Halkların Demokratik Partisi’nden Ezidi Soykırımı’nı Tanıma Çağrısı

Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) 3 Ağustos 2014 tarihinde yaptığı Ezidi Soykırımı’nı tanıma çağrısı yapan Halkların Demokratik Partisi (HDP), “Tüm toplumu bu soykırımın tanınması ve bir daha yaşanmaması için sorumluluk almaya çağırıyoruz” dedi.

Haber Merkezi / Şu ana dek Avrupa Birliği (AB), Avrupa Konseyi (AK) ve Birleşmiş Milletler’in (BM) yanı sıra ABD, İngiltere, Fransa, Kanada, Avustralya, İskoçya, İrlanda, Ermenistan, Portekiz, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg’un da aralarında olduğu çok sayıda ülke Ezidi Soykırımı’nı tanıdı.

Halkların Demokratik Partisi (HDP), Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) 3 Ağustos 2014 tarihinde yaptığı Ezidi Soykırımı’na ilişkin açıklama yaptı. Açıklamada şu ifadelere yer verildi.

“9 yıl önce katliamcı IŞİD tarafından dünyanın gözleri önünde Êzidî halkı soykırıma uğratıldı, kadınlar ve çocuklar köle pazarlarında satıldı. Katliamda yaşamını yitirenleri, halkını savunmak için toprağa düşenleri saygı ve minnetle anıyoruz. Tüm toplumu bu soykırımın tanınması ve bir daha yaşanmaması için sorumluluk almaya çağırıyoruz.”

Ezidi Soykırımı

Ezidi Soykırımı (Ezidi tarafından anılan ismiyle 73. Ferman), Irak ve Şam İslam Devleti’nin (IŞİD veya İslam Devleti olarak da adlandırılır) Irak’taki Ezidilere yönelik 3 Ağustos 2014 tarihinde gerçekleştirmiş olduğu katliamlar silsilesi. Birleşmiş Milletler tarafından soykırım olarak kabul edilmiştir.

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ndeki Ezidi kadınlar ve küçük yaştaki kızlar IŞİD mensupları tarafından cinsel köleliğe zorlandı, erkekler sürgün edildi ve binlercesi topluca infaz edildi. Başta Sincar’da olmak üzere toplamda yaklaşık 5 bin Ezidinin öldürüldüğü 10 bine yakının ise esir düştüğü ifade edilmektedir. Soykırım 2014 yılında Peşmerge’nin IŞİD saldırıları sonucunda geri çekilmesinden sonra başlamıştır.

IŞİD’in Ezidilere yönelik katliamı uluslararası toplumda geniş yer buldu ve tepki olarak ABD IŞİD’e yönelik hava saldırılarına başladı. Ek olarak ABD, İngiltere ve Avustralya, Sincar Dağları’na kaçmış olan Ezidilere uçaklarla acil yardımlar yaptı ve Ezidileri savunmaya giden silahlı güçlere silah desteği sağladı.

IŞİD’in Ezidi nüfusuna yönelik eylemleri yaklaşık 500.000 mülteciye ve binlerce kişinin ölümüne veya kaçırılmasına sebep oldu. Soykırımın etkileri özellikle Almanya’daki diğer Ezidi topluluklarını da etkiledi. Irak Kürdistan Bölgesel Hükümeti 2019 yılında 3 Ağustos gününü “Ezidi Soykırım Günü” ilan etti.

Paylaşın

HDP Ve YSP’den Yoğun Yaz Mesaisi

Yeşil Sol Parti’nin (YSP) tüzüğünde, isminde, eş genel başkanlarında ve yönetiminde değişiklikler getirecek kongre öncesinde HDP ve Yeşil Sol Parti seçmenine ve örgütlerinin görüşlerine başvurdu. Seçim sonuçlarına ve HDP’nin son dönem siyaset yapma biçimine dair eleştiriler not edildi, değişiklik önerileri alındı.

Türkiye genelinde 900’den fazla halk toplantısı ve 2 bine yakın aile, kurum, esnaf ziyareti gerçekleştirilirken tüm bu eleştiri ve önerilerin tartışıldığı atölyeler de başlatıldı.

Bundan sonraki süreçte halk toplantıları ve atölyelerin sonuçları ‘karar tasarıları’ olarak düzenlenecek ve kongre öncesi gerçekleşecek konferansa taşınacak. Konferans, bu tasarılara son şeklini vererek eylül ayında gerçekleşecek kongrenin onayına sunacak. Böylece halk toplantıları ve atölyelerden süzülen, konferansta son rötuşları yapılan öneriler kongrede onaylanmış olacak.

Seçimlere Yeşil Sol Parti çatısında giren Halkların Demokratik Partisi’nin önümüzdeki döneme ilişkin planlamaları ve yerel seçim stratejisi netleşmeye başladı. Gazete Duvar’dan Ceren Bayar’ın haberine göre, Ağustos ve eylül aylarında gerçekleşecek HDP ve Yeşil Sol Parti kongrelerinde köklü değişiklikler gerçekleşecek.

Kapatma davasının yarattığı riski göz önünde bulunduran HDP, ağustos ayında olağanüstü kongre düzenleyerek çalışmalarını, seçime çatısı altında girdiği Yeşil Sol Parti’ye devredecek. HDP’nin kurumsal kimliği ve tüzel kişiliği korunacak ancak tüm siyasi süreçler ve örgütlenme çalışmaları Yeşil Sol Parti çatısında devam edecek.

Ağustos ayında gerçekleşecek bu olağanüstü HDP kongresinden sonra, eylül ayında Yeşil Sol Parti’nin kongresi yapılacak. Eylülün son haftası yapılması planlanan kongrede Yeşil Sol Parti’nin ismi değişecek, tüzüğünde gerekli düzenlemeler yapılacak, eş genel başkanlar ve parti meclisi üyeleri seçilecek.

Yeşil Sol Parti’nin tüzüğünde, isminde, eş genel başkanlarında ve yönetiminde değişiklikler getirecek olan bu kongre öncesinde HDP ve Yeşil Sol Parti seçmenine ve örgütlerinin görüşlerine başvurdu. Seçim sonuçlarına ve HDP’nin son dönem siyaset yapma biçimine dair eleştiriler not edildi, değişiklik önerileri alındı. Türkiye genelinde 900’den fazla halk toplantısı ve 2 bine yakın aile, kurum, esnaf ziyareti gerçekleştirilirken tüm bu eleştiri ve önerilerin tartışıldığı atölyeler de başlatıldı.

Bundan sonraki süreçte halk toplantıları ve atölyelerin sonuçları ‘karar tasarıları’ olarak düzenlenecek ve kongre öncesi gerçekleşecek konferansa taşınacak. Konferans, bu tasarılara son şeklini vererek eylül ayında gerçekleşecek kongrenin onayına sunacak. Böylece halk toplantıları ve atölyelerden süzülen, konferansta son rötuşları yapılan öneriler kongrede onaylanmış olacak.

Partinin yeni ismi HDP veya HADEP’e benzesin

Kamuoyunun cevabını en çok merak ettiği sorulardan biri Yeşil Sol Parti’nin yeni isminin ne olacağı. Halk toplantılarında yüzlerce isim önerisi geldiği, cezaevlerinde bulunan HDP’li siyasetçilerden de isim önerisi alındığı biliniyor. Parti yetkililerine göre öne çıkan isimleri dile getirmek için çok erken ancak gelen önerilere bakılırsa “markalaşan” HDP ismine ve partinin siyasi geleneğini en çok çağrıştıran HADEP ismine yakın bir ismin tercih edilme olasılığı yüksek görünüyor.

Halk toplantılarında, kongrede seçilecek eş genel başkanlar için isim önerileri de alındı. Bu yöndeki tartışmaların sürdüğünü ifade eden parti yöneticileri, halk toplantılarında ortaya iki ayrı eşbaşkan profili çıktığını söyledi ve bu profilleri şöyle tarif etti:

“Birincisi yeni bir sayfa açacak, yeni bir hikaye yazacak, genç, güçlü umut vaat eden bir siyasetçi. İkincisi de partinin geleneklerini bilen, deneyimli bir siyasetçi. Eşbaşkan olarak seçilecek isimler de bu nitelikleri taşıyan iki isim olacak.”

Halk toplantılarında açığa çıkan sonuçları dikkate alan parti yöneticileri, bundan böyle yapılacak tüm seçimlerde adayların ön seçimle belirleneceğini söylüyor. Buna göre ön seçime ilişkin tüm aşamalar ve kurallar tüzükte ya da parti programında net bir şekilde yer alacak, kamuoyuna da deklare edilecek.

Yeşil Sol Parti kongresinde ihtiyaçlar ve halktan gelen talepler doğrultusunda parti tüzüğünde de değişiklikler yapılacak. Örneğin yedekleriyle birlikte 150 olan Parti Meclisi üye sayısı mobilizasyonu kolaylaştırmak, daha hızlı ve güçlü siyaset üretebilmek için 100’e indirilecek.

Parti tüzüğündeki bileşen yapısına dair ifadeler de netleşecek. Bileşenlerin partiye temsilci gönderme biçiminden parti ile kurulan hukuka kadar karşılıklı tüm ilişkilerin tüzükle net bir biçimde düzenlenmesi planlanıyor. Öte yandan parti içinde hiçbir bileşen yapıya dahil olmadan siyaset yapan ve tüzükte ‘birey’ olarak tanımlanan kişilerin, tüzükte yapılacak değişiklikle ‘partili’ olarak tanımlanması öngörülüyor.

Halk toplantılarından çıkan sonuçları genel merkezde yaptığı toplantılarda masaya yatıran HDP ve Yeşil Sol yöneticileri yaklaşan yerel seçimlere ilişkin stratejisini de netleştirmeye başladı. Güçlü oldukları kentlerde kendi adaylarını çıkarmak konusunda kararlı olan yöneticiler, büyükşehirler için olası ittifaklarda şeffaflığın esas olacağını ifade ediyor. Bundan sonraki seçimlerde bir parti ya da kişi desteklenecekse HDP’nin kendi çizgisini net bir şekilde ortaya koyacağını ifade eden parti yöneticileri, seçmenden aldıkları mesajın da bu yönde olduğunu kaydediyor.

