Kara Delikler Mi Galaksiler Mi, Hangisi Önce Oluştu?

James Webb Uzay Teleskobu’ndan elde edilen verilerle yapılan yakın zamanlı bir araştırma, kara deliklerin yalnızca zamanın başlangıcında var olmadığını, aynı zamanda yeni yıldızlar doğurduğunu ve galaksilerin oluşumunu hızlandırdığını öne sürüyor.

Haber Merkezi / Araştırma, kara deliklerin ilk yıldızların ve galaksilerin ortaya çıkmasından sonra oluştuğu yönündeki geleneksel düşünceye meydan okuyor ve kara deliklerin evreni nasıl şekillendirdiklerine dair teorileri alt üst ediyor.

Johns Hopkins Üniversitesi Fizik ve Astronomi Bölümü’nden araştırmanın baş yazarı Profesör Joseph Silk, “Kara deliklerin Samanyolu yakınındaki galaksilerin merkezinde var olduğunu biliyoruz, ancak şimdiki büyük sürpriz onların evrenin başlangıcında da mevcut olmaları ve neredeyse erken galaksilerin yapı taşları veya tohumları gibi olmalarıdır” dedi.

Astrophysical Journal Letters’da yayınlanan araştırma, James Webb Uzay Teleskobu aracılığıyla gözlemlenen erken evrenden uzak galaksileri analiz etti. Bu galaksiler beklenenden çok daha parlak görünüyordu ve alışılmadık derecede yüksek sayıda genç yıldız ve süper kütleli kara delik içeriyordu.

Kara deliklerin süper kütleli yıldızların çöküşünden sonra oluştuğu ve galaksilerin ilk yıldızların ortaya çıkmasından sonra oluştuğu yönündeki geleneksel düşünceye meydan okuyan araştırma, kara deliklerin ve galaksilerin bir arada var olduğunu ve evrenin ilk 100 milyon yılı boyunca birbirlerinin gelişimini etkilediğini öne sürüyor.

Araştırmayı yapan ekip, kara deliklerden gelen yüksek hızlı akışların erken evrende yıldız oluşumunu hızlandırdığını öne sürüyor. Kara deliklerin etrafındaki güçlü manyetik alanların oluşturduğu bu çıkışlar, yakındaki gaz bulutlarını ezerek onları daha önce düşünülenden çok daha hızlı bir şekilde yıldızlara dönüştürdü.

Ekip, erken evrenin iki aşaması olduğunu tahmin ediyor: İlk aşamada kara delik çıkışları yıldız oluşumunu hızlandırdı, ikinci aşamada ise çıkışlar yavaşladı. Süper kütleli kara deliklerden gelen manyetik fırtınalar nedeniyle gaz bulutları çöktü ve bu da hızlı bir şekilde yeni yıldızların oluşmasına yol açtı.

Profesör Joseph Silk, araştırma sonucuna ilişkin, “Asıl soru şu: Başlangıçlarımız neydi? Güneş, Samanyolu Galaksisi’nde yer alan 100 milyarda yıldızdan biri ve Samanyolu Galaksisi’nin ortasında da devasa bir kara delik bulunmakta. İkisi arasındaki bağlantı nedir?” dedi.

James Webb Uzay Teleskobu ile yapılacak gelecekteki gözlemlerin, bu hesaplamaları doğrulaması ve evrenin evrimi hakkında daha fazla bilgi sağlaması bekleniyor.

Paylaşın

Samanyolu Galaksisi’nin Artık Bir İkizi Var!

NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST), Samanyolu Galaksisi’ne şaşırtıcı derecede benzeyen Ceers-2112 galaksisini keşfetti. Araştırmacılar, Samanyolu ikizinin keşfinin galaksilerin zaman içinde nasıl oluştuğuna ve değiştiğine dair yeni soruları gündeme getirdiğini belirtiyor.

Araştırmacılar ayrıca, bu galaksinin karanlık maddenin Evrendeki rolünü yeniden düşünmeye zorlayabileceğini de belirtiyorlar.

Karanlık madde görünmez olsa da, kütleçekimsel etkisini galaksilerin şekli ve davranışı üzerinde görebiliriz. Karanlık maddenin erken evrendeki galaksilerin oluşumundan ve evriminden sorumlu olduğu düşünülüyor.

NASA’nın öncülüğünde işletilen James Webb Uzay Teleskobu’nun verileri, Güneş Sistemi ve dolayısıyla Dünya’ya ev sahipliği yapan Samanyolu Galaksisi’nin “uzaklardaki ikizini” ortaya çıkardı.

Teleskobun Yakın Kızılötesi Kamerası’yla çekilen görüntüleri analiz eden bir araştırma ekibi, Samanyolu’na tıpatıp benzeyen Ceers-2112 adlı bu galaksinin evren daha birkaç yıl milyar yaşındayken oluştuğunu gözlemledi. Ceers-2112, tıpkı Samanyolu gibi karmaşık ve çubuklu sarmal bir yapıya sahip. Ama ondan biraz daha küçük.

Galaksilerin şekillerini uzaydaki büyük çarpışmalardan kozmik çevresindeki “kalabalığa” kadar bir dizi faktör belirliyor. Yine de bilim insanları, Samanyolu gibi karmaşık şekillerin oluşmasının epey zaman alacağını düşünüyordu.

