İklim Krizinde Acilen Atılması Gereken Adımlar

Türkiye dâhil 196 ülke tarafından imzalanan ve yasal bağlayıcılığı bulunan uluslararası Paris Anlaşması’nda ortak hedef küresel sıcaklık artışını 1,5 derecede sınırlamak. Birleşmiş Milletler (BM) bünyesindeki Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) bunun için yapılması gerekenin de küresel karbondioksit emisyonlarını 2030 yılına kadar yüzde 43 azaltmak ve 2050’de sıfırlamak olarak belirlemiş durumda.

Prof. Dr. Murat Türkeş, hükümetin sera gazı emisyonunu azaltabilecek ciddi politikalar hayata geçirmesi gerektiğini; iş dünyası, özel sektör ve sermaye gruplarının da hükümetin aldığı bu önlemleri destekleyen ama aynı zamanda istihdamla birlikte “yeni yenilenebilir enerji kaynakları ağırlıklı, özellikle de elektrik enerjisinin bol, ucuz olmasını sağlayacak ciddi yatırımlar” yapmak zorunda olduğunu söylüyor.

Prof. Dr. Türkeş, “Yerel yönetimlerin katkısının yanı sıra tarım, su birlikleri ve çevre kuruluşları gibi sivil toplum örgütleri ve akademik odaların da bunun felsefesine destek vermesi şart. Başka türlü bu olanaksız” diye ekliyor.

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de küresel ısınma nedeniyle artık daha sık karşılaşılan aşırı sıcak dalgaları, iklim değişikliğiyle mücadelede acilen atılması gereken adımları bir kez daha gündeme getirdi.

DW Türkçe’den Cengiz Özbek’e konuşan iklim uzmanları, küresel ısınmaya sebep olan sera gazı emisyonlarının hızla azaltılması gerektiğini vurgularken Türkiye’de özellikle ormanlık alanlara sahip çıkılmasına yönelik önemin daha da arttığına dikkat çekti.

Avrupa İklim Eylem Ağı’nın (CAN Europe) Türkiye İklim ve Enerji Politikaları Koordinatörü Özlem Katısöz, “Türkiye’nin iklim değişikliği ile mücadele etmesi için yapması gereken, şu an Milas Akbelen Ormanı’nda yaptığının tam tersidir. Ormanlar en önemli yutak alanlarımızda. İklim kriziyle mücadele için öncelikle, var olan ormanlarımızı, toprağımızı, su kaynaklarımızı korumalıyız çünkü iklim değişikliğinin giderek şiddetlenen etkilerine karşı hazırlıklı olmaya ihtiyacımız var, dayanıklılığımızı artırmalıyız” dedi.

Havadaki karbondioksiti yutarak depolayan doğal veya sonradan inşa edilmiş sistemlere “karbon yutağı” deniyor. Ormanlar da en önemli yutak türü olarak kabul ediliyor.

Son günlerde Limak Holding ve IC Holding ortak iştiraki YK Enerji’nin maden sahasını genişletmek için gerçekleştirdiği ağaç kesimiyle gündeme gelen Akbelen Ormanı’nda yaşananlara değinen Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi Kıdemli Uzmanı ve İklim Değişikliği Koordinatörü Dr. Ümit Şahin de “Bugün Muğla’da Akbelen Ormanı’nın Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerine yakıt sağlayacak kömür madenciliği için yok edilmesi gibi yanlışlar Türkiye’nin iklim politikaları konusundaki iddiasıyla çelişiyor” ifadesini kullandı.

“Kömür kullanımından vazgeçilmesi ve ormanların korunması gerekirken, termik santrallerin ömrünü uzatmak isteyen şirketlerin ormanları yok ederek daha fazla kömür çıkartıp yakması için her türlü önlem alınıyor” eleştirisini getiren Şahin, ormanların hem sera gazı yutağı olarak hem de biyolojik çeşitliliği destekleyerek iklim krizinin önlenmesinde büyük rolü olduğunu ifade etti.

“Mevcut ormanların korunması; orman alanlarında sanayi, madencilik, enerji vb. yatırımlara izin verilmemesi ve orman yangınlarına hızlı müdahale için imkânların artırılması iklim kriziyle ve biyolojik çeşitlilik kaybıyla mücadele için son derece önemlidir” diyen Şahin, ormanların “negatif emisyon” özelliğini hatırlattı:

“Aslında ormanlar karbondioksit yutağıdır ve negatif emisyona neden olduğu kabul edilir. Bu da Türkiye’nin toplam sera gazı emisyonlarını azaltır. Ancak son yıllarda odun ve kereste üretiminin artması nedeniyle aşırı ağaç kesimi ve orman yangınları, dolayısıyla ormansızlaşma Türkiye’nin yutak kapasitesini azalttı, yani negatif emisyonlar yarı yarıya azaldı. Toplam karbondioksit emisyonlarımızı artıran ve atmosferde karbon birikimini hızlandıran nedenlerden biri de bu.”

Tarım ve Orman Bakanlığına bağlı Orman Genel Müdürlüğünün ormancılık istatistiklerine göre, Türkiye’de 2022’de 8 bin 406 hektarlık alanda madencilik izni verildi. Orman Genel Müdürlüğü verileri, Türkiye’de 2021’de yaklaşık 140 bin hektar alanın kül olduğu mega orman yangınlarının ardından geçen yıl da 12 bin 799 hektarlık orman alanının yandığını ortaya koydu.

İklim uzmanları, yurt dışındaki örneklerinde olduğu gibi Türkiye’nin de kömürlü termik santrallerin kapatılması için bir tarih belirlemesi gerektiğini ifade ediyor.

İklim kriziyle mücadele için fosil yakıtların yer altında kalması ve hükümetin kömür madeni genişlemelerini sonlandırması gerektiğini belirten Katısöz, “Kömürlü termik santrallerin kapatılmasına yönelik 2030’dan geç olmayacak şekilde bir tarih belirlemeli ve bu sektörde istihdam edilenlerin yeşil ekonomilere geçişi için adil geçiş programları hazırlamalı” diye ekliyor.

