HRW’den “6 Şubat Depremleri” Açıklaması: Yetkililerin Yargılanması Geciktiriliyor

11 ilde büyük yıkıma ve 53 binden fazla insanın ölmesine neden olan Kahramanmaraş merkezli “6 Şubat Depremleri”ne ilişkin açıklama yapan İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) ile Yurttaşlık Derneği, depremlerindeki ölümlerle ilgili yetkililer hakkında etkili adli işlem yapılmamasının çok endişe verici ve kabul edilemez olduğunu belirtti.

VOA Türkçe’nin aktardığına göre; Açıklamada, “53 binden fazla insanın ölümüne yol açan kusurlu binalara yetkililerin ruhsat ve onay verildiğini gösteren kanıtlar bulunmasına rağmen, atılan adımların çok yetersiz olduğu” kaydedildi.

Depremlerden en çok etkilenen bölgelerdeki cumhuriyet savcılıklarının talebiyle hazırlanan, İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün de gördüğü bilirkişi raporlarında, Kahramanmaraş’ta ve başka bölgelerde çöken binalardaki kusurlardan, müteahhitler ve inşaatçılarla birlikte belediye yetkililerinin de sorumlu tutulduğu belirtildi.

Açıklamada, Yurttaşlık Derneği’nin, Türkiye’de yürürlükte olan yasalar uyarınca haklarında adli soruşturma başlatılması için izin verilmiş kamu görevlilerinin sayısına ilişkin olarak ilgili devlet makamlarından bilgi talep ettiği ancak bir yanıt alınamadığı vurgulandı. Yurttaşlık Derneği’nin sadece üç kamu görevlisi hakkında soruşturma izni verildiğine dair bilgi sahibi olduğu kaydedildi.

İnsan Hakları İzleme Örgütü Avrupa ve Orta Asya Direktörü Hugh Williamson, “kusurlu inşaat projelerine imza atan belediye yetkililerine karşı açılan soruşturmaların güçlükle ilerlediğini görmek, depremden etkilenen bölgelerdeki vatandaşlar için üzüntü verici” dedi.

Williamson, “depremlerin üzerinden bir yılı aşkın süre geçmiş olmasına rağmen ilerleme kaydedilmemiş olması, mağdurlar için adaletin sağlanması konusunda, hükümetin kararlılığına duyulan güveni zedeliyor” şeklinde konuştu.

Açıklamada, soruşturma izni süreçlerine ilişkin ilgili makamlara yapılan başvurularda bilgi edinilemediği ya da sınırlı bilgi edinildiği belirtildi.

İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) ayrıca, depremlerden en çok etkilenen yerlerden Kahramanmaraş’ta , çökerek büyük can kayıplarına yol açan binalardan sorumlu müteahhitler ve teknik personel hakkında açılan soruşturma ve davaların seyrini inceleyen bir araştırma da yaptı.

“Yargılanmaya giden yolun açılmasına izin verilmeli”

HRW, Kahramanmaraş’ta çökerek içinde yaşayanların çoğunun ölümüne neden olan büyük apartmanlarla ilgili 14 bilirkişi raporu ile diğer illerdeki binalarla ilgili altı raporu daha inceledi. Kahramanmaraş Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından üniversitelerin inşaat mühendisliği bölümlerine hazırlatılan 14 rapordan biri hariç hepsinde, inşaatçıların yürürlükteki teknik standartlara uyma konusunda ciddi kusurları olduğu görüldü.

Belediye imar müdürlüğü yetkililerinin ise kusurlu projeler için inşaat ruhsatı verdikleri, söz konusu inşaatlar tamamlandıktan sonra da bunlara ilgili mevzuat kapsamında gerekli izinleri vererek binaların kusurlu ve güvensiz olduğunu görmezden geldiklerinin anlaşıldığı belirtildi.

İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Yurttaşlık Derneği’ne göre, kamu görevlileri hakkında soruşturma açılmaması, bu davaların görülmesini ciddi şekilde aksatıyor. Açıklamada, sorumlular hakkında cezai işlem yapılmamasının endişe verici ve kabul edilemez bir durum olduğu belirtilerek, şöyle denildi:

“Kamu görevlilerinin binaların güvenli olmasını sağlama sorumluluğundan yıllarca kaçmış olması yetmezmiş gibi, bunlar hakkında soruşturma başlatılmaması özel sektör müteahhitlerine karşı açılan davaların görülmesini de ciddi ölçüde aksatıyor.

Türkiye makamları, depremlerdeki ölüm riskini azaltmada yetersiz kalan ve depremlerde meydana gelen ölümlerin sorumluluğunu taşıyan tüm yetkililer hakkında adli soruşturma başlatarak bu kişilerin yargılanmasına giden yolun açılmasına izin vermelidir.”

Paylaşın

HRW’den Dikkat Çeken Rapor: Türkiye’de Hukukun Üstünlüğü Krizi Derinleşti

HRW, 2024 Dünya Raporu’nda, “Erdoğan’ın seçim zaferinin ardından yargıdaki güç mücadeleleri ve mahkemelerin kararlarını siyasi saiklerle vermeleri hız kazandı ki, bu da ülkede insan haklarının ve hukukun üstünlüğünün uğradığı erozyonun ne kadar derinleşmiş olduğunu gösteriyor” ifadelerine yer verdi.

Raporda insan hakları savunucusu Osman Kavala ile birlikte dört kişinin daha 2013’te İstanbul’daki Gezi Parkı gösterilerinde üstlendikleri rol nedeniyle aldıkları “mesnetsiz mahkumiyet kararlarının” Eylül ayında Yargıtay tarafından onandığına işaret edilerek, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını “hiçe sayan tavrının katmerlendiği” belirtiliyor.

Yargıtay’ın Gezi davası sanıklarından Can Atalay’ın Mayıs ayında yapılan seçimlerde milletvekili seçilmesi üzerine cezaevinden tahliye edilmesini engellediği belirtilirken, Yargitay’in Anayasa Mahkemesi’nin bu yönde verdiği kararı “hiçe saydığı” kaydediliyor.

İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) 2024 Dünya Raporu’nu yayınladı. HRW, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Mayıs ayında yeniden seçilmesinin ardından siyasi saiklerle alınan mahkeme kararlarının ve adalet sisteminde güç mücadeleleri yaşandığına dair ortaya çıkan emarelerin, ülkede hukukun üstünlüğü ilkesinin ortadan kalkması tehlikesini doğurduğunu belirtti.

DW Türkçe’nin aktardığına göre; HRW Avrupa ve Orta Asya Direktörü Hugh Williamson raporda, “Erdoğan’ın seçim zaferinin ardından yargıdaki güç mücadeleleri ve mahkemelerin kararlarını siyasi saiklerle vermeleri hız kazandı ki, bu da ülkede insan haklarının ve hukukun üstünlüğünün uğradığı erozyonun ne kadar derinleşmiş olduğunu gösteriyor” ifadelerini kullandı.

Hugh Williamson, “Türkiye’nin yüzüncü yılındaki insan hakları karnesinde, susturulmuş bir medya ve düzenli olarak hedef alınarak cezalandırılan siyasi muhalifler yer aldı,” şeklinde konuştu.

Raporda Türkiye’nin yüzüncü yılında, medyanın sansüre maruz kaldığına ve bağımsız haber kuruluşlarının keyfi para cezaları ve kovuşturmalarla mücadele ettiğine dikkat çekildi.