Samanyolu’nun doğumunun ortalama 12,5 milyar yıl önce gerçekleştiği düşünülüyor. Evreni var ettiği varsayılan Büyük Patlama ise 13,7 milyar yıl önce meydana geldi.

Yeni veriler, Ceers-2112’nin Büyük Patlama’dan sadece iki milyar yıl sonra bile epey gösterişli göründüğünü ortaya koyuyor. Galaksi, sarmal kollarının ayrıntılarını gözlemleyemeyeceğimiz kadar uzakta. Ancak merkezindeki kalın çubuğun tespiti Ceers-2112’nin evrenin erken zamanlarında bile yeterince gelişmiş olduğunu gözler önüne seriyor.

Kaliforniya Üniversitesi Riverside kampüsünden gökbilimci Alexander de la Vega, “Ceers-2112’deki çubuk, galaksilerin daha önce düşündüğümüzden çok daha hızlı olgunlaştığını ve düzenli hale geldiğini gösteriyor” ifadelerini kullandı: Bu da galaksi oluşumu ve evrimine dair teorilerimizin bazı yönlerinin revizyona ihtiyacı olduğu anlamına geliyor.

Saygın bilimsel dergi Nature’da yayımlanan makalenin de yazarlarından biri olan bilim insanı, sözlerini şöyle sürdürdü: Geçmişte, evren çok gençken, galaksiler kararsız ve kaotikti. Evrenin erken dönemlerinde galaksilerde bu çubukların oluşamayacağı veya uzun süre dayanamayacağı düşünülüyordu.

James Webb Uzay Teleskobu’ndan daha önce gelen veriler, benzer bir durumun kara delikler için de geçerli olduğunu göstermişti. Evrenin erken döneminde beklenmedik derecede gelişmiş kara delikler bulunmuştu.

10 milyar dolarlık uzay teleskobu, 25 Aralık 2021’de Ariane 5 adlı kargo roketiyle fırlatılmıştı. İlk verilerini 12 Temmuz 2022’de yayımlayan teleskop, şimdiye kadar kullanılmış en büyük ve en karmaşık gözlemevi diye niteleniyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

James Webb, Dünya’daki Yaşamı 40 Işık Yılı Uzaklıkta Buldu

“Uzayda yaşam var mı?” sorusu artan bir ilgiyle gündemdeki yerini korumaya devam ediyor. NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu, Dünya’dan 40 ışıkyılı uzaklıktaki bir gezegende dinamik bir atmosfer ortaya çıkardı.

James Webb Uzay Teleskobu, Samanyolu Galaksisi’ndeki başka bir yıldız sisteminden bakarak Dünya’daki insan uygarlığını tespit edebilecek seviyeye geldi.

Bu da son teknolojiye sahip uzay aracının galaksideki uzak gezegenleri gözlemlerken olası uzaylı uygarlıklarını bulabileceği yönündeki umutları artırıyor.

Gelmiş geçmiş en güçlü uzay teleskobu diye bilinen cihaz, 2021’in sonlarında fırlatıldığından beri evrenin nasıl oluştuğunu bulmak için eski galaksi ve yıldızları tarıyor.

Ancak teleskobun ikincil hedeflerinden biri, yakındaki ötegezegenlerin atmosferlerini analiz ederek biyolojik imza diye anılan yaşam belirtilerini aramak.

Bu imzalar genellikle canlılar tarafından üretilmiş olabilecek gazları veya yapay moleküller gibi teknolojik izleri kapsıyor.

Yine de James Webb Teleskobu’nun olası zeki uygarlıkların işaretlerini ne kadar iyi tespit edebileceği belirsizdi. Bu soruyu yanıtlamak isteyen araştırmacılar da teleskobu insanlar üzerinde denemeye karar verdi.

Böylece teleskop, halihazırda yaşama ev sahipliği yaptığı bilinen tek gezegen olan Dünya’ya çevrildi.

28 Ağustos’ta bilimsel makale arşivi arXiv’e yüklenen ve henüz hakem değerlendirmesinden geçmeyen yeni araştırmada bilim insanları, Dünya atmosferinin spektrumunu çıkardı ve bunun onlarca ışık yılı uzaklıktaki bir gözlemciye nasıl görüneceğini düşünerek verilerin kalitesini kasten düşürdü.

Teleskobun sensörlerinin yeteneklerini taklit eden bir bilgisayar modeli üreten araştırma ekibi, uzay aracının yaşama işaret eden metan, oksijen, azot dioksit ve kloroflorokarbonlar gibi biyolojik ve teknolojik imzaları saptayıp saptayamadığını kontrol etti.

Sonuçlar, James Webb’in Dünya atmosferindeki biyolojik ve teknolojik tüm önemli işaretleri tespit edebileceğini gösterdi.

Araştırmacılar, değiştirilen veri kümesinin kalitesinin, Dünya’dan yaklaşık 40 ışık yılı uzaklıktaki bir kırmızı cüce yıldızın yörüngesinde dönen 7 gezegeni içeren TRAPPIST-1 sisteminin gözlemlerine denk olduğunu belirtiyor.

Bu da teleskobun Dünya’dan yaklaşık 40 ila 50 ışık yılı uzaklıktaki ötegezegenlerde olası yaşamın işaretlerini yakalayabileceği anlamına geliyor.

Öte yandan Dünya’dan 50 ışık yılı uzaklıkta yalnızca 20 ötegezegen resmen keşfedilebildi. Ancak uzayın bu bölgelerinde varlığı henüz doğrulanamamış yıldız adaylarının sayısı çok fazla.

Bu yüzden bilim insanları, James Webb’in menzilinde aslında 4 bin kadar ötegezegen olabileceğini düşünüyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

James Webb, ‘Yaşam’ Molekülünü Başka Bir Gezegende Bulmuş Olabilir

NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST), okyanus olduğundan şüphelenilen bir gezegenin atmosferinde karbon bazlı moleküllerin kanıtlarını keşfetmiş olabilir: Dimetil Sülfür. Bu molekül sadece Dünya’daki canlılar tarafından üretiliyor.

Bilim insanlarının henüz doğrulamadığı bu gözlemin daha fazla teyide ihtiyacı var. Dimetil sülfür yani DMS’nin uzak bir gezegende gerçekten önemli miktarlarda bulunup bulunmadığının ilave araştırmalarla doğrulanması gerekiyor.

Ancak maddenin tespit edildiği K2-18 b gezegeni, başka nedenlerle de kesinlikle heyecan verici olduğunu gösterdi. Bilim insanları, gezegenin metan ve karbondioksit gibi karbon içeren moleküllere sahip olduğunu doğruladı ki bu da yaşam arayışı için önemli bir bulgu.

Cambridge Üniversitesi’nden gökbilimci Nikku Madhusudhan, “Bulgularımız, başka yerlerde yaşam arayışında çeşitli yaşanabilir ortamların dikkate alınmasının önemini vurguluyor” dedi ve ekledi:

“Geleneksel olarak, ötegezegenlerde yaşam arayışı öncelikle daha küçük kayalık gezegenlere odaklanıyor fakat daha büyük Hiyanus gezegenleri atmosferik gözlemler için önemli ölçüde daha elverişli.”

Bilim insanları, diğer gezegenlerdeki canlıların araştırılmasında büyük bir ilerleme kaydederek, Dünya’da sadece canlıların ürettiği bir molekül tespit etmiş olabilir.

Araştırmacılar, NASA’nın Webb teleskobunun olası bir dimetil sülfür, yani DMS tespiti gerçekleştirdiğini söyledi. Dünya’da sadece canlıların ürettiği bu maddenin çoğu deniz ortamlarındaki fitoplanktonlardan geliyor.

Bilim insanlarının henüz doğrulamadığı bu gözlemin daha fazla teyide ihtiyacı var. DMS’nin uzak bir gezegende gerçekten önemli miktarlarda bulunup bulunmadığının ilave araştırmalarla doğrulanması gerekiyor.

Ancak maddenin tespit edildiği K2-18 b gezegeni, başka nedenlerle de kesinlikle heyecan verici olduğunu gösterdi. Bilim insanları, gezegenin metan ve karbondioksit gibi karbon içeren moleküllere sahip olduğunu doğruladı ki bu da yaşam arayışı için önemli bir bulgu.

Bu keşif K2-18 b’nin, araştırmacıların Hiyanus ötegezegeni diye adlandırdığı şey olabilir: Hidrojen bakımından zengin atmosfere ve suyla kaplı yüzeye sahip bir gezegen. Her iki koşulun da olası bir uzaylı yaşamı için elverişli olduğu düşünülüyor.

K2-18 b, K2-18 diye bilinen soğuk bir cüce yıldızın yörüngesinde dönüyor. Her iki gök cismi de Dünya’dan yaklaşık 120 ışık yılı uzaklıkta bulunuyor. Gezegen, Dünya’dan 8,6 kat daha büyük: Araştırmacılar bu gezegenleri “alt-Neptünler” diye adlandırıyor. Güneş Sistemimizde bunlara benzer hiçbir şeyin olmaması, bilim insanlarının alt-Neptünleri tam olarak anlayamaması anlamına geliyor.

Örneğin araştırmacılar bu tür gezegenlerin atmosferlerinin neye benzeyebileceğini bilmiyor. Ancak yeni bulgular, uzaylı yaşamını aramak için verimli bir yer olabileceklerine işaret ediyor.

Sonuçları açıklayan yeni makalenin başyazarı olan, Cambridge Üniversitesi’nden gökbilimci Nikku Madhusudhan, “Bulgularımız, başka yerlerde yaşam arayışında çeşitli yaşanabilir ortamların dikkate alınmasının önemini vurguluyor” dedi ve ekledi:

“Geleneksel olarak, ötegezegenlerde yaşam arayışı öncelikle daha küçük kayalık gezegenlere odaklanıyor fakat daha büyük Hiyanus gezegenleri atmosferik gözlemler için önemli ölçüde daha elverişli.”

Yine de K2-18 b’yi yaşam için zorlaştıran koşullar olabilir. Bir okyanus yüzeyine sahip olduğuna inanılıyor fakat bu okyanus yaşanamayacak kadar sıcak olabilir ve hatta hiç sıvı bile olmayabilir.

Bilim insanları daha fazla gözlemle gezegen ve diğer alt-Neptünler hakkında daha fazla bilgi edinmeyi umuyor. Ancak galakside bilinen en yaygın gezegen türü olmalarına rağmen zor görülebilirler çünkü genellikle yıldızlarından gelen parıltılarla örtülürler.

Bunun yerine, K2-18 b ilk olarak bu parıltı kullanılarak ve gezegen, yıldızının önünde hareket ederken meydana gelen ışık düşüşünü izleyerek tespit edildi. Yeni bulgularda da aynı süreç kullanıldı: Webb teleskobuyla yıldız ışığını incelemek ve atmosferdeki kimyasalların geride bıraktığı izleri aramak.

Cambridge Üniversitesi’nden ekip üyesi Savvas Constantinou, “Bu sonuçlar, K2-18 b’ye yönelik sadece iki gözleminin ürünü ve çok daha fazlası yolda” dedi: Bu, buradaki çalışmamızın Webb’in yaşanabilir bölge ötegezegenlerinde gözlemleyebileceklerinin yalnızca ilk göstergelerinden biri olduğu anlamına geliyor.

Daha fazla çalışma, bu kimyasalların daha iyi bir resmini verecek ve DMS’nin olası varlığını doğrulamayı sağlayacaktır.

Profesör Madhusudhan, “Nihai hedefimiz, yaşanabilir bir ötegezegende yaşamı tespit etmek, bu da Evren’deki yerimize dair anlayışımızı dönüştürecektir” dedi: Bulgularımız, bu arayışta Hiyanus gezegenlerin daha iyi anlaşılmasına yönelik umut verici bir adım.

Çalışma, The Astrophysical Journal Letters’ta yayımlanacak “Carbon-bearing Molecules in a Possible Hycean Atmosphere” (Olası Hiyanus Atmosferde Karbonlu Moleküller) başlıklı makalede anlatılıyor.

Yaşamı destekleme ihtimali

Bir gezegenin yaşamı destekleme ihtimali sıcaklığına, karbonun ve muhtemelen sıvı suyun varlığına bağlı. Yapılan gözlemler, K2-18b’nin tüm bu kutuları işaretlediğini gösteriyor gibi görünüyor.

Ancak bir gezegenin yaşamı destekleme potansiyeline sahip olması, öyle olduğu anlamına gelmiyor. DMS’nin olası varlığının bu kadar heyecan verici olmasının nedeni de bu.

Gezegeni daha da ilgi çekici kılan ise, uzak yıldızların yörüngesinde keşfedilen ve yaşama aday olan kayalık gezegenler olarak adlandırılan Dünya benzeri gezegenler gibi olmaması. K2-18b, Dünya’nın neredeyse dokuz katı büyüklüğünde.

Boyutları Dünya ve Neptün arasında olan, diğer yıldızların yörüngesinde dönen gezegenler olan dış gezegenler, güneş sistemimizdeki diğer hiçbir şeye benzemiyor.

Analiz ekibinin bir diğer üyesi olan Cardiff Üniversitesi’nden Dr. Subhajit Sarkar’a göre bu ‘alt Neptünlerin’ ve atmosferlerinin doğası yeterince anlaşılmıyor.

Sarkar, “Her ne kadar güneş sistemimizde bu tür bir gezegen bulunmasa da alt Neptünler, galakside şu ana kadar bilinen en yaygın gezegen türü” diyor ve devam ediyor:

“Bugüne kadar yaşanabilir bir alt Neptün’ün en ayrıntılı spektrumunu elde ettik ve bu, onun atmosferinde var olan moleküller üzerinde çalışmamıza olanak sağladı.”

(Kaynak: Independent Türkçe, BBC Türkçe)

Paylaşın

James Webb’den Göz Kamaştıran Satürn Fotoğrafları

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi’nin (NASA) James Webb Uzay Teleskobu’nun Satürn’ü ve halkalarını yakaladığı görüntüler gözleri kamaştırdı. 

Satürn, ilk fotoğrafta kullanılan filtreler sebebiyle siyah görünüyor. Diğer görüntüdeyse gezegenin bulut bantları dikkat çekiyor.

Fotoğraflar, teleskobun bütün verilerini halka açık hale getirmeyi amaçlayan James Webb Space Telescope Feed adlı internet sitesinde iki gün önce paylaşıldı.

Görüntüler, teleskoptaki Yakın Kızılötesi Spektrograf (Near Infrared Spectrograph/NIRSpec) adlı cihazla yakalandı. Bilim haberleri sitesi ScienceAlert, görüntülerin ham olduğuna dikkat çekti. Bu, görüntülerin renklendirileceği ve parazitlerin temizleneceği anlamına geliyor.

Satürn, ilk fotoğrafta kullanılan filtreler sebebiyle siyah görünüyor. Satürn ve halkaları farklı dalga boyu aralıklarında parlıyor. Satürn’ün halkası güneş ışığını 2 mikronda yansıtsa da 3 ve 5 mikronda bunu yapamıyor. Satürn’ün yüksek irtifadaki pus katmanı, güneş ışığını hem 2 hem de 3 mikronda yanıstıyor.

Diğer görüntüdeyse gezegenin bulut bantları dikkat çekiyor. Kısa dalga boyu filtresi kullanılan fotoğraflarda halka bir florasan gibi parlıyor.

Gözlemler, Birleşik Krallık’taki Leicester Üniversitesi’nde görev yapan gezegenbilimci Leigh Fletcher liderliğindeki bir ekibin isteğiyle yapıldı. Araştırmacılar, Satürn’ün uyduları ve halkaları hakkında daha fazla bilgi elde edebilmek için NIRSpec verilerini kullanmayı planlıyor.

Araştırma ekibi, NIRSPec’in gezegenin etrafındaki yeni ayları keşfedebileceğini söyledi.

James Webb, 1990’dan beri uzayın derinliklerini gözlemleyen Hubble Uzay Teleskobu’nun yerini alması için tasarlandı.

Dünya’dan 1,5 milyon kilometre uzaktaki L2 noktasına konuşlandırılan yenilikçi teleskobun üretim sürecinde 10 binden fazla kişi çalışmış ve bütçe yaklaşık 10 milyar dolara ulaşmıştı.

Teleskop, “Dünya benzersiz mi?”, “Ona benzer başka gezegen sistemleri var mı?” ve “Evrende yalnız mıyız?” gibi çok temel sayılan ama henüz tam olarak yanıtlanamamış soruların peşinden gidiyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

NASA, Uzayda Yaşamın Yapıtaşlarından Birini İlk Kez Tespit Etti

Yaşamın en önemli yapıtaşlarından karbon molekülü uzayda ilk kez keşfedildi. Karbon bileşikleri bilinen tüm yaşam formlarının temelini oluşturur. Uzaylı yaşamın izini arayan biyologlar evrenin diğer bölgelerinde bu türden molekülleri tespit etme yollarını araştırıyor.

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi’nin (NASA) James Webb Uzay Teleskobu, yaşamın en önemli yapıtaşlarından karbon molekülünün uzayda ilk kez keşfedilmesini sağladı.

NASA’nın ABD’deki Goddard Uzay Merkezi’den bilim insanları dahil araştırmacılar, metil katyonun (CH3+) keşfinin, yaşam için kilit öneme sahip karbon bazlı daha karmaşık moleküllerin oluşumuna katkı sunması sebebiyle önem taşıdığını belirtiyor.

Metil katyon Orion Nebulası’nda, Dünya’dan yaklaşık 1350 ışık yılı uzaklıktaki d203-506 adlı, etrafında gaz diski bulunan genç bir yıldız sisteminde tespit edildi.

Karbon bileşikleri bilinen tüm yaşam formlarının temelini oluşturur ve uzaylı yaşamın izini arayan biyologlar evrenin diğer bölgelerinde bu türden molekülleri tespit etme yollarını araştırıyor.

Bilim insanları, olağanüstü çözünürlüğü ve hassasiyetinin, evrende karbon bazlı molekül aramak için Webb teleskobunu ideal bir gözlemevi kıldığını belirtiyor.

Araştırmacılar, özellikle metil katyon kaynaklı bir dizi ana salım çizgisi tespitinin, pazartesi günü Nature adlı bilimsel dergide yayımlanan son keşfi pekiştirdiğini söylüyor.

Paris-Saclay Üniversitesi’nden çalışmanın ortak yazarı Marie-Aline Martin-Drumel, “Bu tespit yalnızca Webb’in inanılmaz hassasiyetini doğrulamakla kalmıyor, aynı zamanda CH3+’ün yıldızlararası kimyada kabul gören merkezi önemini de teyit ediyor” diyor.

Araştırmacılar bu kozmik sistemin ayrıca yakındaki sıcak, genç ve devasa yıldızlardan gelen güçlü morötesi (UV) ışık bombardımanına maruz kaldığını da gözlemledi.

Gezegen oluşturan gaz disklerinin çoğu bu gibi yoğun UV radyasyonu döneminden geçtiği için bunun genelde karmaşık organik molekülleri yok etmesi beklenir. Dolayısıyla metil katyon keşfi bir sürpriz gibi görünebilir.

Ancak bilim insanları UV radyasyonunun esasen en başta CH3+ oluşumu için gerekli enerji kaynağını sağlıyor olabileceğini söylüyor.

Araştırmacılar, CH3+ oluştuktan sonra yaşamın yapıtaşları olan daha karmaşık organik molekülleri inşa edebilmek için gereken ilave kimyasal reaksiyonları tetikleyebileceğini belirtiyor.

Herhangi bir su belirtisi tespit edilememiş olsa da bilim insanları, d203-506’da bulunan moleküllerin tipik ön gezegen disklerinden epey farklı olduğunu ifade ediyor.

Toulouse’taki Fransız Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi’nden, çalışmanın baş yazarı Olivier Berné, “Bu, ultraviyole radyasyonun ön gezegen diskinin kimyasını tamamen değiştirebileceğini açıkça gösteriyor. Yaşamın kökeninin başlangıcındaki kimyasal dönemlerinde gerçekten de kritik bir rol oynayabilir” diyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

“Uzay Canavarlarına” Dair İlk Kanıt Bulundu

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST), “uzay canavarlarına” dair kanıt buldu. 

James Webb, bu kanıtı bulmadan sayıları milyonlara varan yıldızların sıkıca bir arada durduğu yıldız kümelerini gözlemledi. “Küresel kümeler” adı verilen bu yapılar içinde devasa yıldızların kimyasal izleri bulundu.

Uzay canavarlarıyla ilgili ilk ipuçlarını bulan araştırmacılar, keşiflerinin başka yerlerde geçerli olup olmadığını görmek için diğer galaksilerdeki küresel kümelere bakacak.

Güneş Sistemi’ne ve dolayısıyla Dünya’ya ev sahipliği yapan Samanyolu Galaksisi’nde yaklaşık 180 küresel kümenin mevcut olduğu biliniyor.

NASA’nın öncülüğünde işletilen James Webb Uzay Teleskobu, evrende Güneş kütlesinin 10 bin katına çıkan milyonlarca süper kütleli yıldız olabileceğine dair ilk kanıtı keşfetti.

Bu tür yıldızların evreni meydana getirdiği varsayılan Büyük Patlama’dan sadece 440 milyon yıl sonra doğduğu düşünülüyor. Bu yüzden bunların varlığını kanıtlamak, bilim insanlarının evrene dair öngörülerini doğrulayabilir ve yeni tahminler geliştirilmesini sağlayabilir.

İsviçre’deki Cenevre Üniversitesi’nden astronomi profesörü Corinne Charbonnel, “Bugün, James Webb Uzay Teleskobu tarafından toplanan veriler sayesinde, bu olağanüstü yıldızların varlığına dair ilk ipucunu bulduğumuza inanıyoruz” dedi.

James Webb, bu kanıtı bulmadan sayıları milyonlara varan yıldızların sıkıca bir arada durduğu yıldız kümelerini gözlemledi. “Küresel kümeler” adı verilen bu yapılar içinde devasa yıldızların kimyasal izleri bulundu.

Bilim insanları bu kümelerdeki bazı yıldızların, kabaca aynı zamanda (13,4 milyar yıl önce) aynı gaz ve toz bulutlarından oluştuğunu ama farklı element oranlarına (oksijen, nitrojen, sodyum ve alüminyum) sahip olduğunu belirtiyor.

Bu farklılığın en olası açıklaması da süper kütleli yıldızların varlığı. Zira bu yıldızların çok daha yüksek sıcaklıklara ulaşarak daha ağır elementler üretmesi bekleniyor.

Ancak bu tür yıldızların var olduğunu kanıtlamak son derece zor. Çünkü daha büyük, daha parlak ve daha sıcak yıldızlar en hızlı şekilde yok oluyor.

Hakemli bilimsel dergi Astronomy and Astrophysics’te yayımlanan yeni araştırmanın ortak yazarı Prof. Mark Gieles, “Küresel kümeler 10 ila 13 milyar yıl yaşındadır. Süper yıldızların maksimum ömrü ise 2 milyon yıl” diye konuştu:

Bu nedenle söz konusu yıldızlar, bugün James Webb gibi güçlü teleskopların gözlemleyebildiği küresel kümelerden kayboldu. Geriye yalnızca dolaylı izleri kaldı.

James Webb, bu yıldızların varlığını kanıtlama amacıyla Dünya’dan 13,3 milyar ışıkyılı uzaklıktaki GN-z11’de yer alan küresel kümelerden gelen ışığı yakaladı.

İncelemeler, kümelerdeki yıldızların yüksek düzeyde azotla çevrili olduklarını ortaya koydu.

Charbonnel, “Azotun yüksek düzeyde var olması, yalnızca hidrojenin sadece süper kütleli yıldızların çekirdeğinin ulaşabileceği aşırı yüksek sıcaklıklarda yanmasıyla açıklanabilir” ifadelerini kullandı.

Uzay canavarlarıyla ilgili ilk ipuçlarını bulan araştırmacılar, keşiflerinin başka yerlerde geçerli olup olmadığını görmek için diğer galaksilerdeki küresel kümelere bakacak.

Güneş Sistemi’ne ve dolayısıyla Dünya’ya ev sahipliği yapan Samanyolu Galaksisi’nde yaklaşık 180 küresel kümenin mevcut olduğu biliniyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

James Webb, Var Olmaması Gereken Galaksiler Bulup Duruyor

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST), var olmaması gereken galaksiler bulup duruyor.

James Webb Uzay Teleskobu ise 13,5 milyar yıl öncesini, yani evrenin yeni oluştuğu zamanı gözlemleyebilecek kadar güçlü bir cihaz.

James Webb Uzay Teleskobu, kızılötesinde rahatça gözlem yapabilmek için gereken tüm kriterleri karşılıyor.

Bir bilim insanı, James Webb Uzay Teleskobu’nun (JWST) var olmaması gereken galaksiler bulup durduğu uyarısı yaptı.

Araştırmacılar, NASA’nın çığır açan teleskobunun şimdiye kadar gördüğü en eski ve en büyük galaksilerden 6’sının, evrende bulundukları yer göz önüne alındığında gerektiğinden daha büyük ve daha olgun göründüğü uyarısında bulunuyor.

Yeni bulgular, bu galaksilerin evrenin başlangıcından gelen Samanyolumuz kadar olgun olduğunu bildirdiği önceki bilimsel araştırmaların üzerine ekleme yaparak ilerleme sağladı.

An itibarıyla yeni bir makale, nasıl oluştuklarını daha iyi anlamak için galaksileri “stres testine” tabi tutarak bu bulguları doğrulamış görünüyor.

Bu çalışma, bilim insanları bir hata yapmadıysa, evren hakkındaki bazı temel bilgileri kaçırıyor olabileceğimize işaret ediyor.

Sıradışı galaksileri inceleyen yeni makalenin yazarı, Austin’deki Texas Üniversitesi’nden Mike Boylan-Kolchin “Eğer bu kütleler doğruysa, demek ki keşfedilmemiş bir bölgedeyiz” diyor.

Galaksi oluşumu hakkında çok yeni bir şeye ya da kozmolojide bir değişikliğe ihtiyaç duyacağız. En uç olasılıklardan biri, evrenin Büyük Patlama’dan kısa süre sonra tahmin ettiğimizden daha hızlı genişlemesi ki bu da yeni kuvvetler ve parçacıklar olduğu anlamına gelebilir.

Profesör Boylan-Kolchin’in “Stress testing ΛCDM with high-redshift galaxy candidates” (Yüksek derecede kırmızıya kayma gerçekleşen galaksi adaylarıyla ΛCDM’ye stres testi yapma) başlıklı makalesi bu hafta Nature Astronomy’de yayımlandı.

Bu makale, JWST’den gelen bilgilerin bilim insanlarının karşısına derin bir ikilem koyduğunu öne sürüyor. Veriler, onlarca yıldır kozmolojiye yön veren karanlık enerji ve soğuk karanlık madde paradigmasında, yani ΛCDM’de bazı yanlışlıklar olabileceğine işaret ediyor.

Genellikle galaksiler gazlarının yaklaşık yüzde 10’unu yıldızlara dönüştürür. Fakat yeni keşfedilen galaksiler gazın neredeyse tamamını yıldızlara dönüştürüyor olmalı.

Bu teorik açıdan mümkün. Ancak bilim insanlarının şimdiye kadar beklediğinden farklı bir şey.

Galaksilerin daha fazla gözlemlenmesi, yaşlarını ve kütlelerini daha çok açıklığa kavuşturacaktır. Bu, gözlemlerin yanlış olduğunu; merkezlerindeki süper kütleli kara delikler galaksiyi ısıttığı için olduklarından daha büyük göründüklerini ya da aslında sanıldıklarından daha geç bir dönemden geldiklerini ama görüntüleme sorunları nedeniyle daha yaşlı göründüklerini ortaya koyabilir.

Ancak bu gözlemler doğrulanırsa, gökbilimciler kozmosa ve galaksilerin nasıl büyüdüğüne dair anlayışlarını değiştirerek alışılmadık derecede büyük ve olgun galaksileri hesaba katacak şekilde modellerini ayarlamak zorunda kalabilir.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

James Webb, Buz Devinin Çarpıcı Görüntüsünü Yakaladı

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST), Uranüs ve gezegenin halkalarının çarpıcı görüntüsünü yakaladı.

Haber Merkezi / NASA tarafından paylaşılan görselde gezegenin halkaları ve parlak özellikleri net bir şekilde görülebiliyor. Uranüs, kimyasal yapısı nedeniyle buz devi olarak anılmaktadır.

Çoğunlukla hidrojen ve helyumdan oluşan Satürn’ün yoğun bir atmosferi vardır ve Jüpiter gibi bir gaz devidir.

Satürn, aralarında boşluklar olan 7 halkaya sahiptir. Gezegenin halkaları, büyük ve güçlü yerçekimi tarafından parçalanmış olan asteroid, kuyruklu yıldız ve aylardan oluşmaktadır.

Satürn’de 1 gün, 10.7 saat sürer ve 1 Satürn yılı, 29 Dünya yılına eşittir. Satürn dünya ile kıyaslandığında, günler daha kısa yıllar ise daha uzun sürmektedir.

Toplamda 82 adet uyduya sahip olan Satürn’ün, 53 uydusu onaylanmışken 29 uydusu onaylanmayı ve isimlendirilmeyi beklemektedir.

Satürn güneşten yaklaşık 1.4 milyar kilometre kadar uzaktadır ve gezegenin rengi kahverengidir.

Satürn teleskop olmadan da görülebildiği için antik zamanlardan beri bilinir. Gelişen teknoloji ile birlikte zaman içinde 4 robotik uzay aracı Satürn’ü ziyaret etmiştir. Bunlar; Pioneer 11, Cassini, Voyager 1 ve 2 uzay araçlarıdır.

Teleskobun kızılötesi gözleri evrenin derinliklerine bakıyor

25 Aralık 2021’de ESA’nın Ariane 5 adlı kargo roketiyle fırlatılan teleskobun kaydettiği görüntüler, yıldızların ve galaksilerin evriminin daha iyi anlaşılmasını sağlayacak.

Gözlem aracının MIRI ve diğer kızılötesi kameraları, bir zaman makinesi görevi görüyor.

Güçlü teleskopları kullanarak çok uzaktaki gök cisimlerini inceleyen bilim insanları, ilgili gök cisminden gelen ışığın Dünya’ya ulaşma süresi uzadığı için “zamanda geriye bakma” imkanı yakalıyor.

James Webb Uzay Teleskobu ise 13,5 milyar yıl öncesini, yani evrenin yeni oluştuğu zamanı gözlemleyebilecek kadar güçlü bir cihaz.

Evrendeki en eski galaksiler, Büyük Patlama’ya o kadar yakın bir dönemde oluştu ki bunların ışığı Dünya yörüngesine ulaştığında son derece soluk oluyor.

Bu ışık evrende ilerlerken genişleyip dağılarak spektrumun kızılötesi ucuna doğru kayıyor. Gözlemlenebilmesi içinse son derece güçlü bir teleskop gerekiyor.

Hubble şimdiye dek geçmişe dair birçok gizemi aydınlatmayı başardı. Ancak gücü bu türden gözlemlere yetmiyordu. Ayrıca Hubble çoğunlukla ultraviyole ve görünür ışıkta gözlem yapmıştı.

Öte yandan James Webb Uzay Teleskobu, kızılötesinde rahatça gözlem yapabilmek için gereken tüm kriterleri karşılıyor.

Paylaşın

James Webb Uzay Teleskobu Cehennem Gibi Bir Gezegen Keşfetti

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST), ilk kez Güneş Sistemi’nin dışında bir toz fırtınası gözlemledi.

İlk olarak 2015’te Şili’deki Vista teleskobu tarafından tespit edilen VHS 1256 b adlı gezegendeki sıcaklık 815 derece ve atmosfer sıcak kum bulutlarından oluşuyor.

Fırtınanın Dünya’dan yaklaşık 40 ışıkyılı uzaklıktaki bir ötegezegende gözlemlendiği ifade edildi. Gezegenin kütlesi Güneş Sistemi’nin gaz devi olan Jüpiter’in 12 ila 18 katı. VHS 1256 b, bu yüzden “süper Jüpiter” diye adlandırılıyor.

Bu arada James Webb Teleskobu, gezegen atmosferinin silikat parçalarından oluştuğunu da belirledi. Silikat, insanların genellikle yapı bileşenleri olarak kullandığı, cam, çimento, tuğla gibi maddelerde yer alan bir çeşit tuz.

VHS 1256 b’nin atmosferindeki silikat parçacıklarının küçük tanecikler veya ince beneklerden oluştuğu bildirildi.

Araştırmacılar, bulutların içinde dönüş halinde olan silikat parçacıklarının belirli zamanlarda çok ağırlaştığını ve yağmur yağdırdığını tahmin ediyor.

Teleskobun gözlemleri ayrıca su, metan ve karbon monoksitin izlerini de ortaya çıkardı. Araştırmacılara göre bu, gezegende karbondioksit olduğuna dair kanıt niteliğinde.

Bulguları özetleyen bir makale, kısa süre içinde hakemli bilimsel dergi The Astrophysical Journal Letters’da yayımlanacak.

Makalenin yazarlarından, Kaliforniya Santa Cruz Üniversitesi’nden Andrew Skemer, James Webb Teleskobu’nun büyük bir başarıya imza attığını söylüyor:

Başka hiçbir teleskop, tek bir hedefte aynı anda bu kadar çok özelliği belirleyemedi.

Teleskobun kızılötesi gözleri evrenin derinliklerine bakıyor

25 Aralık 2021’de ESA’nın Ariane 5 adlı kargo roketiyle fırlatılan teleskobun kaydettiği görüntüler, yıldızların ve galaksilerin evriminin daha iyi anlaşılmasını sağlayacak.

Gözlem aracının MIRI ve diğer kızılötesi kameraları, bir zaman makinesi görevi görüyor.

Güçlü teleskopları kullanarak çok uzaktaki gök cisimlerini inceleyen bilim insanları, ilgili gök cisminden gelen ışığın Dünya’ya ulaşma süresi uzadığı için “zamanda geriye bakma” imkanı yakalıyor.

James Webb Uzay Teleskobu ise 13,5 milyar yıl öncesini, yani evrenin yeni oluştuğu zamanı gözlemleyebilecek kadar güçlü bir cihaz.

Evrendeki en eski galaksiler, Büyük Patlama’ya o kadar yakın bir dönemde oluştu ki bunların ışığı Dünya yörüngesine ulaştığında son derece soluk oluyor.

Bu ışık evrende ilerlerken genişleyip dağılarak spektrumun kızılötesi ucuna doğru kayıyor. Gözlemlenebilmesi içinse son derece güçlü bir teleskop gerekiyor.

Hubble şimdiye dek geçmişe dair birçok gizemi aydınlatmayı başardı. Ancak gücü bu türden gözlemlere yetmiyordu. Ayrıca Hubble çoğunlukla ultraviyole ve görünür ışıkta gözlem yapmıştı.

Öte yandan James Webb Uzay Teleskobu, kızılötesinde rahatça gözlem yapabilmek için gereken tüm kriterleri karşılıyor.

Paylaşın