“Büyükşehirler için ittifak ilişkisi geliştirmemiz söz konusu olursa, hangi güçlerle iletişim ve ittifak zemini oluşacaksa şeffaf, kamuoyunun önünde ve yazılı bir hukuk çerçevesinde, kuralları, koşulları belirgin olmalı” diyen parti yöneticileri, HDP seçmeninin “kötünün iyisini desteklemeyi, kerhen destek vermeyi” kabul etmediğini kaydediyor.

Paylaşın

HDP’li Turan: Yerel Seçimlerden Sonra IMF’siz IMF Reçetesi Gündeme Gelecek

Ekonomideki gelişmelere dair partisinin genel merkezinde basın toplantısı düzenleyen HDP’li Rıdvan Turan, “Bütçenin yüzde 55’i KDV ve ÖTV’den karşılanırken en yüksek gelir grubuna sahip olan insanları ödediği kurumlar vergisi yüzde 14 civarında. Kaldı ki 2023 bütçesinde 994 milyarın 800 milyarlık bir vergi olduğu düşünülürse bu vergi, sermayeden alınmayan vergiyi ifade ediyor” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Sermayeden vergi almayan devlet, onu da dolaylı biçimde ekmekten sudan ilaçtan vahşice takip etmeye devam ediyor. Bu sebeple orta vadede bir taraftan yerel seçimleri almaya dönük popülist politikalar yoğunlaşırken öte yandan da halkın yoksulluğunun çok fazla boyutlanacağı ve seçimlerden sonra IMF’siz bir IMF reçetesi gündeme gelecek.

Biz o sebeple bu vergideki adaletsizliğin ortadan kaldırılmasını savunuyoruz. Verginin yeni anlayışla toplanması ve en üst gelir diliminden daha fazla olmak üzere bir servet ve rant vergisinin mutlaka hayata geçirilmesinin temel öneme sahip olduğunu sürekli ifade ediyoruz. Enflasyonu düşürmeye ilişkin yaklaşımlar sınıfsal yaklaşımlardır ve bu yalnızca para ve maliye politikalarına devredilebilecek bir alan değildir.”

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Ekonomi ve Tarım Komisyonundan Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Rıdvan Turan, ekonomideki gelişmelere dair partisinin genel merkezin basın toplantısı düzenledi. Turan, şunları söyledi:

“Değerli basın emekçi arkadaşlar, hepinizi selamlıyorum. Ülkemizde son döneme ilişkin ekonomik duruma dair fikirlerimizi paylaşacağım. Ondan önce savaş ve rant politikalarının bir defa daha ormanlık alanları, doğal varlıklarımızı nasıl riske ettiğini, yok ettiğini gördük. Günlerden beri Cudi’de ormanlar yakılıyor ve milletvekillerimiz başta olmak üzere, Bakanlığı ve Orman Genel Müdürlüğünü arıyoruz; ancak bir türlü muhatap bulamıyoruz.

Vekillerimizin uzun süre aramalarından sonra bölgede orman yangınlarına ilişkin herhangi bir verinin kendilerine ulaşmadığını söylediler. Ama oradan aldığımız bilgiler, yangının orada sistematik bir biçimde sürdüğünü gösteriyor. Ayrıca, anız yakmak, kenevirleri yakmak gibi gerekçeler öne sürülüyor, ama çok net biliyoruz ki yangın ormanlık alanda yayılmış durumda.

Eskiden başka saiklere karşı Bakanlık  ve Orman Genel Müdürlüğü ormanları korurdu, şimdi halk, Orman Genel Müdürlüğüne, Bakanlığa  ve iktidara karşı ormanları koruyor. Özellikle iktidarın bu konudaki sorumluluğunu vurgulamak istiyoruz. İktidarın, sistematik bir biçimde rant ve savaş politikalarına terk etmiş olduğu ormanlık alanlarında azalma var. Deyim yerindeyse geleceğimizden sistematik bir biçimde çalmaya devam ediyor. Sosyal medyaya düşen kolluk güçlerinin yanan ormanları adeta bir film seti haline dönüştürmüş oldukları paylaşımlar konusunda mutlaka iktidarın ve Bakanlığın açıklama yapması gerekiyor, bu konuda yükümlülük sahibidirler.

Bir diğer taraftan Akbelen Ormanlara yönelik olarak sermayenin daha fazla karı artsın diye o bölgede son derece sınırlı olan yatakların, fosil enerji yataklarının açığa çıkartılması amacıyla başlatılan orman kıyımı da çok yoğun bir biçimde sürüyor. Şunu ifade etmek istiyorum; ormanları yakmanın asla ve asla gerekçesi olamaz. Ormanlar hepimizin ortak varlıklardır ve gelecek nesillere emanet ettiğimiz varlıklarımızdır.

Ama zamanında Zonguldak-Botan el ele anlayışı nasıl iktidarları gönderen bir anlayış haline gelmişse, mücadele birliğine vurgu yapılmışsa şimdi Akbelen Ormanı ile Cudi’de yakılan ormanların kardeşliğini haykırmanın ve kamuoyunu bu konuda duyarlı olmaya çağırmanın tam zamanıdır. Çünkü, kurtuluş tek başına olmayacak, ancak elbirliğiyle bu rejimden çıkabiliriz.

Değerli arkadaşlar; 2023 yılının yarısını geride bıraktık ve 2013 yılında AKP’nin 2023 hedefleri olarak, cumhuriyetin 100’üncü yıl gerekçesiyle öne sürmüş olduğu hedeflerine ne ölçüde yaklaştığının bir muhasebesini yapmak gerekiyor. Özellikle; devasa bir krizin eşiğine geldiğimiz devasa bütçe açıklarının verildiği, cari açıklarının sürekli krizler, sürekli rekorlar kırdığı günümüzde düne bakıp nereden nereye geldiğine bakmamız gerekiyor. AKP’nin iddiasına göre, 2023 gelindiğinde GSYİH’nin 2 trilyon doları geçmesi gerekiyordu.

Kişi başına milli gelirin 25 doların üzerine çıkacağı öngörülüyordu, ihracatın yıllık 500 milyar doları aşacağı ve işsizliğin yüzde 5’in ve altına çekilerek, işsizliğin kalıcı biçimde azaltacağı, enflasyonun da giderek düşürüleceği iddia ediliyordu. Bugün geldiğimiz noktada bu hedeflerin hiçbirinin tutmadığını görüyoruz. Tam tersine 2013’teki kişi başına düşen milli gelirin 11 bin dolarlar seviyesinde olduğu düşünülürse şu andaki gerileme çok açık olarak görülecektir. 10 bin 600 dolarlar seviyesinde bir 2013’ün altında bir milli gelire sahip olduğumuzu ifade etmek gerekiyor.

“2018’den sonraki süreçte adım adım yoksulluk arttı”

Bir taraftan döviz krizi, bir taraftan ramak kala devletin mali krizi, bir taraftan borç krizi gibi faktörler ekonominin temel yapısal problemi olarak gündemde duruyor. Biliyorsunuz bununla ilgili de iki gün önce resmi gazetede yayınlandı bir ek bütçe. Şimdi genel olarak bakıldığında bu 22 yıllık zaman dilimi içerisinde AKP politikaları sürekli yoksuldan alıp zengine veren  bir istikamet ikame etti.

Yani politikalarının kendilerince iyi gittiği dönemde de en alttakiler daha fazla yoksullaştı, kötü gittiği dönemde de daha fazla yoksullaştı. Özellikle 2018’den sonraki süreçte faizleri sistematik olarak -dünyadakinin tam tersine- düşürme çabasıyla, Recep Tayyip Erdoğan’ın “faiz sebep enflasyon sonuçtur” mottosuna uygun bir ekonomi programının takip edilmesiyle birlikte adım adım enflasyonun arttığını, dövizin fiyatlandığını, yoksulluğun, işsizliğin arttığını hep beraber görmüş durumdayız.

Deyim yerindeyse uluslararası alanda daha fazla likidite sağlamak için bir viraj alma çabasındalar. Çünkü kapatılması gereken, gönderilmesi gereken devasa ihtiyaçlar var. Şimdi gelinen noktada buradan bir viraj almak için, uluslararası alana daha sevimli görünmek için ekonominin ve Merkez Bankasının başı değiştirilmiş oldu.

Ancak buna rağmen bu değişikliğin yapıldığı dünden bugüne kadar herhangi bir olumlu gelişmenin olmadığını, söz konusu edilen gelişmelerin de yoksulların yaşam standardını da asla artırmadığını görmüş oldu. Ek bütçe 27 Temmuz’da resmi gazetede yayınlandı ve ek bütçe ile beraber 1 trilyon 119 milyar liralık bir bütçe ihdas edilmiş oldu. Sorulması gereken temel soru şu; iki sene üst üste ek bütçenin yapıldığı bir ekonomi nasıl bir ekonomidir?

Biz nasıl bir ekonomi olduğunu biliyoruz. Bu ekonomi, kamu maliyesi krizine adım adım yaklaşmakta olan bir ekonomidir. Kaldı ki bu ek bütçede çok önemli bir takım kalemlerin olmadığını biliyoruz. Mesela memur maaş zamlarından doğan ihtiyaç orada yok. EYT, GSS, KKM gibi ihtiyaçlar orada belirtilmemiş durumda. 2023 bütçe açığının 660 milyar olduğu düşünülürse, bu kalemler dahil edildiğinde 2 trilyonluk bir açıktan söz edebiliriz. Ama iktidar her yerde yaptığı yalancılığı ve aldatmacayı burada da yaparak ek bütçeyi düşük tutma çabasında.

Çünkü Mastrik Kriterleri gereğince belli bir kriterin içinde bunu tutması gerekiyor ki uluslararası alanda likidite bulabilsin. Bu ek bütçede, cumhurbaşkanının torba kanunla yüzde 5 civarında bir artış yapması yasal olarak söz konusuydu ama torba kanunla bu 3 katına çıkarıldı. Günün sonunda olacak olan şu, enflasyon bu bütçe açığı dolayısıyla çok daha fazla artacak, buna bağlı olarak yoksulluğun ve işsizliğin daha fazla arttığı bir yaşam maliyeti krizinin gündeme geleceği bir süreçle karşı karşıya kalacağız ne yazık ki.