“Erdoğan hükümetinin medyanın büyük bir bölümünü kendi kontrolünde tutması, özellikle seçim yılında daha da önem kazandı” denilen raporda, hükümete yakın Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK), başta Halk TV olmak üzere hükümete eleştirel yaklaşan az sayıdaki televizyon kanalına düzenli olarak “keyfi” para cezaları kestiği belirtildi.

En az 43 gazeteci ve medya çalışanının gazetecilik faaliyetleri veya medya ile ilişkileri nedeniyle terör suçlarından tutuklu veya hükümlü olarak cezaevinde bulunduğu kaydedildi.

Raporda insan hakları savunucusu Osman Kavala ile birlikte dört kişinin daha 2013’te İstanbul’daki Gezi Parkı gösterilerinde üstlendikleri rol nedeniyle aldıkları “mesnetsiz mahkumiyet kararlarının” Eylül ayında Yargıtay tarafından onandığına işaret edilerek, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını “hiçe sayan tavrının katmerlendiği” belirtiliyor.

Yargıtay’ın Gezi davası sanıklarından Can Atalay’ın Mayıs ayında yapılan seçimlerde milletvekili seçilmesi üzerine cezaevinden tahliye edilmesini engellediği belirtilirken, Yargitay’in Anayasa Mahkemesi’nin bu yönde verdiği kararı “hiçe saydığı” kaydediliyor.

Raporda Türkiye’de 2023’te endişe yaratan diğer uygulamalar; medya üzerindeki kısıtlamalar, internet sansürü, gösteri yasakları ve gazeteciler, insan hakları savunucuları, siyasetçiler, sosyal medya kullanıcıları ve diğer kişilere yönelik cezai kovuşturmaların kötüye kullanılması olarak sıralanıyor.

“İşkence ve kötü muamele vakalarında artış görüldü”

HRW, Türkiye’nin güneydoğu illerinde 6 Şubat’ta meydana gelen depremlerin ardından polisin ve jandarmanın faili olduğu işkence ve kötü muamele vakalarında da artış görüldüğünü belirtiyor. Raporda 2016’dan bu yana polis ve jandarma gözetiminde ve cezaevinde işkence ve kötü muamelede bulunulduğuna ilişkin iddiaların titizlikle soruşturulmasına ve faillerin yargılanmasına nadiren şahit olunduğu kaydediliyor.

Raporda Türk hükümetinin, Mayıs ayındaki seçimler yaklaşırken lezbiyen, gey, biseksüel ve transseksüel bireylere karşı nefret söylemleri kullandığı, Kürt siyasetçileri siyasi saikli suçlamalarla cezaevinde tutmayı sürdürdüğü ve mülteci ve göçmenlerin sınır dışı edilme işlemlerini hızlandırdığı yer alıyor.

İnsan Hakları İzleme Örgütü, bu yıl 34’üncüsü yayımlanan 740 sayfalık Dünya Raporu 2024’te 100’den fazla ülkedeki insan hakları uygulamalarını inceliyor. Örgüt raporunda İsrail-Hamas savaşının yanı sıra Ukrayna, Myanmar, Etiyopya ve Afrika’nın Sahel bölgesinde çatışmaların yol açtığı “muazzam acılara” dikkat çekti.

Raporda, İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik saldırıları eleştirilerek “İsrail hükümeti Gazze’deki 2,3 milyon sivilin su ve elektriğini keserek yakıt, gıda ve insani yardımın girişini engelleyerek karşılık verdi. Bu bir savaş suçu olan toplu cezalandırmadır” denildi.

Raporda, “Hamas’ın işlediği savaş suçlarını kınayan hükümetlerin çoğu, İsrail hükümetinin işlediği suçlara yanıt vermekte ihtiyatlı davrandı” ifadeleri yer aldı.

HRW Genel Direktörü Tirana Hassan uluslararası insan hakları sisteminin devlet ve hükümet başkanlarının yaşanan ihlallere kayıtsız kalması nedeniyle tehdit altında olduğunu söyledi. Hassan, kafaların başka tarafa çevrildiği her ihlalde küresel insan hakları prensiplerinin bir bedel ödediğini söylerken “Bu bedel bazen insanların hayatı olabiliyor” dedi.

Örgüt, Çin’in Sincan bölgesinde ve Tibet’teki eylemleri konusunda sessiz kalındığını belirterek yaşanan çifte standartlar nedeniyle insan haklarının uygulanması konusunda güvenilirliğin zarar gördüğü uyarısında bulundu.

Raporda ayrıca Sudan’daki insan hakları durumuna verilen tepkilerin Ukrayna’dakinden farklı olduğu vurgulandı. Batılı hükümetlerin başlangıçta Sudan’da bir hesap verebilirlik mekanizması kurulması konusunda isteksiz davranmaları, Ukrayna için benzer bir yapıya ayırdıkları kaynakları ya da çabayı harcamak istemedikleri eleştirisi getirildi.

Paylaşın

HRW: Meta, Filistin Yanlısı İçeriklere Sansür Uyguluyor

İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), sosyal medya platformu Meta’nın Filistin yanlısı içeriklere sistematik sansür uyguladığını duyurdu. HRW, 60 ülkede binin üzerinde Meta sansürü vakasının belgelediğini açıkladı.

Sansürlenen içerikler arasında Filistin’i destekleyen barışçıl ifadeler ve Filistinlilerin insan hakları hakkında kamuya açık tartışmalar da yer aldı.

Onlarca vakada Filistinlilerin ölümleri ve çektikleri acıları belgeleyen ve haber değeri taşıyan gönderiler Meta tarafından kaldırıldı. Meta bu gönderileri kaldırmasını “şiddet içeren içerik, nefret söylemi, çıplaklık” gibi gerekçelerle açıkladı.

İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), sosyal medya devi Meta’nın Gazze’deki savaş boyunca Filistinlilerin seslerini sistematik olarak susturmaya yönelik sansür uyguladığına ilişkin bir rapor yayımladı.

Sol Haber’in aktardığına göre; raporda Facebook ve Instagram’ın sahibi olan Meta şirketinin Filistin yanlısı içerikleri, “hatalı içerik yönetimi politikaları, kötü uygulama ya da hükümet etkisiyle” ya yayından kaldırdığı ya da baskıladığı belirtildi.

HRW yetkilisi Deborah Brown rapora ilişkin yaptığı açıklamada, Meta’nın Filistin’i destekleyen içeriklere sansür uygulamasının, halihazırda Filistinlilerin sesini boğan zalimlik ve baskı ortamının daha da ağırlaşmasına yol açtığını belirtti.

Sosyal medyanın, insanların yaşadıklarına tanıklık etmeleri ve hak ihlallerine karşı seslerini yükseltmeleri için önemli bir platform olduğunu kaydeden Brown, Meta’nın uyguladığı sansürün Filistinlilerin çektiği acıların daha da görünmez kılınmasıyla sonuçlandığını ifade etti.

İnsan Hakları İzleme Örgütü 60 ülkede binin üzerinde Meta sansürü vakasını belgelediğini duyurdu. Sansürlenen içerikler arasında Filistin’i destekleyen barışçıl ifadeler ve Filistinlilerin insan hakları hakkında kamuya açık tartışmalar da yer aldı.

