerden oluşmaktaydı.

Evliya Çelebi’ye göre, 17. yüzyıl ortalarında Erzincan’ın ortasında küçük ve alçak duvarlı kalesi içinde; 200 ev ile 1 cami vardı. Kale dışında ise 1800 ev, 7 cami, 60’tan çok mescit ile içinde 500’den fazla dükkanın bulunduğu bir çarşı ve bedesten, bütün şehirde ise 48 mahalle ve 40 okul bulunmaktaydı.

Evliya Çelebi’nin Erzincan’da 500 dükkanın varlığından söz etmesi, 17. yüzyıl ortalarında ticaret ve el sanatlarının gelişmiş olduğunu göstermektedir. İlin ticaret yolları üzerinde bulunması da bu kanıtı doğrulamaktadır. Aynı yıllarda Erzincan vilayeti dahilindeki padişah hasları 146.000 akçe tutuyordu. 1566 yılında şehrin geliri 234.000 akçeye ulaşmıştır.

Erzincan, tarihi boyunca tarım ve hayvancılık ürünlerinin yanısıra yeraltı kaynaklarına, özellikle zengin maden işletmelerine yakın bir konumda bulunmaktaydı. Bakır, kurşun, mermer ve taş ocakları bilinen en eski çağlardan beri işletilmekteydi.

Ancak, Osmanlı İmparatorluğu’nun 17. yüzyıldan itibaren duraklama ve gerileme sürecine girmesi, özellikle de 19. yüzyıl boyunca sanayileşmiş Batı Avrupa ve Rus emperyalizminin Osmanlı yönetimi üzerindeki askeri, mali ve siyasi baskıları İmparatorluğun her bölgesini, özellikle Doğu Anadolu’yu ekonomik yönden geri bıraktı.

Osmanlı döneminde doğu sınırından içeride bulunması nedeniyle Erzincan şehri, 19. yüzyıla kadar ordular için sadece bir konak yeri oldu, daha sonraki Rus istilaları karşısında askeri bakımdan önem kazandı ve bu sıralarda Erzurum Kalesi’nin koruyup kapattığı bir hareket noktası özelliğini aldı.

19. yüzyıl sonunda Erzincan’da 210 cami ve mescit, 35 medrese, 2 rüştiye, 9 ilkokul, 18 han, 1550 dükkan, 3 gazino, 35 kahvehane, 8 hamam, 14 fırın, 145 çeşme, 15 tabaklane, 12 bezirhane, 11 boyahane, 1 silah ambarı, 1 askeri tabakhane, 1 aba yapımevi bulunmaktaydı. Yukarıda saydığımız iki rüşdiye mektebinden biri 1865, diğeri 1883, idadi mektebi ise 1908 yılında öğretime açılmıştır.

19. yüzyılın son yıllarında Erzincan şehrinin nüfusu 23 bin iken, 1883 yılında göçmenlerin buraya yerleştirilmesi ve IV. Ordu Müşriklik Merkezi’nin buraya taşınması sonucu şehrin nüfusu kısa sürede artmıştır.

Erzincan Adının Kaynağı

Erzincan’ın kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Asur kaynaklarında geçen Zuhma (Suhma), yörenin bilinen en eski adıdır. Erzincan adının Eriza’dan geldiği sanılmaktadır. Eriza adı Selçuklular tarafından Erzingan olarak kullanılmış, daha sonra da Erzincan olarak anılmıştır.

Erzincan adı bir söylenceye göre, eski çağlardaki “Azzi” bölgelerinden dolayı Aziriz olarak bilinmekteydi. Selçuklular, Aziriz adını çok beğenmiş ve buna “Rahmet yağarsa can Aziriz can” rahmet yağmazsa “Yan Aziriz yan” biçiminde bir tekerleme uydurulmuş, bu tekerlemedeki Aziriz sözcüğü zamanla değişerek, Erzincan biçimini almıştır. Erzincan da bu sözcükten türemiştir.

Paylaşın