Şahin’e göre de iklim krizinin en önemli nedeni kömür, petrol ve doğal gazın, yani fosil yakıtların yakıldığı enerji, ulaşım, sanayi ve benzeri ekonomik faaliyetler.

“Çözüm; ulaşım, sanayi ve ısınanın hızla elektrifikasyonu, elektrik üretiminin de yüzde yüz yenilenebilir enerjiyle (özellikle rüzgar ve güneş) elde edilmesi için yeni yenilenebilir enerji santrali kurulumlarının hızla artırılması. Bunun için kamu politikalarının geliştirilmesi, teşvikler verilmesi gerekiyor. Ayrıca ulaşım ve sanayide elektrik kullanımının zor olduğu alanlar için yenilenebilir kaynaklardan elde edilen yeşil hidrojene geçilmeli. Enerjinin verimli teknolojiler kullanılarak az tüketilmesi ve yaşam biçimi değişiklikleri yoluyla yapılacak enerji tasarrufu da sera gazı emisyonlarını azaltacaktır” diyen Şahin, Türkiye’nin bütün bunlar için gerekli finansman ve teknolojiye sahip olduğunu belirtiyor.

Paris Anlaşması

Türkiye dâhil 196 ülke tarafından imzalanan ve yasal bağlayıcılığı bulunan uluslararası Paris Anlaşması’nda ortak hedef küresel sıcaklık artışını 1,5 derecede sınırlamak. Birleşmiş Milletler (BM) bünyesindeki Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) bunun için yapılması gerekenin de küresel karbondioksit emisyonlarını 2030 yılına kadar yüzde 43 azaltmak ve 2050’de sıfırlamak olarak belirlemiş durumda.

Paris merkezli Uluslararası Enerji Ajansı’na göre bu hedefe ulaşmak için yeni kömürlü santral yapılmaması, hâlihazırdaki kömürlü santrallerin gelişmiş ülkelerde 2030’a, gelişmekte olan ülkelerde ise 2040’a kadar kapatılması; ulaşımda petrol, elektrik üretimi ve ısınmada doğal gaz, sanayide kömür ve doğal gaz tüketimi gibi diğer fosil yakıt kullanımlarına da 2050’lere kadar tamamen son verilmesi gerekiyor. Küresel sıcaklık, sanayi öncesi döneme kıyasla, bir başka deyişle 1800’lerin sonundan beri yaklaşık 1,2 santigrat derece arttı.

IPCC raporlarına göre iklim krizine karşı en kırılgan coğrafyalardan biri olan Akdeniz Havzası’nda bulunan Türkiye, Paris Anlaşması taahhütleri kapsamında Kasım 2022’de açıkladığı Ulusal Katkı Beyanı’nda 2030 yılı için sera gazı emisyonuna yönelik artıştan azaltım hedefini yüzde 21’den yüzde 41’e yükseltmişti. Ancak mutlak azaltım yerine emisyon artışından düşüş vadeden Türkiye’nin bu katkısı iklim uzmanlarınca bir kez daha yetersiz bulunmuştu. Türkiye, 2053 yılında ise net sıfır emisyona (karbon nötr) ulaşmayı hedefliyor.

Açık iklim verilerini analiz eden Climate Watch (İklim İzleme) platformuna göre Türkiye, en fazla sera gazı emisyonuna neden olan ülkeler sıralamasında 18’nci basamakta. Türkiye’nin küresel emisyondaki payı ise yüzde 0,92.

Şahin ve ekibinin İstanbul Politikalar Merkezi’nde yaptıkları çalışmalara göre, Türkiye’nin Paris Anlaşması kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirerek 2053’e kadar net sıfır emisyon hedefine ulaşması, bunun için enerji arz güvenliğinde herhangi bir sorun yaratmadan elektrik üretiminde kömür kullanımını 2035’e kadar terk etmesi, toplam karbondioksit emisyonlarını 2030’a kadar 2018 seviyesinin yüzde 32 altına düşürmesi ve gerekli şebeke esnekliği önlemlerini alarak 2050’ye kadar elektrikte yüzde yüze yakın yenilenebilir enerjiye dönmesi mümkün.

Ancak söz konusu dönüşümün ekonomik açıdan bir maliyeti de var. Şahin, bu sorunun yapılacak yeni yatırımlar ve artırılacak istihdamla aşılabileceği görüşünde.

“Bu dönüşümün 2030’a kadar yılda 10 milyar dolarlık bir maliyeti var ama bu aynı zamanda enerji ve sanayide yenilikçi yatırımlar yapılması, teknolojik atılım, yeni yeşil işlerin oluşması yoluyla istihdamın artırılması, fosil yakıt ithalatının azalması ve elektriğin ucuzlaması demek” ifadesini kullanan Şahin, “Ulaşım, binalar ve sanayi gibi diğer alanlarda da gelişen ve ucuzlayan teknoloji sayesinde azaltım imkânları zaman içinde artacak ve Türkiye 2053’te net sıfır hedefini tutturabilecektir” diye ekliyor.

Ancak bunun için Türkiye’nin önce Ulusal Katkı Beyanı’nı geliştirerek artıştan azaltım hedefi vermek yerine 2030 ya da 2035 yılıma kadar mutlak emisyon azaltım hedefi belirlemesi, böylece gerçekçi bir karbon fiyatına ulaşılarak ekonomik aktörlerin ve piyasanın dönüşümünün sağlanması gerektiğini ifade eden Şahin, Ankara’nın bir an önce kömürden çıkış tarihi ilan etmesinin de şart olduğunu belirtiyor.

İş dünyasına yatırım çağrısı

Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Murat Türkeş de hükümetin sera gazı emisyonunu azaltabilecek ciddi politikalar hayata geçirmesi gerektiğini; iş dünyası, özel sektör ve sermaye gruplarının da hükümetin aldığı bu önlemleri destekleyen ama aynı zamanda istihdamla birlikte “yeni yenilenebilir enerji kaynakları ağırlıklı, özellikle de elektrik enerjisinin bol, ucuz olmasını sağlayacak ciddi yatırımlar” yapmak zorunda olduğunu söylüyor.