Onlarca vakada Filistinlilerin ölümleri ve çektikleri acıları belgeleyen ve haber değeri taşıyan gönderiler Meta tarafından kaldırıldı. Meta bu gönderileri kaldırmasını “şiddet içeren içerik, nefret söylemi, çıplaklık” gibi gerekçelerle açıkladı.

Filistin’i destekleyen yüzlerce içerikse Meta tarafından “tehlikeli örgütler ve kişiler” politikası gerekçesiyle baskılandı ya da kaldırıldı. Raporda, Meta’nın bu politikasını, “İsrail ve Filistinli silahlı gruplar arasındaki çatışmalara ilişkin meşru ifadeleri geniş ölçüde kısıtlamak için” kötüye kullandığı ifade edildi.

Başka bir dizi vakada da Meta, Filistinlilere destek veren kullanıcıların hesaplarını ya sildi, ya askıya aldı, ya da onlara haber vermeksizin gönderilerinin görünülürlüğünü kısıtladı veya gizledi.

Paylaşın

İnsan Hakları İzleme Örgütü’nden Batı’ya İkiyüzlülük Suçlaması

Hamas’ın askeri kanadı Kassam Tugaylarının başlattığı Filistin – İsrail savaşının 14. gününde, İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), ABD ve müttefiklerini İsrail’in Gazze’deki eylemlerini eleştirmemekle suçladı.

DW Türkçe’nin aktardığına göre; New York merkezli HRW’nin program direktör yardımcısı Tom Porteous, Washington ve birkaç istisna hariç Avrupa başkentlerinin İsrail’in 7 Ekim’den sonra Gazze’de gerçekleştirdiği eylemlere karşı sessiz kaldığını belirtti.

Porteous, “Nerede Gazze’ye 16 yıldır uygulanan ve savaş suçu niteliğindeki toplu cezalandırmaya varan ablukanın acımasızca sertleştirilmesine yönelik açık bir kınama?” diye sordu. HRW yetkilisi, “Bırakın hesap verme çağrısını, İsrail’in Gazze’ye saldırılarında uluslararası normlara saygı göstermesine yönelik açık ve dolambaçsız bir çağrı dahi yok” diye ekledi.

Porteous, sivillerin korunmasına yönelik uluslararası insani hukukun gereklerinin herkese uygulanmak üzere belirlendiğini hatırlattı. Porteous, İsrailli liderleri de “bu yoğun nüfuslu bölgedeki mahalleleri enkaza çeviren bombardımanı yoğunlaştırma talimatı verirken bile Gazze’de sivil ve savaşçı arasındaki hayati önemi bulandırmaya çalışmakla” suçladı.

Yaşananları Batı’nın Rusya’nın Ukrayna’yı işgali karşısındaki tutumuyla da karşılaştıran Porteous, “Batılı devletlerin ikiyüzlülüğü ve çifte standardı açıkça ortada” dedi.

HRW yetkilisi, bu durumun insan hakları gruplarının ve bazı devletlerin “dünyanın dört bir yanında çatışmaların ortasında kalan sivillerin korunmasına yönelik normları standardize etmek ve güçlendirmek” için yıllardır itinayla sürdürdüğü çalışmalara da zarar verdiğini belirtti.

İsrail, AB ve ABD’nin terör örgütleri listesindeki Hamas’ın 7 Ekim’de gerçekleştirdiği ve yüzlerce İsrailli’nin öldürülüp onlarcasının da rehin alındığı saldırıların ardından Gazze’yi havadan vurmaya başlamıştı. Gazze’ye su, gıda, elektrik ve yakıt tedarikine izin vermeyen ve bölgeye yönelik ablukayı tüm rehineler serbest bırakılana dek sürdüreceğini duyuran İsrail, olası bir kara harekâtı için hazırlıklarını da sürdürüyor.

Hamas’ın kontrolündeki Gazze Şeridi’ndeki Sağlık Bakanlığının verdiği bilgilere göre, İsrail saldırılarında şu ana kadar en az 3 bin 785 kişi hayatını kaybetti. İsrail ise Hamas saldırıları sonucunda bin 400’ü aşkın vatandaşının yaşamını yitirdiğini açıkladı.

Paylaşın

İsrail’den Savaş Suçu: Beyaz Fosfor Bombası Kullandı

Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin El-Kassam Tugayları’nın başlattığı Filistin – İsrail savaşında, Tel Aviv yönetiminin Gazze ve Lübnan’daki askeri operasyonlarda kullanımı yasak olan beyaz fosfor bombası kullandığı duyuruldu.

Beyaz fosfor bombası, savaş suçu kapsamına giren kimyasal bir silah. Beyaz fosfor olarak da anılan patlayıcı, infilak ettikten sonra yanarak havadan yere doğru iniyor. Dumanıyla perdeleme işlevi gören fosfor bombası, 155 milimetrelik top mermisi patladığında oksijenle temas kurarak ateş alıyor. Bu ateş, geniş bir alanı kaplıyor.

Yerde de patlamalar meydana geliyor. Fosfor bombasının çıkardığı dumana maruz kalanlar boğuluyor. Vücut, cilt altından içten dışa doğru yanıyor ve yanma durdurulamıyor. Beyaz fosfor yalnızca yakıcı değil, böbreği ve karaciğeri de etkiliyor. Organ yetmezliğine neden oluyor ve ölüme yol açıyor.

İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), İsrail’in Gazze ve Lübnan’daki askeri operasyonlarda kullanımı yasak olan beyaz fosfor bombası kullandığını duyurdu. Örgüt, sırasıyla 10 ve 11 Ekim 2023 tarihlerinde Lübnan ve Gazze’de çekilen, Gazze limanı ve İsrail-Lübnan sınırındaki iki kırsal bölge üzerinde topçu ateşiyle beyaz fosfor patlamalarını gösteren videoları doğruladı.

HRW açıklamasında, “Dünyanın en yoğun nüfuslu bölgelerinden biri olan Gazze’de beyaz fosfor kullanımı sivillere yönelik riski artırmakta ve uluslararası insancıl hukukun sivilleri gereksiz yere riske atma yasağını ihlal etmektedir” uyarısında bulundu.

Konuyla ilgili açıklama yapan HRW Ortadoğu ve Kuzey Afrika Direktörü Lama Fakih, “Beyaz fosforun sivillerin yaşadığı kalabalık bölgelerde kullanıldığı her durumda, dayanılmaz yanıklara ve ömür boyu sürecek acılara yol açma riski yüksektir. Beyaz fosfor, evleri yakabileceği ve sivillere korkunç zararlar verebileceği kalabalık kentsel alanlarda havadan patlatıldığında hukuka aykırı bir şekilde ayrım gözetmez” dedi.

Örgüt, videoyu inceleyerek Gazze’nin limanında çekildiğini doğruladı ve saldırıda kullanılan mühimmatın hava patlamalı 155 mm beyaz fosforlu top mermileri olduğunu tespit etti. HRW, yoğun beyaz duman ve sarımsak kokusunun beyaz fosforun özelliklerinden olduğunu da belirtti.

HRW, ayrıca 10 Ekim’de İsrail-Lübnan sınırına yakın iki yerden çekilmiş iki videoyu da inceledi. Her ikisinde de 155 mm’lik beyaz fosforlu top mermilerinin duman perdesi, işaretleme veya sinyalizasyon amacıyla kullanıldığı görülüyor.