10 yıllık zaman dilimi içerisinde iktidar, hemen hemen hiçbir talebine -tutturma demiyorum- yaklaşamamıştır. Bu bütçe, esasen deprem giderleri saikiyle yapılmıştı.Gerekçe öyleydi, ama giderlere bakıldığında 500 milyarlık bir miktar deprem için öngörülmüşken kalan 600 milyar civarında paranın nereye harcandığı belli değildi. Para, bakanlıklar arasında bölüştürülmüş durumda. Bu kalemlerin içerisinden yerel seçimlere yönelik olarak bir kaynak transferinin yapılacağı, devletin militarist kulvarı daha da güçlendireceği, savaş harcamalarının daha fazla artırılacağı, TOMA ve copun daha fazla yapılacağını öngörmek için kahin olmaya gerek yok.

Bütün bu süreç akıp giderken iki gün önce Merkez Bankası yıl sonu enflasyon öngörüsünü güncelledi, yüzde 58 olarak ifade etti. Doğrusu kendisini muhalif olarak tanımlayan pek çok kişi bu durumu bir coşku ile karşıladı. Oysa yüzde 58’lik revizyonun bir ümük sıkma sürecinin başlangıcı olduğunu görmek lazım. Enflasyonun bu şekilde güncellenmesi ne anlama gelir? Madde 1) Daha önce emeklilere yüzde 25 olarak zam yaptınız, ama daha sonra dediniz ki enflasyon yüzde 58. Bu insanlar, almaları gereken parayı alamadı, kaynaklardan mahrum edildi.

Öte yandan Merkez Bankası başkanının yaptığı açıklamalarda biraz nefes almak için 2025 yılı işaret edildi. Yani aslında yüzde 58 olarak revize edilen enflasyon beklentisi, 2025’e kadar devam edecek. Bu şu demek; 2025 yılına kadar iyi hiçbir şey beklemeyin. Yoksullar, emeği ile geçinenler yüksek enflasyon altında ezilmeye devam edecek. Buna rağmen bu ifadeleri sanki tünelden çıkıyormuşuz, kötü günler geride kalıyor gibi pazarlayan siyaset ve ekonomi erbabını buradan eleştiriyorum.

“AKP seçimlerden sonra İMF’siz İMF reçetesini halkın önüne koyacak”

Bu analiz biçimi, enflasyonun taleplerini kısmak suretiyle enflasyonu düşürme aklı da enflasyon sebebinin maliyet enflasyonu olduğunu düşünülürse işe yaramayacağını öngörmek mümkün. Maliyet enflasyonu temel. Çünkü herşey artıyor. Dolar kurunun artmasıyla birlikte bütün üretimlerdeki maliyet kalemi de artıyor, bu da üretilen metaya yansıyor. Bu ülkede sanki Merkez Bankası ve başkanı bağımsızmış gibi birtakım yorumlar yapılıyor; ama biliyoruz ki hem ekonominin yönetimi hem de Merkez Bankası bir cendere içerisinde.

Bir taraftan uluslararası kredibilite açısından mali disiplin demek zorundalar, öte yandan yaklaşan yerel seçimlere bağlı olarak başka büyüklükte açıkları da göze alacakları popülist harcamaları gündeme alacaklar. Burada ne ekonomi yönetiminin ne Merkez Bankasının Erdoğan’ın niyetinden ve yönetiminden bağımsız tutum takınabileceğini asla ve asla düşünmemek gerekir.

Yapılmış bütçe tam anlamıyla halkın ensesinde boza pişiren bir bütçe. Bu bütçenin yüzde 55’i KDV ve ÖTV’den karşılanırken en yüksek gelir grubuna sahip olan insanları ödediği kurumlar vergisi yüzde 14 civarında. Kaldı ki 2023 bütçesinde 994 milyarın 800 milyarlık bir vergi olduğu düşünülürse bu vergi, sermayeden alınmayan vergiyi ifade ediyor. Sermayeden vergi almayan devlet, onu da dolaylı biçimde ekmekten sudan ilaçtan vahşice takip etmeye devam ediyor.

Bu sebeple orta vadede bir taraftan yerel seçimleri almaya dönük popülist politikalar yoğunlaşırken öte yandan da halkın yoksulluğunun çok fazla boyutlanacağı ve seçimlerden sonra IMF’siz bir IMF reçetesi gündeme gelecek. Biz o sebeple bu vergideki adaletsizliğin ortadan kaldırılmasını savunuyoruz. Verginin yeni anlayışla toplanması ve en üst gelir diliminden daha fazla olmak üzere bir servet ve rant vergisinin mutlaka hayata geçirilmesinin temel öneme sahip olduğunu sürekli ifade ediyoruz.

Enflasyonu düşürmeye ilişkin yaklaşımlar sınıfsal yaklaşımlardır ve bu yalnızca para ve maliye politikalarına devredilebilecek bir alan değildir. Bunu HDP olarak; demokratik ekonomi programımızda ifade ettik. İşsizliğin kalıcı olarak ortadan kaldırılacağı, kamusal yatırımlara ağırlık verilecek, adil bir gelir ve servet dağılımını temel alan bir ekonomi politikasına ihtiyacımız var.

Yine yaşanabilir bir ücret rejimine yönelmek gerekiyor. Zaruri mallardaki fiyatların mutlaka dondurulması, gıda ve ısınma gibi etkin fiyat kontrollerinin yapılması gerekiyor. Enerji başta olmak üzere kamusal varlıkların tekrar kamulaştırılması gerekir. İstihdam desteği sağlanmalı, yoksullara yönelik nakit destekler ve temel gelir güvencesi sağlanmalı, karlara üst sınır getirilmeli. Anti tekel düzenlemeler planlanarak enflasyon düşürülmelidir.

Yoksullardan daha fazla vergi alarak bütçe açığını kapatmaya çalışmak, enflasyonu daha boyutlandırmak bu yükü yoksulların boynuna yüklemek fasit dairedir. Enflasyonun düşmesi sınıfsal bir tercihtir ve temel olarak en yoksulları vurduğu için sınıfsal bir zaviyeden yaklaşmak gerekir. Önümüzdeki dönem, özellikle bu yaz döneminde Türkiye’de gıda fiyatlarının giderek arttığı dikkate alınırsa -ki yazın düşmesi beklenir- dünyanın tersine bu fiyatların giderek arttığı göz önünde bulundurulursa çarşı ve pazarın el yakacağını görmek mümkün.

Yaklaşan yerel seçimlere dayanışma ekonomilerinin örgütlendirilmesi, koopetariftçiliğin yaygınlaştırılması mantığıyla gitmek, demokratik ekonomi anlayışımızın temeli olacaktır. Bu fasit dairede HDP ve Yeşil Sol Parti’nin halkımızla birlikte olduğunu, her türlü dayanışma ilişkisine hazır olduğunu, elbirliğiyle bu sermaye dostu halk düşmanı politikaları yenilgiye uğratacağımızı belirtiyoruz.”

Paylaşın

Yerel Seçimler: HDP, Güçlü Olduğu Şehirler İçin Müzakere Yolları Arayacak

31 Mart 2024’te yapılması planlanan yerel seçimler yaklaştıkça, partilerinde stratejileri netleşiyor. HDP’nin bazı büyükşehirlerde, ilçe belediyelerine karşılık “fedakarlıklar” yapılabileceği öğrenildi.

İstanbul, Ankara, İzmir, Adana ve Mersin gibi HDP’nin güçlü olduğu şehirler için müzakerenin yolları aranacak. HDP, anlaşma sağlanabilirse bu kentlerin bazılarında büyükşehirlerde aday göstermemeyi ya da sembolik adaylar göstermeyi tartışıyor.

Eylül ayında kurullarını yenileyecek HDP, yeni partide yeni eş genel başkanlarla yerel seçimlere hazırlanacak. Bu kapsamda uzun süredir milletvekilleri Meral Danış Beştaş, Tülay Hatimoğulları, Ayşe Acar Başaran ve Cengiz Çiçek gibi isimler konuşulmaya devam ediyor.

Birgün’den Hüseyin Şimşek’in haberine göre; 14 Mayıs seçimlerinde 100 milletvekili hedefleyen ancak 59 sandalyede kalan HDP ile Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (YSP) başarısız olarak kabul edilen sonuçların ardından başlatılan yeni döneme hazırlık çalışmalarını tamamlama aşamasına geldi.

İlk olarak bileşen partileri ile bir araya gelen HDP yönetimi, kapatma davasını da gerekçe göstererek partinin YSP’ye taşınması konusunda hem fikir oldu. Bu kapsamda Parti Tüzüğü de değiştirilecek. Tabanla buluşmaları sürdüren parti yönetimi, milletvekilliğinde üç dönem, eş genel başkanlıkta iki dönem sınırının koşulsuz uygulanması konusunda da görüş birliğine vardı.

Kongre için de kararını veren HDP yönetimi, tüm sürecin eylül ayının başına kadar tamamlanması ve büyük kurultayın bu tarihte yapılmasını kararlaştırdı.

Halk toplantılarında HDP’ye, “müzakereden vazgeçmeyin” önerilerinin yapıldığı da öğrenildi. Buna göre, yerel seçimlerde aday belirleme çalışmalarına destek veren partililer, adaylar belirlense bile diğer siyasi partilerle müzakerelerin yapılmasına kapıların kapatılmasını istemiyor. Gerekirse tüm taraflarla görüşülmesini isteyen parti tabanı, bunun ardından kararın kesinleşmesini istiyor.

Bazı büyükşehirlerde, ilçe belediyelerine karşılık “fedakarlıklar” yapılabileceği de öğrenildi. İstanbul, Ankara, İzmir, Adana ve Mersin gibi HDP’nin güçlü olduğu şehirler için müzakerenin yolları aranacak. HDP, anlaşma sağlanabilirse bu kentlerin bazılarında büyükşehirlerde aday göstermemeyi ya da sembolik adaylar göstermeyi tartışıyor.

Eylül ayında kurullarını yenileyecek HDP, yeni partide yeni eş genel başkanlarla yerel seçimlere hazırlanacak. Bu kapsamda uzun süredir milletvekilleri Meral Danış Beştaş, Tülay Hatimoğulları, Ayşe Acar Başaran ve Cengiz Çiçek gibi isimler konuşulmaya devam ediyor.

Paylaşın

Anayasa Mahkemesi’ndeki Demirtaş Görüşmesine “Üye” Engeli: Hazırlanamadım

Anayasa Mahkemesi (AYM), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararına rağmen tahliye edilmeyen ve ikinci kez tutuklanan eski Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın başvurusunun görüşülmesini bir üyenin “Dosyaya hazırlanamadım” demesi üzerine erteledi.

Anayasa Mahkemesi (AYM), önümüzdeki toplantıda eğer ihlal kararı verirse 6 yıl 8 ay 21 gündür cezaevinde olan Selahattin Demirtaş’ın tahliyesi gündeme gelecek.

AİHM kararının uygulanmaması nedeniyle Türkiye’yi izlemeye alan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Demirtaş’ın serbest bırakılması için Eylül ayına karar süre vermişti. Komite, bu süre içinde tahliye kararı gelmemesi halinde “yeni önlemler” alacağı uyarısında bulunmuştu.

Anayasa Mahkemesi, 6 yıl 8 ay 21 gündür cezaevinde olan eski HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın ikinci tutukluluğu ve bunun ardından gelen AİHM Büyük Dairesi’nin ihlal kararının uygulanmamasına ilişkin yaptığı bireysel başvuruyu gündemine aldı.

DW Türkçe’den Alican Uludağ’ın aktardığına göre; Toplantı sırasında bir üyenin “Dosyaya hazırlanamadım” demesi üzerine görüşme ileri bir tarihe ertelendi. Bu üyenin AYM’de “iktidar lehine” karar veren üyelerden olduğu öğrenildi.

HDP’nin üst yönetimine yönelik Türkiye genelinde gerçekleştirilen operasyonlar kapsamında, dönemin HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, 4 Kasım 2016 tarihinde Diyarbakır’da gözaltına alınmıştı. Daha sonra “terör örgütü üyeliği ve örgüt adına suç işleme” iddiasıyla tutuklanan Demirtaş, Edirne F Tipi Cezaevi’ne konuldu. Demirtaş hakkında 31 fezlekede 7 ayrı suç iddiasıyla 43 yıldan 142 yıla kadar hapis istemiyle ana dava açıldı. Demirtaş, çözüm sürecinde yaptığı bir konuşma nedeniyle İstanbul’da “terör örgütü propagandası yapmak” suçundan 4 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Bu süreçte avukatların başvurusu üzerine AİHM, ilk ihlal kararını 20 Kasım 2018’de verdi ve Demirtaş’ın serbest bırakılmasını istedi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise bu karara karşı “Bizi bağlamaz. Karşı hamlemizi yapar işi bitiririz” diye tepki gösterdi. AİHM’nin kararını Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi de uygulamadı. Dosya itiraz üzerine AİHM Büyük Dairesi’ne gitti. Bu arada İstinaf, Demirtaş’ın 4 yıl 8 aylık cezasını onadı. Böylece Demirtaş hem tutuklu hem de hükümlü haline geldi.

Demirtaş, ana davada yargılanmaya devam ederken AİHM Büyük Daire, ihlal kararının uygulanmamasını 18 Eylül 2019’da ele alacaktı. Ancak yerel mahkeme, AİHM’in olası kararını devre dışı bırakmak amacıyla 2 Eylül 2019’de Demirtaş’ın ve avukatların boykot ettiği duruşmada sürpriz bir tahliye kararı verdi. Ancak Demirtaş, daha önce kesinleşmiş hapis cezası nedeniyle tahliye edilmedi. Demirtaş’ın ana davada yattığı süre, kesinleşmiş cezasından mahsup edilince cezaevi kapısı açıldı.

Ancak bu kez de Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Kobani soruşturması kapsamında Demirtaş’ı 20 Eylül 2019’da cezaevinde gözaltına aldı. Demirtaş, cezaevinden SEGBİS aracılığıyla çıkarıldığı sulh ceza hâkimliği kararıyla tutuklandı. Böylece Demirtaş’ın tahliyesi bir kez daha engellendi.

Demirtaş’ın tahliye edilmemesi üzerine dosyayı yeniden görüşen AİHM Büyük Daire, 22 Aralık 2020’de ihlal kararına imza attı. Demirtaş’ın tutukluluğunun “siyasi saiklerle” olduğunu belirten AİHM, eski HDP liderinin serbest bırakılmasını istedi. Ancak Türkiye, bu kararı da yerine getirmedi.

Demirtaş’ın yargılandığı ana dava ile tutuklu olduğu Kobani davası Mayıs 2021’de birleştirildi. Dava, bundan sonra Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi’nde sürmeye başladı.

Bu arada Ankara 25. Ağır Ceza Mahkemesi, Demirtaş’a dönemin Ankara Başsavcısı Yüksel Kocaman’ı “hedef gösterdiği” iddiasıyla Terörle Mücadele Kanunu kapsamında 2 yıl 6 ay hapis cezası verdi. Bu ceza henüz istinaf tarafından onanmadı.

Yaptırım uyarısı

AİHM kararının uygulanmaması nedeniyle Türkiye’yi izlemeye alan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Demirtaş’ın serbest bırakılması için Eylül ayına karar süre vermişti. Komite, bu süre içinde tahliye kararı gelmemesi halinde “yeni önlemler” alacağı uyarısında bulunmuştu.

Öte yandan Demirtaş’ın avukatları, Demirtaş’ın 20 Eylül 2019’daki ikinci tutukluluğu, 22 Aralık 2020’deki AİHM kararının uygulanmaması ve tutukluluğunun devamına karar verilmesi nedeniyle AYM’ye bireysel başvuruda bulundu.

AYM Genel Kurulu, tüm başvuruları birleştirerek Demirtaş’ın tutukluluk dosyasını gündemine almıştı. Toplantıda, “tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve tutukluluğa ilişkin kararların etkili itiraz güvencesi içermeyen, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası” ele alınacaktı.

AYM teamüllerinde de bir üyenin dosyaya yeterince hazırlanmamasını gerekçe göstermesi, toplantının ertelenmesine neden olabiliyor. AYM Başkanı Zühtü Arslan da bu nedenle Demirtaş dosyasının görüşülmesini ileri bir tarihe erteleme kararı aldı.

Mahkeme, önümüzdeki toplantıda eğer ihlal kararı verirse Demirtaş’ın tahliyesi gündeme gelecek.

Paylaşın

HDP’den “Zam” Tepkisi: AKP Sorunların Ve Krizlerin Faturasını Halkla Kesti

İktidar tarafından ekonomi alanında atılan adımları değerlendiren HDP’li Ebru Günay, “‘Seçim başarısı’ ile övünen AKP-MHP iktidarının topluma getirdiği tek şey zam oldu, zulüm oldu, baskı oldu. Seçimden beri her gün zam üstüne zam yapılıyor. Seçimlerin üzerinden daha 45 gün geçmeden, AKP doğrudan kendisinin sorumlusu olduğu bütün bu sorunların ve krizlerin faturasını halklarımıza kesti ve kesmeye devam ediyor” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Gece yarısı operasyonuyla başta en temel ihtiyaç malzemeleri olmak üzere KDV artışıyla her şeye zam yapıldı. Matbu harç tutarları yüzde 50 artırıldı. Yurt dışından getirilen bir telefon için ödenecek tutar 6 bin TL’den 20 bin TL’ye çıkarıldı. Halkın geçinmesi ve barınması neredeyse mümkün değil. Kiralar 20 bin civarında seyrediyor. Toplumun yüzde 80’inin araç ve konut sahibi olması hayal olmaktan dahi çıktı.”

Günay, açıklamasının devamında, “Döviz kurunun hali ortada, dolar 26 TL’yi aştı. Bütün bunlar iğneden ipliğe büyük zam yağmurunun, enflasyonun istikrarlı bir şekilde süreceği anlamına geliyor. Buna karşın iktidar yetkilileri utanmadan lütufmuş gibi memura, emekliye, asgari ücretliye yaptıkları zamdan bahsediyor. Verdikleri zamlar memurların, emeklilerin, asgari ücretlilerin cebine girmeden eriyor. Yoksulluk bir kadermiş gibi toplumun büyük kesimine sunuluyor. Bir avuç sermayedar ve rantçı ile iktidar ve yandaşları ise palazlandıkça palazlanıyor. Ülkenin içerisinde bulunduğu gerçek budur” ifadelerini kullandı.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Parti Sözcüsü Ebru Günay, Genel Merkezimizde düzenlediği basın toplantısında gündemi değerlendirdi. Yeniden yapılanma çalışmalarımız ile bu çerçevede gerçekleştireceğimiz halk toplantılarına ilişkin açıklamalarda da bulunan Günay, şunları söyledi:

“Değerli basın emekçileri, ekranları başında bizleri izleyen halkımızı saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum. Sizlerin de bildiği üzere seçimlerden sonra partimiz hem seçimlerin muhasebesini yapmak hem de yenilenme ve değişim sürecini tamamlamak üzere yoğun istişare ve değerlendirme toplantılarına başladı. Partimiz bu çalışmalarını kararlı ve istikrarlı bir şekilde sürdürüyor. Bugünkü toplantımızın esas gündemi partimizin bu çalışmaları ve yürüttüğü yeniden yapılanma süreci olacak. Ancak öncelikle Türkiye gündeminde öne çıkan birkaç hususta partimizin görüşlerini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Ne yazık ki Türkiye, AKP-MHP iktidarlarının yarattığı çok yönlü çok derin krizlerle ve çözümsüz hale getirilen sorunlar yumağıyla karşı karşıyadır. AKP-MHP iktidarı, son derece şaibeli ve eşitsiz seçim sonuçları üzerinden zafer sarhoşluğu yaşarken, Türkiye toplumuna da deyim yerindeyse cehennemi yaşatıyor. Bugün Türkiye’de iktidar gibi düşünmeyen, iktidara biat etmeyen, yaşanan yıkıma karşı sesini çıkaran herkes ve her kesim iktidarın hedefindedir. İktidar; Kürtler, partimiz ve mücadele güçleri başta olmak üzere herkes için hak, hukuk, adalet, demokrasi, eşitlik ve özgürlüğü mumla aranır hale getirmiştir.

Türkiye 21 yıldır AKP iktidarıyla sistematik bir şekilde irtifa kaybediyor, kötüye gidiyor, uçuruma sürükleniyor. Bu gerçeği kabul etmeyenler bile bunun en somut halini yoksullukla, açlıkla, baskı rejimiyle ve özgürlüklerinden mahrum kalarak yaşıyor. Türkiye’de hukuk yok, özgürlük yok, Anayasa askıda; bırakın düşünce ve ifade özgürlüğünü insanlarımızın yaşam hakkı dahi tehlike altında. Topluma her alanda derin bir sömürü ve kimliksizleştirme hali yaşatılıyor. Bu iktidar bütün pratikleriyle esas itibariyle halk düşmanı, Kürt düşmanı, kadın düşmanı olduğunu kanıtlamıştır.

“Seçim başarısı” ile övünen AKP-MHP iktidarının topluma getirdiği tek şey zam oldu, zulüm oldu, baskı oldu. Seçimden beri her gün zam üstüne zam yapılıyor. Seçimlerin üzerinden daha 45 gün geçmeden, AKP doğrudan kendisinin sorumlusu olduğu bütün bu sorunların ve krizlerin faturasını halklarımıza kesti ve kesmeye devam ediyor. Gece yarısı operasyonuyla başta en temel ihtiyaç malzemeleri olmak üzere KDV artışıyla her şeye zam yapıldı. Matbu harç tutarları yüzde 50 artırıldı. Yurt dışından getirilen bir telefon için ödenecek tutar 6 bin TL’den 20 bin TL’ye çıkarıldı. Halkın geçinmesi ve barınması neredeyse mümkün değil.

Kiralar 20 bin civarında seyrediyor. Toplumun yüzde 80’inin araç ve konut sahibi olması hayal olmaktan dahi çıktı. Döviz kurunun hali ortada, dolar 26 TL’yi aştı. Bütün bunlar iğneden ipliğe büyük zam yağmurunun, enflasyonun istikrarlı bir şekilde süreceği anlamına geliyor. Buna karşın iktidar yetkilileri utanmadan lütufmuş gibi memura, emekliye, asgari ücretliye yaptıkları zamdan bahsediyor. Verdikleri zamlar memurların, emeklilerin, asgari ücretlilerin cebine girmeden eriyor. Yoksulluk bir kadermiş gibi toplumun büyük kesimine sunuluyor. Bir avuç sermayedar ve rantçı ile iktidar ve yandaşları ise palazlandıkça palazlanıyor. Ülkenin içerisinde bulunduğu gerçek budur.

“Tecridi konuşmanın değil tecrit uygulamanın suç olduğunu herkes çok iyi biliyor”

Peki, gerçeği konuşan, konuşabilen var mı? Ağzını açan, itiraz eden herkes iktidar ve aparatı haline gelen yargının hışmına uğruyor. Bu yıkım ve kriz hali konuşulmasın diye baskı ve saldırılar derinleştiriliyor. Bakın tüm toplumu ilgilendiren ve demokrasilerde yeri olmayan Sayın Abdullah Öcalan’a yönelik ağırlaştırılmış tecrit durumu özü itibariyle artık tüm topluma uygulanır oldu.

Tecridi konuştuğu, evrensel ve ulusal yasaları hatırlattığı, “Suç işlemeyin” dediği için Gazeteci Merdan Yanardağ önce iktidar medyası tarafından linç edildi, ardından jet hızıyla iktidar yargısı tarafından tutuklandı. Tecridi konuşmanın değil tecrit uygulamanın suç olduğunu herkes çok iyi biliyor. Tecritte ısrarın asıl nedeninin çözümsüzlükte ısrar etmek olduğunu tüm demokratik kamuoyu çok iyi biliyor. Çözüm politikalarının güçlenmesi için Sayın Öcalan’a yönelik tecrit politikalarına bir an önce son verilmelidir.

Gezi Davası tutuklusu Can Atalay halkın iradesi gasp edilerek rehin tutulmaya devam ediliyor. Yine binlerce partilimiz hukuksuz bir şekilde, Anayasa ve uluslararası sözleşmeler ayaklar altına alınarak rehin tutuluyor. Hiçbir demokraside bunun yeri yoktur. Kobanî Kumpas Davasında bütün evrensel hukuk ilkeleri ayaklar altına alınmış durumda. Yarın Diyarbakır’da bir yılı aşkın bir süredir tutuklu bulunan 15 özgür basın emekçisi ilk kez hakim karşısına çıkarılacak. AYM kararına rağmen yakınlarının akıbetini soran Cumartesi Anneleri her hafta polis şiddetine uğruyor. Emine Şenyaşar’ın adalet haykırışı devam ediyor. Tüm bu hukuksuzlukların kaynağı Kürt halkına karşı saldırılardır ve elbette bu hukuksuzlukları saymakla bitmez.

“Çözüm de biziz, güç de biziz”

Türkiye’nin sürüklendiği bu derin yoksulluğu ve hayat pahalılığını, önüne konulan acı reçeteleri, yaşadığı hukuksuzlukları ve saldırıları tartışırken ülkenin nasıl bu noktaya geldiğini hepimiz sorgulamak zorundayız. Yıllardır Türkiye’nin sürüklendiği bugünkü darboğazın ve kriz ortamının önüne geçmeye çalıştık. Ne yazık ki bu konuda istediğimiz başarıyı sağlayamadık ve bu bizim en büyük üzüntümüz ve özeleştirimiz. Mevcut durumu değiştirmek, toplumu bu cendereden kurtarmak bizim sorumluluğumuz ve zaten yeni dönem tartışmalarımızı da bu eksende yürütüyoruz. O yüzden yakınmıyoruz, şikayet etmiyoruz; çözüm de biziz, güç de biziz. Çözümü bizzat kendimizde arıyoruz.

Bu sebeple partimiz seçimlerden hemen sonra kamuoyuna da deklare ederek yoğun bir istişare, değerlendirme, eleştiri ve özeleştiri süreci başlattı. Parti Meclisi, Kadın Meclisi, İl Eşbaşkanları, Merkez Yürütme Kurulu, Yerel Yönetimler Kurulu toplantılarımızla bu sürecin startını verdik. Ardından geçtiğimiz iki hafta boyunca il ve ilçe örgütlerimizle bu tartışmaları sürdürdük. Şimdi başlattığımız bu değişim, yenilenme ve örgütlenme hamlesinin ikinci esas aşamasını uyguluyoruz. Bugünden başlayarak 25 Temmuz’a kadar 8 bölgede bu tartışmaları, halkımızla ve toplumun geniş kesimleriyle yapacağımız toplantılarla yürüteceğiz.

Partimiz şeffaf bir şekilde ve büyük bir cesaretle kendisini halkımızın değerlendirmelerine, eleştiri ve özeleştirisine açmıştır. Çünkü biz öncelikle kendi mücadelemize ve halkımızın ferasetine güveniyoruz. Bu mücadelenin, partimizin ve kazanımlarımızın asıl sahibi halklardır. Bu süreç hepimiz ve herkes açısından büyük bir arınma ve yenilenme sürecine dönüşecektir. Her şeyden önce halkımız kendisine, partisine ve değerlerine yönelik saldırılara karşı duracak; doğru ve mücadeleyi büyütecek eleştirilerle bu sürece müdahale edecektir.

Halk toplantılarımız mücadele kaygısı duyan, gidişattan rahatsız olan ve çözüme dair sözü olan herkese açıktır. Halk toplantılarımıza demokratik kurum temsilcileri, STK’lar, kadın örgütleri ve platformları, kanaat önderleri de davet edilecektir. Bu toplantılardan çıkan her bir sonuç büyük bir titizlik ve ciddiyetle kayıt altına alınacak ve çözümün yol haritasına dönüştürülecektir. Halk toplantılarından çıkan sonuçlar; 20 Temmuz – 5 Ağustos tarihlerinde yapacağımız çalıştay ve atölyelerde bir kez daha ele alınacak, bu görüşler üzerinden konferans ve kongre süreci yürütülecektir.

Bu tespit, öneri ve eleştiriler ışığında çalıştay ve atölyelerde alt başlıklarıyla birlikte örgütlenme modelimize, siyaset biçimimize ve siyasal genişleme hattımıza dair yol haritası belirlenecektir. Atölye ve çalıştaylara yerelde bu tartışmaları yürüten arkadaşlarımızın yanı sıra akademisyen, aydın, yazar, konunun uzmanı kişiler de dahil edilecektir. Bu aşama tamamlandıktan sonra Ağustos’un ikinci yarısında Genel Konferansımızı toplayıp bütün bu tartışmaları sonuca erdirecek, nihayetinde de Eylül başında kongremizi toplayacağız ve bu süreçten çıkardığımız derslerle birlikte yolumuza devam edeceğiz.

Mücadelemizin önemi ve tarihsel mirasımız boyutuyla bir hatırlatmada bulunarak açıklamamı sonlandırayım. Bugün HEP Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın’ın katledilmesinin ve cenazesinde yaşanan katliamın yıl dönümü. Vedat Aydın’ı sevgi ve saygıyla anıyoruz. 5 Temmuz 1991’de kaçırılmasının ve 10 Temmuz’da Diyarbakır’da 100 binlerce kişi tarafından toprağa verilmesinin üzerinden 32 yıl geçti. Cenazesinde devletin gerçekleştirdiği katliamı hepiniz biliyorsunuz ve tarih sayfalarına kaydedildi bu katliam.

Vedat Aydın cinayeti Kürt siyasetinin varlığına yönelik gerçekleştirilen ilk failli meçhul aslında ilk faili belli cinayet olarak kayıtlara geçti. Üzerinden geçen 32 yılda yüzlerce siyasetçimiz, binlerce insanımız benzer yöntemlerle katledildi. Bunların hiçbiri bizi yolumuzdan alıkoymadı, aksine bu saldırılara cevabımız siyasi mücadeleyi daha da büyütmek oldu. Bu mücadeleyi hedefine ulaştırmak, bu örgütü ve partiyi büyütmek, demokratik siyaseti zafere ulaştırmak başta Vedat Aydın olmak üzere yitirdiğimiz her bir insanımıza karşı borcumuzdur.

Bu nedenle başlattığımız sürece parti olarak çok büyük anlam yüklüyoruz. Her ne olursa olsun bu süreç partimiz açısından yenilenmenin, örgütsel atılımın, güçlenmenin, kazanımlarımızı büyütmenin vesilesi olacak. Partimiz ve halkımız her sıkıntılı süreçte Anka Kuşu misali küllerinden yeniden doğmayı başarmıştır. Bizler büyük mücadele birikiminin, tarihsel bir mirasın sorumluluğuyla hareket ediyoruz ve bunun ağırlığını taşıyoruz. Halklarımızı, yoldaşlarımızı, faşizme karşı mücadele eden herkesi bu tarihsel sorumlulukla bu sürece katılmaya davet ediyoruz.”

Paylaşın

Selahattin Demirtaş’ın Tahliye Edilmeme Gerekçesi Açıklandı

Eski Halkların Demokratik Partisi (HDP) eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’ın tahliye edilmeme gerekçesi açıklandı: Kaçma ve serbest bırakıldıktan sonra adaletin iyi idaresine zarar verecek tarzda önlemler alabilme.

Aralarında Selahattin Demirtaş’ın da bulunduğu HDP’li siyasetçilerin yargılandığı Kobani davasında mahkeme sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar verdi. Mahkemenin Selahattin Demirtaş’ı tahliye etmeme gerekçesi ise dikkati çekti.

T24‘te yer alan habere göre, kararda “Sanığın tahliye olması halinde kaçma tehlikesi olması bir tarafa, serbest bırakıldıktan sonra adaletin iyi idaresine zarar verecek tarzda önlemler alabilecek olma tehlikesi mevcut olduğu değerlendirilmiştir” denildi. Mahkeme tarafından, savcının 5 bin 267 sayfalık esas hakkındaki görüşü konusunda sanıklara savunma için sadece 27 gün süre vermesi tartışmalara yol açtı. Buna göre savunmalara 28 Temmuz’da başlanacak.

Tutuklu sanıkların tamamının tahliye taleplerini reddeden mahkeme, bu kararında bazı sanıklar yönünden ilginç gerekçelere dayandı. Buna göre, Demirtaş’ın tahliyesine ilişkin talebin reddedilme gerekçelerinden biri, 2015 yılında verdiği bir röportajda ağabeyi hakkında sorulan bir soruya verdiği yanıt oldu.

Demirtaş’ın bu röportajda ağabeyi Nurettin Demirtaş için söylediği, “Üniversite öğrencisiyken hapse girdi, ömrünün yarısını cezaevlerinde geçirdi, demokratik siyasete girmek istedi, partiye girdi, eş genel başkan oldu. Yargı baskısı ile siyaset yapamayacak bir hale getirdiler. Çok ağır cezalar verdiler kendisine. Çok sayıda dava açtılar.

Burada bir kez daha yıllarını cezaevlerinde geçirsin istemedik. Şu an Erbil’de yaşıyor. Sadece o değil, on binlerce insan sürgünde yaşamak zorunda kalıyor. Her biri benim için burukluk ve yaradır. Sadece ağabeyim değil o da onlardan biridir sadece. On binlerce insan bu şekilde ülkesinden vatanından ayrı sadece düşüncelerinden dolayı ülkesine gelemez durumdadır” şeklindeki sözleri kaçma şüphesi olarak değerlendirildi.

“Adaletin iyi idaresine zarar verecek tarzda önlemler alabilecek olma tehlikesi”

Mahkemenin Demirtaş’ı tahliye etmemesinin bir diğer gerekçesi ise mahkeme kararında şöyle ifade edildi:

“Sanığın söylemleri itibariyle davaya savunma vermesi halinde mahkum edileceği, siyasi kimliği nedeniyle yargılandığı, dosyada ki delillerin uydurulmuş olduğu, iktidarın değişmesi durumunda tahliye olacağı ve hakkında beraat kararı verileceği iddiası -tavrı ile savunma yapmaktan kaçındığı, birleşen bazı dosyalar bakımından dahi yeterli süre ve imkan verilmesine rağmen halen savunma yapmadığı hususunun pasif olarak duruşmaya çıkmama olarak değerlendirilmesi gerektiği, öte yandan sanığın tahliye olması halinde kaçma tehlikesi olması bir tarafa serbest bırakıldıktan sonra adaletin iyi idaresine zarar verecek tarzda önlemler alabilecek olma tehlikesi mevcut olduğu değerlendirilmiştir.

“Tekrar suç işleme ve kamu düzenini bozma tehlikesi”

Öyle ki atılı suçlar bakımından savunma yapmak yerine sürekli mahkeme heyetinin hukuksuz olduğunu iddia ettiği kararları nedeniyle hakimlerin yargılanacağını dile getirmekle ileri sürdüğü gerekçeler itibariyle atılı suçlar bakımından yargılanmamak üzere kendisine Anayasanın 10. Maddesine açıkça aykırılık teşkil edecek şekilde muamele yapılmasını beklediği değerlendirilmektedir.

Dolayısıyla sanığın, tekrar suç işleme ve kamu düzenini bozma tehlikesi bulunduğu tartışılabilir noktaya geldiği söylenebilir. Tüm bu değerlendirmeler ışığında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin varlığı isnat edilen suç ile ölçülü olması, sanığın somut olarak kaçacağı şüphesini uyandıran olgular itibariyle adli kontrol hükümlerinin bu nedenle sanık hakkında yetersiz kalacağı düşünüldüğünden tutukluluk tedbirinin gerekli olduğu anlaşılmıştır.”

Paylaşın

Sancar’dan “Kobani Davası” Açıklaması: Amaç, Demokratik Siyasetin Tasfiyesi

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, “Kobani Davası” davasına ilişkin yaptığı açıklamada, “Kobani Davası’nın bir amacı da demokratik siyaseti kuşatmak ve tasfiye etmektir” dedi. Sancar, davanın, ‘Çöktürme Planı’nın bir unsuru olduğunu belirterek sözlerini şöyle sürdürdü:

Haber Merkezi / “Demokratik siyaseti tümüyle etkisiz hale getirmek, mümkünse tasfiye etmek iktidarın temel amaçlarındandır. 2020’de başlayan Kobani Kumpas Davası operasyonları aynı zamanda HDP’ye karşı kapatma davası açılmasının da bir ön aşaması olmuştur. 2020 Eylül’ünde MYK üyelerimize düzenlenen operasyondan sonra 17 Mart 2021’de, yani yaklaşık 6 ay sonra HDP hakkında kapatma davası açılmıştır. Bütün bunlar gösteriyor ki bu dava tamamen siyasi amaçlarla açılmıştır ve siyasi hedeflerle yürütülmektedir. Bu davanın hukukla bir ilgisi yoktur.”

Sancar ayrıca, başta siyasi muhalefet olmak üzere, dava karşısında ‘güçlü bir dayanışma’ sergilenmediğini söyledi, “toplumsal dayanışmayı ve ortak demokratik mücadeleyi büyütme” çağrısı yaptı.

Dava savcısının seçimlerden kısa bir süre önce mütalaasını sunduğunu hatırlatan Sancar, “Amaç, seçimlerde bu mütalaayı kullanmaktı. Muhtemelen aynı taktiği önümüzdeki dönemde yerel seçimleri gözeterek yine devreye sokacaklardır. Bu davayı iktidar yerel seçimlerde kendi hedefleri için istismar etmek isteyecektir” dedi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar ile HDP Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonu Eş Sözcüleri Nuray Özdoğan ve Serhat Eren 52’nci duruşma periyodu görülmeye başlanan Kobani Davasına ilişkin basın toplantısı düzenledi. Duruşmanın sabahki oturumunu da izleyen Sancar, konuya ilişkin şunları söyledi:

“Kobani Kumpas Davasının 52’nci duruşma periyodundan çıkıp geldik. Biliyorsunuz bu dava 2020 Eylül’ündeki operasyonlarla başlamıştı. MYK üyelerimizi ve eş genel başkanları da kapsayan bir soruşturma şeklinde yürütüldü. Bugünkü 52’inci duruşma periyodunda, sanık sandalyesine oturtulan arkadaşlarımızın mütalaaya karşı beyanlarını vermesi isteniyordu.

Biraz geriye gidelim, bu davanın niteliğini bir kez daha hatırlayalım. Bu dava bir kumpas davasıdır. Bunun kumpas davası olduğuna dair bugüne kadar çok veri sunduk ama Türkiye toplumunun hafızasını kontrol etme amacında olan bu iktidara karşı hatırlatma önemli bir yöntemdir.

Bu dava 2014 yılında IŞİD’in Kobanî’yi kuşatmasına ve işgal girişimine karşı başlayan protestoların, tepkilerin devamında HDP MYK’nın bir bir açıklaması gerekçe gösterilerek başlatıldı. O tweet Ekim 2014’te atılmıştı. Operasyonlarla başlayan bu dava ise 2020 yılında açıldı. Yani aradan 6 yıl geçtikten sonra bir tweet gerekçe gösterilerek partimizin MYK üyelerinin tamamını kapsayan bir dava açıldı.

Davanın açıldığı tarih önemli. Davanın gelişim seyrine baktığımızda, bütün aşamaların iktidarın siyasi ihtiyaçlarına göre düzenlendiğini görebilirsiniz. Kobani Kumpas Davasının asıl amacı nedir? Bir; IŞİD vahşetini ve tehlikesini unutturmak. 2014 yılında sadece Türkiye’de, sadece Kobanî ve Rojava’da değil bütün dünyada IŞİD vahşeti konuşuluyordu. İnsanlığa karşı bu büyük tehlike tartışılıyordu.

IŞİD’in başlattığı hamlelerin son aşaması olarak Kobani’nin düşürülmesi söz konusuydu. IŞİD’in temel hedefi olarak ortada duruyordu. IŞİD’in Kobanî’yi kuşatmasına karşı sadece Türkiye’de değil dünyanın pek çok ülkesinde eylemler ve gösteriler, dayanışma faaliyetleri ortaya konuldu. Türkiye’de de bunlar yine aynı şekilde yaşandı. IŞİD’in saldırılarına karşı dayanışma ve Türkiye’de hükümetin Kobanî’ye yardım için koridor açma talebi dile getiriliyordu bu eylemlerde.

“Çağrımız demokratik ve barışçıl bir çağrıydı”

Partimiz HDP’nin o dönem yaptığı çağrı da bu çerçevedeydi. Demokratik barışçıl bir şekilde Kobani halkıyla dayanışma, IŞİD vahşetine karşı birlikte durma çağrısını içeriyordu. IŞİD’in o dönem yarattığı büyük tehdide karşı Kobani’de halkların sergilediği direniş bütün insanlık tarafından şanlı bir sayfa olarak görüldü. IŞİD’in geriletilmesi ve çöküş süreci Kobani’deki yenilgi ile başladı.

İşte IŞİD tehlikesini, IŞİD’in o dönem yarattığı ve bugüne sarkması muhtemel bütün tehditleri unutturmak için, hükümetin o dönem kendi sorumluluğunu örtmesi için Kobani Kumpas Davası devreye sokuldu. Kobanî Kumpas Davası öncelikle bu hakikatleri karartma ve unutturma amacı taşıyor. Dönemin hükümetinin IŞİD’e karşı Kobanî halkıyla dayanışma taleplerine kulak tıkamasının unutturulmak istendiği bir kumpasla karşı karşıya olduğumuzu bir kez daha hatırlatayım.

Öte yandan 6-8 Ekim 2014’te yaşananların kirli tezgahlar olduğuna dair dönemin en yetkili bakanlarının açıklamaları var. O dönem sergilenen kirli ve kanlı tezgahların ortaya çıkmasını bu iktidar hiçbir zaman istemedi. Partimizin Meclis Grubu ve diğer organlarıyla hakikatin bütün boyutlarıyla açığa çıkarılması için yürüttüğü çalışmalar ya engellendi ya da yok sayıldı.

Meclis’te verilen çok sayıda araştırma önergesi iktidar blokunun oylarıyla reddedildi. Partimiz o dönem neler yaşandığının bütün ayrıntılarıyla ortaya çıkmasını her zaman talep etti. Çünkü o tarihten sonra yaşanan siyasi gelişmeler şu an içinde yaşadığımız rejimin yerleşmesi için kurulan planların birer parçasıydı. Eğer hakikatler ortaya çıkarılabilseydi, iktidar blokunun bu siyasi darbe operasyonları için planladığı aşamaların boşa çıkarılması çok daha mümkün olacaktı.

“7 Haziran’ın intikamını almak istiyor”

Aynı şekilde iktidar bu dava ile bir tür intikam alma peşindedir. IŞİD’e karşı yürütülen mücadelenin ardından Kobani’nin kurtarılması ve 7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP’nin Meclis’te hükümet kurma çoğunluğunu kaybetmesi bu iktidar için bir travma olmuştur. Bunlar arka arkaya yaşanan gelişmelerdir. Kobani’de IŞİD’in geriletilmesi ve yenilmesinin birkaç ay sonrasında 7 Haziran seçimleri gerçekleşmiştir.

O seçimlerde AKP, tarihinin en ağır yenilgisini almıştır. Hem IŞİD’e karşı Kobani’de yürütülen direnişin hem de 7 Haziran’da AKP’nin aldığı seçim yenilgisinin intikamı Kobani Kumpas Davasıyla alınmak isteniyor. Aynı şekilde hatırlarsak; dönemin AKP yönetiminin Suriye planları da hem Kobani’de IŞİD’in yenilmesi hem de 7 Haziran seçimleri ile boşa düşmüştür.

O tarihlerden sonra yeni bir siyaset izlemek zorunda kalmışlardır. 1 Kasım seçimlerinden sonra izledikleri politikaları da Kürtlerin Suriye’de elde ettikleri kazanımlara saldırmak şeklinde olmuştur. Kobani Kumpas Davası da bu saldırıların bir parçası olarak görülmelidir. İntikam amaçlı bir kumpas ve oyun söz konusudur. Kobani Kumpas Davasının bir amacı da demokratik siyaseti kuşatmak ve tasfiye etmektir.

Bunun Çöktürme Planından gayet iyi biliyoruz. Kobani Kumpas Davası, Çöktürme Planının bir unsurudur. Demokratik siyaseti tümüyle etkisiz hale getirmek, mümkünse tasfiye etmek iktidarın temel amaçlarındandır. 2020’de başlayan Kobanî Kumpas Davası operasyonları aynı zamanda HDP’ye karşı kapatma davası açılmasının da bir ön aşaması olmuştur. 2020 Eylül’ünde MYK üyelerimize düzenlenen operasyondan sonra 17 Mart 2021’de, yani yaklaşık 6 ay sonra HDP hakkında kapatma davası açılmıştır.

Bütün bunlar gösteriyor ki bu dava tamamen siyasi amaçlarla açılmıştır ve siyasi hedeflerle yürütülmektedir. Bu davanın hukukla bir ilgisi yoktur. Bu davada hiçbir işlemi hukuk çerçevesinde değerlendirme imkanı bulunmamaktadır. Esasen duruşmayı yakından takip edenler gayet iyi görüyorlar ki burada uygulanan hukuk ne evrensel ilkelere uygundur ne de “milli” hukuka uygundur. Tam tersine Kobanî Kumpas Davasında uygulanan hukuk düşman hukukudur.

“Evrensel ve ulusal hukukun bütün kuralları hiçe sayılıyor”

Sanık sandalyesine haksız yere oturtulan arkadaşlarımız bütün meşru haklarından mahrum bırakılmaktadır. En başta yargılama hukuku açısından vazgeçilmez nitelikte olan savunma hakları gasp edilmektedir. Soruşturmayı ve kovuşturmayı genişletme talepleri dikkate alınmamaktadır. Duruşma periyotları iktidarın siyasi hedefleriyle uyumlu olacak şekilde düzenlenmektedir. Bir mizansen, bir kurgu dava söz konusudur.

Burada dünya tarihinde örneğine az rastladığımız, kara leke olarak hukuk ve siyaset tarihine geçen örneklerden biri ile karşı karşıyayız. Dreyfus Davası gibi, Leipzig Davası gibi kurgu davadır Kobanî Kumpas Davası. O davalarda bile dönemin yönetimleri ve yargısı hiç olmazsa görüntüyü kurtarmak için bazı kurallara uymaya dikkat etmiştir. Kobanî Kumpas Davasında ise mahkeme heyetinin böyle bir kaygısı bile yoktur. Evrensel hukukun temel ilkelerinden biri olan masumiyet karinesi ve yargıya müdahale yasağı da bu duruşmalarda ayaklar altına alınmıştır.

İktidar temsilcileri en tepeden aşağılara kadar süreli olarak sanık sandalyesine oturtulan arkadaşlarımızı sürekli olarak mahkum gibi göstermek istemişlerdir. Haklarında mahkeme tarafından kesin hüküm verilmediği halde, iktidar temsilcileri hüküm merciiymiş gibi kesin ifadeler kullanmış, arkadaşlarımızı suçlamış, mahkum etmeye çalışmıştır. Kobanî Kumpas Davası bir hukuksuzluk ve adaletsizlik laboratuvarı olarak görülmelidir. Bunu hep söyledik.

Bu davada yapılan her şey zamanı geldiğinde bütün muhaliflere karşı uygulanacak bir norm yaratma amacını da taşımaktadır. Yani bu davayı sadece HDP’ye karşı, sadece HDP’nin şahsında demokratik siyasete karşı bir tasfiye planı olarak görmek yanıltıcı olacak demiştik. Ne yazık ki haklı çıktık. Aynı hukuksuzluklar başka yargılamalarda da sürdürüldü. Ama asıl bu hukuksuzlukların test edildiği yer Kobani Kumpas Davası olmuştur. Bugün bu tür davalara ve tezgahlara karşı geniş bir toplumsal duyarlılık ve kararlı bir demokratik mücadele en etkili yöntemdir.

Ne yazık ki Kobani Kumpas Davası boyunca başta siyasi muhalefet olmak üzere genel olarak güçlü bir dayanışma sergilendiğini söyleyemeyiz. Gerçi iktidarın basın üzerinde yoğun bir baskısı olduğunu biliyoruz ama buna rağmen siyasi muhalefet de çeşitli toplumsal çevreler de daha yüksek bir ilgi ve dayanışma gösterebilirdi. Şüphesiz burada davayı başından beri aynı dayanışma ruhuyla ve demokratik kararlılıkla takip eden dost ve yoldaş çevreleri bunun dışında tutuyoruz. Eğer bu ülkede adaletin hakim kılınmasını istiyorsak yapmamız gereken şey, toplumsal dayanışmayı ve ortak demokratik mücadeleyi büyütmektir.

“Tuzak ve kumpastır”

Duruşma salonunda yoldaşlarımızın yaptığı adalet talebini herkes için hakim kılacak sesi yükseltmektir. Onlar herkes için adalet, gelecek ve bugün için demokrasi ve barış taleplerini dile getirmekten bir an bile geri durmadılar. Kobani Kumpas Davası aynı zamanda demokrasi ve barışa karşı bir tuzak ve kumpastır.

Özellikle 2013-15 yılları arasında yürütülen Çözüm Sürecindeki faaliyetlerin bile isnat konusu, suç konusu yapılması bunun açık göstergesidir. Bu dava ile barış umudu yargılanmak isteniyor, Kürt sorununda demokratik çözüm arayışlarının önüne geçilmek isteniyor. Bütün bunları dikkate aldığımızda, Kobanî Kumpas Davasına karış sergilenecek tutum aynı zamanda adalet, demokrasi ve barış için verilecek mücadele açısından da çok değerlidir.

Bizler bu konularda mücadelemizden en ufak bir adım geri atmayacağız. Hem Kürt sorununda demokratik çözüm hem bütün Türkiye’de özgürlük ve demokrasi hem de kalıcı barış için mücadelemize devam edeceğiz. Bugün yargılanmakta olan arkadaşlarımızın, savcıların sunduğu mütalaaya karşı savunmaları alınmak isteniyordu. Adil bir yargılama beklemiyoruz ama bu kadar acil bir yargılamanın da bir sebebi ve amacı vardır.

Dün 2 Temmuz Sivas Katliamının yıl dönümüydü. Korkunç bir katliam yaşandı o gün Sivas’ta. 30 yıl geçti üzerinden. 33 insanımız diri diri yakıldı. Hepsini saygıyla ve minnetle anıyorum. Sivas Katliamı Davası firari sanıklar hariç zaman aşımına uğradı. Orada yargının da bir acelesi yoktu, yargıyı kontrol eden iktidar merkezlerinin de bir acelesi yoktu; tersine davanın zaman aşımına uğraması için ellerinden gelen her şeyi yaptılar.

Bütün Türkiye’nin hatta dünyanın gözleri önünde 33 insanın diri diri yakıldığı bu katliamın davası zaman aşımına uğratılıyor, böylece sanıklar serbest kalmış oluyor. Yani sanıklar bir şekilde aklanmış oluyor, katliam aklanmış oluyor. Öte yandan hukuksuz ve adaletsiz olduğu apaçık olan Kobanî Kumpas Davasında mahkeme adeta zamanla yarışıyor, bir an önce sona ulaşmak istiyor.

“Yerel seçimlerde de malzeme olarak kullanmak istiyor”

Savcı mütalaasını seçimlerden kısa bir süre önce sunmuştu. Amaç seçimlerde bu mütalaayı kullanmaktı. Muhtemelen aynı taktiği önümüzdeki dönemde yerel seçimleri gözeterek yine devreye sokacaklardır. Bu davayı iktidar yerel seçimlerde kendi hedefleri için istismar etmek isteyecektir.

Bu nedenle Kobani Kumpas Davası sadece demokratik siyasetin, HDP’nin tasfiyesi amacına yönelik değildir; Türkiye’de siyaseti bir bütün olarak dizayn etme gibi bir amaca da yöneliktir. O nedenle demokrasiden, adaletten, özgürlükten ve barıştan yana herkesin bu davayı yüksek duyarlılıkla takip etmesi ve iktidarın oyunlarına karşı ortak irade sergilemesi gerekmektedir.

“Savcının mütalaası iktidarın siyasi hedeflerini yansıtan bir manifestodur”

Eğer savcının sunduğu mütalaayı okuma imkanınız olursa, 5200 sayfa tutan bir mütalaa göreceksiniz ki herhangi bir hukuki argüman yoktur. Mütalaa iktidarın siyasi görüş ve hedeflerini yansıtan bir tür manifestosudur. Şimdi durum bu kadar açıkken, bu davaya karşı sessiz ve tepkisiz kalmak iktidarın oyunlarını sergilemesine cesaret vermek anlamına gelir.

İddianamenin kopyası bir mütalaa söz konusu, hiçbir lehe delil dikkate alınmamış, çelişkiler ve iftiralar art arda sıralanmış, AİHM kararları yok sayılmış, gizli tanık uygulaması artık pervasızlık sınırlarını aşan bir noktaya gelmiştir. Böyle bir mütalaa ve bunun kopyası olan bir iddianame ile arkadaşlarımız ağır cezalara çarptırılmak isteniyor. Mahkeme salonlarında arkadaşlarımızın gösterdiği onurlu duruş ve direniş bizler için de ilham kaynağıdır. Bizler de aynı şekilde bu mücadeleyi sonuna kadar aynı kararlılıkla sürdüreceğiz.

Bugün aynı zamanda 3 Temmuz Çorum Katliamının yıl dönümü. Orada da hayatını kaybeden canları rahmetle anıyoruz. Adaletsizliği bu ülkeden ortadan kaldırana kadar; adaleti, demokrasiyi, barışı ve özgürlüğü hakim kılıncaya kadar her alanda mücadelemiz kararlılıkla devam edecektir. Bütün bu sorumlulukları dikkate alan çizgimizi ve yürüyüşümüzü güçlendireceğiz.

Soru: Yerel seçimlerden önce davanın sonuçlanmasını bekliyor musunuz?

Bu davada her şey keyfi yürüyor. Bütün önemli yargılama aşamaları iktidarın amaçlarına göre ayarlanıyor. Siyasi iktidar kendisi için bir menfaat görürse, hangi tarihte bu menfaatin en iyi gerçekleşeceğini varsayarsa bu davanın da o zaman biteceğini tahmin edebiliriz.”

Paylaşın

HDP’de “Yerel seçimler” İçin Kritik Tarih Ekim

Meclis çalışmalarını Yeşil Sol Parti (YSP) atında yapan Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) 2024’te yapılacak yerel seçimlere ilişkin alacağı karar, siyasetin önemli gündem başlıkları arasındaki yerini koruyor.

HDP Eş Genel Başkan Pervin Buldan, yerel seçimlerde, “büyükşehirler başta olmak üzere bütün illerde aday çıkaracaklarını” açıklaması da, siyaset kulisleri hareketlendirmiş durumda.

Partide, yerel seçimlere yönelik özel gündemli görüşmelerin yapılmadığı, “her ilde aday çıkarılması yönünde bir parti kararı bulunmadığı” öğrenilirken, 14 Mayıs ve 28 Mayıs seçim sürecinin noktalanmasının ardından hedefine ulaşamadığını açıklayan, ardından özeleştiri sürecine giren HDP’de kongre takvimi işletiliyor.

Başta eş genel başkanlar olmak üzere parti yönetiminin büyük oranda değişeceği HDP’de daha sonra yerel seçimler için aday belirleme çalışmaları hız kazanacak.

Birgün’de yer alan habere göre; Partinin kongreden sonra 81 ildeki adaylarını belirleyeceği ancak bazı büyükşehirler için son kararın kongre sonrası verebileceği iddia edildi. Ancak parti yönetimi, bu durumu düşük bir ihtimal olarak değerlendiriyor.

Seçimlerdeki başarısızlığı kabul eden isimler arasında yer alan ve tabanın sesinin yeterince dinlenmediğini kaydeden HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, yerel seçimler hakkında yaptığı açıklamada, “İktidar bir kez daha devletin bütün imkanlarını kullanmaya çalışacak.

Biz de, bütün illerimizde büyükşehirler başta olmak üzere her yerde adaylarımızı çıkararak bu mücadelenin içerisinde varlığımızı ve mücadelemizi bir kez daha ispat etmek üzere, bu seçimlerde iyi bir çalışma temposuyla büyük bir başarı elde etmek için çalışmalarımızı sürdüreceğiz” dedi.

Pervin Buldan’ın bu açıklaması, özellikle Millet İttifakı tarafından yönetilen belediyelerin iktidar tarafından kazanılabileceği yorumlarına neden oldu.

Büyük kongre için çalışmalarını yürüten HDP ise “tabanın sesine kulak verecek.” Edinilen bilgiye göre özellikle cumhurbaşkanı adayı belirlemeyen ve bu nedenle oy kaybına uğradığı öne sürülen partide, bu kez adaylar kesin olarak belirlenecek. Bu kararda özellikle son yerel seçimden sonra HDP’li belediyelere atanan kayyumlara sessiz kalan Millet İttifakı’nın rolü olduğu da bildirildi.

Kapatma davası

HDP’nin bir diğer önemli gündem maddesi, yeni parti. Seçimlere Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi çatısı altında giren parti yönetimi, kongre sürecine kadar HDP ile mi yola devam edeceklerini yoksa ismini değiştirerek Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’ne mi geçiş yapacaklarını belirleyecek. Kapatma davası nedeniyle HDP’nin geri planda kalabileceği ifade edildi.

Paylaşın

Buldan’ın “Yerel Seçimler” Açıklaması Siyaset Kulislerini Hareketlendirdi

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkan Pervin Buldan, 2024’te yapılacak yerel seçimlerde, “büyükşehirler başta olmak üzere bütün illerde aday çıkaracaklarını” açıklamasının ardından, siyaset kulisleri hareketlendi.

Partide, yerel seçimlere yönelik özel gündemli görüşmelerin yapılmadığı, “her ilde aday çıkarılması yönünde bir parti kararı bulunmadığı” öğrenilirken, parti kaynakları, tutumun kurultayın tamamlanmasının ardından netleşeceğini, partinin birinci gündeminin yerel seçimler olmadığını kaydediyor.

2019’daki durumun ise istisna olduğunu kaydeden parti yöneticileri, “Yerel yönetimlerde AKP’nin kaybetmesi ve kayyum siyasetine son verilmesi gibi ikili bir politika izledik. Bazı büyükşehirlerde aday göstermedik” yorumunu yaparken parti yönetimi ve örgütleriyle yapılan toplantılarda bir eğilimin oluştuğu ancak tartışma sürecinin henüz bitmediği aktarılıyor.

Meclis çalışmalarını Yeşil Sol’da yapacak HDP’den yerel seçimlere ilişkin gelen açıklamalar siyaset kulislerini hareketlendirdi.

Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş’ın, özellikle 2019’da aday çıkarılmayan büyükşehirlerde aday çıkarılabileceği yönündeki açıklamasının ardından kurultayda görevi bırakacak olan Eş Genel Başkan Pervin Buldan, “büyükşehirler başta olmak üzere bütün illerde aday çıkaracaklarını” duyurdu. 2019’daki seçimlerde muhalefetin kazanmasında kritik rol oynayan partilerden olan HDP’den gelen bu açıklamalar da tartışma yarattı.

Cumhuriyet’ten Sefa Uyar’ın aktardığına göre, partide, yerel seçimlere yönelik özel gündemli görüşmelerin yapılmadığı, “her ilde aday çıkarılması yönünde bir parti kararı bulunmadığı” öğrenildi. Parti kaynakları, tutumun kurultayın tamamlanmasının ardından netleşeceğini, partinin birinci gündeminin yerel seçimler olmadığını kaydediyor. Bu konuda halihazırda yorum yapmanın “erken olacağı” belirtiliyor.

Buldan’ın açıklamasına yönelik de “Her siyasi partinin aday göstermesi, olağan olanıdır, beklenenidir. Genel başkanın da söylediği şey bu. Alınan karar, bir görüşme yok. Bunun değişmesi istisnai durum, değişmemesi olağandır. Şu an için gündemimizde başka bir seçenek yok” değerlendirmesi yapılıyor.

“Tartışma süreci henüz bitmedi”

2019’daki durumun ise istisna olduğunu kaydeden parti yöneticileri, “Yerel yönetimlerde AKP’nin kaybetmesi ve kayyum siyasetine son verilmesi gibi ikili bir politika izledik. Bazı büyükşehirlerde aday göstermedik” yorumunu yaparken parti yönetimi ve örgütleriyle yapılan toplantılarda bir eğilimin oluştuğu ancak tartışma sürecinin henüz bitmediği aktarılıyor. Partinin görüşünün konferanslar ve büyük kurultayda şekillenmesi, kurultay sürecinin ardından yeni politikalarının ve kadrolarının şekillenmesiyle birlikte önceliğin yerel seçimlere verilmesi bekleniyor.

Paylaşın