Kastamonu: Küre Dağları Milli Parkı

Küre Dağları Milli Parkı; Kastamonu’nun Pınarbaşı İlçesi, Çalkaya Köyü mevkindedir. Küre Dağları, 2000 yılında Milli Park ilan edilmiştir.

1998 yılında Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) tarafından Avrupa Ormanları’nda korumada öncelikli alanlardan birisi olarak seçilen Küre Dağları, 2000 yılında Milli Park ilan edilmiştir.

Bu kararla WWF’nin III. Milenyuma girerken başlattığı “Yaşayan Gezegen Kampanyası” çerçevesinde “Türkiye’nin Dünyaya Armağanı” kabul edilmiştir. 2012 itibariyle Avrupa’nın seçkin koruma alanlarını simgeleyen Pan Park’lar arasında yerini aldı.

Böylece, Küre Dağları Milli Parkı Avrupa’nın 13. Türkiye’nin ise ilk Pan Park’ı olarak ilan edilmiştir. Küre Dağları Milli Parkı Batı Karadeniz Bölümünün Küre Dağları üzerinde en zengin flora ve faunaya sahip yörelerinden biridir. Bölgenin kullanımına açılmamış bakir yerlerinden biridir.

Alanın büyük bölümü Kastamonu İli sınırları içinde kalmaktadır. Milli park çevresinde idare olarak Azdavay, Pınarbaşı, Ulus, Bartın, Kurucaşile, Amasra ve Cide bulunmaktadır. Parkta yaşayan hayvanlar arasında geyik, karaca, ayı, kurt, tilki, çakal, tavşan, yaban domuzu, ötücü kuşlar ve yırtıcı kuşlar ile sürüngenler bulunmaktadır.

Pınarbaşı ilçesinde Eko Turizm merkezi olan Paşa Konağı konaklama yeri olarak Küre Dağları’ndaki keşiflerinizde kullanacağınız bir merkez olacaktır. Milli Park ve çevresinde görülmesi gereken yerler arasında, kuşbakışı Valla Kanyonu, Horma Kanyonu Geçişi, Ilgarini Mağarası, Armutlu Çayırı gelmektedir.

Paylaşın

Kastamonu’nun simgesi ‘Saat Kulesi’

Saat Kulesi; Kastamonu Hükümet Konağı’nın arkasında, Sarayüstü Tepesi’nde yer alan yapı, şehrin en önemli simgelerinden biridir.

1885 yılında, Vali Abdurrahman Paşa tarafından yaptırılmış olan yapının, halk arasında sürgün bir saat olduğuna dair yaşayan bir efsanesi bulunmaktadır.

Efsaneye göre, İstanbul Sarayburnu’nda bulunan saatin zamansız çalan çanı, padişahın hamile cariyelerinden birinin çocuğunu düşürmesine sebep olur. Bu nedenle saat kulesi Kastamonu’ya sürgün edilir.

Kastamonu Saat Kulesi’nin gölgesinde yudumlayacağınız bir bardak yorgunluk çayının tadı, Kastamonu’nun eşsiz manzarasıyla bütünleşecek ve hatıranızdan hiç çıkmayacak anlar yaşatacaktır.

Paylaşın

Kastamonu: Valla Kanyonu

Valla Kanyonu; Kastamonu’nun Pınarbaşı İlçesi, Muratbaşı Köyü mevkindedir.

Devrekani çayı ile Kanlıçayın buluştuğu yerde başlar. Kuzeydeki Cide ‘ye doğru yaklaşık 10 km uzanan kanyon 800-1200 m arasındaki yüksek kayalık uçurumlara sahiptir.

Bu kayalıklarda kartal, şahin, akbaba gibi yırtıcı kuşlar bulunur. Kanyonun içi profesyonel gruplar tarafından ve uygun ekipman olmadan geçilemez. Ancak girişi ve çıkışında yerel rehberler ile kısa girişler yapılabilir.

Valla Kanyonu, Devrekani çayının Küre Dağları içinde açmış olduğu enfes bir görüntüye sahiptir.

Paylaşın

Kastamonu: Ilıca Şelalesi

Ilıca Şelalesi; Kastamonu’nun Pınarbaşı İlçesi’ne bağlı Ilıca Köyü sınırları içerisinde yer almaktadır. 

Şehrin gürültüsünden kaçıp doğa turuna çıkmak isteyenler için muhteşem bir manzara sunan bu şelale görülmeye değer bir doğa harikası.

Ilıca Şelalesi. 15 metre yükseklikten dökülmektedir. Ilıca şelalesi, suyun döküldüğü yerde oluşan doğal havuz ve çevresi çeşitli bitki örtüsü ile kaplanmış egzotik bir görünüme sahiptir.

 

Paylaşın

Kastamonu: Ilgaz Dağları Milli Parkı

Ilgaz Dağları Milli Parkı; Kastamonu ve Çankırı İlleri sınırları içinde bulunmaktadır. Kastamonu il merkezine 40 km uzaklıktadır.

Ilgaz Dağı yöresinin arazi yapısı genellikle serpantinler, şistler ve volkanik kayaçlardan meydana gelmiştir. Sahada yer yapısı kadar dağ oluşum hareketleri yönünden de ilgi çekici örnekler bulunmaktadır.

Türkiye’nin en uzun ve hareketli kırık hattı olan Kuzey Anadolu Fayı, Ilgaz Dağının güney eteklerinden geçmektedir.

Saha değişik karakterlerde vadiler, sırtlar ve doruklardan meydana gelmiştir. Ayrıca üst değerde peyzaj özellikleri sunan jeomorfolojik bir yapıya sahiptir.

Ilgaz Dağının eteklerinden doruklarına doğru gelişen karaçam, kızılçam, köknar hakim ağaç türlerinden meydana gelen bitki örtüsü, Zengin orman altı topluluğu ile desteklenmektedir.

Bol ve bütün yıl akışlı akarsuları ile zengin bitki örtüsünün oluşturduğu şartlar karaca, geyik, yaban domuzu, kurt, ayı, tilki gibi, yaban hayatı türlerine uygun yaşama ortamı sağlamaktadır. Ayrıca dünyada nadir bulunan bitki çiçek türlerinden (endemik) sayılı olanlarını görmek mümkün olabilmektedir.

Milli parkın diğer önemli bir kaynağı da kış sporları imkanıdır. Ilgaz Dağının bu doğal ve rekreasyon kaynakları milli parkın ana kaynak değerlerini oluşturmaktadır.

Jeolojik ve jeomorfolojik oluşumları, heybetli orman dokusunun oluşturduğu peyzajın çeşitliliğini görmek mümkündür.

Kayak sporu merkezi milli park içindedir. Ayrıca sahada doğal yürüyüş çadırlarla ve karavanlarla kamp yapma imkanı ile günübirlik aktiviteler için uygun imkanlar mevcuttur.

Milli park sınırları içindeki Baldıran Vadisinde Karasu Deresi üzerinde alabalık üretme istasyonları ve avlanma göletleri hizmete açıktır. 15 Haziran-15 Eylül tarihleri arasında ziyaretçiler bu sahada sportif olta balıkçılığı yapabilecekleri gibi yılın her günü isteklerine göre üretim istasyonlarından balık alma imkanına sahiptir.

Milli park içinde olan Ilgaz Kış Sporları Turizm Merkezinde 800 m uzunluğunda kayak pisti ile 1500 m. uzunluğunda iki adet telesiyej ve teleksi tesisi çalışmaktadır.

Paylaşın

Talat Mümtaz Yaman

Talat Mümtaz Yaman, 1907 yılında Kastamonu’da doğdu. Babası Ali Bey, annesi ise Emine Hanımdır.

İlk ve orta öğrenimini Kastamonu’da yaparak Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesini bitirdi. Bir süre ilkokul öğretmenliğinde de bulunan Talat Mümtaz Yaman, lise öğretmenliği, Kastamonu Abdurrahmanpaşa Lisesi Müdürlüğü, Diyarbakır, Hatay ve Zonguldak Milli Eğitim Müdürlüğü görevlerini yaptıktan sonra memuriyetten ayrılarak ticari hayata atıldı. Ticari hayatında da memuriyette olduğu gibi üstün başarı gösterdi; birçok şirket kurdu, yöneticiliğini yürüttü.

Talat Mümtaz Yaman, Halk Bilgisi Derneği ve Halkevleri Dönemlerinde çok iyi bir folklor derlemeci ve araştırmacısıydı. Sepetçioğlu Zeybeğini en iyi oynayanlardan da biriydi. Ticari hayata atıldıktan sonra işlerinin çokluğu sebebiyle Kastamonu kültür hayatıyla eskisi kadar ilgilenemedi, İstanbul’da şirketlerinin işlerini takip etti. 26.04.1975 tarihinde Kastamonu Abdurrahmanpaşa Lisesinin düzenlediği mezunlar gününde kalp krizi geçirerek vefat etti.

Paylaşın

Şekerci Hacı Bekir Efendi

Osmanlı ve Türk şekercilik zanaatında menkıbeleşmiş Hacı Bekir ismi, günümüze kadar şekerciliğin sembolü olarak süregelmiştir.

Kastamonu Araç’tan, İstanbul’a gelerek 1777 yılında Bahçekapı’da açtığı küçük şekerci dükkanında, lokum, akide vb. şekerlemeleri bizzat imal edip satmaya başlayan şekerci Bekir Efendi, bugün iki asrı aşan bir maziye bilahare Hac farizesini yerine getirmesiyle Hacı Bekir olarak anılan Bekir Efendi’nin açtığı ilk dükkan, günümüzde Ali Muhiddin Hacı Bekir Şekercilik A.Ş.’nin Bahçekapı’daki satış yeri olup, İstanbul’da iki asırdan bu yana aynı hizmeti gören yegane dükkandır.

Dünyada bile emsaline zor rastlanan bu özellik İstanbul ve hatta ülkemiz için ayrıca zikre değer. Türkiye’de 16. yy’da başlayan şekerleme imalatında tatlandırıcı olarak bal, pekmez, su bağlayıcı, doku yapıcı olarak un kullanılmakta idi.

18. yy’da sonlarında Avrupa’da kurulan rafinelerde üretilen şekerin, o günlerin ismiyle “Kelle Şekeri” olarak Türkiye’ye gelmesiyle, şekerci Hacı Bekir, bu şekeri havanlarda dövüp eriterek, gül, tarçın vb. tabii aroma ve boyalarla pişirip akide şekeri imalatını geliştirmiştir. Ayrıca 1811’de Alman bilgini tarafından bulunan nişastayı un yerine kullanarak, şeker ve nişasta terkibi ile bugünkü nefasetteki lokum imalatını gerçekleştirmiştir

Bizzat kendi eliyle yaptığı imalat ve hassas çalışmalarıyla Türk şekerleme ve lokum çeşitlerini geliştiren Hacı Bekir’in İstanbul Bahçekapı’daki dükkanından 19. yy’da aldığı lokumları ülkesine götüren bir İngiliz tursiti, Türk lokumlarını Avrupa’da “Turkish Delight” olarak tanınmasına vesile olmuştur.

Bundan böyle Türk lokumu anglo sakson asıllı yabancılar tarafından “Turkish Delight”, Fransa ve Balkan’larda da “Lokoum” olarak tanınmış ve uluslar arası şekercilik literatürüne girmiştir.

Bundan başka sallama kazanlarda yapılan badem şekeri, haşlanmış bademlerin soyulup havanlarda dövülerek şeker ve şeker şerbeti ile yoğurulup, şekillendirilen çeşitli badem ezmeleri Hacı Bekir’e günümüze kadar intikal eden haklı ilgi ve şöhreti kazandırmıştır. Şekerci Hacı Bekir başarılarıyla, zamanın padişahı tarafından Nişan-ı Ali Osmani’nin 1. Rütbe Nişanı ile sarayın Şekercibaşı’sı olarak taltif ve takdire şayan görülmüştür.

Hacı Bekir’i takiben oğlu Mehmet Muhiddin Efendi ve torunu Ali Muhiddin Hacı Bekir’in aynı prensip, istidat ve meslek aşkıyla firmayı devam ettirmeleri Osmanlı Sarayının şekerci başılık payesinin kendilerine de ihsan edilmesiyle takdir ve taltif edilmiştir.

Bu sürelerde iştirak edilen fuarlarda;

  • 1873 Viyana Fuarı’nda Gümüş Madalya
  • 1888 Almanya-Köln Fuarı’nda Gümüş Madalya
  • 1897 Brüksel Fuarı’nda Altın Madalya
  • 1906 Fransa Fuarı’nda Altın Madalya
  • 1939 New York Fuarı’nda Başarı Ödülü kazanılmıştır.

Üç neslin ismini taşıyan Ali Muhiddin Hacı Bekir müessesi sürecinde İstanbul’da Bahçekapı merkez mağazasına ilave olarak Karaköy, Galata, Tepebaşı, Pangaltı, Çarşıkapı, Beyoğlu, Parmakkapı, Kadıköy satış şubeleri açılmıştır.

Ayrıca Mısır’a götürülen usta ve personel ile Kahire ve İskenderiye şubeleri kurulmuş ve Mısır Hidivi’nin takdirve taltifleriyle Mısır Sarayı’nca da Şekerbaşı’lık payesi ihsan edilmiştir.

Şekerci Hacı Bekir halen Türkiye’nin en eski firması olarak kurulduğu tarihi yerinde faaliyetini sürdürmektedir. Osmanlı-Türk toplumu ve folklorumuzun bir parçası olarak örf ve adetlerimize de giren Hacı Bekir, bilhassa zamanın yaşam tarzını belgeleyen roman ve yazılarda da yer almış, 19 ve 20. asır başlarındaki İstanbul toplum mozayiğinin parçaları olan levantenler ve yabancılar tarafındanda kaleme alınmış hatta resimlendirilmiştir.

Maltalı ressam Preziosi fırçasıyla resmedilmiş şekerci Bekir Efendi, 43×58 cm ölçüsündeki suluboya resimde, (aslı Louvre Müzesinde) zamanın yaşamını ve Hacı Bekir’i belgelemiştir. (Resmin litografik reprodüksiyonu 214 numara ile Topkapı Sarayındadır.)

Paylaşın

Şehit Şerife Bacı

Şehit Şerife Bacı, Kurtuluş Savaşı’nın kadın kahramanlarını simgeliyor. Şerife Bacı, donarak şehit olmuştur.

Kurtuluş Savaşı’nda eli silah tutanların cephede olduğu sıralarda İnebolu’ya çıkarılan silah ve cephanelerin Kastamonu üzerinden Ankara’ya ulaştırılmasında yaşlı erkeklerle kadınların da insanüstü çalışmaları olmuş, tarihe geçmişlerdir.

Bu tarihe geçen kadınlarımızdan biri de Seydilerli Şehit Şerife Bacı’dır. Şerife Bacı 1921 yılının çetin kış şartlarının hüküm sürdüğü ilk aylarında sırtında çocuğu, önünde kağnısı ile İnebolu’ dan Kastamonu’ya cephane taşırken, Kastamonu Kışlası önüne kadar gelmiş, mermileri ve çocuğunu korumak uğruna donarak şehit olmuştur.

Fırtına ve tipinin sabahında Kastamonu kışlasından çıkan devriye ekibi bir bebeğe ait olan ağlama sesini takip ettiklerinde sahibi donmuş bir kağnıyla karşılaştılar.

Kağnıda üzerileri kardan etkilenmemesi için bir battaniyeyle örtülmüş cephane ile cephanelerin arasındaki kuru otlara yatırılmış bir bebek ile karşılaşmışlardır.yapılan incelemeler sonucunda şehit olan kadının bir gece önceki tipide kaybolan Şerife Bacı olduğu tespit edilmiştir.

Şehit Şerife Bacı adı Kastamonu’da Seydiler’de, İnebolu’da Kurtuluş Savaşı’nın kadın kahramanlarını simgeliyor.

Paylaşın

Rıfat Ilgaz

Rıfat llgaz, 1940’ların toplumcu-gerçekçi şairleri arasında başta gelenlerindendir. 1911 yılında Kastamonu’nun Cide İlçesi’nde doğdu.

Şiir yazmaya ortaokul öğrencilik yıllarında başladı. İlk şiiri 27.07.1927’de, günlük Nazikter gazetesinde yayınlandı. Ayrıca; Açıkgöz (Kastamonu), Güzel İnebolu ve Güzel Tosya gazetelerinde şiirleri ve yazıları yayınlanmaya başladı. Lise yıllarında babasının ölümü nedeniyle ayrıldı. Yatılı olarak Kastamonu Muallim Mektebi’nde öğrenim gördü. 1930 yılında mezun oldu.

Altı yıl süreyle Gerede, Akçakoca, Hendek ile Düzce arasında Gümüşova’da ilkokul öğretmenliği yaptı. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsünü 1938’de bitirdi ve Adapazarı Ortaokulu Türkçe Öğretmenliğine atandı. 1939’da İstanbul Karagümrük Ortaokulunda Türkçe Öğretmenliğine başlayan llgaz’ın, yazı ve şiirleri büyük dergilerde yayınlanmaya başladı. 1940’da Gığır, Oluş, Ulus, Güneş, Yücel, Varlık, Hamle ve Yeni İnsanlık dergilerinde şiirleri çıktı ve aynı yıl Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümüne girdi.

Haşan Tanrıkut, Sabahattin Kudret Aksal, Salah Birsel’le tanıştı. Ömer Faruk Toprak ile 9 Eylül 1942’de Yürüyüş dergisini çıkardılar. Bu dergide Orhan Kemal, Sait Faik, Cahit Irgat, A. Kadir, Nazım Hikmet (İbrahim Sabri) ile birlikte çalıştılar. 1943’de ilk kitabı “Yarenlik”i yayınladı. Şiirleri olağanüstü bir ilgi gördü. Ocak 1944’de “Sınıf” adlı şiir kitabı çıktı. Sıkıyönetim kararı ile toplatıldı.

Pertev Naili Boratav “Sınıf” için:”Yeni Türk şiirine inanmayanlara, Rıfat llgaz’ın kitabını okuyup anlamlarını dilemekten başka yapılacak bir şey yoktur” diye yazdı.1945’de Gün dergisi çıktı. llgaz bu dergide sekreterdi. Bu dergide yazıları yayınlandı. Aziz Nesin’in Cumartesi dergisine ortak oldu. Seçici kurulda çalıştı. 1946’da Esat Adil, Sabahattin Ali ve Aziz Nesin ile birlikte Gerçek gazetesini çıkardılar.

1946 Ekim ayında Yığın dergisini Esat Adil ve Adil Yağcı ile birlikte çıkardılar.Öğretmenliğe yeniden döndükten sonra Boğazlayan-Yozgat’a tayini çıktı. Hastalığı nedeniyle Validebağ Sanatoryumunda yattı. Şubat 1947’de Sabahattin Ali, Aziz Nesin ve Mim Uykusuz’un çıkardığı Markopaşa kadrosuna girdi. Sık sık kapatılan bu derginin daha sonraları sorumlu müdürlüğünü üstlendi.

Malum Paşa, Merhum Paşa, Hür Markopaşa gibi dergilerin de sık sık adı değişiyordu. 1950’li yıllarda llgaz gazetecilik yapmaya başladı. Sakıncalı olduğundan, gazeteler ve dergiler imzalarına pek yer vermediler. 1952-1960’da Tan gazetesinde dizgici-düzeltmen ve röportaj yazarı olarak çalıştı. Turhan Selçuk ve İlhan Selçuk’un çıkardığı Dolmuş dergisinde “Stepne” takma adıyla yazılar yazdı.

Hababam Sınıfı, Pijamalılar (Bizim Koğuş), Don Kişot İstanbul’da bu dergide dizi olarak yayınlandı. Hababam Sınıfı’nı da, isminin sakıncalı olması nedeniyle “Stepne” (Yedek Lastik) takma adıyla yazdı. Ocak 1953’de Devam adlı şiir kitabını çıkardı ve bu kitap da toplatıldı.

1961 Anayasası yürürlüğe girdikten sonra kendi adıyla yazı ye şiir yayınlayabilme olanağına kavuşan Rıfat llgaz Demokrat İzmir, Akbaba, Vatan, Yeni Gün, Yeni Ulus gibi yayın organların-da ve kimi edebiyat dergilerinde yazı yazabildi. Sınıf yayınlarını kurdu ve kendi kitaplarını yayınlayabildi. 1970’de Basım Şeref Kartını aldı.

1974’de emekli oldu. Doğum yeri olan Cide’ye yerleşti. 12 Eylül 1980 döneminde gözaltına alındı. 70 yaşında gerekçesiz sorguya çekildi ve gözaltında kaldı. Tutukluluğu sona erince İstanbul’da, oğlu Aydın llgaz ile birlikte ölümüne kadar yaşamaya başladı. Bu olaylar “Kırk yıl Önce Kırk Yıl Sonra” adlı kitabında anlatılır.

Onu hepimiz Hababam Sınıfı’nın yazarı olarak bildik. Altmış yayınlanmış kitabı olmasına karşın onun şairliğini, romancılığını ve öykü yazarlığını unutmamamız gerekir. Kitaplarında; çağdaş, ileri görüşlü, ulusumuzdan yana birlikteliği önerir.Yıllarca kendisini bizden uzaklaştırmaya çalışan yönetimlerden sonra, demokrasi yolunda ülkemizdeki gelişmeler Rıfat IIgaz adını yeniden yücelttiyse de, Sivas olaylarının acısına dayanamayan duyarlılığı 7 Temmuz 1993 günü aramızdan ayrılmasına neden oldu.

Paylaşın

Osman Zeki Üngör

Osman Zeki Üngör, 1880 yılında Üsküdar’da dünyaya geldi. Aslen Kastamonu’ludur.

Dedesi, Osmanlı Devleti’nin saray orkestrası olan Mızıka-yı Hümayun bünyesinde “Fasl’ı Cedid”‘i (batı enstrümanlarını da içeren fasıl topluluğu) tertip eden Santuri Hilmi Bey; babası Şekerci Hacı Bekir ailesinden Hüseyin Bey’dir.

Beşiktaş Askeri Rüştiyesi’nde okudu. 1891’de girdiği Mızıka-yı Hümayün’da yeteneğiyle II.Abdülhamid’in dikkatini çekti. Batı müziği öğrenimi görerek konser kemancısı oldu. Büyükbabası Santuri Hilmi Bey’in kurduğu Mızıka-yı Hümayun faslı Cedidi’nde ve Saffet Atabinen’in ilk defa düzenlediği senfoni orkestrasında başkemancı olarak çalıştı. Binbaşı rütbesiyle de Saray Orkestrası Şefi oldu.

Mızıka-yı Hümayun’da öğretim görevinde bulundu. İstanbul Erkek Muallim Mektebi’nde öğretmenlik yaptı. Bağımsız kadrosu olan ilk Türk senfoni orkestrasıyla Union Française’de haftalık halk konserleri verdi. Musiki Muallim Mektebi’nin müdürlüğünü yaptı.

Avrupa şehirlerinde de orkestralar idare ederek konserler veren Üngör; asıl ününü Mehmed Akif Ersoy’un İstiklal Marşını 1922 senesinde besteleyerek elde etti. Cumhuriyet’in İlanı’ndan sonra vazifesini Ankara’ya naklederek Ankara Riyaset-I Cumhur Musıki Hey’eti Şefi oldu.

Musıki Muallim Mektebi’nin kurulmasında önemli rol oynayan Üngör; 1924-1934 seneleri arasında bu okulun müdürlüğü vazifesinde bulundu.

1934 senesinde emekliye ayrılan Üngör; bir müddet de Teşvikiye Caddesi’nde Maçka Palas’ta oturmuş, 1958 senesinde de İstanbul’da vefat etmiştir. Cenaze töreninde özel izinle İstiklal Marşı çalındı.

Eserleri: İstiklal Marşı, İlim Marşı, Azmü Ümit Marşı, Töre Marşı, Türk çocukları, Cumhuriyet Marşı.

Paylaşın