Örgüt, Gazze’de nüfusun yoğun olduğu bölgelerde beyaz fosfor kullanılmasının, uluslararası insancıl hukukun sivillerin yaralanmasını ve hayatını kaybetmesini önlemek için mümkün olan tüm tedbirleri alma şartını ihlal ettiğini söyledi.

İsrailli yetkililer, beyaz fosfor kullanıp kullanmadıkları konusunda yorum yapmadı.

İsrail daha önce de kullanmıştı

İsrail ordusunun 2009 yılı da dahil olmak üzere Gazze’deki önceki çatışmalarda da beyaz fosfor bombası kullandığını hatırlatan HRW, “İsrail, hava patlamalı beyaz fosfor mühimmatlarının nüfusun yoğun olduğu bölgelerde istisnasız tüm kullanımını yasaklamalıdır” çağrısını yaptı.

Filistin 5 Ocak 2015’te, Lübnan ise 5 Nisan 2017’de Protokol III’e katılırken İsrail henüz onaylamadı.

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

HRW’den Dikkat Çeken IMF Raporu: Kemer Sıkma Önlemleri İnsan Haklarını Baltalıyor

İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), dikkat çeken bir rapora imza attı. HRW’nin raporuna göre, Uluslararası Para Fonu (IMF) kredileriyle bağlantılı kemer sıkma önlemleri dünya genelinde insan haklarını aşındırıyor.

HRW’ye göre uluslararası finans kuruluşlarının, üye devletler kanalıyla da insan hakları yükümlülükleri bulunuyor. Bu nedenle Örgüt, IMF’nin kredi verirken, politikaların hayata geçirilmeden önce insan hakları üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesi gibi daha sıkı tedbirler uygulaması gerektiğini vurguluyor.

Euronews Türkçe’nin aktardığına göre; HRW, Mart 2020 ile Mart 2023 arasında Uluslararası Para Fonu (IMF) tarafından onaylanan 38 kredi programının, uygulandığı ülkelerde her sekiz kişiden birinin ekonomik, sosyal ve kültürel haklarını doğrudan etkileyerek eşitsizliğin artmasına yol açtığını belirtti.

Kemer sıkma önlemlerini şart koşan kredilerden yararlanan ülkelerde toplamda 1,1 milyar insan yaşıyor. HRW’ye göre IMF kredileri, ülkelerin sağlık ve eğitim gibi hayati hizmetlere yatırım yapmalarına yardımcı olmak için tasarlandı, ancak pratikte bunu imkansız kılan şartlarla birlikte veriliyorlar.

Bir IMF kredisinin temel koşullarından biri, vergi artışları ve kemer sıkma politikaları yoluyla kamu borçlarının azaltılması oluyor. IMF aynı zamanda ülkelerin bunu “sosyal harcamaları koruyarak” yapmaları konusunda ısrar ediyor ki bu da ülkelerin belirli sosyal programlara ve sosyal güvenlik ağlarına yaptıkları harcamaları ifade ediyor.

Kurum, ülkelerin sağlık, eğitim ve sosyal koruma programları gibi sosyal harcamalara ayırmaları gereken asgari miktarları belirleyerek sosyal harcama tabanları oluşturuyor. Ancak HRW, sosyal harcama tabanlarının kamu harcamalarındaki azalmanın olumsuz etkilerini dengeleme konusunda yeterince etkili olmadığını vurguladı.

HRW tarafından hazırlanan raporda Ürdün örneği özel olarak ele alınıyor. Ülke 2012’den bu yana IMS kredi programlarından yararlanırken, hem yoksulluk hem de borç hala yüksek düzeylerde.

Neden sadece teoride kalıyor?

HRW’ye göre IMF’nin kredi şartlarının pratikte işe yaramamasının en önemli nedenlerinden biri, IMF kredi programlarından önce var olan sorunların genellikle çok belirsiz bir şekilde değerlendirilmesi. Bu da krediden sonra ihtiyaç duyulan sosyal harcama artışının boyutunu bilmenin neredeyse imkansız olduğu anlamına geliyor ve temel insan haklarına erişimde bir kesintiye yol açıyor.

HRW’ye göre ikinci olarak, katsayılar genellikle hükümetlerin kamu harcamalarını azalttığında bireylerin kaybedeceklerini uygun şekilde telafi edemeyecek kadar geniş tanımlanıyor. HRW’de ekonomik adalet ve haklar konusunda kıdemli araştırmacısı olan Sarah Saadoun, Euronews’e Sri Lanka’da ev işçisi olarak haftanın yedi günü çalışarak günde 1 dolar kazanan bir kadının durumunu anlattı.

“Oradaki ekonomik krizin etkisi kadının kazancının yarı yarıya azalması anlamına geliyordu. Dahası, kamu harcamalarını azaltmak amacıyla hükümet elektrik sübvansiyonlarını kesti” diyen Saadoun “Bu kadın oğluyla birlikte annesinin yanına taşınmak zorunda kaldı, yani hayatta kalmak için tamamen akrabalarına ve işverenine bağımlı hale geldi,” ifadelerini kullandı.

Sri Lankalı ev işçisi, 1994 yılından bu yana ülkesinin sosyal koruma sisteminden yardım alıyordu, ancak söz konusu sistemi iyileştirmek amacıyla bu yardımlar kesildi. Yeni kurulan programa ise uygun olup olmadığını henüz öğrenemedi.

Kamu harcamalarındaki kesintilerin etkilerini hafifletmek için gereken kesin kriterlerin değerlendirilmesinin karmaşık olduğunu belirten Saadoun Sri Lankalı kadın örneğinin bu zorluğu ortaya koyduğunu, elektrik sübvansiyonlarının kesilmesinin birçok kişinin enerji için daha fazla harcama yapması gerektiği anlamına geldiğini vurguladı.

Normalde devletin bunu bir şekilde telafi etmesi gerekiyordu. Örneğin eğitime katkılar vererek oğlunun eğitimi için daha az ödeme yapmasını sağlamalı ya da sağlık hizmetlerinin maliyetini düşürerek bu alandaki maliyetleri düşürmeliydi. Ancak bu durum 1,1 milyar insana yayıldığında, kamu harcamalarındaki kesintilerin etkisinin ve her bir birey üzerindeki sonuçlarının nasıl hafifletileceğinin değerlendirilmesi neredeyse imkansız hale geliyor.

Paylaşın

Suudi Arabistan, Yüzlerce Göçmen Ve Sığınmacıyı Öldürdü

İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), Suudi Arabistan’ın yüzlerce göçmen ve sığınmacıyı öldürdüğünü açıkladı. HRW, Riyad’a göçmen ve sığınmacılara karşı ölümcül güç kullanma politikasını “derhal ve acilen iptal etmesi” çağrısında bulundu.

HRW, Birleşmiş Milletleri (BM) iddia edilen cinayetleri soruşturmaya çağırdı. Geçen yıl BM uzmanları, 2022’nin ilk 4 ayında Suudi Arabistan’ın güneyinde ve Yemen’in kuzeyinde “Suudi Arabistan güvenlik güçleri tarafından sınır ötesi topçu bombardımanı ve hafif silah ateşinin yaklaşık 430 göçmeni öldürdüğüne dair endişe verici iddialar olduğunu” bildirmişti.

İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) yayınladığı yeni bir raporda, Suudi sınır muhafızlarının Yemen sınırından geçmeye çalışan göçmenleri vurduğunu ve yüzlercesinin geçen yıldan bu yana hayatını kaybettiğini bildirdi.

HRW araştırmacısı Nadia Hardman yaptığı açıklamada, “Suudi yetkililer bu uzak sınır bölgesinde dünyanın geri kalanının gözleri önünde yüzlerce göçmen ve sığınmacıyı öldürüyor” dedi.

Hardman ayrıca, “Suudi imajını iyileştirmek için profesyonel golf, futbol kulüpleri ve büyük eğlence etkinliklerini satın almak için milyarlar harcayarak, dikkatleri bu korkunç suçlardan saptırmamalıdır” dedi.

New York merkezli HRW, yaklaşık 10 yıldır Suudi Arabistan ve Yemen’deki Etiyopyalı göçmenlere yönelik ihlalleri belgelediğini, ancak son cinayetlerin “yaygın ve sistematik” göründüğünü ve insanlığa karşı suç anlamına gelebileceğini kaydetti.

Geçen yıl BM uzmanları, 2022’nin ilk 4 ayında Suudi Arabistan’ın güneyinde ve Yemen’in kuzeyinde “Suudi Arabistan güvenlik güçleri tarafından sınır ötesi topçu bombardımanı ve hafif silah ateşinin yaklaşık 430 göçmeni öldürdüğüne dair endişe verici iddialar olduğunu” bildirmişti.

Riyad’ın hemen yorum yapmadığı iddialar, Afrika Boynuzu’ndan Suudi Arabistan’a uzanan ve yüz binlerce Etiyopyalının yaşadığı ve çalıştığı tehlikeli “Doğu Rotası” boyunca ihlallerin önemli ölçüde arttığına işaret ediyor.

Suudi yetkililer AFP’nin rapora ilişkin yorum talebine yanıt vermezken, HRW raporunda Suudi içişleri ve savunma bakanlıklarına, insan hakları komisyonuna ve Yemen’in kuzeyini kontrol eden Huti isyancılarına gönderdiği mektuplara yanıt gelmediği belirtildi.

Suudi yetkililer 2015 yılında, Yemen’in başkenti Sana’yı bir önceki yıl uluslararası tanınırlığa sahip hükümetten ele geçiren Hutileri devirmek için bir koalisyonu harekete geçirmişti.

HRW tarafından açıklanan ihlallerin çoğunun, Nisan 2022’de yürürlüğe giren ve geçtiğimiz Ekim ayında resmen sona ermesine rağmen büyük ölçüde devam eden ateşkes sırasında meydana gelmiş olabileceğine işaret etti.

BM’ye cinayetleri soruşturma çağrısı

HRW raporunda, Yemen’den Suudi Arabistan’a geçmeye çalışan 38 Etiyopyalı göçmenle yapılan görüşmelerin yanı sıra uydu görüntüleri ve sosyal medyada yayınlanan “veya diğer kaynaklardan toplanan” video ve fotoğraflardan yararlanıldı.

Rapora göre görüşülen kişiler, havan topu mermileriyle yapılan saldırılar da dahil olmak üzere 28 “patlayıcı silah olayı” tanımladı. Raporda, hayatta kalan bazı kişilerin yakın mesafeden saldırıları anlattığı ve Suudi sınır muhafızlarının Etiyopyalılar’a “vücutlarının hangi uzuvlarından vurulmayı tercih edeceklerini” sorduğu belirtildi.

HRW, Riyad’a göçmen ve sığınmacılara karşı ölümcül güç kullanma politikasını “derhal ve acilen iptal etmesi” çağrısında bulundu ve BM’yi iddia edilen cinayetleri soruşturmaya çağırdı.

(Kaynak: VOA Türkçe)

Paylaşın

HRW Ve ARTICLE 19 Raporu: Hükümetin İnternet Kontrolü Seçimleri Tehdit Ediyor

14 Mayıs’ta yapılacak cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimlerine günler kala, İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) ve ARTICLE 19,  hükümetin internet üzerindeki kontrolünün seçimleri tehdit ettiğini ifade eden bir rapor yayınladı.

Popüler sosyal medya şirketlerinin politikalarının da mercek altına alınan raporda, Türkiye’de geçmiş seçimlerde sosyal medyanın, geleneksel medyanın ve ulusal seçim makamlarının bağımsız olmadığı bir ortamda oy kullanımına ilişkin usulsüzlük iddialarının dile getirilmesinde önemli bir rol oynadığına dikkat çekildi.

Buna karşılık hükümetin, Ekim 2022’de kabul edilen bir dizi yasal değişiklikle internet sansürüne yönelik araçlarını seçim öncesinde önemli ölçüde artırdığı belirtildi.

“Hükümet, seçim sırasında muhalif görüşlerin yayılmasını engellemek için sosyal medya platformlarını tehdit etmekten veya kısıtlamaktan kaçınmalıdır” denilen raporda “Sosyal medya platformları ve mesajlaşma servisleri, Türkiye’deki seçmenlerin demokratik bir seçime katılım hakkına saygı göstererek hükümet baskısına direnmeli ve kısıtlamalara karşı acil durum planlarını uygulamaya koyarak kâr etmek yerine insan haklarına öncelik vermelidirler” ifadelerine yer verildi.

Sosyal medya şirketlerinin tutumu

Raporda sosyal medya şirketlerinin “Birleşmiş Milletler İş Dünyası ve İnsan Hakları Rehber İlkeleri uyarınca faaliyetlerini demokratik seçimlere katılma hakkını zedelemeye katkıda bulunan yönlerini ele almak da dahil olmak üzere, insan haklarına saygı gösterme ve ihlalleri giderme yükümlülüklerine” sahip olduğuna dikkat çekildi.

Sosyal medya şirketlerinden sadee Meta ve TikTok Türkiye’deki seçimlerle ilgili yaklaşımlarını açıkladığı, Twitter ve YouTube’un seçimlerle ilgili genel politikalarının bulunmadığı, Telegram’ın dezenformasyon veya seçimle ilgili erişime açık bir politikası olmadığı kaydedildi.

ARTICLE 19 ve İnsan Hakları İzleme Örgütü, 1 Mayıs’ta Meta, Telegram, TikTok, Twitter ve YouTube’a mektup yazarak Türkiye’deki seçimler bağlamında insan haklarını korumak için ayırdıkları kaynakları sordu.  Meta ve TikTok, Türkiye’nin seçimlerine yönelik özel çabalarıyla ilgili haber duyurularına ilişkin bağlantıları iletti.

TikTok, haber duyurusuna ilişkin daha ayrıntılı açıklama yaparak Türkiye’deki seçimlerle ilgili hazırlıklarının Ağustos 2022’de başladığını, içerikleri denetlemek ve politikalarını ihlal eden yerel söylemleri tespit etmek için anadili Türkçe, Kürtçe ve Arapça olan kişilerle çalıştığını belirtti. İnsan Hakları İzleme Örgütü ve ARTICLE 19, diğer şirketlerin hiçbirinden ayrıntılı sorularına dair yanıt alamadı.

Şirketlerin hiçbirinin Türkiye’deki seçimler için ayırdıkları kaynaklar konusunda tam anlamıyla şeffaf olamadığını ifade eden İnsan Hakları İzleme Örgütü “Şirketlerin çoğu, platformlarının ve hizmetlerinin seçim sonuçlarıyla ilgili hatalı bilgilerin yayılmasına katkıda bulunmamalarını ve sürecin bütünlüğüne zarar vermemelerini sağlamak için birbiriyle çelişecek seçim zaferi ve seçim hilesi iddialarıyla nasıl başa çıkmayı planladıklarını açıklayamadı” dedi.

Twitter’ın devlete bağlı olduğunu değerlendirdiği hesapları etiketleme politikası olmasına rağmen Anadolu Ajansı’nı “devlete bağlı” olarak etiketlememesinin endişe verici olduğu kaydedildi.

ARTICLE 19 Avrupa Direktörü Sarah Clarke, “Sosyal medya şirketleri, bağımsız gözlemcilerin değerlendirmeleri de dahil olmak üzere, hükümetin olumsuz gördüğü içerikleri çıkarmaları konusunda yoğun bir baskıyla karşılaşabilir. Şirketlerin bu baskılara direnmeleri ve bu kritik seçim döneminde kendilerini hak ihlallerinin ortağı haline getirecek tedbirlere karşı koymak için ellerinden geleni yapmaları çok önemlidir” dedi.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

“Deprem Bölgesinde İşkence Ve Kötü Muamele Yapıldı” İddiaları

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 11 ilde büyük yıkıma neden olan Kahramanmaraş merkezli depremlerde can kaybının 50 bin 399’a yükseldiğini açıkladı. Soylu ayrıca, “Bin 120 kimliksiz var. Bunların birbiriyle eşleşecek olanlar var eşleşmeyecekler var. Adli tıp çalışıyor” dedi.

Öte yandan Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü, Türkiye’de kolluk görevlilerinin deprem bölgesinde işkence ve kötü muamelede bulunduğu iddialarına ilişkin ortak raporunu kamuoyu ile paylaştı.

DW Türkçe’den Elmas Topçu’nun aktardığına göre, iki insan hakları örgütünün tespitlerine göre yıkıma uğrayan bölgeyi denetlemek üzere gönderilen kolluk görevlileri, hırsızlık ve yağma olaylarına karıştıklarından şüphe edilen kişilere işkence veya kötü muamele yaptı. İşkenceye uğrayan bir kişinin de gözaltında hayatını kaybettiği belirtildi. Raporda bazı vakalarda ise kolluk güçlerinin suç işledikleri iddia edilen kişilere yönelik saldırıları önlemeye çalışmadığı da kayıtlara geçti.

Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü, sonuçlarını açıkladığı rapor için, bölgede görevlendirilen polis, jandarma ve askerlerin faili olduğu iddia edilen 13 işkence ve kötü muamele vakasına ilişkin 34 kişiyle görüşmeler yaptı. Her iki örgüt ayrıca kimi vakalarda mevcut video görüntülerin de incelendiğini, araştırmacıların, güvenlik güçleri tarafından işkence edilen başka kişiler hakkındaki tanıklıkları da dinleyip fiziksel şiddet içeren videoları değerlendirdigini, ancak bu olayları tümüyle doğrulayamadığını vurguladı. Görüşülenler arasında işkence ve kötü muameleye maruz bırakılan 12 kişi ile jandarmaların başlarına silah dayayarak tehdit ettiği iki kişi, tanıklar ve avukatlar olduğunu belirtildi.

Belgelenen dört vakada da yardım çalışmalarında yer alan sivillerin de şiddet olaylarına katıldığı, ancak rapor hazırlanırken bunlardan çok kamu görevlilerinin sorumlu olduğu işkence vakalarına odaklanıldığı kaydedildi.

Üç vaka dışında tüm işkence ve kötü muamele olaylarının Hatay’ın Antakya ilçesinde meydana geldiği, dört vakada da mağdurların Suriyeli sığınmacılar olduğu saptandığı belirtildi. Sığınmacılara yönelik saldırılarda yabancı düşmanlığı temelli ek saiklerin belirleyici rol oynadığı da tespit edildi.

Yağma ve hırsızlık iddiaları

Raporu hazırlayan hak kuruluşları, söz konusu olaylar, büyük bir afet sırasında kolluk görevlilerini ciddi bir güvenlik sorunuyla karşı karşıya bırakmış olsa da uluslararası hukuk ve Türkiye’nin kendi mevzuatları gereği, koşullardan bağımsız olarak şüphelilere işkence ve kötü muamele yapılmasını engellemekle yükümlü olduğunu hatırlattı.

İnsan Hakları İzleme Örgütü Avrupa ve Orta Asya Direktörü Hugh Williamson, “Polis, jandarma ve askeri personellerin, suç işlediğinden şüphelendikleri kişileri uzun süreli fiziksel şiddete maruz bıraktığına, keyfi ve gayri resmi olarak alıkoyduğuna ilişkin güvenilir bildirimler, Türkiye’nin deprem bölgesindeki kolluk uygulamalarının şoke edici bir göstergesidir. Kolluk görevlileri, doğal afet kapsamında ilan edilen olağanüstü hali cezadan muaf şekilde işkence ve kötü muamele yapma ve hatta öldürme serbestliği gibi görüyor” eleştirisini getirdi.

Raporda yer alan bilgilere göre görüşülen mağdurlardan biri, bir jandarma görevlisinin kendisini tehdit ettiğini aktarırken “OHAL var, seni öldüreceğiz, seni öldürüp enkaz altına atacağız” dediğini anlattı. Görüşülen mağdurlardan Suriyeli bir erkek de yüzüne yumruk atan bir memuru şikayet ettiği üst rütbeli bir askerin kendisine “OHAL var burada. O sizi öldürse bile kimseye hesap vermek zorunda değil. Kimse ona bir şey diyemez” sözleriyle cevap verdiğini söyledi.

“Vakalar olgusal temelden yoksun iddialar”

Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü, yaptıkları araştırmanın sonuçlarını paylaşmak ve iddialara yönelik bilgi talep etmek üzere Türkiye İçişleri ve Adalet Bakanlığı’na başvurduklarını, aldıkları cevapta ise “Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin işkenceye sıfır tolerans gösterdiği ifadesinin ve yöneltilen suçlamaların da olgusal temelden yoksun belirsiz iddialar olduğu” değerlendirmesinin yer aldığını belirtti.

Rapor için görüşülen kişilerin çoğu, depremde yıkılan binalardaki arama-kurtarma çalışmalarına katıldıkları sırada ya da Antakya’nın çeşitli mahallelerinden geçerken polis, jandarma veya asker grupları tarafından alıkoyulduklarını ifade etti. İncelenen olayların çoğunda, mağdurlar hakkında resmi gözaltı işlemi yapılmadıysa da doğrudan fiziksel şiddete maruz bırakıldıkları saptandı. Kimi mağdurlar dizlerinin üzerine çökmeye veya yere yatmaya zorlandıklarını aktarırken bazıları da elleri kelepçelenmiş halde uzun süre tekme, tokat ve küfürlere maruz bırakıldığını anlattı.

“Evim yıkılmış, üzerine polis beni dövüyor”

Raporda anlatımlarına yer verilen mağdurlardan birinin, “Evim yıkılmış, çadırda kalıyoruz, üzerine polis beni dövüyor, kafama silah çekiyor ya. Sanki burası vahşi Batıymış gibi davrandılar” dediği görüldü. İşkence gördüğünü belirten 19 yaşındaki bir kişi de “Zaman algımı tümüyle yitirdim, olay bir saat, yarım saat ya da iki saat sürmüş gibi geldi. Önce üç kişiydiler, sonra daha büyük bir polis grubu geldi ve tekme yumruk dayağa katıldılar” diye başına gelenleri anlattı.

İncelenen 13 vakadan sadece altısında mağdurlar veya aileleri, gördükleri şiddetten ötürü şikayetçi oldu. Kendisine ve erkek kardeşine, jandarma tarafından alıkonuldukları sırada belirli aralıklarla, uzun süreli işkence yapıldığını ve erkek kardeşinin yere yığılarak gözaltında öldüğünü bildiren Sabri Güreşçi şikayetçi olanlardan biri.

Misillemeden korktular

Diğer yedi vakada mağdurlar, misillemeden korktukları ve adil bir sonuca ulaşamayacakları endişesiyle şikayette bulunmayacaklarını ifade etti. Bazıları ise aile üyeleri ve arkadaşlarının depremde ölmesinin ve hayatlarının bir anda alt üst olmasının, polis veya jandarma eliyle maruz kaldıkları fiziksel şiddeti gölgede bıraktığını anlattı.

Raporda, yaşadıkları mağduriyeti bildirme konusunda Suriyeli olanların bilhassa çekimser davrandığına da işaret edildi. Diğer ülkelerden gelen arama-kurtarma ekiplerinden birine çevirmenlik yapan Suriyeli bir kadın, “Jandarmaların çoğu Suriyelilere hırsız muamelesi yaptı ve onlara karşı çok saldırgan davrandılar. Suriyelilerin kurtarma ekipleriyle olmalarını kabul etmediler ve çok sinirliydiler” cümleleriyle karşı karşıya kaldıkları durumu ifade etti.

Kendi de enkaz altında kalan, Türkiye ve Suriye vatandaşı çok sayıda insanın kurtarılmasına yardım ederken jandarma ve kalabalığın şiddetine maruz kaldığını bildiren Suriyeli bir arama-kurtarma gönüllüsü de şikayetçi olmayacağını belirterek şöyle devam etti: “Dışarı çıkmaya korkuyorum çünkü arabamın fotoğrafları ve bizim dayak yediğimiz videolar sosyal medyada dolaşıyor. Tekrar saldırıya uğramaktan korkuyoruz. Hastaneye gidip darp raporu almadım, çünkü Suriyeli olduğum için yağmacı sanılmaktan korktum.”

Bir görgü tanığı da “İşçi ve yoksul görünen 20-25 yaşlarındaki üç kişi onları ‘yağmacılıkla’ suçlayan askerlerce dövüldü. Askerler bir yandan da etraftaki insanları lince kışkırtıyordu” dedi. Bir diğer tanık ise kıdemli bir askeri görevli olduğunu tahmin ettiği bir kişinin Antakya yakınlarındaki Samandağ ilçesinde insanlara, “Dövün, hakkını verin ama öldürmeyin. Bizi çağırın” dediğini duyduğunu söyledi.

Türkiye’ye kapsamlı soruşturma çağrısı

İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Uluslararası Af Örgütü”nün ortak açıklamasında, “Türkiye yetkilileri deprem bölgesinde, mağdurların suç teşkil eden eylemlerde bulunduklarından şüphelenip şüphelenmediklerine bakılmaksızın polis, jandarma ve askeri personelin insanlara işkence ve diğer türde kötü muamele yaptığına ilişkin tüm bildirimler hakkında eksiksiz ve tarafsız cezai ve idari soruşturmalar yürütmelidir” talebi de dile getirildi.

“Orası atalarımızın, geri döneceğiz”

“Ülkenin bugüne kadar karşılaştığı en ağır doğal afetin ortasında yetkisini suistimal eden kolluk görevlilerinin uyguladığı kontrolsüz şiddetle ilgili korkunç tanıklıklar ve görüntüler öylece örtbas edilemez” diyen Uluslararası Af Örgütü Avrupa Bölgesel Ofisi Direktörü Nils Muižnieks ayrıca “Mülteci olanlar da dahil tüm mağdurların, maruz bırakıldıkları şiddete karşılık adalet ve tazminat hakkı var. Yetkililer polis, jandarma ve diğer kolluk görevlilerinin yaptıkları tüm işkence ve diğer türde kötü muamele vakaları hakkında gecikmeksizin ceza soruşturmaları başlatmalı ve sorumluları adalet önüne çıkarmalıdır” diye konuştu.

Paylaşın

İnsan Hakları İzleme Örgütü: Türkiye’de Seçim Öncesi Baskı Arttı

2023 Dünya Raporu’nu ve bu bağlamda hazırladığı ülke bazlı raporlarını kamuoyuyla paylaşan İnsan Hakları İzleme Örgütü, Türkiye ile ilgili raporunda, “Erdoğan’ın otoriter hükümeti, 2023’te yapılacak seçimler öncesinde hükümeti eleştirenleri ve siyasi muhalifleri sistematik olarak hedef aldı ve medya ile yargıyı güçlü bir şekilde nüfuzu altında tuttu.” ifadelerine yer verdi.

İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) 2023 Dünya Raporu’nu ve bu bağlamda hazırladığı ülke bazlı raporları bugün kamuoyuyla paylaştı.

HRW, yaklaşık 100 ülkedeki hak ve özgürlüklerin durumunu ele alan 723 sayfalık raporun Türkiye bölümünde hükümetin 2023’te yapılacak seçimler öncesinde “sansür uygulama yetkilerini artırdığını ve mesnetsiz yargılamalar ve hapis cezaları ile muhalifleri hedef aldığını” belirtti.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na verilen siyaset yasağı ve hapis cezasının da hatırlatıldığı raporda, seçime giden süreçte yaşananlar özetle şu şekilde değerlendirildi:

“Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın otoriter hükümeti, 2023 yılının ilk yarısında yapılacak olan parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde hükümeti eleştirenleri ve siyasi muhalifleri sistematik olarak hedef aldı ve medya ile yargıyı güçlü bir şekilde nüfuzu altında tuttu.

Derinleşen ekonomik krizde, Ekim ayında resmi yıllık enflasyon oranının yüzde 85’e yükseldiği görüldü. Yine Ekim ayında, ‘yanıltıcı bilgi’ yaymayı suç haline getiren, sosyal medya şirketleri ve çevrimiçi haber siteleri üzerindeki kontrolü sıkılaştıran ve yetkililere bağımsız gazeteciliği sansürleme ve bilgi edinme hakkını kısıtlama konusunda daha fazla yetki veren bir yasa, hükümetin desteğiyle yürürlüğe girdi.”

“Hak ve hukuktan uzaklaşma ivme kazandı”

İnsan Hakları İzleme Örgütü Avrupa ve Orta Asya Direktörü Hugh Williamson ise Türkiye ile ilgili şu değerlendirmeleri paylaştı:

“Erdoğan hükümeti, medyayı susturmak ve barışçıl muhalefeti bastırmak için çevrimiçi platformlara yönelik sansür ve dezenformasyon yasaları geçirerek, insan haklarından ve hukukun üstünlüğünden uzaklaşmasına ivme kazandırdı.

Hükümet, siyasi muhalefete karşı son derece kötü niyetli manevralar gerçekleştirmiş, protesto gösterilerini yasaklamış ve insan hakları savunucuları ile muhalif olarak algılanan kişileri, siyasi etki altında çalışan mahkemeler aracılığıyla mahkum ettirmiş ve hapse attırmıştır.”