Türkeş, “Yerel yönetimlerin katkısının yanı sıra tarım, su birlikleri ve çevre kuruluşları gibi sivil toplum örgütleri ve akademik odaların da bunun felsefesine destek vermesi şart. Başka türlü bu olanaksız” diye ekliyor.

Prof. Dr. Türkeş, vatandaşlara düşen görevleriyse şöyle dile getiriyor: “Önce hükümetlere görevler düşüyor ama vatandaşlar da tabii bundan kendini ayrı tutmamalı. Yurttaşlar kesinlikle kendi yaşam tarzlarını, tüketim alışkanlıklarını hızla değiştirmeli. Karbon ayak izini, enerji ve su ayak izini, atık ayak izini düşürebilecek bir yaşam tarzını belirlemeliler. Evet bugün zaten bolluk yok ama paramızın olması bizim bu parayla çok yüksek enerji kullanmak ve aşırı karbon ayak izi üretme hakkını bize vermiyor. Daha mütevazı, daha sağlıklı, daha insanca bir yaşam mümkün diye düşünüyorum.”

Paylaşın

Ağustos Ayı İçin “Sıcak Hava Dalgaları” Uyarısı

WMO uzmanlarından John Nairn, iklim değişikliğinin gittikçe daha sık görüleceğini ve mevsimlere yayılacağını belirterek, sıcak hava dalgalarının Ağustos ayı boyunca dünyanın büyük kısmında etkili olmaya devam edeceğini söyledi.

John Nairn, “Küresel sıcaklıkların arttığını, bunun da sıcak hava dalgalarının yoğunluğunun ve sıklığının artmasına katkı sağladığını görüyoruz” diye konuştu.

Nair, “Fosil yakıtları devre dışı bırakırsak bu yaşadıklarımızın enbüyük nedenlerinden birini azaltacağımıza dair çok güçlü delliler var” dedi. Nair, “Hemen işleri tersine çeviremeyiz ama kesinlikle harekete geçebiliriz” ifadelerini kullandı.

Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) bu hafta başında Kuzey Amerika, Asya, Kuzey Afrika ve Akdeniz’de sıcaklıkların hafta boyunca birçok gün 40 santigrat derecenin üstüne çıkmasının beklendiğini belirtmişti.

27 üyeli Avrupa Birliği’nin de aralarında olduğu bazı ülkeler, iklim değişikliğine neden olan fosil yakıt tüketiminin zaman içinde terk edilmesi konusunda tüm ülkelerin BM iklim müzakerelerinde hemfikir olmasını umuyor.

Aşırı hava sıcaklıkları milyonlarca Amerikalı’nın hayatını da olumsuz etkiledi. Güney California sıcaklardan en fazla etkilenen yerlerden.

ABD California sıcaklarla boğuşuyor

California’da dün aşırı sıcaklar nedeniyle klima kullanımı enerji sıkıntısına neden olmuştu. California’da 32 milyon tüketiciye hizmet veren enerji ağı operatörü ISO bugün talebi karşılamaya yetecek kadar rezervinin olduğunu açıkladı.

ISO 2020 yılının Ağustos ayında birkaç gün boyunca dönüşümlü olarak elektrikleri kesmiş ve 800 bin kadar ev ve işyeri bu durumdan etkilenmişti.

Meteorologlar California’nın en büyük kenti Los Angeles’ta sıcaklıkların 21-25 Temmuz arasında her gün en az 32,8 santigrat dereceye çıkmasını bekliyor. Bu da mevsim normallerinin oldukça üzerinde.

Yangınlar Atina’nın batısında 5 gündür devam ediyor

Avrupa’nın güneyi de turizm mevsiminin zirve yaptığı dönemde rekor hava sıcaklıklarıyla karşı karşıya. Bu da sağlık sorunları ve ölüm riskini arttırıyor.

Yunanistan, Atina’nın batısında 5 gündür devam eden yangınları söndürmek için hala çalışıyor. Ülke bugünden itibaren yeni bir sıcak hava dalgasının etkisi altına girecek.

Pazartesi günü Atina çevresinde yayılan yangına müdahale eden itfaiye ekipleri havadan destek alıyor. Kıbrıs, Fransa, İsrail ve İtalya da bölgeye ekipler gönderdi.

Yangın 100’den fazla evin ve işyerinin büyük hasar almasına neden oldu. Hükümet bugün yangından etkilenen aileler için mali yardım ve kira desteği açıkladı.

Rodos adasındaki ormanlarda ve Yunanistan’ın güneyindeki Lakonya bölgesinde çıkan yangınlar bugün söndürüldü.

Uzmanlar gelecek günlerde hızla geniş alanları etkileyebilecek yeni yangınlar konusunda halkı uyardı.

Cumartesi ve Pazar günleri ülkede sıcaklıkların 45 santigrat dereceyi bulması bekleniyor. Kültür Bakanlığı tüm tarihi binaların öğlen 12 ile akşamüstü 17.30 arası kapalı kalacağını açıkladı.

Çin’de iç bölgeler kavurucu sıcaklarla yüz yüze

İklim olaylarıyla boğuşan bir diğer ülkeyse Çin. Şanghay ve Pekin’in de aralarında olduğu bazı kentler su baskınlarına hazırlanırken iç bölgeler kavurucu sıcaklarla yüz yüze.

Geçmişte Çin’de yağmurların zirve yaptığı mevsim Temmuz sonuydu ancak fırtınalar gittikçe daha yoğun ve öngörülemez hale geldi. Birçok megakent kötü drenaj nedeniyle su baskını tehdidiyle karşı karşıya.

Finans merkezi Şanghay’a bugün saatte 125 milimetre yağmur düşmesi bekleniyor.

Şanghay’da yollar araçların sürüklendiği nehirlere dönüştü, sosyal medya videoları yayaları diz boyuna kadar yükselen suların içinde yürümeye çalışırken gösteriyor.

Başkent Pekin’de yetkililer, onlarca pompa istasyonunu önceden boşaltmak ve yollardaki binlerce su drenaj çıkışını temizlemek için 2.600’den fazla kişiyi görevlendirdi. Banliyölerde ve dağlık bölgelerde çok sayıda otobüs seferi durduruldu.

Jiangxi eyaletinde ise ülkenin en büyük içme suyu kaynaklarından Poyank Gölü’nde su seviyesi 1951’den bu yana en düşük seviyesine indi.

35 santigrat derecenin üzerindeki sıcaklıklar ülkenin birçok bölgesinde etkili oluyor. Şincan’ın kuzeybatısında sıcaklıklar Pazar günü rekor kırarak 52,2 dereceye çıkmasının ardından yüksek seyretmeye devam ediyor. Gansu eyaletinde bazı bölgelerde aşırı sıcaklara karşı uyarı yapılırken bazı yerler ise sel ve toprak kayması tehdidi altında.

Yetkliler Çin’in yoğun nüfusu ve su kaynaklarının eşit dağılmaması nedeniyle iklim değişikliğinin etkilerine çok açık olduğu uyarısında bulunuyor.

(Kaynak: VOA Türkçe)

Paylaşın

WMO’dan “Aşırı Sıcak” Uyarısı: Kalp Krizi Ve Ölüm Riskini Tetikliyor

Sıcak havalar nedeniyle artan kalp krizi riski konusunda uyarı yapan Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO), sıradışı seyreden hava sıcaklıklarının kalp krizi kaynaklı ölüm riskini arttırdığını bildirdi.

WMO tarafından yapılan açıklamada “Etkisini hissettiren sıcak hava dalgasıyla birlikte Kuzey Amerika, Asya ve Kuzey Afrika’da hava sıcaklıkları uzun süre 40 derecenin üzerinde seyredecek. Çoğunlukla gündüz maksimum seviyeye ulaşan sıcaklıklara odaklanılıyor ancak gece yüksek seyreden sıcaklıklar özellikle yaşlılar ve çocuklar için risk oluşturuyor” denildi.

Uzmanlar ise mevcut hava sıcaklıklarının daha da artabileceğini, Avrupa’da etkili olan ve Türkiye’yi de vuran sıcak hava dalgasının etkisini daha da arttırabileceğini belirtiyorlar.

Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO), kuzey yarımkürede görülen aşırı sıcak hava dalgalarının bu hafta içinde yeni sıcaklık rekorlarına yol açacağını duyurdu. Örgüt, Kuzey Amerika, Asya, Kuzey Afrika ve Akdeniz’de bu hafta sıcaklığın, pek çok yerde 40 derecenin üzerinde seyredeceğini, bunun nedeninin de sıcak hava dalgalarının artması olduğunu açıkladı.

WMO, önümüzdeki günlerde, gündüz sıcaklıklarının yanı sıra, geceleri ölçülen sıcaklıklarda da yeni rekorlar kırılabileceği uyarısında bulunarak, bu nedenle kalp krizi riskinin ve can kayıplarının artabileceğine dikkat çekiyor.

Asıl riskin gece düşmeyen hava sıcaklığı olduğunu, bunun da insan sağlığı için en büyük tehlikeyi beraberinde getirdiğini vurgulayan WMO, özellikle de risk grubu diye adlandırılan kesimler için, geceleri yüksek seyreden sıcaklıkların büyük risk oluşturduğuna işaret ediyor. Bunun nedeninin de vücudun gece de dinlenememesi ve kendini yenileyememesi olduğu belirtiliyor.

WMO uzmanlarının basın mensuplarıyla düzenlediği toplantıda ayrıca şu dönem Avrupa’da yaşanan sıcak hava dalgalarının gelecekte daha da artacağı öngörüsü paylaşıldı. WMO’nun aşırı sıcaklıkla ilgili araştırmacıları arasında yer alan John Nairn’e göre dünya artık giderek daha da artan sıcak hava dalgalarına hazır olmalı; zira sıcak hava dalgaları sadece artmakla kalmayacak, yaşanan bu dalgalardaki yoğunluk da artış gösterecek.

WMO uzmanı Nairn, 1980’lerden beri kuzey yarımkürede meydana gelen aşırı sıcak hava dalgalarının altı kat arttığını da vurgulayarak, bu durumun insan sağlığını ve yaşam alanını çok ciddi bir şekilde tehdit ettiğini ifade etti.

Güncel bir araştırmaya göre geçen yıl sadece Avrupa’da aşırı sıcaklarla bağlantılı sağlık sorunları yüzünden 61 bin kişi hayatını kaybetti. Sıcak hava dalgaları insan ve hayvan sağlığı kadar, sebebiyet verdiği orman yangınları nedeniyle çevre açısından da en önemli tehditlerinden birini oluşturuyor.

Paylaşın

İklim Değişikliği: Okyanuslar Renk Değiştiriyor

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın Modis-Aqua uydusu, dünya okyanuslarının yarısından fazlasında maviden ağırlıklı olarak yeşil tonlara kademeli bir geçiş olduğunu tespit etti.

Renk değiştiren alan Dünya’daki karaların tamamından daha büyük.

Okyanusun rengindeki değişiklik, ekosistemlerinin durumundaki bir değişikliği yansıtabilir. Koyu mavi daha az yaşam olduğunu gösterirken, daha yeşil tonlar fitoplanktonların daha fazla faaliyet gösterdiğine işaret ediyor.

Okyanusta değişen renkleri daha derinlemesine incelemek için Pace adlı bir NASA görevinin Ocak 2024’te fırlatılması planlanıyor. Bu görev plankton, aerosol, bulutlar ve okyanus ekosistemini izleyecek.

Okyanus rengindeki garip değişimler bilim insanlarının araştırmalarını hızlandırdı.

Uydu verileri, son 20 yılda okyanusların yüzde 56’sında maviden yeşile doğru renk değişimleri yaşandığını gösteriyor. Değişiklikler özellikle ekvatora yakın tropikal bölgelerde belirgin.

Araştırmacılar okyanuslarımızdaki bu ince yeşillenmenin, iklim değişikliğinin su altındaki yaşam üzerindeki etkisine işaret ettiğini söylüyor.

Okyanus neden yeşile dönüyor?

NASA’nın Modis-Aqua uydusu, dünya okyanuslarının yarısından fazlasında maviden ağırlıklı olarak yeşil tonlara kademeli bir geçiş olduğunu tespit etti.  Renk değiştiren alan Dünya’daki karaların tamamından daha büyük.

İngiltere’nin Southampton kentindeki Ulusal Oşinografi Merkezi’nden BB Cael ve meslektaşları NASA’dan gelen verileri analiz etti ve yeşil renklenmenin iklim değişikliği nedeniyle değişen ekosistemlerin bir işareti olduğuna inanıyor.

Bu değişimlerin ne olduğu ve kesin nedeni henüz doğrulanmadı, ancak BB Cael bunun büyük olasılıkla, çoğu besin zincirinin temelinde yer alan canlılarla, yani fitoplanktonlarla bağlantılı olduğunu söylüyor.

Bu organizmalar aynı zamanda soluduğumuz oksijenin büyük bir kısmının üretilmesinde ve atmosferimizin dengelenmesinde hayati bir rol oynamaktadır.

Çalışmada, “İklim değişikliğinin etkileri yüzey deniz mikrobiyal ekosisteminde şimdiden hissedilmeye başlandı” deniyor.

Çalışmanın yazarlarına göre okyanusun rengindeki değişiklik, ekosistemlerinin durumundaki bir değişikliği yansıtabilir.

Koyu mavi daha az yaşam olduğunu gösterirken, daha yeşil tonlar fitoplanktonların daha fazla faaliyet gösterdiğine işaret ediyor. Bu da suyun yüzey katmanlarında neler olup bittiğinin bir resmini çiziyor.

Ancak okyanusun rengi, yüzeydeki klorofil seviyelerinin büyük oranda farklılaşmasıyla yıldan yıla değişebilir.

Bu da maviden yeşile geçişin iklim değişikliğinden etkilenip etkilenmediğini ayırt etmeyi zorlaştırıyor.

Bilim insanları, herhangi bir eğilim tespit etmeden önce okyanusun rengini izlemenin 40 yıl kadar sürebileceğini düşünüyor.

Farklı uydular renk değişimlerini de farklı şekillerde ölçüyor. Bu da her birinden elde edilen verilerin çoğu zaman birleştirilemeyeceği anlamına geliyor.

Okyanusta değişen renkleri daha derinlemesine incelemek için Pace adlı bir NASA görevinin Ocak 2024’te fırlatılması planlanıyor. Bu görev plankton, aerosol, bulutlar ve okyanus ekosistemini izleyecek.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

“İklim Değişikliğinde Yeni Bir Döneme Girildi” Uyarısı

Nisan ayında küresel okyanus sıcaklığı 21.1 santigrat derece yükseldi. Pasifik sularını soğutarak küresel sıcaklıkları düşüren El Nino, normalden bir ya da iki ay önce oluştu. Antarktika’daki deniz buzunun rekor düzeyde küçüldü.

Kuzey Kanada’dan kaynaklanan orman yangını dumanı Kuzey Amerika’nın doğusunda hava kalitesi seviyesi tehlikeli noktasına getirdi.

Mercan resiflerinin ölmesi, daha şiddetli poyrazlar. Tüm bunlar, iklim değişikliğini gösteren bazı olaylar. Bilim insanları iklim değişikliğinde yeni bir döneme girildiği uyarısı yapıyor.

Potsdam İklim Araştırmaları Enstitüsü’nden Stefan Rahmstorf, “Fosil yakıt kullanımı nedeniyle gezegenimizin giderek ısınması beklenmedik bir durum değil, ancak bu durum biz insanlar ve bağımlı olduğumuz ekosistemler için tehlikeli.” diyor.

İklim değişikliğini gösteren bazı olaylar:

Okyanus sıcaklığının 21.1 santigrat dereceye yükselmesi

Gezegenin büyük bir kısmı, karbondioksit ve metan gibi gazların neden olduğu ısınmanın yüzde 90’ını emen okyanuslarla kaplı.

Nisan ayında küresel okyanus sıcaklığı 21.1 santigrat derece yükseldi. Bu durumun nedeni olarak sera gazı emisyonları ile erken El Nino oluşumunun birleşimi gösterildi.

Copernicus İklim Değişikliği Servisi, Kuzey Atlantik’teki “olağanüstü sıcak” okyanus sıcaklıklarını ve İrlanda, Birleşik Krallık ve Baltık Denizi yakınlarındaki “aşırı” deniz ısı dalgalarını gösteren veriler yayınladı.

Kuzey Amerika’nın doğusunda hava kalitesi seviyesi

Kuzey Kanada’dan kaynaklanan orman yangını dumanı Kuzey Amerika’nın doğusunda hava kalitesi seviyesi tehlikeli noktasına getirdi.

Yüksek orman yangını dumanı seviyeleri Batı Yakası’nda sıkça görülen bir durum. Ancak bilim insanları, iklim değişikliğinin orman yangınlarını ve dumanını daha yoğun hale getireceğini ve değişimin Doğu Yakası’nın daha fazla görüleceğini tahmin ediyor.

El Nino, normalden bir ya da iki ay önce oluştu

Pasifik sularını soğutarak küresel sıcaklıkları düşüren El Nino, normalden bir ya da iki ay önce oluştu. Uzmanlar, El Nino’nun güçlenmek için normalden daha fazla zamana sahip olacağını söylüyor.

Dünya Meteoroloji Örgütü, önümüzdeki beş yıldan en az birinin, 2016’da yaşanan olağanüstü güçlü El Nino’yu geçerek kayıtlardaki en sıcak yıl olma ihtimalinin yüzde 98 olduğunu tahmin ediyor.

Küçülen Antarktik deniz buzu

Bilim insanları, Antarktika’daki deniz buzunun rekor düzeyde küçüldüğüne dikkat çekiyor. Ulusal Kar ve Buz Veri Merkezi’ne göre, buz tabakasının 27 Haziran’da kapladığı 11,7 milyon kilometrekare, 1981-2010 dönemi ortalamasından neredeyse 2,6 milyon kilometrekare daha azdı.

(Kaynak: Eurnews Türkçe)

Paylaşın

En Sıcak Haziran Ayı Yaşandı; Buz Seviyesinde Rekor Düşüş

2023 Haziran ayının önceki rekor olan Haziran 2019’u büyük farkla aşarak en sıcak haziran ayı olduğu açıklandı. Öte yandan, Antarktika deniz buzu, ortalamanın yüzde 17 gerisiyle en düşük seviyesine ulaştı.

En yüksek sıcaklıklar Kuzeybatı Avrupa’da ölçülürken, bilim insanları bu rekor sıcaklıkların iklim krizinin parmak izlerini taşıdığı konusunda uyarıda bulundu.

Avrupa Birliği’nin (AB) Copernicus İklim Değişikliği Servisi’nin uydu izleme sistemi, geçen ayın dünya genelinde yaşanan en sıcak haziran olduğunu duyurdu.

CNN International’da yer alan habere göre, Copernicus’tan yapılan yazılı açıklamada 2023 Haziran ayının önceki rekor olan Haziran 2019’unu büyük farkla aşarak en sıcak haziran olduğu belirtildi. Yani en sıcak dokuz haziran ayının hepsi son dokuz yılda yaşandı.

Kuruma göre bu durum, insan kaynaklı iklim krizinin, gezegendeki sıcaklıkları daha önce görülmemiş seviyelere çıkardığının kanıtı.

En yüksek sıcaklıklar ise özellikle Kuzeybatı Avrupa’da ölçüldü.

Copernicus ayrıca, Kuzey Atlantik’teki olağanüstü sıcaklık ve Pasifik’te güçlenen El Niño’nun etkisiyle okyanus yüzey sıcaklıklarının haziran ayında kayıtlara geçen en yüksek sıcaklık olduğunu tespit etti.

Bilim insanları bu rekor sıcaklıkların iklim krizinin parmak izlerini taşıdığı konusunda uyarıda bulundu.

Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) Teksas ve güney kesiminin bazı bölgeleri haziran ayının sonlarında üç haneli Fahrenheit sıcaklıkları ve aşırı nemle birlikte endişe verici bir sıcak hava dalgası yaşadı. Orta Amerika’ya kadar uzanan sıcak hava dalgası, mart ayından bu yana Meksika’da en az 112 kişinin ölümüne neden oldu.

Buz seviyesinde rekor düşüş

Climate Central adlı araştırma grubuna göre ise yazın en sıcak günleri olarak kabul edilebilecek aşırı sıcak günler, ABD’nin 195 bölgesinde 1970 yılına kıyasla daha sık görülüyor. Bu yerlerin yaklaşık yüzde 71’i artık her yıl en az yedi ek aşırı sıcak günle karşı karşıya.

Öte yandan, Antarktika deniz buzu, ortalamanın yüzde 17 gerisiyle en düşük seviyesine ulaştı. Copernicus’a göre, Antarktika çevresindeki günlük deniz buzu miktarı yılın bu dönemi için “eşi benzeri görülmemiş düşük” seviyelerde kaldı.

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

3 Temmuz En Sıcak Gün Oldu: İnsanlığın Ve Ekosistemin Ölüm Fermanı

3 Temmuz 2023, meteoroloji verilerinin kayıt altına alındığı günden bu yana dünya üzerinde yaşanan en sıcak gün oldu. İklim araştırmacısı Friederike Otto, “Bu kutlanması gereken yeni bir aşama değil. İnsanlığın ve ekosistemin ölüm fermanı” ifadelerini kullandı.

Prof. Dr. Levent Kurnaz ise , “3 Temmuz Pazartesi günü küresel ortalama sıcaklık 17,01℃ olarak ölçüldü, bu şimdiye kadar yaşadığımız en sıcak gündü. Tekrar edeyim: DÜN TARİHTE İNSANIN YAŞADIĞI EN SICAK GÜNDÜ” dedi.

Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) bilim insanlarının yaptığı araştırmalara göre 3 Temmuz 2023, meteoroloji verilerinin kayıt altına alındığı günden bu yana dünya üzerinde yaşanan en sıcak gün oldu.

Amerika Çevre Tahmini Ulusal Merkezi’nin (NCEP) yaptığı açıklamada, 3 Temmuz’da yerküredeki ortalama ısının 17,01 santigrat derece olduğu ve bunun da, 2016 yılının Ağustos ayında kayedilen 16,92 santigrat dereceden sonra yeni bir sıcaklık rekoru anlamına geldiği bildirildi.

Açıklanan bu verileri değerlendiren, Imperial College London’a bağlı Grantham Enstitüsü’nden iklim araştırmacısı Friederike Otto, “Bu kutlanması gereken yeni bir aşama değil. İnsanlığın ve ekosistemin ölüm fermanı” ifadelerini kullandı.

Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (İklimBU) Müdürü Prof. Dr. Levent Kurnaz, sosyal medyada yaptığı paylaşımda 3 Temmuz 2023’te kaydedilen 17,01°C‘nin günlük bir ölçüm olsa da insanlık tarihinde kaydedilmiş en yüksek ortalama sıcaklık olması nedeniyle önem taşıdığını vurguladı.

Kurnaz, “3 Temmuz Pazartesi günü küresel ortalama sıcaklık 17,01℃ olarak ölçüldü, bu şimdiye kadar yaşadığımız en sıcak gündü. Tekrar edeyim: DÜN TARİHTE İNSANIN YAŞADIĞI EN SICAK GÜNDÜ” ifadelerini kulllandı.

Dünyanın pek çok bölgesinde aşırı sıcaklar

Geçtiğimiz haftalarda ABD’nin güney eyaletleri, uzun süre aşırı sıcaklara maruz kalmış, Çin’de de hava sıcaklığının 35 derecenin üstünde seyrettiği uzun bir dönem yaşanmıştı.

Kuzey Afrika’da ısı yer yer 50 dereceye yaklaşırken, dünyanın en soğuk bölgesi olan Antartika’da, Ukrayna’ya ait Vernadski araştırma istasyonunda sıcaklık 8,7 derece olarak ölçülmüştü. Bu da Haziran ayı için söz konusu bölgede yine rekor bir seviye olarak kayıtlara geçti.

Bilim insanlarına göre küresel sıcaklığın bu denli artmasının bir sebebi iklim değişikliği; diğeri ise başlangıç safhasında olan yeni bir El Nino fenomeni.

El Nino hava olayı, basit bir anlatımla, Pasifik Okyanusu’ndaki sıcak suların doğuya kayarak küresel sıcaklıkların yükselmesi ile kendini gösteriyor. Okyanus yüzeyindeki suların ısısındaki büyük salınımlar ve bunların neden olduğu atmosferik olaylar, İspanyolca “oğlan çocuğu” anlamına gelen El Nino terimi ile adlandırılıyor.

ABD’li bilim insanlarına göre, geçen Haziran ayında ilk emareleri görülen yeni El Nino dalgası, özellikle 2024 yılında büyük kuraklıklara neden olabilir. Özellikle 1997/1998 yıllarında etkili olan El Nino, dünya üzerinde daha önce görülmemiş sıcaklık artışlarına sebep olmuştu.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Dünyanın Eğimi Arttı; İklim Değişikliği Hızlanacak

Yapılan yeni bir çalışma, yeraltı sularının kullanımının Dünya’nın dönüşünü önemli ölçüde etkilediğini ortaya koydu. 1993 ile 2010 yılları arasında yer altı sularının kullanımı, Dünya’nın ekseninin 80 cm doğuya doğru eğilmesine neden oldu. 

Haber Merkezi / Geophysical Research Letters’ta yayınlanan çalışma, bu durumun iklim değişikliğini hızlandıracağına işaret etti.

1993 ve 2010 yılları arasında dünya genelinde 2 bin 150 gigaton yeraltı suyu kullanıldı. Yer altından çıkarılarak kullanılan su miktarı, dünya genelinde deniz seviyesinin altı mm yükselmesini sağlayacak oranda.

Güney Kore’deki Seul Üniversitesi’nden çalışmayı yöneten jeolog Ki-Weon Seo, Dünya’nın dönüşündeki değişikliğe bağlı olarak kutupların büyük ölçüde saptığını söyledi.

2016 yılında bilim insanları, su akıntılarının Dünya’nın dönüşünü etkileme gücüne sahip olduğunu keşfetmişlerdi. Ancak, yeraltı sularının Dünya’nın dönüşünde önemli bir etken olduğu ilk kez keşfedildi.

Bilim insanları, çalışmada, yer altı sularının dağılımına bağlı olarak dünyanın dönüş kutuplarındaki değişimi gözlemlediler. Çalışma, başlangıçta buz tabakaları ve buzullara dayanıyordu.

Dünya’nın eksenin kayması kuzey ve güney kutuplarının değişmesine neden olur. Kutup kayması adı verilen bu olgu, küresel iklimi önemli bir şeklide etkiler.

Öte yandan küresel ısınmanın kutup kaymalarına neden olduğu zaten bilinmekte.

Paylaşın

Türkiye’nin Yüzde 73,4’ü Çölleşme Tehlikesi Altında

TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, “Ülkemizin yüzde 50,9’unun orta, yüzde 22,5’inin de yüksek derecede olmak üzere toplam yüzde 73,4’ünün çölleşme tehlikesi altındaki alanlardan oluşuyor. Ülkemizde erozyon, çölleşme nedenlerinin başında geliyor” dedi ve ekledi:

“Tarım arazilerinin yüzde 39’unda, mera arazilerinin ise yüzde 54’ünde erozyon görülüyor. Öte yandan büyüyen kentler verimli tarım arazilerinin azalmasına sebep oluyor. Tarım arazilerimiz, 1990-2022 yılları arasında yaklaşık 4 milyon hektar azalarak 27,9 milyon hektardan, 23,9 milyon hektara geriledi. Bu da yaklaşık 7,5 İstanbul büyüklüğünde tarım alanının kaybedilmesi demek oluyor.”

Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı (TEMA) , “17 Haziran Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü” kapsamında bugün bir açıklama yayınlayarak Türkiye’nin yüzde 73.4’ünün çölleşme tehlikesi altında olduğunu belirtti.

Gıda güvenliğini sağlamak, iklim değişikliğine karşı dirençli olmak ve kuraklıktan daha az etkilenmek için çölleşme ile mücadelenin önemine dikkat çeken TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, “Çölleşmenin yıllık maliyetinin ülkelerin gayrisafi millî hasılasının (GSMH) yüzde 4-8’i olduğu tahmin ediliyor. Bu oranın 2050 yılında yüzde 40’lara ulaşacağı öngörülüyor” dedi. Deniz Ataç, şunları kaydetti:

“Dünyada arazi tahribatının boyutları ürkütücü seviyeye geliyor. 2019 BM Arazi Raporu’nda 30 milyon km2 yani yaklaşık Afrika kıtası büyüklüğündeki arazi varlığının tahrip olduğu dile getiriliyor. Bu tahribatın içinde dünyanın yüzde 45’ini ve dünya nüfusunun 3’te 1’ini oluşturan kurak alanlar önemli yer teşkil ediyor.

Zor koşullara adapte olmuş fakat kırılgan bir ekosisteme sahip olan kurak alanlar dünya ekili tarım arazilerinin yüzde 44’ünü, canlı hayvan varlığının ise yüzde 50’sini barındırıyor. Gıda güvenliği açısından önemi tartışmasız olan bu alanların yüzde 20’sinde çölleşme görülüyor. Çölleşen arazilerin yüzde 87’sinde ise ana nedeni erozyon teşkil ediyor, iklim değişikliği ise süreci hızlandırıyor.”

Çölleşme nedeniyle tarım topraklarında verimliliğin azaldığını kaydeden Ataç, toprak verimliliğinin azalmasının doğal olarak ekonomik kayıplara da neden olduğuna işaret ederek, “Ülkemizin yüzde 50,9’unun orta, yüzde 22,5’inin de yüksek derecede olmak üzere toplam yüzde 73,4’ünün çölleşme tehlikesi altındaki alanlardan oluşuyor. Ülkemizde erozyon, çölleşme nedenlerinin başında geliyor.

Tarım arazilerinin yüzde 39’unda, mera arazilerinin ise yüzde 54’ünde erozyon görülüyor. Öte yandan büyüyen kentler verimli tarım arazilerinin azalmasına sebep oluyor. Tarım arazilerimiz, 1990-2022 yılları arasında yaklaşık 4 milyon hektar azalarak 27,9 milyon hektardan, 23,9 milyon hektara geriledi. Bu da yaklaşık 7,5 İstanbul büyüklüğünde tarım alanının kaybedilmesi demek oluyor” dedi.

Kuraklık göçü tetikliyor

İklim değişikliğinin kurak bölgeleri daha da kuraklaştırarak bölgedeki insanların yaşam koşullarını güçleştirdiğini belirten Ataç, iklim krizi sebebiyle dünyanın ortalama sıcaklığı sanayi öncesi döneme göre 1,1°C arttığına işaret etti. Sıcaklık artışı sebebiyle atmosfer dengesi bozulan dünyanın birçok bölgesinde kuraklık başta olmak üzere çeşitli krizlerin baş gösterdiğine dikkat çeken Ataç, bu durumun da insanları doğup büyüdükleri evlerini bırakıp göç etmeye zorladığını söyledi.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin yaptığı çalışmaları da aktaran Ataç, buna göre kuraklık ve çölleşmenin neden olduğu göç krizinden en çok kadınlar ve çocukların etkilendiğine dikkat çekti. Ataç, “Çalışmalarda kadınların çoğunlukla arkada bırakıldığı gözlemleniyor ve göç eden kadınların göç yollarında ciddi tehlikelerle karşılaştığı biliniyor. Yine aynı çalışmalar, çölleşme ve buna bağlı göç meselesinin toplumsal cinsiyet ekseninde ele alınması gerektiğini ortaya koyuyor” ifadelerini kullandı.

“Çözüm yine topraktan geçiyor” diye konuşan Ataç, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bunun için arazi kullanım planlarının hazırlanması, kanunlarda yer alan orman, mera ve verimli toprakları başka amaçla kullanımı kolaylaştıran hükümlerin yürürlükten kaldırılması, erozyonla mücadele edilmesi, sürdürülebilir tarım uygulamalarının yaygınlaştırılması ve tahrip edilmiş arazilerin eski haline getirilmesi yani restorasyon çalışmaları yapılması gerekiyor.

İklim değişikliği ile mücadele için de restorasyon çalışmalarının büyük önemi bulunuyor. Birleşmiş Milletler tarafından 2030 yılına kadar tahrip edilmiş arazilerin yüzde 30’unda restorasyon çalışmalarının yapılması hedefleniyor. Gıda güvenliğini sağlamak, iklim değişikliğine karşı dirençli olmak ve kuraklıktan daha az etkilenmek için çölleşme ile mücadele büyük önem taşıyor. Çölleşme ile mücadele, bugünün yaşanan sorunlarını azaltmak, geleceği kazanmaktır.”

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Dünya Meteoroloji Örgütü: Rekor Sıcaklıklar Görülebilir

Yüzde 98 ihtimalle 2023 ila 2027 yıllarından en az birinin en sıcak yıl ve 5 yılın tamamının da küresel hava sıcaklıklarının rekor seviyelere ulaştığı bir dönem olacağı duyuruldu.

Söz konusu dönemde, yüzde 66 ihtimalle yıllık ortalama yüzeye yakın hava sıcaklığının da sanayi devrimi öncesine oranla en az 1,5 dereceden fazla olacak. Keza, 2027’ye kadar küresel hava sıcaklıkları rekor seviyelere ulaşabilecek.

Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) 2023-2027’de dünya genelinde rekor hava sıcaklıkları görülebileceğini bildirdi.

Birleşmiş Milletler çatısı altında bulunan WMO’nun raporunda, sera gazı salımı ve El Nino hava olayının, hava sıcaklıklarını daha da artırdığı bilgisi yer aldı.

Raporda yüzde 98 ihtimalle 2023 ila 2027 yıllarından en az birinin en sıcak yıl ve 5 yılın tamamının da küresel hava sıcaklıklarının rekor seviyelere ulaştığı bir dönem olacağı belirtildi.

Söz konusu dönemde, yüzde 66 ihtimalle yıllık ortalama yüzeye yakın hava sıcaklığının da sanayi devrimi öncesine oranla en az 1,5 dereceden fazla olacak

Keza, 2027’ye kadar küresel hava sıcaklıkları rekor seviyelere ulaşabilecek.

Hava sıcaklıklarının dünyanın farklı bölgelerindeki yağmurları etkileyebileceği belirtilirken, yağmurların bölgesel olarak artabileceği veya azalabileceğine dikkati çekildi.

Raporda, sera gazı emisyonunun da okyanusların ısınması ve asitlenmesine, buzulların erimesine, deniz seviyesindeki yükselişle ve aşırı hava olaylarına yol açtığı ifade edildi.

Raporda açıklamalarına yer verilen WMO Genel Sekreteri Petteri Taalas, rekor sıcaklıkların sağlık, gıda güvenliği, su yönetimi ve çevre açısından geniş kapsamlı sonuçları olacağını söyledi.

Taalas, bu sonuçlara karşı hazırlıklı olunması uyarısında bulundu.

Ayrıca Taalas, yaptığı basın açıklamasında El Nino’nun “insan kaynaklı iklim değişikliği ile birleşerek küresel sıcaklıkları keşfedilmemiş bir bölgeye iteceği” uyarısında bulundu.

Geçen yılki raporda bu ihtimal yaklaşık yüzde 50 olarak belirtilmişti.

Yıl ortasında El Nino’ya geçiş dünya genelinde bilim insanlarını endişelendiriyor.

Uzmanlar, hava olayının, iklim değişikliğinden farklı olmakla birlikte muhtemelen aşırılıkları artıracağı, Kuzey Amerika’ya daha sıcak hava, Güney Amerika’ya ise kuraklık getireceği ve Amazonlarda daha büyük yangın riskine neden olacağını dile getiriyor.

Öte yandan BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin gelecekteki sera gazı emisyonlarına dayanan iklim projeksiyonlarının aksine, WMO güncellemesi daha ziyade tahmine dayalı uzun süreli bir hava tahmini sunuyor.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın