Çorum Kalesi

Çorum Kalesi; Çorum’un Merkez İlçesi, Kale Mahallesi, Cengiz Topel Caddesi üzerinde yer almaktadır. Şehir içi ulaşım araçlarıyla ulaşım mümkündür. 

Selçuklu mimari özelliği taşıyan Çorum Kalesi’ne ait ilk yazılı belgeler MS 1571 tarihlidir. MS 1577 tarihli bir belgede kaleden Sultan Süleyman Hayratı olarak söz edilmektedir. 16 yy. da Çorum’a gelen Evliya Çelebi şehrin kıble yönündeki kalenin Sultan Kılıçarslan tarafından inşa edilmiş bir Selçuklu yapısı olduğunu söyler.

Kare planlı olan kalede, yapı malzemesi olarak kesme taş, moloz taş ve Roma-Bizans dönemlerine ait devşirme taşlar da kullanılmıştır. Kalenin dört köşesinde birer burç ve kuzey cephede kapı ile birlikte üç olmak üzere her cephede ikişer dikdörtgen çıkıntı bulunmaktadır. Kale içinde küçük bir cami ile kırk iki adet konut yer almaktadır.

Paylaşın

Çankırı Kalesi

Çankırı Kalesi; Çankırı’nın Merkez İlçesi, Fatih Mahallesi, Kale Mevkii’nde yer almaktadır. Şehir içi ulaşım araçlarıyla ulaşım mümkündür. 

Çankırı Kalesi Şehrin kuzeyinde küçük bir tepe üzerinde kurulmuştur. Romalılar, Bizanslılar, Danişmentliler,  Selçuklular ve Osmanlılar dönemlerinde sağlamlığıyla ünlü olan kale geçen yüzyıla kadar iskan edilmiş olup yapıdan zamanımıza birkaç sur kalıntısından başka bir şey kalmamıştır.

Dörtgen planlı olan kalenin surları moloz taş ve tuğla karışımıdır. Eteklerinde bulunan dereden itibaren yüksekliği 150 m. kadardır. Kale içinde Roma Dönemi’nden kalma kaya mezarı, iskan kalıntıları ve pişmiş toprak kap parçaları ile Çankırı Fatihi Emir Karatekin Bey’in türbesi bulunmaktadır. Geçmiş yıllarda ağaçlandırılan Kale, ziyaretgah ve mesire yeri olarak kullanılmaktadır.

Paylaşın

Amasya’nın İncisi ‘Amasya Kalesi’

Amasya Kalesi; Amasya’nın Merkez İlçesi Yuvacık Mahallesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Harşena Dağı üzerindedir. Şehir içi ulaşım araçlarıyla ulaşım mümkündür.

Amasya Kalesi, Harşena Kalesi adıyla da bilinir. Amasya Kalesi’nin üzerinde inşa edildiği kaya denizden 700, Yeşilırmak’tan ise 300 metre yüksekte bulunmaktadır. Bazı tarihçilere göre kaleyi Pontus Kralı Mithridates yaptırmıştır. Bazılarına göre ise Kumandan Karsan veya Harsana yaptırdığı için kale Harşana / Harşena ismini almıştır.

Amasya Kalesi, tarihi mücadeleler içinde birçok kez el değiştirmiş ve bunların çoğunda tahrip olmuştur. Persler, Romalılar, Pontus ve Bizanslıların egemenlikleri döneminde birçok saldırıya uğrayan Kale her seferinde yeniden inşa edilmiştir. Kale 1075’te Türklerin Amasya’yı fethetmesinden sonra önemli bir onarım görmüştür. 18. yy.’a kadar kullanılan kale, bu yüzyıldan sonra askeri önemini kaybetmiştir. Kalenin tepe noktası kesme, sur duvarları moloz taşlardan yapılmıştır.

Yeşilırmak’ın kıyısına kadar sekiz savunma kademesine sahip olan kalede Cilanbolu adı verilen ve kalenin orta yerinde yüksekçe bir yerden kayaya oyulmuş 150 basamakla aşağıya inilen 8 metre çapında bir dehliz vardır. Kalede sarnıçlar, su depoları, Osmanlı Dönemine ait hamam kalıntıları ve kayaya oyulmuş Pontus Kral Mezarları bulunmaktadır. Sur duvarlarının önemli bir kısmı ayakta kalmıştır. Kale, İçeri Şehir (Hatuniye Mahallesi), Kızlar Sarayı ve Yukarı Kale (Harşena) olmak üzere üç bölümden oluşur.

Yeşilırmak kıyısı boyunca, İstasyon Köprüsü ile Hükümet köprüsü arasında uzanan yaklaşık 800 metrelik bir alanı kaplayan Hatuniye Mahallesi’nde Yeşilırmak’ın kuzeyinden yükselen antik sur duvarları üzerinde Amasya Evleri, hamamlar ve camiler inşa edilmiştir. Aşağı Kale olarak da adlandırılan bu bölüme Alçak Köprü’den, İstasyon Köprüsü’nden, Sultan Bayezid Camii karşısında bulunan Madenüs Köprüsü’nden ve Hükümet Köprüsü’nden girilebilmektedir. Kızlar Sarayı demiryolu ile İçeri Şehir’den (Hatuniye Mahallesi) ayrılmıştır.

İç Kale

Enderun Kalesi olarak da bilinir. Destek duvarlarından başka günümüze gelebilen bir kalıntısı yoktur. Bu kısımda bulunan sarayın 16. yy.’a kadar kullanıldığı düşünülmektedir. Sarayın dış bölümünün taştan, iç kısmının tuğla ve ahşaptan olduğu sanılır. 1146’da İç Kale’yi onartan Selçuklu Sultanı I. Mesud, Amasya’yı merkez yapıp İç Kale’de cami, medrese, hamam ve saray yaptırmış, ölünceye kadar da burada oturmuştur.

Kızlar Sarayı

Kızlar Sarayı, İç Kale’nin üzerinde bulunan mağaraların altındadır. Sinop mutasarrıfı İsfendiyar Bey’in torunu Doğrak Hatun Amasya’ya geldiği zaman, Selçuk Sarayı’na giremeyince, Kızlar Sarayı yaptırılmıştır. Bu sarayın yapımından sonra İsfendiyar Beyleri, çevrede yaptıkları fetih ve savunmalarda Amasya’yı bir üs gibi kullanmışlar ve Kızlar Sarayı’nda ikamet etmişlerdir.

Kızlar Sarayı, 150 yıldan uzun bir süre Osmanlı şehzadelerine, hatunlarına ve valilerine mekan olmuştur. 1852 yılına kadar faal bir biçimde hizmet vermiştir. Bu tarihten sonra Amasya ayanına terk edilen saray bir süre sonra kendi kaderine bırakılmıştır. Bugün tamamen harap durumdadır.

Cilanbolu Kuyusu

Amasya Kalesi’nde çok sayıda dehliz ve su kuyuları bulunmaktadır. Bu kuyuların en ünlüsü Cilanbolu diye isimlendirilen yerdir. Cilanbolu Kuyusu, Harşena Kalesi’nin orta yerinde, büyük kapının hizasında bulunan yüksek yerde, güneyden kuzeye doğru gitmektedir. Yüz elli kadar basamakla aşağıya inilir. Daha aşağılarda tahribat sonucu merdivenler kaybolmuştur. Kuyunun girişi geniş ve yuvarlaktır. Önce kargir olarak başlayan kuyu, daha aşağılarda kayaların oyulması biçiminde devam etmektedir.

Paylaşın

Hatay: Antakya Kalesi ve Surları

Antakya Kalesi ve Surları; Hatay’ın Antakya İlçesi sınırları içerisinde yer alan Habib Neccar Dağı yamacında bulunmaktadır.

M.Ö.300 yıllarında Büyük İskender’in generallerinden Seleucos I. Nikator tarafından kurulan Antakya kalesi dünyanın önemli yapıları arasında yer alır.

Sırasıyla Seleukoslar Romalılar, Bizanslılar, Haçlılar, Selçuklular ve Osmanlılar tarafından kullanılarak zamanımıza kadar gelebilmiştir.12 km uzunluğunda olan surların 360 kuleden oluştuğu düşünülmektedir. Sayısız depremler ve savaşlar sonucunda çok harap olmuştur.

Bugün ayakta kalan duvarların büyük bir kısmı M.S.6.yy’da Bizans İmparatoru Justianus tarafından yaptırılmıştır. Kale duvarları; Asi nehrinin kenarından başlayarak Silpius dağları arasında dolanıp, Küçükdalyan’da tekrar nehre kavuşmakta idi.

Şimdi ancak Silpius dağı (Habib-i Neccar) üzerindeki kısımları bulunmaktadır. Kalenin, kuzeyde Halep Kapısı (St. Paul), doğuda Demir Kapı, güneyde Şam Kapısı, batıda Köprü kapısı ve kuzeybatıda Köpek Kapısı olmak üzere 5 kapısı vardır.

Paylaşın

Isparta’nın Tarihi ‘Kaleleri’

Isparta yakın çevresi ile birlikte Pisidia yöresinin önemli yerleşim merkezlerinden birisidir. Yöredeki yerleşmenin tarihi paleolitik (Eskitaş) dönemine kadar dayanmaktadır.

Pisidia bölgesi M.Ö. 2000’lerde Luvi ve Arzava topluluklarının yerleşim alanı idi. Hititler de zamanında bölgeyi ele geçirmek istemişler, ancak yüzyıllar boyu uğraşmalarına karşılık Arzava ülkesi üzerinde kesin bir egemenlik kuramamışlardır.

M.Ö. 1200’lerde Balkanlardan gelen “Ege Göç Kavimleri” Arzava ülkesi konfederasyonunun siyasi varlığına son vermişler, Anadolu’nun siyasi yapısını bütünüyle değiştirmişlerdir. Bu tarihten itibaren M.Ö. 8. yüzyıla kadar Firigler, M.Ö. 690’da Lidyalılar, M.Ö. 546’da Persler yöreye hükmetmişlerdir.

M.Ö. 334’de Büyük İskender’le Hellenistik döneme giren Isparta’da bu döneme ait bir yerleşim merkezi olarak Minassos (Minasın) dikkat çekmektedir. M.Ö. 323’de Büyük İskender’in ölümü üzerine Isparta sırası ile Bergama Krallığı’nın, Seleukos’ların, M.Ö. 190- M.S. 395 Roma İmparatorluğunun, M.S. 395-1204 Bizans İmparatorluğunun egemenliği altına girmiştir.

8. yüzyılda kısa bir süre Abbasi yönetimine giren kentin adı Arap kaynaklarında Sabart olarak geçmektedir. Kent 1204 yılında Selçuklular tarafından feth edilmiş ve Isparta’da Türk-İslam dönemi başlamıştır. 1300 yılında Hamitoğulları egemenliğine giren kent, 1390 yılında Osmanlı topraklarına katılmıştır. Isparta 1923 yılında Cumhuriyetin ilanı ile birlikte vilayet olmuştur.

Tarihi süreç içerisinde birçok uygarlığa ev sahipliği yapan Isparta, bu uygarlıklardan kalan birçok tarihi esere de ev sahipliği yapmaktadır. Bu eserlerden öne çıkanlar arasında kaleler önemli yer tutmaktadır. Isparta’ya yolu düşen gezginlerin mutlaka bu kaleleri görmelerini tavsiye ederiz.

Eğirdir Kalesi: Eğirdir Kalesi, Eğirdir Gölüne uzanan yarımada üzerinde bulunur. Kuzey-güney doğrultusunda yarımada boyunca uzanan sur duvarları üzerinde konutlar vardır.

İç ve dış kaleden oluşan Eğirdir Kalesinin inşa tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Bugünkü kalıntılar Bizans döneminden kalmadır. Çeşitli zamanlarda onarılan kale surları bir sıra tuğla ve taş olarak inşa edilmiştir. Dış kaplama, iç moloz dolgudur. Timur’un Eğirdir’i istilası sırasında hasar görmüş, Hamidoğulları ve Osmanlı dönemlerinde tamir görmüştür.

Uluborlu Kalesi: Kapıdağı eteğinde etrafı kayalıklarla çevrili olan kale MÖ IV. yüzyılda şehrin kuruluş döneminde inşa edilmiş olmalıdır. Zaman içinde tahrip olan kale Bizans Döneminde Roma Dönemi malzemeleri de kullanılarak yeniden inşa edilmiştir.

Kale Selçuklu ve Hamitoğulları Beyliği zamanında tamir edilmiştir. Kuzey güney doğrultusunda uzanan kale bedenleri üzerinde üç burç bulunur. Kale kapısı büyük ve dışa taşkındır.

Sığırlık I Kalesi: Sütçüler ilçesi, Asar mahallesinde bulunan kale tepenin kuzey yamacına kurulmuştur. Sur duvarları sağlam ve köşelerde birer kule vardır. Erken Bizans Döneminde yapıldığı düşünülmektedir.

Sığırlık II Kalesi: Sığırlık ve Çandır köyü arasında yolun kuzeyinde bir tepe üzerindedir. İyi korunmuş kalenin doğu duvarlarında üç yuvarlak pencere vardır. Erken Bizans Döneminde yapılmış olmalıdır.

Zengibar Kalesi: Şarkikaraağaç İlçesi, Muratbağı (Zengibar) Köyünün doğusundaki dağ üzerinde yeralır. Dağın zirvesine doğru uzanan sur duvarlarının sadece temelleri kalmıştır.

Ördekçi Kalesi: Şarkikaraağaç İlçesi, Ördekçi köyü Sivri Dağın üzerindeki yaylada tahrip olmuş durumda bir kale kalıntısı mevcuttur.

Anabura Kalesi: Şarkikaraağaç İlçesi Salur Köyü Enevre mevkiinde, Kızılkale Dağı üzerindeki kale Roma döneminde kurulmuş olmalıdır. Kale tamamiyle tahrip olmuştur.

Isparta’nın kısa tarihi

Tarih boyunca sürekli yerleşim gören “Göller Bölgesi” Pisidia olarak adlandırılmıştır. Çeşitli zamanlarda sınırları değişen bu bölgede, kendi dillerini konuşan “Pisidialılar” yaşamış ve yerel bir dil olarak da “Pisidçe” dilini konuşmuşlardır. Bu dilin varlığı Aksu İlçesindeki Timbriada, Sofular Köyü ve Senitli Yaylasında ele geçen mezar taşlarından anlaşılmaktadır. Bölgeye ilk yerleşimlerin tarihi Üst Paleolitik (MÖ 35.000-10.000) ve Mezolitik (MÖ 10.000-8.000) dönemlere iner. Neolitik Dönemde (MÖ 8.000-5.500) bölge Anadolu’nun en önemli kültür bölgeleri arasındadır. Kalkolitik Çağda da (MÖ 5500-3000) bölge önemini sürdürmüştür.

İl sınırları içinde 12 höyükte Kalkolitik Dönem malzemesi bulunmuştur. Tunç Çağ (MÖ 3000-1200) yerleşiminin bol olduğu Isparta ilinde Neolitik ve Kalkolitik yerleşimlerin de üzerinde olduğu toplam 56 adet höyük tespit edilmiştir. Hitit Döneminde (MÖ 1800-1200), bölgenin adı “Pitaşşa” olarak geçmektedir. Hitit Döneminde, Pisidia toprakları hiçbir zaman tam olarak Hitit egemenliği altına girmemiştir. Tarihi kaynaklarda Pisidia adına ilk kez Perslerin Döneminde, MÖ 5. yüzyıl sonunda rastlanır.

MÖ 334 yılında, Büyük İskender’in egemenliğine geçen bölge, Büyük İskender’in ölümünden sonra MÖ 281 yılında yapılan savaşla Seleukosların eline geçmiştir. Bu dönemde Pisidya bölgesinde Seleukoslar tarafından Seleukeia Sidera (Atabey-Bayat), Apollonia (Uluborlu), Antiokheia (Yalvaç) kentleri kurulmuştur. Seleukos Kralı Büyük Antiokhos’un Roma ordusuna yenilmesi (MÖ 190-188) sonucunda, Seleukoslar Anadolu’da Toroslara kadar olan tüm topraklarını kaybetmiş ve bu topraklar Romalılarca Bergama ve Rodoslular arasında paylaştırılmıştır. Pisidia bölgesi bu tarihten sonra Bergamalıların egemenliğine geçmiş, Attalos III’ün MÖ 133 yılından ölümüne kadar Bergama Krallığına bağlı kalmıştır.

Kralın vasiyeti üzerine Pisidia bölgesinin de içinde bulunduğu topraklar Roma’ya bırakılmıştır. Bölge, MÖ 102 yılında M. Antonius tarafından Kilikia Eyaleti içine alınmış ve MÖ 49 yılına kadar ismen de olsa Kilikia eyaleti içinde kalmıştır. Daha sonra Asia Eyaletine bağlanmıştır. Galat Kralı Amyntas, Antonius tarafından Pisidia ve çevresinde Roma idarecilerinin kuramadığı otoriteyi kurması için MÖ 39 yılında bölgeye kral olarak atanmış ve MÖ 25 yılında öldürülünceye kadar görevini sürdürmüştür. Amyntas’ın ölümüyle krallığın toprakları Roma İmparatoru Augustus (MÖ 27-MS 14) tarafından Galatia Eyaleti haline getirilmiştir. Bu eyaletin sınırları zaman içinde değişmiş olsa da Pisidia bölgesi içinde kalmıştır.

Pisidia bölgesinde özellikle İmparator Augustus döneminde Roma egemenliğinin simgesi olan koloni kentleri kurulmuştur. Bunlar Antiokheia (Yalvaç), Kremna (Çamlık), Komoma (Ürkütlü), Olbasa (Belenli), Parlais (Barla)’dır. Türk Egemenliğinde Isparta Isparta, Roma İmparatorluğu’nun MS 395 yılında ikiye ayrılmasından sonra Bizans İmparatorluğu’na bağlanmıştır. Malazgirt Savaşı’ndan sonra hızla Anadolu’ya yayılan Selçuklular, Batı Anadolu’yu eline geçirmek için Bizans ile bir çok savaş yapmıştır. II. Kılıç Arslan zamanında (1156-1192) yoğunlaşan Bizans-Selçuklu savaşlarının en önemlisi olan Miryakefalon Savaşı, 1176 yılında Isparta topraklarında olmuştur.

Isparta yöresi bütünüyle, 1204’te III. Kılıç Arslan döneminde ele geçirilmiştir. XIII. yüzyıl başlarında, Anadolu Selçuklu Devleti’nin sona ermesinden kısa bir süre önce, bu yörede Hamidoğulları Beyliği kurulmuştur (1301). Beyliğin kurucusu Feleküddin Dündar Bey, önce Uluborlu’yu, daha sonra da Eğirdir’i beyliğin merkezi yapmıştır. Isparta yöresi, ilk olarak 1374’te, daha sonra 1390’da bütünüyle Osmanlı yönetimine girmiştir.

Atatürk Isparta’da Isparta, Atatürk’ün Anadolu’da başlattığı Millî Mücadele’de, ilçeleriyle birlikte, 871 şehit, binlerce yaralı vermiş ve Büyük Zafer’i içtenlikle kutlamıştır. Atatürk, İzmir’den yola çıkarak, 6 Mart 1930 sabahı Eğirdir’e ulaşmıştır. Atatürk, Eğirdir Gölü’nü ve Can Ada’yı çok beğenmiştir. Atatürk, 6 Mart 1930 günü Kuleönü’nden Isparta’ya yolculuk yapmış ve saat 11.00 sularında Isparta’ya gelmiştir. Burada büyük ve coşkulu bir şekilde karşılanmıştır. 6 Mart 1930 günü, Isparta’nın mutlu günlerinden birisi olması nedeniyle her yıl 6 Mart günü Atatürk’ün Isparta’ya gelişini anmak üzere kutlamalar yapılmaktadır.

Paylaşın

Hakkari’nin Tarihi “Kaleleri Ve Gözetleme Yapıları”

Hakkari, gezilecek yerleri ve tarihi yapılarıyla dikkat çekiyor. Tarihte geniş bir alana tekabül eden Hakkâri Bölgesi’ne ait tarihi veriler en azından X. yy’a kadar oldukça sınırlıdır.

Bu durum bölgede çok az arkeolojik çalışma yapılmasından kaynaklandığı gibi bölgenin coğrafyası itibari ile izole olmasından dolayı tarihçi, gezgin ve coğrafyacıların çok az uğradığı bir mekân olmasından da kaynaklanmaktadır.

X. yy’dan itibaren bölgede siyasi hareketliliğin artması ile İslam dünyasında Hakkâri ile ilgili bilgilerde gözle görülür bir artış olmuş ve bu durum Hakkâri beylerinin 12. yy’dan itibaren ortaya çıkıp bölge siyasetinde yerini almalarıyla beraber daha da artmıştır.

Hakkâri beylerinin; Osmanlı Devleti ve Safeviler arasındaki stratejik konumlarından dolayı iki devlete ait arşiv belgelerinde bölge ile ilgili oldukça fazla tarihi veri yer almıştır. Ayrıca Hakkâri beyleri de kâtipleri aracılığı ile tarihleri ile ilgili eserler yazmaya başlamışlardır.

Son olarak Nesturiler ile ilgili çalışmalar yapmak üzere XIX. yy’ın başlarından 1914 yılına kadar Hakkâri bölgesinde bulunan batılı misyonerler tarafından da oldukça zengin bir arşiv oluşturulmuştur.

Hakkâri ismi ilk olarak Vakıdi’ye (ö: 822) ait eserlerde geçmektedir. Hakkâri bölgesinin merkezi olan Culemerg (Çölemerik) ismi ise ilk olarak ebu’l- Ferec b. Harun el- Meleti olarak bilinen Bar Hebraeus’un (ö. 1286) “Tarih’uz-Zaman” isimli eserinde geçer.

Hakkari tarihine ilişkin verdiğimiz bu kısa bilgiden sonra, Hakkari’ye yolu düşen gezginlerimizin, mutlaka Kale ve Gözetleme Kulleleri’ni ziyaret edip görmelerini tavsiye ederiz.

Bay Kalesi

Şehrin güney tarafında, merkeze 7-8 km uzaklıkta bulunmaktadır. Kale denizden 2.025 m yükseklikte, sarp ve dik kayalık bir tepe üzerinde yer almaktadır. Kaleye hem kuzey taraftan, hem de güney taraftan tırmanarak çıkmak mümkündür. Günümüzde kuzey tarafına yarıya kadar araba için yol açılmış olup, bundan sonrası tırmanma yoludur. Bu kesimde kayalıklara basamaklar açılarak merdivenler oluşturulmuştur. Bunlar çıkışı kolaylaştırmaktadır.

Kalede mimari doku büyük ölçüde tahrip olduğundan, bunları tam olarak ortaya koymak mümkün olmamıştır. Ancak en üst kesimde doğu batı doğrultusunda moloz taşlar ve horasan harcıyla tutturulmuş duvar izlerine rastlanılmıştır. Etrafa dağılmış seramik parçalarından demir çağından itibaren Orta çağ sonuna kadar burada yerleşimin olduğu izlenebilmektedir. Tuğla ve seramikler dışında, üzerinde haç ve süslemeler olan bir taş parçası ile kaya üzerinde kazınmış ters lale şek1indeki motifler kalenin diğer kalıntılarım teşkil etmektedir.

Tarihi kaynaklarda Hakkâri Beylerli’nden Malik Bey’in Bay Kalesi’nde hüküm sürdürğü belirtilmesi, Hakkâri tarihinde buranın öne- mini ortaya koymaktadır.

Çölemerik Kalesi

Hakkâri’nin merkezinde kuzey güney doğrultusunda uzanan, yüksekliği yaklaşık 100- 200 m. civarında bir tepe üzerine kurulmuştur. Kaleden günümüze hiçbir kalıntı ulaşmamıştır.

Bu nedenle mimari dokusu hakkında bir fikir ileri sürmek mümkün olmamıştır. Ancak gerek Evliya Çelebi’den ve gerekse diğer tarihi kaynaklardan Çölemerik Kalesi’nin mevcudiyeti belirlenebilmektedir.

Dez Gözetleme Yapısı

Kırıkdağ Vadisi’nden akan derenin kuzey tarafında, yer alan tepenin üzerine kurulmuştur. Zap suyuna ve vadiye hâkim noktada bulunmaktadır. Güney tarafından patika bir yol ile kaleye çıkılmaktadır.

Kale doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen planlıdır. Dıştan dışa (kulelerle birlikte) 24.10 m x 17.70 m ölçülerinde olup, iç kısmı ise, 16.30 m x 14.30 m ölçülere sahiptir. Yapının dört köşesine 5.00 m çapında kuleler yerleştirilmiştir. Günümüzde bu kulelerden batı taraftaki ikisi temel seviyesine kadar yıkılmıştır. Diğerlerinin içleri dolmuş vaziyettedir.

Dikdörtgen bir alan teşkil eden iç kısım ortada boydan boya uzanan bir hol ile bunun iki yanında karşılıklı sıralanan üçer odadan oluşmaktadır. Dış duvarları kısmen sağlam olan kalenin iç bölüntüleri temel seviyesine kadar büyük ölçüde yıkılmış vaziyettedir. Bu nedenle odaların kapıları belirlenememiştir Ancak yapının dış kapısı doğu cephenin ortasında yer almakta ve hole geçiş sağlamaktadır.

Hol, 2.80 m x 14.10 m ölçülerine sahip dikdörtgen planlıdır. İki yanındaki odalardan birincileri 5.00 m x 3.80 m, ikincileri 3.40 m x 3.60 m, üçüncüleri ise, 4.00 m x 3.80 m büyüklüklerinde tutulmuşlardır. Bunlar dış cephelere açılan mazgal pencerelerle aydınlatılmıştır. Üst örtüleri ve kapıları belli değildir.

Yapıda harçta tutturulmuş moloz taş malzeme kullanılmıştır. Dış cephelerin yapısı daha sağlam olup, duvar kalınlıkları dışta 1,10 m, iç duvarlarda ise, 0. 90 m kalınlığında tutulmuştur. Yapının üzerinde kime ait olduğunu ve tarihini verecek herhangi bir yazıt mevcut değildir.

Bu nedenle kim tarafından ve hangi tarihte yapıldığı belirlenememiştir. Şerefname’de Hakkâri Beyleri anlatılırken Dez Kalesi’nden bahsedilmekte Nesturiler’e ait olduğu belirtilmektedir. Bu ve Dez (Kırıkdağ) vadisinde yoğun bir Nesturi yerleşimi olduğu göz önünde bulundurulursa; kalenin Nesturilerin bir yapısı olduğu ve Ortaçağ’da inşa edildiği tahmin edilebilir.

Doğanca Şeyh Mahmut Gözetleme Yapısı

Doğanca (Orite) Vadisi’nde, vadiyi tutmak için yapılan küçük bir gözetleme yapısıdır. Van-Hakkâri karayolunda 10 km’lik stabilize bir yol ile yapıya ulaşılmaktadır. Batıdan ve güneyden geçen derelerin kesiştiği noktada yolun tam karşısında kayalık bir tepe üzerine inşa edilmiştir. Buraya ancak kayalara tırmanarak ulaşmak mümkün olmuştur.

Kuzeyi açık üç yönlü ters “U” şeklindeki duvarlardan ibarettir. Duvarların belirli bir yüksekliğe kadar olan kısımları kalmıştır. Güneyden 7.80 m uzunluğunda bununla birleşen batı duvarı 4.63 m doğu duvarı 6.03 m’dir. İçten güney duvarına açılmış bir niş dışında herhan- gi bir mimari elemanı yoktur. Harçla tutturulan üç duvardan moloz taş örgülü duvarların kuze- ye devam eden kısımları ile üst kısımları yıkılmıştır. Vadiye hâkim çevreyi gözetlemek için yapılmıştır.

Doğanca Orite Gözetleme Yapısı

Doğanca’nın doğusundaki ormanlık ara zi içinde kalmaktadır. Kuzey-güney yönündeki kayalık kütle üzerine kondurulmuştur. Mekânı olmayan 12.00 m uzunluğunda kuzeyden 3.77 m, güneyden 2.00 m genişliği olan, orta kesimde biraz daha genişleyen moloz taşlarla oluştu- rulmuştur. Yamuk planlı, kayaya göre şekillen miş yapısal özellikler göstermektedir. Herhangi bir özelliği yoktur.

Çukurca Kasrı Hevtgan Gözetleme Yapısı

Çukurca’nın kuzey batısında Sidan vadisinde bulunmaktadır. Mir evi olarak da bilinmektedir. Yapı aslında küçük bir gözetleme yapısından ibarettir. Vadinin güney yamacında, ortaya yakın bir kesimde kayalık üzerine inşa edilmiştir. Yapıya ulaşmak için günümüzde patika veya benzeri herhangi bir yol yoktur. Bu nedenle ulaşımı oldukça zordur.

Kayalık bir platform üzerinde iki burçlu dikdörtgen bir yapı özelliği taşımaktadır Ortadaki bölüm, içten 7.00 m x 5.50 m ölçülerinde doğu batı doğrultusunda dikdörtgen planlıdır. Buraya kuzey cephenin batı köşesinden bir kapı ile girilmektedir Duvar kalınlığı 1.00 m olup, harçla tutturulmuş moloz taşlarla örülmüştür.

Duvarların üst kesimleri büyük ölçüde yıkılmış vaziyettedir. Bunun biri doğusunda diğer batısında iki burç vardır. Güney köşelere kaydırılmış burçlarda doğudaki içten 3.00 m genişliğinde yarım daire planlıdır Burcun duvarı üzerinde iki mazgal pencere belirlenebilmektedir. Batıdaki yine aynı yerde, 4.00 m genişliğinde yarım daire planlıdır. Moloz taş örgülü duvarları 1.00 m kalınlığında tutulmuştur.

Karşısındaki Hasgel kayalıkları ile birlikte vadinin etkileyici bir görünümü vardır. Muhtemelen Çukurca’daki Beyler tarafından savunma amaçlı yaptırılmış olmalıdır. Vadiden gelebilmek tehlikeler karşı yapılmış küçük bir gözetleme yapısıdır. Tarihi belli değildir.

Hakkari’nin Kısa Tarihi

Hakkari ismi aslında doğuda Elbak, kuzeyde Westan-Miks, güneyde Amediye ve batıda da Hezil Çayı’yla sınırlı olan bölgenin adıdır. Colemerg de bölge merkezinin adıdır. Tarihi geçmişi ve kültürel mirasıyla farklı bir çehreye sahip olan Hakkari – Colemerg bu zengin yapısıyla bölgenin en eski illerindendir. Bu köklü ve kadim kent aynı zamanda tarihin evrelerinden günümüze kadar birçok ulus ve halk topluluklarının ilk yerleşim yeri olmuştur.

Tarih boyunca kendi iradesini hiçe sayan güçlere karşı dimdik ayakta kalarak mücadele eden, Makendonyalı İskender gibi dünyaya hükmeden otoritelere geçit vermeyen Colemerg, aynı zamanda bir insanlık mücadelesinin yürütüldüğü merkezlerden biri olmuştur. 1960´lı yıllarda yapılan araştırmalarda M.Ö 100.000´li yıllardan M.Ö. 7000´li yıllara kadar devam eden insan yaşamına dair kalıntılara rastlanmıştır.

M.Ö. 7000´li yıllardan itibaren de neolitik yaşamın başladığı ve kesintisiz olmasa da geçmiş dönemlere dair birçok kalıntı hala varlığını sürdürmektedir. Tarihi mirasıyla beraber kültürel miras yönüyle de çok derin ve detaylı bir geçmişe sahiptir. Kendine özgü bir giyim-kuşam ve sözlü edebiyata sahip olan Hakkari yazılı kürtçe edebiyatına önemli isimler de kazandırmıştır. Klasik Kürtçe edebiyatının temel direkleri olan Eli Heriri, Ehmede Xani, Melaye Bateyi ve Pertew Bege Hekari gibi önemli şahsiyetleri bağrından çıkardığı gibi Modern Kürtçe Edebiyatı´na da yeni isimlerle güç vermeye devam etmektedir. Colemerg doğası ve yüksek dağlarıyla Türkiye coğrafyasının en ünlü yerlerinden bir tanesidir.

Hakkari, Türkiye coğrafyasının illerinden olup bugünkü sınırları itibariyle kuzeyde Van, güneyde Musul, doğuda Urmiye, batıda Şırnak ile komşudur. Tarihi geçmişi en eski olan illerden biridir. Hakkari yöresi tarihin ilk dönemlerinden bu yana birçok medeniyete ve millete yerleşim yeri olmuştur. Bölgede prehistorik dönemlerde bazı yerleşmeler olduğu il sınırları içinde değişik yerlerde bulunan kaya resimlerinden anlaşılmaktadır. Kaya resimleri M.Ö. 7000´li yıllara aittir. Bu resimlerin önemli bir kısmı 2600m yükseklikteki Geverok vadisinde yer almaktadır.

Bunların çoğu yöredeki bir tür dağ keçisini belirtmektedir. İlkel ve simgesel olan av tuzakları ile hayvanlara sopalarla saldıran insan resimleri de vardır. Bir başka kaya resimleri kümesi de Şiye Hendeveda tepesinin eteklerinde ortaya çıkarılmıştır. Kayalar üzerindeki çok sayıdaki resim kompozisyonu yöre halkının yerleşik hayata geçtiğini, avcılığın yanı sıra hayvancılık ve tarımla uğraştığını ortaya koymaktadır. İÖ.7000´den bu yana sürekli bir yerleşme yeri olan Hakkari yöresinin adına ilişkin ilk bilgilere, X.yy Arap tarih ve coğrafya kaynaklarında rastlanmaktadır.

Ünlü Arap tarihçisi İbni Havsal, Hakkari isminin Akar – Akariden geldiğini söylemiştir. Araştırmacı Yazar İhsan Colemergi ise Hakkari isminin Her – Kariyan Hakkari yani Her-kariyan (Güçlü, savaşçı, edebilen) anlamına gelen ve o coğrafyada yaşayan boyların adıdır. Hakkari’yi de içine lan Kürtlerin yüksek yaylalarında yaşayan insan topluluklarına ait ilk yazılı bilgiler M.Ö. 13 yüzyıldan başlayarak Asur yazıtlarından elde edilmiştir.

Hakkari yöresinde günümüze kadar pek çok krallık hüküm sürdüğü görülmektedir. Hakkâri ilinin asıl ismi Colemerg’tir. Ermeniler buna İlmar, Süryaniler Gülarmak, Memluklar ise Colemerg adını vermişlerdir. Yörede Urartular, Medler, Akadlar, Asurlular, Persler, Makedonyalı İskender, İskender´in komutanlarından Selevkos´un yönetimindeki Selökidler, Sasaniler, Romalılar, Selçuklular, Osmanlılar, Safeviler belirli aralıklarla hüküm sürmüşlerdir.

Cumhuriyet tarihinde ilk başlarda il kategorisine bile alınmayan Hakkari, 1926´da il olur. Sonra 1932´de lağvedilir ve Van iline bağlanır. 1936´da bu karar değiştirilir ve Hakkari yine il olur. Başta Hakkari merkez olmak üzere hem şu anda Hakkari’ye bağlı olan ilçeler hem de Hakkari’ye bağlı olmayan ilçelerin Cumhuriyetin ilanı sonrasında isimleri değiştirilmiştir.

Paylaşın

Karadeniz’in İncisi Giresun’un ‘Kaleleri’

Yeşille mavinin kucaklaştığı Doğu Karadeniz’in inci kentlerinden Giresun, denize doğru uzanan yarımadanın üzerinde yer almaktadır. Yarımadanın karşısında Karadenizin tek adası olan Giresun Adası (Aretias), kentin bir kolyesi gibi durmaktadır.

Giresun, tarih boyunca farklı uygarlıkların egemenliği altında kalmış bir kenttir. Bu uygarlıklar Giresun’a birçok tarihi yapı bırakmıştır. Bu tarihi yapılar içinde kalelerde önemli bir yer tutmaktadır. Haber Kaos ekibi olarak Giresun ili sınırları içinde yer alan kaleleri sizler için derledik.

Giresun Kalesi:

Şehre egemen tepede M.Ö.2. yüzyılda Pontus Kralı 1. Farnakes tarafından yaptırıldığı sanılmaktadır. Günümüzde çoğu kalelerin aksine sadece bir tarihi varlık değil, yöre insanı tarafından aktif olarak kullanılan bir mesire yeri ve gezi alanıdır. Sur ve saray kalıntıları hala ayaktadır.

Kalenin çeşitli yerlerinde, oyulmuş taş mağaralar ve tapınaklar bulunmaktadır. Kale surlarının parlaklığından kaynaklı o dönemlerde Bronz Kale olarak da anılmıştır. Tarihte savunması iyi ve alınması güç bir kale olarak tanımlamaktadır.

Kenti ikiye bölen yarımadanın en yüksek yerindedir. 500 metrelik parke ve beton bir yol ile ulaşılmaktadır.

Giresun kalesi iç ve dış kale bölümleri olarak incelenebilir.Kente egemen tepe üzerindeki iç kalede saray kalıntısı vardır. Aristotoles, Neofitos, Giresun Eyaleti adlı yapıtında burayı yüksek duvarlı, savunması iyi ve alınması güç bir kale olarak tanımlamaktadır.

Güneybatıdan başlayan kale duvarları kenti çevreleyerek kuzeydoğuya uzanmaktadır. Büyük kaba taşlardan örülmüş surların bir bölümü Kültür Bakanlığı tarafından restore edilmiştir. Yine Neofitos’un yazdığına göre tepenin batısındaki kayalarda küçük bir at kabartması vardır.

Bunun Ayios İlyos’un gömütü üzerinde bulunduğu söylenmektedir. Daha aşağıdaki kayada görülen Bizans yazısında burada küçük bir kilisenin bulunduğu bildirilmektedir. Kalenin kuzeyinde çok büyük mağara sığınakları vardır.

Andoz Kalesi: 

Giresun’un Espiye İlçesi girişindeki Yağlıdere Deresi’nin kenarında, denize ve vadiye hakim doğal bir sivri tepe üzerinde yer almaktadır. M.Ö. 1300’lü yıllarda yapıldığı zannedilmektedir.

Kaleye ulaşım kuzeyinde bulunan yol ile sağlanır. Etrafı surlarla çevrilidir. Bazı kısımlarda kuleler mevcuttur. Andoz Kalesi oldukça küçük bir kaledir. Her yönüyle bölgeye hakim olan tarihi Andoz Kalesinden günümüze yer yer tahribata uğramış surlar gelebilmiştir.

Eynesil Kalesi:

Giresun’un Eynesil ilçesinin doğusunda kayalık bir yarımada üzerinde yer almaktadır. Kalenin kim tarafından ne zaman yapıldığı tam olarak bilinmemekle beraber Roma Döneminde yapıldığı tahmin edilmektedir.

Deniz kenarında yer alan kıyı kalesidir. 2001 yılında restore edilen kale günümüzde ziyarete açıktır. Denizin mavisi ile buluşan Eynesil Kalesi görülmesi gereken tarihi yapılardandır.

Tirebolu Kalesi:

Giresun’un Tirebolu ilçe merkezinde bulunan Tarihi Tirebolu ( Saint-Jean ) Kalesi , ilçenin Kuzeyinde deniz içerisindeki bir yarım ada üzerinde yer alan küçük bir kaledir.

Kalenin kesin yapım tarihi bilinmemekle beraber M.Ö. 15. yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Kaleye Güneyden merdivenlerle çıkılmaktadır. Kale surları günümüze kadar sapasağlam gelebilmiştir. Kalenin içerisinde bazı binalara ait temeller vardır.

Bunların başında güney duvarı içerisine oyularak yapılmış bir mescit mihrabı ve bu mescide ait duvar temelleri bulunmaktadır. Kalenin batı tarafında ikinci bir kule gibi yükselen ayrı bir kısım daha vardır. Kale restore edilmiştir.

Bedrama Kalesi:

Giresun Bedrama Kalesi, Tirebolu, Giresun-Gümüşhane karayolu üzerinde, Örenkaya ve Karaahmetli köyleri sınırlarında bulunan,bütünüyle yerli kayalar üzerine kurulmuş olan bir kaledir.

Tirebolu’dan hemen hemen 8 kilometre uzaklıkta, yüksek bir kayalık üzerinde yerleşim yeri oldukça büyük olan bir kaledir. Civarında sur duvarlarından çok azı günümüze kadar kalabilmiştir. Kalenin üzerinde parkı vardır. Fırını, odaları, şarap/su küpleri, şavaşırken kullanılan tüfek yerleri, mavzer mermileri, harebe olan 20 civarında merdiveni vardır.

Giresun’un kısa tarihi

Şehrin nerede kurulduğu ve kimler tarafından iskan edildiği konusu tartışmalıdır. Bu tereddüt M.Ö. 350 yıllarına ait kaynaklarda da yer almaktadır. Coğrafyacı Strabon, Farnakia dediği şehrin; bugünkü Giresun kentinin olduğu yerde kurulduğu üzerinde durmuştur. Romalı idareci Arrien Farnakia´nın eski adının Kerasus olduğunu belirtmiş ve buranın Sinoplular tarafından kurulduğunu yazmıştır.

Şehir hakkında Roma, Bizans ve Rum Pontus İmparatorluğu dönemine ait tatminkar bilgiler yoktur. Eski Anadolu tarihi araştırmalarında, şehir ve kasaba tarihlerinde dil incelemeleri sonucunda, bu bölgede M.Ö. 2000´li yıllardan beri Türk varlığının mevcut olduğu anlaşılmıştır.

M.Ö. 7.y.y.da İskitlerin Karadenize göç etmesi ile Oğuz unsurları da bu bölgeye yerleşmişlerdir. Bu bölgede Oğuz boylarından Yazır, Döğer, Avşar, Karkın, Halaç´ların; Akhun, Kuşan, Peçenek, Hazar, Hun, Kıpçak Türklerinin yerleşimi mevcuttur.

Karadeniz bölgesinde, ilk ve orta çağlarda, İskit, Kimmerler, Hun, Hazar, Bulgar, Uz, Peçenek göçlerinin sonucu Türk iskanının olduğu, Karadeniz ağızlarının fonetik ve morfolojik yapısıyla birlikte yer adlarından da anlaşılır. Giresun´un batı yakasındaki Çıtlakkale mahallesinin adının Deliorman ve Selanik civarından gelerek buraya yerleşmiş olan Türk topluluğu Çıtaklardan geldiği, bölgede konuşulan lehçenin ve kültür unsurlarının Çıtak ve Gagavuz Türklerinin ki ile benzerlik gösterdiği görülür.

Hitit İmparatorluk dönemi tabletlerine dayanan tarihi kaynaklarda, Giresun´un Azzi Bölgesi sınırları içinde kaldığı anlaşılmaktadır. Karadeniz bölgesinde 90´a yakın koloni şehri kuran Miletoslular, Giresun ve Tirebolu şehirlerinin de kurucularıdır. Amaçları bu bölgeyi kendilerine yurt edinmek olmayıp, buraların her türlü yer altı ve yer üstü kaynaklarını sömürmekti. Bu yüzden yerleşim birimlerinin korunabilecek kısımlarını alıp buralara yerleşmişlerdir.

Çevresinde önemli gümüş ve demir üretim yerleri olan Giresun´a Romalılar tam bir hakimiyet kurmamışlardır. Onların döneminde bu bölgede para basıldığı rivayet edilmektedir. Roma idaresinin ilk dönemlerinde Romalı yazarlardan Ammianus Marcel´e göre Romalı komutan Lucullus buraya geldiğinde yabani kiraz ağaçlarını görmüş ve bu ağacın fidanlarını Roma´ya götürmüştür. Bu bilgi kirazın dünyaya Giresun´dan yayıldığı inancının kaynağı olmakla birlikte Roma´da daha önce de kirazın varolduğu belirtilmektedir. Giresun Romalıların ardından Bizanslıların denetimine geçmiştir.

Bizans egemenliği döneminde Yunan medeniyetinin büyük bir hızla gelişip yayılmasına karşılık, Yunan soyu gittikçe zayıflamıştır. Bu sebeple, Bizans İmparatorları, ülkelerinin içerisinde yaşayan ve başka soydan gelen insanları asimle etmeye çalışmışlar ve bu yolda en çok dil ve dinden yararlanmışlardır. Doğu Karadeniz´in ormanlık alanlardaki kabileleri itaat altına almak için ormanlar kesilerek yollar açılmış, yol boylarına muhafız kulübeleri yapılmış, hatta bir miktar Hıristiyan Bulgar Türk´ü de getirilip bölgeye yerleştirilmiştir. Bizanslılar bu yolda çaba harcarken 705 yılında ilk kez Müslüman Arap orduları bölgeye gelip İslamlığı tanıtmaya başlamıştır.

Anadolu Selçuklu Devletine vergi vermeyi kabul eden ve 1244´te Moğolların egemenliği altına giren Trabzon Türklerin bir eyaleti haline gelmiştir. Trabzon´a bağlı bulunan Giresun ve çevresi Moğol nüfuzu altına girmiştir. İşte bu sırada, Oğuzların Üçok koluna mensup boylardan biri olan Çepniler; Ordu, Giresun ve Trabzon illeri sınırlarına yerleşmeye başlamışlardır.

Bayram Bey, Ordu ve çevresini kontrol altına alan Çepni Türkmenlerinin beyidir. Oğlu Hacı Emir Bey döneminde bu bölgeye “Bayramlu Beyliği” denilmeye başlanmıştır. O da aynı şekilde Trabzon Rum İmparatorluğunu sıkıştırmaya devam etmiş olup, Hacı Emir Beyin Oğlu Emir Süleyman Bey de, 1397´de Giresun´u fethetmiştir.

Böylece onun zamanında Giresun ve çevresinin fethi ve Türkleşmesi tam manasıyla sağlanmıştır. Bu beylik iç ve dış çatışmalar sonucu zayıflayıp Sivas Hükümdarı Kadı Burhaneddin´in hakimiyetine girmiş ve dolayısıyla Giresun da bu devletin sınırları içinde kalmıştır.

Bugüne kadar yanlış bir kanaat olarak Giresun´un Türkleşmesi Fatih Sultan Mehmet´in 1461´de Trabzonu fethiyle beraber gösterilmiştir. Giresun´un Osmanlı Devletine bu tarihte katıldığı doğrudur. Oysa Giresun´un Türkleşmesi 1397´de Bayramlu Çepni Türkmen Beyi Emir Süleyman Beyin Giresun´u fethetmesiyle gerçekleşmiştir. Bu yanlış kanaat yüzünden Giresun´da onun adını taşıyan hiçbir eser bulunmamaktadır. Dolayısıyla Giresun´un ilk fatihi tanınmamaktadır.

Paylaşın

Tüm İhtişamı Ve Heybetiyle ‘Gaziantep Kalesi’

Gaziantep Kalesi’nin ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı hususunda kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte tarihi günümüzden 6000 yıl geçmişe, kalkolitik döneme kadar giden bir höyük üzerinde kurulduğu, M.S II-III yüzyıllarda ise kale ve çevresinde “Theban”isimli küçük bir kentin olduğu bilinmektedir. 

M.S. II-IV. yüzyıllarda Kalenin, ilk olarak Roma döneminde bir gözetleme kulesi olarak yapıldığı ve zaman içerisinde genişletildiği yapılan arkeolojik kazılar neticesinde anlaşılmıştır. Bugünkü biçimini ise “Kaleler Mimarı” olarak adlandırılan Bizans İmparatoru Justinyanus döneminde M.S. VI. (M.S 527-565) yüzyılda almıştır.

Yine bu dönemde kale önemli bir onarım geçirmiş olup, onarım sırasında tesviyenin sağlanması için, güney bölüm kemerli ve tonozlu galerilerden oluşan substrüksiyon (temel) yapılarıyla donatılmış, bu galerilerle birbirine bağlanan kuleler inşaa edilmiş ve sur bedenleri batı, güney ve doğuya, tepenin sınırına kadar genişlemiştir.

Kale bedenleri üzerinde 12 adet kule mevcuttur. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Kale’nin 36 burcundan bahsetmektedir. Günümüzde ise bunların yalnızca 12 tanesini görebilmekteyiz. Geri kalan 24 burcun ise kalenin dış surları üzerinde bulunduğu ve günümüz kadar gelemediği sanılmaktadır.

Bizans dönemini takip eden yıllarda özellikle Memluklular, Dulkadiroğulları ve Osmanlılar ihtiyaca göre kaleyi zaman zaman onarmışlar ve buna dair de onarım kitabeleri koymuşlardır. Kale ikinci defa, 1481 yılında Mısır Sultanı Kayıtbay tarafından elden geçirilmiştir. Ana kapı üzerinde yer alan kitabeden, ana kapı ve kale köprüsünün iki yanındaki kulelerin, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1557 yılında yeniden yaptırıldığı anlaşılmaktadır.

Asıl kale kapısından girince, kalenin iç kesimlerine ve üstüne doğru açılan iki yol vardır. Sola açılan yoldan, kalenin üst kısmına ulaşılır. İç kesimlerine doğru devam eden yoldan ise; galeri, dehliz ve kale odalarına ulaşılır. Kalede ana kütle altında ise bir su kaynağı bulunmaktadır.

1989 yılından bu yana Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Gaziantep İl Özel İdare Müdürlüğü tarafından tahsis edilen ödenekler ile aralıklı yapılan kazı ve restorasyon çalışmaları ile kalenin çevresi belirlenmiş, koruma duvarı yapılmış, çıkış yolu islah edilerek, taş döşenmiş, yaklaşık . uzunluktaki galeri temizlenmiş, sur bedenleri onarılarak yükseltilmiş, ana kapılar aslına uygun olarak yapılmış ve diğer kapı girişleri, demir parmaklıklarla kapatılarak, tehlikeli durumdan kurtarılmıştır. Bu çalışmaların teknik aşamaları ise Gaziantep Arkeoloji Müzesi tarafından yürütülmüştür.

Halen Gaziantep Arkeoloji Müzesi tarafından yürütülen arkeolojik kazılar sonucunda, Osmanlı dönemine ait bir hamam ile 2000 yılında yapılan kazılarda ise, bir camii ortaya çıkartılmıştır. Hamamın banyo, buhar odası ve buhar odası ve bacaları ortaya çıkarılmıştır. Buhar odasının köşesinde bulunan kanallar vasıtasıyla içeride buhar fazlalaşınca dışarıya verildiği sanılmaktadır.

Hamam; mimari olarak pek gösterişli olmamakla birlikte teknik bakımdan üstün özellikler taşımaktadır. Cami ise Osmanlı mimarisi tarzında olup, dikdörtgen planlıdır. Caminin güney cephesinde yarım daire şeklinde mihrap,mihrabın sağında ve solunda ikişer adet kitap koyma bölümleri ve mihrabın sol tarafında güneyden dışarıya açılan bir kapı girişi ortaya çıkartılmıştır. Ayrıca mihrabın sağ tarafından kızaklı bir minberin de yeri bulunmuştur.

Ayrıca 2002 yılından günümüze kadar devam eden kazı çalışmalarında ise Kale Hamamı’nın kuzeyinde, Kale Camisinin doğusunda ve güneyinde 5×5 metrelik açmalarla kazı çalışmaları sürdürülmektedir. Bu kazılarda çeşitli mimari yapı kalıntıları, çok sayıda Erken İslam, Bizans ve Osmanlı dönemine ait keramik parçaları, metal parçaları, mermi çekirdekleri, çoğunluğu Bizans dönemine ait çok bilezik parçaları ile pişmiş toprak kandiller, Bizans ve Osmanlı dönemine ait sikkeler, çok sayıda demir gülle, çakmaklı tüfek parçaları ve pişmiş topraktan yapılmış bazıları mühürlü pipo(lüle) parçaları ile bazı hayvan kemikleri ele geçmiştir. Kalenin etrafında ise hendek yeri tespit edilmiş olup, önümüzdeki günlerde ise Hendek kazılarına başlanılacaktır.

Tüm bu yapılan ve yapılacak olan çalışmalarla Gaziantep Turizmine kazandırılan ve Gaziantep Turizmine bir güneş gibi doğan Gaziantep Kalesi bütün ihtişamıyla ziyaretçileri beklemekte ve şehir merkezinde Gaziantep Turizminin önemli cazibe merkezlerinden birisi haline gelmiştir.

Gaziantep kısa tarihi

Tarih boyunca Anadolu’da kurulan ve Anadolu’ya egemen olan tüm devletler için önemli bir merkez olmuştur. Gaziantep, Roma İmparatorluğu zamanında bir sınır şehri idi. M.S. 395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye ayrılınca Bölge; Doğu Roma İmparatorluğu ( Bizans ) sınırları içerisinde kalmıştır. İslamiyet’in yayılmasından itibaren bölge, İslam ordularının akınına uğramıştır. Gaziantep, Bizans’ın bir uç şehri haline gelerek stratejik bir konuma girmiştir. Bizans bölgeyi kaybetmemek için özel önem vermiştir.

Bölge zaman zaman Araplarla Bizanslılar arasında el değiştirmiştir. Abbasi Halifesi Harun Reşid, 782 yılında bölgeyi fethederek ‘Avasım’ şehri haline dönüştürdü. Bölge 1067 yılında Türklerin egemenliğine girdi. Bu tarihten sonra Gaziantep ve çevresi Anadolu Selçuklu Devleti ile Suriye Selçukluları egemenliğinde yer aldı. Haçlı Orduları 1098 yılında bölgeyi işgal ettiler. Gaziantep, önce Edessa ( Urfa ) Kontluğuna bir müddet sonra da Maraş Senyörlüğüne bağlandı. Bölge 1150 yılında Haçlılardan kurtarılarak tekrar Anadolu Selçuklu Devleti’ne bağlandı.

Ancak bölgede istikrar sağlanamadı. Bölge Anadolu Selçukluları ile Suriye’de kurulan Atabeyliklerin çatışma alanı oldu. Bölge 1258 yılında Moğolların istilasına uğradı. Memlûk Devleti, 1260 yılında Gaziantep’i Moğol istilasından kurtararak sınırları içine aldı. Memlûkların sınır şehri olan Gaziantep, bu defa da Maraş’ta kurulan Dulkadir Beyliği’nin almak için mücadele ettiği bir şehir haline geldi. XIV. yüzyılın sonlarında başlayan bu mücadele bölgeye Osmanlıların gelmesine kadar devam etti.

1516 yılında Gaziantep’e gelen Yavuz Sultan Selim bölgeyi Arap Eyaletine bağlı bir sancak merkezi yaptı. Gaziantep 1531 yılında Dulkadir Beylerbeyliği’ne (Maraş Eyaleti) bağlandı. Bu durum 1830 tarihine kadar devam etti. Ancak 1818-1830 yılları arasında Antep Sancağının vergi gelirleri Halep Eyaletine tahsis edildi. 1830 yılında Antep kaza merkezi yapılarak Halep Eyaletine bağlandı.

Antep, kısa bir dönem Mısır Hidivliği tarafın­dan işgal edildiyse de tekrar Osmanlı yönetiminde Halep Eyaletine bağlandı. Antep, 1908 yılında yapılan idari düzenlemede sancak merkezi oldu. 1913 yılında Kilis ve Halfeti Antep Sancağına bağlandı. 1918 tarihinde Halep’in İngilizler tarafından işgal edilmesi üzerine bağımsız sancak oldu.

Cumhuriyetin ilanından sonra, 1924 yılında tüm sancaklar kaldırılarak il statüsüne dönüştürüldü. 1926 yılında Halfeti ilçesi bucak merkezine dönüştürülerek Şanlıurfa iline, buna karşılık Nizip bucağı ilçe yapılarak Gaziantep’e bağlandı. 1933 yılında Kahramanmaraş ilinden Pazarcık ile Osmaniye ilinin kaldırılması sonucu buraya bağlı İslahiye ilçesi Gaziantep’e bağlandı.

Bir müddet sonra Pazarcık ilçesi tekrar Kahramanmaraş iline bağlandı. 1946 yılında Oğuzeli ilçesi, 1957 yılında ise Araban ve Yavuzeli ilçeleri kurularak Gaziantep’e bağlandı. 1989 yılında Büyükşehir Belediyesi kurularak, Merkezde Şahinbey ve Şehitkamil ilçeleri oluşturulmuştur. 1991 yılında Nizip İlçesi’nden Karkamış, İslahiye İlçesi’nden Nurdağı ayrılarak ilçe olmuştur. 1995 yılında Oğuzeli ilçesine bağlı Elbeyli Bucağı ve köy­leri Kilis iline bağlanmıştır.

Paylaşın

Eskişehir’in Savunma Hatları “Kaleler”

Millatan Önce (M.Ö) Porsuk Nehri kıyılarında Frigyalılar tarafından kurulan Eskişehir, Türkiye’nin en önemli yol kavşaklarından birisidir. Kuruluş döneminden itibaren Anadolu’daki ünlü merkezlerden biri olan Eskişehir, Türkiye’de görülmesi gereken yerleri arasında ilk sıralardadır.

Çok yönlü bir kent olan Eskişehir, Türkiye’nin en çok tekrar ziyaret edilen şehridir. Eskişehir’in gezilecek yerleri bitmez. Gezilecek yerler arasında kalelerde önemli bir yer tutar.

Asar Kale

Kümbet köyünün 3 km kuzeydoğusunda, Kümbet Vadisi ve Beldere güzergâhını izleyen dağ yollarına hâkim, kayalık tepe üzerindedir.

Tipik bir Frig kalesidir. Kuzey yönden basamaklı, rampalı bir girişi vardır. Ana kaya oyulmuş silolar, kaya mekânları ve merdivenlerle inilen tonoz örtülü anıtsal sarnıç önemlidir. Oda mezarlarının bir bölümdeki iç süslemeler ve cephe mimarisi görülmeye değer.

Akpare Kale

Çukurca köyünün hemen güneydoğusunda yükselen kayalık platonun güneydoğu kesiminde yer alır. Bir Frig kalesidir. Doğu yönde yer alan anıtsal girişine bu yöndeki kaya basamaklarıyla ulaşılır. Kale içinde ana kayaya oyulmuş mekânlar ve silo çukurları bulunur. Eteklerinde Roma ve Bizans dönemlerine ait kaya mezarları vardır.

Akhisar Kalesi

Akhisar köyündeki yüksekçe bir kayalığın üzerindedir. Frig, Roma, Bizans kaya mezarları görülebilmektedir.

Deveboynu Kalesi

Çukurca köyünün 1.5 km kuzeybatısında, vadi tabanından oldukça yüksek, kayalık plato üzerindedir. Kuzeydoğu yönünden dar kaya merdivenleriyle ulaşılır. Doğanlı Vadisi’ni kontrol eden bir gözetleme yeridir. Kayalığın kuzeybatı eteğinde iki Frig kaya mezarı vardır.

Doğanlı Kale

Doğanlı Kale, Çukurca köyü yakınındadır. Uzaktan bakıldığında bir doğan başını andıran görüntüsüyle vadinin en dikkat çekici kaya yapısıdır. Kayaya oyulmuş yedi kattan oluşur. Katlar arasında geçiş kaya merdivenleriyle sağlanır. Mezar şapelleri ve depo olarak kullanılan mekânları dikkat çeker.

Dübecik Kale

Yapıldak köyünün güneyinde, ormanlık tepelerle çevrili bir kaya platosu üzerindedir. Kayalığın kuzey, batı ve güney yüzlerinde Frig ve Roma dönemlerine ait kaya mezarları vardır. Kayalığın üst kısmı düzleştirilerek bir gözetleme kalesi olarak düzenlenmiştir.

Frig Kaleleri

Kaya yüzeyine tapınak cephesi biçiminde işlenen kaya anıtları ve kaya anıt mezarları yanında, askeri soylular sınıfının yaşadığı, kayalıklar üzerine kurulmuş, tahkimli Frig kaleleri bölgemizde yoğunluk kazanmaktadır.

Genellikle bölgeye hakim tepelere kurulan Frig Kalelerinde, örülmüş sur duvarları yanında, doğal kayaya oyulmuş mazgal delikli sur duvarları, kale girişleri, gizli merdivenler önemli geçitler, dinsel amaçlı anıtsal nişler, kaya mezarları, anıtsal basamaklar, kaya anıtları, kaya rölyefleri, sunaklar, sosyal amaçlı sarnıçlar, karlıklar, ahşap mimari izleri ile Frig kaya işçiliğinin bütün detaylarını görebilmekteyiz. Ufak çaptaki kaleler ise haberleşme kuleleri olarak kullanılmış olmalıdır.

Frig Kaleleri, Hellenistik, Roma ve Bizans Çağlarında, orijinal kullanımları yanında, zamanının kültürünü yansıtan değişik tipte kaya mezarları, kaya anıtları ve kaya barınakları ile kayaya oyulmuş irili ufaklı kiliselerin yapılması ile değişikliklere uğramışlardır. Buna rağmen Frig kaya işçiliğinin detaylarını Frig kalelerinde gözleyebiliriz. Seyitgazi, Çukurca Köyünde; Doğanlı Kale, Çukurca-Yazılıkaya arasında sıralanan, Antik Yazılıkaya’ nın kuzeyinde bulunan:

Akpara Kale, Gökgöz Kale, Pişmiş Kale, Kocabaş Kale, Seyitgazi Kümbet Köyünde: Kümbet Vadisi, Kümbet Asar Kale ve Berberini Kaya Kilisesi, Körestan Nekropolü, Delik Kaya, Seyitgazi Yapıldak Köyünde:Yapıldak Kale ve İnli Yayla, Seyitgazi Göcenoluk Köyünde: Zahran Yeraltı Şehri ile Eskişehir Merkez Gökçekısık Köyü Gökçekısık Kale, Han İlçesi Akhisar Köyünde; Akhisar Kale, Dübecik Kale, Sivrihisar Zey Köyü’ nde Zeykale, Merkez Uluçayır Köyü’ nde Keskaya önemli Frig Kale ve yerleşimlerindendir.

Gökçekısık Kale

Gökçekısık Köy yolunun hemen sağında, Ziyaret mevkiinde, Köyün batı ve güney bitişiğinden başlayan tüf kayalık platformda, platformun güneye bakan yamaçlarında kayaya oyulmuş çok sayıda sığınaktan oluşan Roma Dönemine ait kaya yerleşimidir.

Gökgöz Kale

Yazılıkaya çevresinde yer alır.  Frig döneminde Pişmiş Kale’nin ileri karakoludur. Girişi batıdandır. Plato üzerinde kayaya oyulmuş niş, sarnıç ve basamaklar yer alır.

Kırkgöz Kale

Eskişehir Frig Vadisinde yeralan Kırkgöz Kayalıkları; Hellenistik, Roma ve Bizans dönemlerinde kullanılmıştır. Doğu yönde Hellenistik Dönem’e ait anıtsal bir kaya mezarı bulunur. Alınlığı iki sütun tarafından taşınana iki odalı mezar günümüzde çok tahrip olmuştur. Bizans Dönemi’nde kaya merdivenleri ile mekanlar arası geçişlerin sağlandığı çok katlı kaya yerleşmesi olarak kullanılmıştır.

Kocabaş Kale

Yazılıkaya Köyünün 2 km kuzey doğusunda yer alır. Yüksek kayalık plato üzerinde geniş mekân temelleri, silo ve sarnıç olarak kullanılmış çukurlar vardır.

Pişmiş Kale

Yazılıkaya köyünün 1.2 km kuzeyindedir. Vadi seviyesinden 108m yüksekte, kayalık plato üzerinde yer alır. Kuzeydoğu, doğu ve güney yönlerde 3 girişi vardır. Sur temel yuvaları kaya blokları üzerinde izlenir. Kayaya oyulmuş mekânlar, silo çukurları ve basamaklarla inilen anıtsal kaya sarnıcı görülmeye değer yapılardır. Burası Friglerden sonra Orta Çağ’ın sonlarında da bir kale olarak kullanılmıştır. Kalenin güneybatı yamacında bağımsız bir kaya kütlesi üzerinde bir Frig kaya mezarı yer alır.

Seyircek Kale

Seyircek Kale, Dağlık Frigya’nın en yüksek tepesinde,ana kayaya oyulmuş Roma ve Bizans lahit tipi kaya mezarlarının yoğun olarak bulunduğu gizemli bir yerleşimdir.

Yapıldak Kale

Kümbet Vadisinin sonuna doğru güneydoğuda yer alır. Yapıldak köyünün güneybatısındadır. Kaledeki sarp kayaların üzerinde Frig çağına tarihlenen cephesi bezemeli bir mezar mevcuttur.

Karacahisar Kalesi

Eskişehir’in güneybatısında bulunan Karacahisar Kalesi deniz seviyesinden 1010 metre yüksekte bir plato üzerinde yaklaşık olarak 200×300 metre ölçülerinde sur ile çevrili bir alanı kaplamaktadır.

Karacahisar Kalesi konumu ve mimari özellikleri itibari ile “Kastron” ya da “Kale Kent” olarak adlandırılan yerleşimlerin özelliklerini yansıtır. Anadolu’da 7. ve 8. yüzyılda oluşmaya başlayan kale kentler Orta Bizans döneminin askerî şehirleri olarak tanımlanmaktadır. 8. yüzyıldan itibaren düzenli olarak Pers ve Arap akınlarına maruz kalan bu yerleşimlerin 11. ve 12. yüzyıllarda büyük ölçüde Selçuklu hâkimiyetine girdiği; 13. ve 14. yüzyıllarda İstanbul ve Bitinya’da bulunan Bizans yerleşimleri dışındaki Anadolu’daki tüm kentlerin Türkmen beylikleri tarafından ele geçirildiği bilinmektedir.

Karacahisar ve batısında yer alan Bizans yerleşimlerinde önceleri Selçuklu, sonrasında Osmanlı tehdidi karşısında surlarının onarıldığı, yeni kale kentlerin oluşturulduğu bilinmektedir. Karacahisar’ın Bizans İmparatorluğu’nun bu dönem içerisinde savunmaya yönelik olarak inşa ettiği yerleşimler arasında olup olmadığı ya da var olan bir kale kent olarak güçlendirilip güçlendirilmediği yönünde herhangi bir yazılı belge yoktur. Karacahisar Kalesi’nin de içerisinde yer aldığı söz konusu nitelikteki yerleşimler ile ilgili yeterince çalışma yapılmamış olması bir diğer eksiklik olarak karşımıza çıkmaktadır.

1288 yılında Osman Gazi tarafından fethedilen ve 1299 yılında Osman Gazi adına sikke basılarak ilk hutbenin okutulduğu yönündeki dönem kaynaklarının varlığının altını çizmek gerekir.

Paylaşın

Binyılların İzlerini Taşıyan Yapı ‘Diyarbakır Kalesi’

Mezopotamya’nın bereketli toprakları pek çok kavmin gelip geçtiği ve uygarlık ürettiği bir coğrafyadır. M.Ö.3. binli yıllarda bölgenin egemeni Asurlulardır. Diyarbakır’ın bilinen ilk adı Asur metinlerinde karşımıza çıkar: “Amidi”

Binyıllar içinde;Hurri-Mitanniler, Urartular, Persler, Romalılar, Selevkoslar, Partlar, Büyük Tigranlar, Araplar, Emeviler, Abbasiler, Şeyhoğulları, Mervaniler, İnaloğulları, Nisanoğulları, Selçuklular, Artuklular, Eyyübiler, İlhanlılar, Diyarbakır tarihine izler bırakırlar.

Diyarbakır Kalesi’de, kente can veren Dicle Nehri’nin yanında yükselen bazalt platonun doğu kıyısındaki geniş düzlük üzerinde yer alıyor. Kale, kentin ilk kurulduğu İçkale ve onu tamamlayan dış kaleden oluşuyor.

İçkale, ilk yerleşim yeri olarak kentin çekirdeğini oluşturdu. Burada bulunan küçük çaplı kale, M.Ö. 3700-3500 yılları arasında Hurri-Mitanniler tarafından inşa edildi. Diyarbakır küçük krallıklarla birlikte tarihin değişik zamanlarında 20’den fazla medeniyeti temsil eden kavim, devlet ve kültüre ev sahipliği yaptı.

Egemen olan her medeniyet kendi güvenlik ihtiyaçları doğrultusunda surları genişletti. Surlar M.S. 349 yılında Roma İmparatoru II. Constantius zamanında yeni baştan  onarıldı. 362 yılında Sasaniler ile Romalılar arasında yapılan anlaşmayla, Roma’nın önemli kalelerinden biri olan Nusaybin (Nisibis) Kalesi, Sasanilerin eline geçti, burada bulunan Hıristiyan halk dinsel nedenlerle Diyarbakır’a göç ederek, kalenin batı kısmındaki düzlükte iskan edildi.

Bu göçten sonra 367-375 yılları arasında kentin batı surları yıktırılarak Nusaybin (Nisibis) halkı sur içine aldı, böylece Diyarbakır Kalesi yeni biçimini almış oldu.Yeni surlarla şehir genişleyince, yönetim merkezi olan ilk kale, İçkale durumuna geldi.

İçkale’nin ikinci kez genişletilmesi (16 burç ve 2 kapı eklenerek) 1524-1526 yılları arasında Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman tarafından yapıldı. Daha sonra yapılan eklenti ve onarımlarla günümüzdeki son halini aldı.

Ayrıca İçkale’de bulunan ve ilk  yerleşim noktası olarak bilinen Amida Höyük’te (Virantepe) 1961-1962 yılları arasında yapılan arkeolojik kazı çalışmalarında, 1200-1222 yıllarından kalma Artukoğulları devrine ait saray kalıntıları ortaya çıkarıldı. İnce ve Arap adıyla da bilinen ve Mervani hükümdarı Nasruddevle Mansur ile Eşi Sittünas‘ın mezarı da İçkale’de bulunuyor.

Diyarbakır kısa tarihi

Güneydoğu Anadolu Bölgesinin orta bölümünde yer alan Diyarbakır, tarih boyunca jeopolitik önemi açısından; İlk çağlardan bu yana Akdeniz’i Basra körfezine, Karadeniz’i Mezopotamya’ya bağlayan bir konuma sahiptir.

Diyarbakır’ın, doğal bir geçiş yolu olması her dönemde çekiciliğini arttırmış ve medeniyetlerin iz bıraktığı bir şehir olmuştur. Tarihin derinliklerinden gelen sayısız kültürün kucaklaştığı bir kenttir.

Tarih boyunca Amida, Amidi, Amid, Kara-Amid Diyar-Bekr, Diyarbekir ve Diyarbakır adlarını alan kent Güneydoğu Anadolu bölgesinin orta bölümünde El-Cezire denilen bölgede Bereketli hilalin kalbinde yer almaktadır.

Diyarbakır’ın köklü tarihi 12.000 yıl önceye uzanıyor. Son yıllarda kentin Bismil ilçesinde yapılan arkeolojik çalışmalar sonucunda, M.Ö. 10.400-9250 yıllarında “KörtikTepe”de yerleşik hayata geçildiği ortaya çıkmıştır.

Anadolu’nun en eski tarımcı köy topluluklarının en güzel örneğini veren Ergani yakınlarındaki Çayönü Tepesi, günümüzden 10.000 yıl öncesine dayanan tarihiyle sadece bölge tarihimize değil dünya uygarlık tarihine de ışık tutmaktadır.

Paleolitik ve Mezolitik devirde de Diyarbakır ve çevresindeki mağaralarda yaşamın bulunduğu ortaya çıkmıştır. Silvan yakınlarındaki Hassuni Mağaraları, Ergani yakınlarında Hilar Mağaralarında bu çağdan kalma kalıntılar tespit edilmiştir.

M.Ö. 3000’li yıllarda şehrin merkezinde izlerine rastlanan Hurrilerin, bölgeye hâkim olmasıyla Diyarbakır’ı yurt edinme çabaları başlamış, ardından Mitaniler, Abbasiler, Mervaniler, Büyük Selçuklular, İnaloğulları, Nisanoğulları, Artuklular, Eyyubiler, Anadolu Selçukluları, Akkoyunlular ve Osmanlı gibi birçok medeniyete yurt olmuştur. Diyarbakır, medeniyetlerin mekânsal ve mimari özellikleriyle az bulunur kültür ve tarih mirası taşımaktadır.

UNESCO Dünya Kültür Mirası Diyarbakır Surları, kentin sayısız eserlerinin başında gelmektedir. Kuşbakışı kalkan balığını andıran biçimiyle kenti baştanbaşa kuşatmış ve İç Kale ve Dış Kaleolmak üzere iki bölümden oluşmuştur.

Diyarbakır Surları, eskilik ve yükseklik bakımından dünyadaki kaleler arasında birinci sırada yer alır. Tamamına yakın kısmı günümüze ulaşan ve birçok medeniyetin izlerini taşıyan Diyarbakır Kalesi, zamana meydan okuyarak yaklaşık beş bin yıldır ayakta durmaktadır.

3-5 metre kalınlığı ve 11-12 metre yüksekliği ile görülmeye değer bir heybete sahiptir. 5.500 metre uzunluğundaki Diyarbakır Surları, 82 burçla taçlandırılmış ve şehrin boynuna adeta bir gerdanlık gibi sarılmıştır. Milad öncesi ve milad sonrası izleri, 63 ayrı kitabede ve sayısız figürlerinde saklamış, bir yazıtlar ve kabartmalar müzesi niteliğine sahiptir.

Kültürel kimliğiyle; yalnız Türkiye’nin değil, tüm dünyanın da en önemli kentlerinden biri sayılır. Kent tarihsel potansiyeliyle adeta bir Açık Hava Müzesi niteliğindedir. Birçok medeniyete beşiklik eden kent döneminin tanığı olmuş ve gelen her medeniyetin izlerini barındırmaktadır.

Paylaşın