HRW’nin 2023 Dünya Raporu’nun Türkiye bölümünden öne çıkan gözlem ve değerlendirmeler özetle şu şekilde:

“Bu satırlar yazıldığı sırada, en az 65 gazeteci ve medya çalışanı, gazetecilik faaliyetleri veya basın ile ilişkileri nedeniyle terör suçlarından tutuklu veya hükümlü olarak cezaevinde bulunuyordu.

Çeşitli Kürt medya platformlarında çalışan 16 Kürt gazeteci, Haziran ayında Diyarbakır’da gözaltına alındıktan sonra çokça istismar edilen “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla tutuklandılar. Ekim ayında dokuz Kürt gazeteci daha gözaltına alınarak çeşitli şehirlerde tutuklandılar. Söz konusu gazeteciler, bu satırlar yazıldığı sırada hala tutuklu olarak hapiste bulunuyordu.

Kadın hakları

Türkiye’nin en yüksek idare mahkemesi olan Danıştay, Temmuz ayında, kadın hakları örgütleri ve muhalif siyasi partiler tarafından açılan çok sayıda davaya cevaben sözleşmeden Cumhurbaşkanlığı kararıyla çekilmenin hukuka uygun olduğuna dair tartışmalı bir karar verdi.

Türkiye’deki kadın cinayetlerinin sayısının yüksekliği, aile içi şiddet bildiriminde bulunan kadınlara etkili koruma sağlanmasında karşılaşılan güçlükleri yansıtıyor; İçişleri Bakanlığı’na göre, 2021 yılında öldürülen 307 kadından 38’i polis ve mahkemelerden koruma kararı almıştı.

Hak savunucuları

25 Nisan’da İstanbul’daki bir mahkeme, insan hakları savunucusu Osman Kavala’yı hükümeti devirmeye teşebbüs suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına, 7 sanığı da yardım ve yataklık iddiasıyla 18’er yıl hapis cezasına çarptırdı.

Bu satırlar yazıldığı sırada söz konusu sanıklardan altısı halen cezaevindeydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan dava boyunca Kavala aleyhinde defalarca kamuoyu önünde konuşmalar yaptı, nitekim bu dava Türkiye’deki mahkemeler üzerinde siyasi etkinin ne kadar güçlü olduğunu gösteren önemli bir örnek olma niteliği taşıyor.

Yetkililer, hak savunucularını taciz etmek ve toplanma haklarını ihlal etmek amacıyla terörizm ve hakaret suçlamalarını kullanmayı sürdürdüler.

Türkiye Tabipler Birliği Başkanı, hak savunucusu Şebnem Korur Fincancı bir televizyon yayınında, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin silahlı Kürdistan İşçi Partisi’ne (PKK) karşı kimyasal silah kullandığına ilişkin iddiaların soruşturulması gerektiğini söyledi, ve bu yorumları nedeniyle, terör propagandası yaptığı suçlamasıyla, Ankara’daki bir mahkeme tarafından Ekim ayında tutuklandı.

Gözaltında işkence ve kötü muamele

Son altı yılda polis gözetiminde ve cezaevinde işkence ve kötü muamele iddiaları etkili soruşturmalara veya faillerin kovuşturulmasına nadiren konu oldu.

Şiddetli dayak, zalimane, insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele, sığınmacılar ile göçmenler başta olmak üzere, yabancı uyruklu kişilerin sınır dışı işlemlerini beklerken idari gözetim altında tutuldukları geri gönderme merkezlerindeki aşırı kalabalık gibi kötü muamele haberleri düzenli olarak alınmaktadır.

Kürtlere ve muhaliflere yönelik baskılar

Türkiye’nin doğu ve güneydoğu bölgelerinin kırsal kesimlerinde ordu ile PKK arasındaki çatışmalar büyük ölçüde azalmış olsa da, Türkiye PKK’ye karşı askeri operasyonlarını, PKK üslerinin bulunduğu Irak’ın Kürdistan Bölgesi’nde ve giderek artan ölçüde Suriye’nin kuzeydoğusunda, Kürtlerin öncülük ettiği, ABD ve İngiltere destekli Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) karşı insansız hava aracı saldırıları da dahil olacak şekilde yoğunlaştırdı.

Suriye’nin kuzeydoğusunda, Türkiye işgali altındaki bölgelerde, Türkiye ve güdümündeki Suriyeli güçlersivillerin haklarını ihlal etmeyi ve özgürlüklerini kısıtlamayı, cezasızlık koşulları altında sürdürdüler.

İktidar koalisyonu, parlamentoda 56 sandalyesi bulunan muhalefetteki Halkların Demokratik Partisi’ni (HDP) kriminalize etme kampanyasını sürdürürken, çok sayıda eski HDP’li milletvekili ve belediye başkanı, şiddet içermeyen meşru siyasi faaliyetleri, konuşmaları ve sosyal medya paylaşımları nedeniyle terör suçlarından yargılandıkları davalarda aldıkları mahkumiyet kararları nedeniyle veya tutuklu olarak hapiste bulunuyorlar.

Mülteci, sığınmacı ve göçmenler

Muhalefetteki siyasi aktörler bir yandan Suriyelilerin savaştan zarar görmüş Suriye’ye geri “dönmesini savunarak mülteci karşıtı duyguları giderek daha fazla körüklerken, Cumhurbaşkanı Erdoğan da, bu çağrılara Suriyelileri Suriye’nin kuzeyinde Türk işgali altındaki bölgelere yerleştirme vaatlerinde bulundu.

Yüzlerce Suriyeli erkek ve bazı erkek çocuklar, genellikle gözetim altına alınarak ve gönüllü geri dönüş formlarını imzalamaya zorlanarak, hukuka aykırı bir şekilde kuzey Suriye’ye sınır dışı edildi.

Birçoğu Ağustos 2021’de Taliban’ın Afganistan’ı ele geçirmesinden sonra ülkeden kaçan Afganlar genellikle sığınma başvurularını kayıt altına aldıramadılar ve sınır dışı edildiler. Afganların Türkiye’nin İran sınırında geri itildiği de bildirildi.

Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği

Erdoğan hükümeti, 2023 yılında yapılacak cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinden önceki son yılda, LGBTİ+ karşıtı nefret söylemlerine cevaz vererek, toplumsal kutuplaşmayı körüklemeye giderek daha hazır olduğunu gösterdi.

İçişleri Bakanı en az beş kez, doğrudan LGBT karşıtı içerik taşıyan, kamuoyuna açık konuşmalar yaptı.

Haziran ayında İstanbul Onur Haftası etkinlikleri art arda sekizinci kez yasaklandı ve toplanma girişiminde bulunanlar polis tarafından gözaltına alındı. Polis tarafından yapılan gözaltıların sayısı daha önce görülmemiş yükseklikteydi: 372 kişi serbest bırakılmadan önce saatlerce gözaltında tutuldu.

Eylül ayında, devlet yayıncılık denetleme kurumu RTÜK, LGBT karşıtı bir platformun İstanbul’da gerçekleştirdiği etkinliğin tanıtımını yapmak için özel olarak hazırladıkları bir videosunu kamu spotu olarak yayınlanmasına izin verdi. Videoda, LGBT bireyler aile kurumuna zarar veren birer virüs olarak tarif ediliyordu.”

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın