Fransa’da Okullarda “Abaya” Yasağı Kesinleşti

Fransa’da Danıştay, hükümetin abaya ve entari tarzı uzun elbiselerin laikliğe aykırı olduğu gerekçesiyle okullarda giyilmesini yasaklamasına ilişkin yapılan itirazı reddetti. Bu kararla, okullarda abaya yasağı kesinleşmiş oldu.

Fransa’da Eğitim Bakanı Gabriel Attal, yeni eğitim dönemi öncesinde laikliğe aykırı olduğu gerekçesiyle devlet okullarında abayanın yasaklanacağını açıklamıştı.

Bakan erkeklerin de “kamis” adı verilen uzun gömlekleri giymesinin yasaklandığını duyurmuştu. Bakan, yasağa gerekçe olarak ülkede geçerli olan laiklik ilkesini göstermiş, laiklik ilkesi gereğince devlet okullarından dini sembollerinin yerinin olmadığını belirtmişti.

Hükümet Sözcüsü Olivier Veran, 28 Ağustos’ta ülkedeki okullarda giyilmesinin yasaklanacağı abaya ve benzeri uzun elbiseler için “politik bir saldırı aracı” olduğu yorumunu yapmıştı.

Mahkemenin kararına göre, abaya yasağı özel hayata saygı, din özgürlüğü, eğitim hakkı ve çocuğun refahı haklarını ihlal etmediği gibi, ayrımcılık yasağı ilkesine de aykırılık teşkil etmiyor.

Fransa Danıştayı, okullarda abaya gibi tesettür giysilerinin daha fazla giyilmesinin “dini bir arka planı” olduğu değerlendirmesinde bulundu. Mahkeme, bunun öğrencilerin ifadelerinden anlaşıldığını vurguladı. Yüksek Mahkeme, yasanın devlet okullarında herhangi bir dine aidiyet göstergesi olan giysileri yasakladığına dikkat çekti.

Fransa’da 2004 yılında çıkan bir yasada devlet okullarında derslere dini simge ve objelerle girilmesi yasaklanmıştı. Bu kararın ardından okullarda baş örtüsü yasağı gelmişti.

Bundan sonra ne olacak?

Milli Eğitim Bakanlığı tarafından okullara gönderilen talimatnameye göre, abaya giymekte itiraz eden öğrencilerin aileleriyle önce “diyalog süreci” başlatılacak, bunun sonucunda bu giysiyi giymek isteyenler ısrar ederse okuldan atılacak.

Danıştay’ın ilgili dairesi, hükümetin abaya ve entari tarzı uzun elbiselerin laikliğe aykırı olduğu gerekçesiyle okullarda giyilmesini yasaklamasına ilişkin yapılan itirazla ilgili önceki gün bir duruşma düzenlemişti.

Müslümanların haklarını savunan ADM Derneğinin yaptığı başvuruyu değerlendirmek üzere düzenlenen duruşma yaklaşık iki saat sürmüştü.

Yasak kararını temel özgürlüklere aykırı olduğu gerekçesiyle Danıştay’a götüren dernek, duruşmada birkaç ay önceye kadar abayanın “dinle ilgisi olmayan kıyafet” olarak kabul gördüğünü ve bu konuda derin bir tartışma olduğu yolunda savunma yaptı.

Bu yasak nedeniyle abaya giydiği için okula giremeyen öğrencilerin özel hayatının ve kişisel özgürlüğünün ihlal edildiğini savunan derneğin avukatı, bu öğrencilerin kıyafetlerinden dolayı “damgalandığı” görüşünü dile getirdi.

ADM Derneği avukatı Vincent Brengarth, Eğitim Bakanlığının “abayanın” ne tarz bir giysi olduğunu tam anlamıyla tarif eden bir belgesi olmadığını kabul ettiğini söyledi. Brengarth, “Bir şeyin dini nitelikte olup olmadığını belirlemek Eğitim Bakanlığının görevi değil.” ifadesini kullandı.

Abaya kıyafetinin dinle ilgisi olmadığını belirten Brengarth, Fransa İslam Konseyi’nin (CFCM) de bu görüşte olduğunu bildirdi.

Paylaşın

Tepkilere Neden Olan “ÖTV Düzenlemesi” Yargıya Taşındı

Diyarbakır Barosu, birçok ürünün fiyatlarının artmasına neden olan Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) düzenlemesi Anayasa’ya aykırı olduğu iddiasıyla Danıştay’a ‘yürütmeyi durdurma’ ve kararnameyi ‘iptal’ başvurusu yaptı.

Baro dilekçesinde, artış yetkisinin Meclis’te olduğuna dikkat çekerek, “Vergi koyma, değiştirme ve kaldırma yetkisi, Anayasa’nın 73’üncü maddesine göre, Yasama Organı’nın mutlak yetkisi içerisindedir. Dolayısıyla; 167’nci madde uyarınca Cumhurbaşkanı’na verilecek yetkinin, vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konulması ve kaldırılmasıyla ilgili olmaması gerekmektedir.

Aksi halde; verilecek yetki, Anayasa’nın anılan maddelerine aykırı olacağı gibi; yine, yukarıda söylemiş olduğumuz üzere, bu yetki kullanılarak vergi koyma ve kaldırma konusunda yapılan idari düzenleme, fonksiyon gaspı ile yetki yönünden hukuka aykırılık teşkil etmektedir” dedi.

Pazar günü sabaha karşı Resmi Gazete’de yayınlanan Cumhurbaşkanı Kararı’yla hem akaryakıtta hem de doğalgazda ÖTV (Özel Tüketim Vergisi) artırıldı. Bu artış birçok ürünün fiyatının da yükselmesine yol açtı. Artıştan önce 27,5 lira olan bir litre kurşunsuz benzin 35 lira, 26 lira olan motorinin fiyatı da 33 liraya çıktı. Doğalgazdan alınan ÖTV ise yüzde 224 oranında arttı.

Birçok kesimin tepkisine neden olan artışlar üzerine Danıştay’a başvuran Baro, öncelikle ÖTV artışını düzenleyen kararnamenin yürütmesinin durdurulmasını ve iptalini talep etti.

VOA Türkçe’den Mahmut Bozarslan’nın aktardığına göre başvuruda, artışların Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle değil kanunla olması gerektiğine vurgu yapılarak, şu görüşlere yer verildi: “Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin, konuluşları da, konulmuş vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüğün değiştirilmesi de, konulmuş olan verginin kaldırılması da kanunla olmak zorundadır.

Bu anayasal düzenlemede sözü edilen ‘kanun’dan kasıt, Anayasa’nın 88 ve devamı maddelerinde öngörülen yöntem uyarınca kabul edilip yürürlüğe konulan ve şekli ve maddi anlamda kanun olarak adlandırılan metinlerle, usulüne uygun olarak yürürlüğe konulmuş olup, Anayasa’nın 90’ıncı maddesinin son fıkrasına göre kanun hükmünde kabul edilen uluslararası antlaşmalardır.”

Baro dilekçesinde, artış yetkisinin Meclis’te olduğuna dikkat çekerek, “Vergi koyma, değiştirme ve kaldırma yetkisi, Anayasa’nın 73’üncü maddesine göre, Yasama Organı’nın mutlak yetkisi içerisindedir. Dolayısıyla; 167’nci madde uyarınca Cumhurbaşkanı’na verilecek yetkinin, vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konulması ve kaldırılmasıyla ilgili olmaması gerekmektedir.

Aksi halde; verilecek yetki, Anayasa’nın anılan maddelerine aykırı olacağı gibi; yine, yukarıda söylemiş olduğumuz üzere, bu yetki kullanılarak vergi koyma ve kaldırma konusunda yapılan idari düzenleme, fonksiyon gaspı ile yetki yönünden hukuka aykırılık teşkil etmektedir” dedi.

Baro, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne de aykırı olduğunu savunduğu artışlarla ilgili Danıştay’a yürütmeyi durdurma ve iptal için başvurdu.

Talep dilekçesinde şu şekilde yer aldı: “Yukarıda açıklandığı ve resen gözetilecek hususlarla birlikte; 1-T.C. Cumhurbaşkanlığı’nın 16.07.2023 tarihli resmi gazetede yayımlanan 7390 sayılı Cumhurbaşkanlığı’nın kararının öncelikle Yürütmesinin Durdurulmasına ve iptaline karar verilmesi, 7456 sayılı Kanun m.12’sinin Anayasanın 5, 10, 35, 36, 73 ve 167. maddesine aykırı olması nedeniyle iptali için Anayasanın 152. maddesi uyarınca Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmasını arz ve talep ederiz”

Başvuruda vurgu yapılan 7390 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararı ÖTV ile ilgili yeni düzenlemeleri içerirken, 7456 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararı ise, Cumhurbaşkanına artış yetkisi veriyor. Baro, kanun iptali için doğrudan AYM’ye başvuramıyor. Eğer Danıştay, Baro’nun talebini haklı bulursa Cumhurbaşkanına artış yetkisi veren kanunun iptali için AYM’ye başvurabiliyor.

Paylaşın

Lozan Antlaşması Yargıya Taşınıyor; Yasal Süreç Nasıl İşleyecek?

Lozan Antlaşması, imzalanmasının 100’üncü yılında ilk kez yargıya konu oldu. DİAKURD, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkının uygulanmadığı gerekçesiyle Lozan’ı Danıştay’a taşıyor.

Danıştay’ya dava açma başvurusuyla ilgili olarak Diyarbakır’da düzenlenen basın toplantısında konuşan Avukat Hişyar Özalp, açılan davanın bir ilk olduğunu belirterek “Kuzey Kürtleri ilk kez hem Lozan’ı kabul etmiyor, hem self-determinasyon hakkının uygulanmasını resmi olarak istiyor” dedi.

Lozan Antlaşması imzalanırken Kürt halkının iradesine başvurulmadığını ifade eden Özalp, Lozan’da Kürt toplumunun temsil edilmediğini vurguladı. Özalp, davanın Kürt milletinin talebi olduğunu söyledi.

Avukat Rıdvan Dalmış ise Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile Ekonomik Kültürel ve Sosyal Haklar Sözleşmesinin 1’inci maddesine dayanarak Kürt toplumunun kendi kaderini tayin etme hakkının hayata geçirilmesi için dava başvurusunda bulunduklarını söyledi.

Sözleşmelerin altında Türkiye’nin de imzası olduğunu ve Anayasa’nın 90’ıncı maddesi gereği uygulama yükümlülüğü bulunduğunu belirten Dalmış, “Türkiye’de Kürtlere yönelik etnik ayrımcılığın devam ettiğini” ve “bu nedenle self-determinasyon hakkı ile ilgili şartların hepsinin mevcut olduğunu” kaydetti.

DW Türkçe’den Felat Bozarlan’ın haberine göre; Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı ve dünya devletleri arasında tanınırlığının sağlandığı Lozan Antlaşması, imzalanmasının 100’üncü yılında ilk kez yargıya konu oldu. Lozan’ın yargıya taşınmasına neden olan süreç, Kürt Diaspora Konfederasyonu (DİAKURD) adına Mayıs ayında Cumhurbaşkanlığına gönderilen bir dilekçe ile başladı.

DİAKURD’un dilekçesinde Lozan Antlaşması’nın iptali ve Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkının hayata geçirilmesi talep edildi. Ancak Cumhurbaşkanlığı dilekçeye yasal süre olan bir ay içinde cevap vermeyerek hukuki anlamda talebi zımnen reddetmiş oldu. Talebin zimnen reddedilmesi üzerine DİAKURD avukatları, dava açılması talebiyle Danıştay’a başvurdu.

DİAKURD avukatları Hişyar Özalp ve Rıdvan Dalmış’ın Danıştay’a gönderilmek üzere Diyarbakır Nöbetçi İdare Mahkemesi’ne sunduğu dilekçede, “Lozan’da kabul edilen anlaşmanın Kürtlerin ulus olmaktan kaynaklı tüm haklarının gasp edilmesiyle sonuçlandığı” savunuldu. “Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra Kürt halkının varlığının bile inkâr edildiği” belirtilen dilekçede, “1924 anayasasında Türkiye’de yaşayan herkesin Türk olduğunun kabul edildiği” vurgulandı.

“Kürtleri yok sayan sistematik asimilasyon politikasının halen bütünüyle yürürlükte olduğu” iddiasının yer aldığı dilekçede, “Kürtlerin her halk gibi siyasal statüsünü özgürce belirleme, ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmasını elinde tutma hakkına sahip olduğu” vurgulandı.

Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası hukukun “self-determinasyon” (kendi kaderini tayin) hakkını tanıdığı belirtilen dilekçede, bunun sömürge olmayan halkların da hakkı olduğu ifade edildi. Bangladeş, Eritre, Darfur ve Kosova gibi örneklere yer verilen dilekçede, “iç self determinasyon” hakkının uygulanmaması durumunda “dış self – determinasyon” hakkının uygulanması hakkının doğacağı görüşü dile getirildi. Dilekçede “etnik, dilsel, tarihi ve kültürel olarak Türk halkından tamamen farklı olan Kürtlerin self-determinasyon hakkına haiz bir halk olduğu” savunuldu.

“Türkiye’de nüfusu 20 milyondan fazla olan Kürtlerin her türlü idari, siyasi ve kültürel özerklikten uzakta ve başka bir etnik kimlik altında yaşamaya zorlandığının” belirtildiği dilekçede, “Lozan Anlaşması’nın Kürtlerin self-determinasyon hakkını ortadan kaldırdığı, böylelikle bağımsız Kürdistan devletinin kurulmasını engellediği ve bu durumun ahlaki ve insani olarak kabul edilemez olduğu bir başka gerçektir” denildi.

“Kürt halkının iradesine başvurulmadı”

Danıştay’ya dava açma başvurusuyla ilgili olarak Diyarbakır’da düzenlenen basın toplantısında konuşan Avukat Hişyar Özalp, açılan davanın bir ilk olduğunu belirterek “Kuzey Kürtleri ilk kez hem Lozan’ı kabul etmiyor, hem self-determinasyon hakkının uygulanmasını resmi olarak istiyor” dedi.

Lozan Antlaşması imzalanırken Kürt halkının iradesine başvurulmadığını ifade eden Özalp, Lozan’da Kürt toplumunun temsil edilmediğini vurguladı. Özalp, davanın Kürt milletinin talebi olduğunu söyledi.

Avukat Rıdvan Dalmış ise Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile Ekonomik Kültürel ve Sosyal Haklar Sözleşmesinin 1’inci maddesine dayanarak Kürt toplumunun kendi kaderini tayin etme hakkının hayata geçirilmesi için dava başvurusunda bulunduklarını söyledi.

Sözleşmelerin altında Türkiye’nin de imzası olduğunu ve Anayasa’nın 90’ıncı maddesi gereği uygulama yükümlülüğü bulunduğunu belirten Dalmış, “Türkiye’de Kürtlere yönelik etnik ayrımcılığın devam ettiğini” ve “bu nedenle self-determinasyon hakkı ile ilgili şartların hepsinin mevcut olduğunu” kaydetti.

24 Temmuz’da Lozan Antlaşması’nın 100’üncü yılını dolduracağına dikkat çeken Rıdvan Dalmış, “Bu anlaşma isminde barış olmasına rağmen biz Kürtlere sadece ölüm ve acı getirmiştir. Lozan Kürtlerin self-determinasyon hakkını sonsuza kadar ellerinden almayı amaçlamış, Kürt halkını asimile ederek yok etmek istemiştir. Açtığımız davada bu haksızlığın aslında uluslararası hukuka aykırı olduğunu sözleşmeler, teamüller, içtihat, doktrin ve hukukun genel ilkeleriyle açıkladık” şeklinde konuştu.

Yasal süreç nasıl işleyecek?

Cumhurbaşkanlığı’nın yapılan başvuruya yasal süre olan 30 gün içinde cevap vermemesi üzerine Danıştay’da dava açıldı. Danıştay’ın ise yargılamayı yapmak veya davayı reddetmek şeklinde iki seçeneği bulunuyor.

DİAKURD yetkilileri Danıştay’dan olumlu bir karar beklemiyor. Ancak dava reddedilirse bu kez Anayasa Mahkemesi’ne başvurularak iç hukuk yolları tüketilmiş olacak. Anayasa Mahkemesi’nden de bir sonuç alınamazsa bu kez Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi’ne başvuru yapılacak.

Paylaşın

Erdoğan’dan “Yeni Anayasa” Mesajı

Danıştay Başkanlığı 155. kuruluş yıl dönümü töreninde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, 14 Mayıs seçimlerinin ardından yeni Anayasa ile ilgili çalışmalara devam edeceklerini söyledi.

Haber Merkezi / Erdoğan, “Türkiye Yüzyılı vizyonumuzun en önemli hedeflerinden biri bu olacaktır. Seçimden sonra bu konuyu hem milletimizin hem Meclisimizin gündemine tekrar taşıyacağız. Türkiye’yi milli irade eliyle hazırlanmış, sivil bir anayasaya kavuşturmak istiyoruz” ifadelerini kullandı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Danıştay Başkanlığı 155. kuruluş yıl dönümü töreninde konuştu. Erdoğan’ın konuşmasından satırbaşları şöyle:

“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni kurarken, güçler ayrılığı ilkesini de tahkim ettik. Yasama, yürütme ve yargı arasındaki ilişkileri daha keskin hatlarla belirleyerek, demokrasimizin standardını yükselttik. Yine bu Anayasa değişikliğiyle yargının bağımsızlığı umdesine tarafsızlığı ibaresini de ekledik. Böylece yargıyı, geçmişte içine düştüğü tartışmalardan kurtaracak önemli bir adım attık.

Ancak ülkemizde, vesayet ve darbe süreçlerinde bu tartışmalar, gerçekten can acıtıcı, kurumları yıpratıcı bir şekil almıştır. Mesela, bir dönem yargımızın üzerine çöken FETÖ gölgesi hepimizi çok üzmüştür. Hamdolsun, devletimizin diğer kurumlarıyla birlikte yargımızı da bu ihanet çetesi mensuplarından temizleyerek, yeni bir dönem başlattık.

Ülkemizin, her türlü hukuk dışı oluşum gibi, hangi isim ve görünüm altında olursa olsun, terör örgütleriyle yürüttüğü mücadelede yargımızın gösterdiği sağlam duruşun şahidiyiz. Her ne kadar, vesayet dönemi hayali ve hevesiyle yargı kurumlarımıza saldıranlar hala varsa da artık bu taktik söylemlere kimse itibar etmiyor. Milletimiz, kendi adına karar veren yargı kurumlarına, giderek daha güçlü bir şekilde güvenmekte, sarıp sarmalamaktadır.

Türkiye’yi, milli irade eliyle hazırlanmış sivil ve özgürlükçü bir Anayasa’ya kavuşturmak istiyoruz. Bunu başarmamız, demokrasimizin üzerindeki son bulutların da dağılması anlamına gelecektir. Türkiye Yüzyılı vizyonumuzun en önemli hedeflerinden biri bu olacaktır. Seçimlerin ardından bu konuyu, hem milletimizin hem Meclisimizin gündemine tekrar taşıyacağız. Yargı temsilcilerimizden de bu hususta katkı bekliyoruz.

Aklımızın ermeye başladığı yıllara dair ilk hatıramız 1960 darbesi ve sonrasında yaşanan acı görüntülerdir. İlk gençlik yıllarımızı muhtıra tartışmalarıyla geçirdik. Ardından ülkenin ideolojik çekişmelerinden sokak kavgalarına, terör eylemlerine evrildiği süreci yaşadık.

Bu sürecin aslında 12 Eylül darbesinin zeminini hazırlama oyunu olduğunu, ilerleyen dönemlerde bizzat projenin sahiplerinin ikrarıyla öğrendik. Siyasetin yeniden toparlanmaya çalıştığı 1980’li yılları, 1990’ların siyasi istikrarsızlık ve sosyal gerilim dönemi izledi.

Türkiye’ye o kadar çok vakit kaybettirdiler, milletimizin enerjisini o kadar boş yere harcattılar ki kaybedecek tek bir anımız, tek bir günümüz yoktu. Önceki süreçlerden farklı olarak biz, dirayetli ve kararlı duruşumuzla milletimizin desteğini hep yanımızda tutmayı başardık. Hatırlarsanız, 15 Temmuz gecesi televizyonlara bağlandığımda bir şey söylemiştim.

Demiştim ki, biz milletin gücünün üstünde güç tanımıyoruz. Evet, bu güç bizi vesayetin cenderesinden, terör örgütlerinin saldırılarından kurtardığı gibi, darbecilerin silahlarının namlularına da göğsünü siper etti. Biz de milletimize şükranımızı eserlerimizle, hizmetlerimizle, reformlarımızla gösterdik, gösteriyoruz.

Eski Türkiye’de bizlerin yaşadığı sıkıntıların hiçbirini yaşamamış bir nesil var. Diğer pek çok mesele gibi bu yeni nesle, demokraside, özgürlüklerde, hukuk devletinde bugün bulunulan yerin kıymetini anlatmakta zorlanıyoruz. Gençler mukayesesini, eski Türkiye ile değil, kendilerine göre çok daha iyi uygulamalara sahip ülkelerle yapıyor. Halbuki biz her ülkenin kendi hikayesi olduğunu, ülkemizin hikayesinin de hiç de öyle kolay yazılmadığını çok iyi biliyoruz.

Bunun için gençlerimize, hem sahip olduğumuz imkanları hem Türkiye Yüzyılı ile ulaşmak istediğimiz hedefleri bıkmadan, usanmadan anlatmayı sürdüreceğiz. Gençlere bırakacağımız en büyük miras, onlara hayallerini hayata geçirebilecekleri, altyapısı tamamlanmış bir Türkiye olacak. Yargı teşkilatımıza duyulan güvenin artması, yargının itibarının yükselmesi, bu sürecin önemli kazanımlarından biri olarak ortak hanemize yazılacaktır.”

Paylaşın

Akşener’den Çok Sert ‘İstanbul Sözleşmesi’ Tepkisi

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesini “hukuka uygun” bulurken, İYİ Parti Lideri Akşener, karar çok sert tepki gösterdi: Bu kararı verdirtene sorun bakalım; kadınlara ‘sürtük’ demek de ‘hukuka uygun’ muymuş?

Haber Merkezi / Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, cumhurbaşkanı kararıyla Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma kararını “hukuka uygun” buldu. Türkiye, resmen sözleşmeden çekilmiş oldu.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Danıştay’ın aldığı karara tepki gösterdi. Sosyal medya hesabından karara ilişkin haberi paylaşan Akşener “Siz yargıyı sopa yapmaya devam edin. Biz, milletin iradesiyle iktidara yürüyoruz. Siz kadınlardan korkmaya devam edin. Biz 85 milyon el ele, İstanbul Sözleşmesi’ni imzalamaya geliyoruz. Bu kararı verdirtene sorun bakalım; kadınlara ‘sürtük’ demek de ‘hukuka uygun’ muymuş?” yorumu yaptı.

Danıştay, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararını onayladı

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesine yönelik Cumhurbaşkanı Kararı’nın iptali istemiyle açılan davada verilen ret kararını onadı. İstanbul Sözleşmesi için bundan sonraki adım Anayasa Mahkemesi olacak.

Türkiye, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasını taşıyan kararla İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmiş; kadın örgütleri ve siyasi partiler, bu kararın iptal edilmesi için Danıştay’da dava açmıştı. Danıştay 10. Daire, İstanbul Sözleşmesi’nin feshini hukuka uygun bulmuş ve davanın reddine karar vermişti.

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, 10. Daire’nin kararına yapılan temyiz başvurularını bugün oyçokluğuyla reddetti. Kurul, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesine yönelik Cumhurbaşkanı Kararı’nın iptali istemiyle açılan davada verilen ret kararını onadı. Kararın gerekçesi daha sonra açıklanacak.

Kadın örgütleri kararı AYM’ye taşıyacak

Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü, karara tepki göstererek bundan sonraki aşamanın Anayasa Mahkemesi ve oradan da sonuç alamazlarsa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) olacağını söyledi.

Güllü, “Sayın Cumhurbaşkanı’nın tabiri ile ‘topu ayakta dolaştırma stratejisi’. Kendilerine göre siyaset malzemesi yapıyorlar. Bu hukuksuz. Danıştay, Türkiye’nin dört bir yanından gelen kadınlara tiyatro izletir gibi 4 duruşma yaptı. Hakimler, bu sürecin içinde eğlendiler. Sözleşmeden çekilmek hukuksuzdur ve bu tek adam yönetiminin ispatıdır. Buna karşı durmayanların cübbe giymesi sakıncalı” diye konuştu.

Resmi adıyla Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açıldığı için uluslararası alanda İstanbul Sözleşmesi ismiyle anılıyor.

Ev sahibi Türkiye sözleşmeyi ilk imzalayan ülkeler arasında yer almış, ancak Cumhurbaşkanı kararıyla 2021 yılı Mart ayında tek taraflı olarak sözleşmeden çekilmişti. Başta kadın örgütleri olmak üzere ülke çapında yoğun protestolara yol açan iptal kararı Danıştay’a taşınmış, ancak Danıştay 10. Dairesi yürütmenin durdurulması taleplerini reddederek Temmuz 2022’de iptal kararını onamıştı.

Paylaşın

TBB ‘Basın Ahlak Esasları’nın İptali İçin Danıştay’a Başvurdu

Türkiye Barolar Birliği (TBB), Basın İlan Kurumu’nun (BİK) Genel Kurulu Kararı ile 6 Temmuz’da Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Basın Ahlak Esasları’nın yürütmesinin durdurulması ve iptali için Danıştay’a dava açtı.

TBB konuyla ilgili yaptığı açıklamada söz konusu esasların, kanuni dayanaktan yoksun olduğunu belirterek “kanunla düzenlenmesi gereken birçok konuda belirsiz ve ölçüsüz, yoruma açık, muğlak düzenleme ve sınırlamalar getirmektedir. Bu haliyle, ifade ve basın özgürlüğünün ihlali sonucunu doğuran söz konusu düzenleme, ilgili kuruluşlar bakımından mahkemeye erişim hakkının sınırlanmasına da neden olmaktadır.” dedi.

Dava konusu düzenlemenin, kanun önünde eşitlik ilkesine aykırı uygulamalara sebebiyet verebileceğini belirten TBB, esasların kanuni belirlilik ilkesine de aykırılık taşıdığı görüşünü dile getirdi.

TBB dava dilekçesinde dava konusu düzenlemenin dayanağı yasa hükmünün, mevcut yapısal sorununun çözümü için Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilmesi ve pilot karar usulünün uygulanmasına ilişkin Anayasa Mahkemesi tarafından verilen karara da dikkat çekti.

Meslek örgütleri karşı çıkmıştı

Basın Ahlak Esasları’nın yayımlandığı 6 Temmuz’da Basın Konseyi, Çağdaş Gazeteciler Derneği, Diplomasi Muhabirleri Derneği, DİSK Basın-İş, Ekonomi Muhabirleri Derneği, Gazeteciler Cemiyeti, İzmir Gazeteciler Cemiyeti, KESK Haber-Sen, Parlamento Muhabirleri Derneği, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Türkiye Gazeteciler Sendikası ortak bir açıklama yaparak Basın İlan Kurumu’nun tepki göstermişti.

Basın meslek örgütleri Basın İlan Kurumu’na keyfi tutumla geniş bir sansür yetkisi verildiğini ifade etmiş “Basın İlan Kurumu tüm yazılı ve dijital medyanın Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) olmaya hazırlanıyor” demişti.

28 yıl aradan sonra düzenlendi, içinden sansür çıktı

Basın İlan Kurumu en son 1994’te belirlenen “Basın Ahlak Esasları” 28 yıl aradan sonra 6 Temmuz’da yeniden düzenledi.

1994 tarihli metne, “Suçu ve suçluyu övecek, halkı kin veya düşmanlığa tahrik edecek yayın yapılamaz” ilkesi eklendi. “Terörü özendirecek yayın yapılamaz” ilkesi ise “Terör örgütleri, bunların üyeleri ve olaylar hakkında bilgi ve görsellere, bu örgütleri meşru gösterecek şekilde yer verilemez” şeklinde genişletildi.

Eski metinde “Gazeteci, kaynaklarının gizliliğini korur, kendisine verilen sırları ve kaynağını açıklayamaz” ifadesi ile yer alan ilke, “Gazeteci, kaynaklarının gizliliğini korur, kendisine verilen sırları ve kaynağını açıklamaya zorlanamaz” ifadesi ile değiştirildi.

“Terörü özendirecek yayın yapılamaz” ilkesi, “Terör örgütleri, bunların üyeleri ve olaylar hakkında bilgi ve görsellere, bu örgütleri meşru gösterecek şekilde yer verilemez” şeklinde genişletildi.

Eski metinde yer alan “Din istismar edilemez” ilkesi, yeni metinde “Din ve dini duygular yahut dinen kutsal sayılan değerler istismar edilemez ve kötüye kullanılamaz” şeklinde değiştirildi.

Eski metinde yer alan “Ahlaka aykırı yayın yapılamaz” ilkesi, “Genel ahlaka aykırı yayın yapılamaz” diye değiştirildi. “Toplumun temeli olan aile yapısını bozmaya yönelik ve ailenin korunmasına aykırı yayın yapılamaz” ve “Türk toplumunun ortak milli ve manevi değerlerini zayıflatmaya yönelik yayın yapılamaz” ilkeleri de yeni metne eklendi.

Paylaşın

‘Sosyal Medya Fenomeni’ İmama Sınır Dışı Kararı

Fransa’da Danıştay, idari mahkemenin, ülkede “sosyal medya fenomeni” olarak bilinen imam Hassan İquioussen’in sınır dışı edilmesi işlemlerini askıya alan kararını bozdu.

Bu kararın ardından YouTube kanalında 170 bin, Facebook üzerinde ise 43 bin takipçisi bulunan Faslı imamın sınır dışı edilmesi kesinleşti.

Vaizlerini 2000 yılından bu yana sosyal medyada paylaşan ve Müslüman Kardeşlere yakınlığıyla tanınan imamın görüntülerinin yaklaşık 30 milyon kez izlendiği tahmin ediliyor.

İçişleri Bakanı Geral Darmanin, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada Danıştay’ın, Iquioussen’in sınır dışı edilmesine “yeşil ışık yaktığını” belirterek, bu durumun “Fransa Cumhuriyeti için büyük bir zafer olduğunu” savundu.

Danıştay gerekçeli kararında ne dedi?

Danıştay’ın gerekçeli kararında, Faslı imamın son yıllarda toplantılarda yaptığı ve kayıtlara da geçen konuşmalarda “anti-Semitik ifadelerinin yanı sıra kadınları aşağıladığı ve kadınların erkeklere boyun eğmesi konusunda tavsiyelerinin açık ve kasıtlı ayrımcılık oluşturduğu” belirtilerek, bu eylemlerin imamın sınır dışı edilmesini haklı çıkardığı kaydedildi.

Gerekçeli kararda, sınır dışı edilme kararının, imamın özel ve aile hayatına yönelik bir ihlal teşkil etmediği bildirildi.

İmam mahkemeye başvurmuştu

İçişleri Bakanı Darmanin, 28 Temmuz’da Twitter’dan yaptığı açıklamada, Iquioussen’in yıllardır Fransa’nın değerlerine karşı, laiklik ve kadın erkek eşitliği ilkelerine aykırı nefret söylemi sergilediğini ileri sürmüş ve Fransız topraklarından gönderileceğini ifade etmişti.

Iquioussen’in avukatı aracılığıyla başvurduğu Paris İdari Mahkemesi, Bakan Darmanin’nin imamın sınır dışı edilmesine yönelik kararını “özel ve aile hayatını orantısız şekilde ihlal ettiği” gerekçesiyle askıya almıştı.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) acil süreç başlatılarak, imamın sınır dışı edilmesi için ihtiyati tedbir kararı uygulanması talebini temmuz ayında kabul etmemişti.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

İkinci El Otomobil Satışını Kısıtlayan Düzenleme Danıştay’a Taşındı

İkinci el otomobillerin ilk tescil tarihinden sonra 6 ay ve 6 bin kilometre dolmadan satılmasını kısıtlayan düzenle Danıştay’a taşındı. Düzenlemeyi Danıştay’a taşıyan Avukat Tamer Atalay, “Mülkiyet hakkına aykırı” dedi.

Ticaret Bakanı Mehmet Muş tarafından duyurulan ve ikinci el otomobillerin ilk tescil tarihinden itibaren 6 ay ve 6 bin kilometre dolmadan satılmasına sınır getiren ‘İkinci El Motorlu Kara Taşıtlarının Ticareti Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’, avukat Tamer Atabay tarafından 6 Ağustos’ta Danıştay’a taşındı.

1 Temmuz 2023’e kadar geçerli olacak düzenlemenin ‘anayasanın mülkiyet hakkına aykırı’ olduğunu öne süren Atabay, “Ayrıca İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ne aykırı. Bu nedenle iptal davası açtık. Çünkü tüm kamu kuruluşlarına verilen mülkiyet hakkına aykırı bir yönetmelik. Mülkiyet hakkı ne demek? Ben bir aracı kiralayabilirim, satabilirim veya kullanabilirim. Bu yönetmelikle artık aracı satamayacağım söyleniyor” dedi.

“Hukuk bunu tanımıyor” diyen Atalay, “Bir tacir veya vatandaş tüm yatırımlarını buna yapmış olabilir. Siz birden ‘Devlet olarak bunu yapmanı kısıtlıyorum’ diyemezsiniz. Bir tacir hukuk düzeninde, hukukun vermiş olduğu ölçüde kar oranı hangisinde fazla ise ondan yararlanma hakkına sahiptir. Hal böyleyken bir oldu bitti ile ‘Bunu kısıtlıyorum’ denilemez. Dolayısıyla Danıştay’da dava açtık” diye konuştu.

Yönetmeliğin Danıştay’dan döneceğine inandıklarını vurgulayan Atabay, “Mülkiyet hakkındaki bir hak. Bu ancak kanunla sınırlandırılabilir, yönetmelikte yapılamaz” dedi.

Yönetmeliğin öngörülebilirlik ilkesine de aykırı olduğunu belirten Atalay, “Bir şirket çok kâr getirdiği için bu yönteme başvurabilir. Örneğin yatırımlar tüm imkanlar kullanılarak bu yönde yapılmışken, bu aracın satımı yasaklandığı zaman büyük bir zarara neden olacaktır. Bu nedenle Danıştay’ın, anayasanın vermiş olduğu hakkı koruyacağını düşünüyoruz” ifadesini kullandı.

(Kaynak: Gazete Duvar)

Paylaşın

Danıştay’dan ‘İstanbul Sözleşmesi’ Kararı

Danıştay 10. Dairesi, İstanbul Sözleşmesi’nin feshine ilişkin 20 Mart 2021 tarihli Cumhurbaşkanı Kararının iptal istemini reddetti. Kararın 2’ye karşı 3 oyla alındığı belirtiliyor. Türkiye, 2011’de imzaya açılan İstanbul Sözleşmesi’ni onaylayan ilk ülkeydi.

Görülen son duruşmada Danıştay Savcısı Nazlı Yanıkdemir, mütalaasında “İstanbul Sözleşmesi TBMM’de onaylandı, Cumhurbaşkanı feshedemez” demiş, bir önceki duruşmada da Danıştay Savcısı Aytaç Kurt, kararın iptalini talep etmişti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise “Kim ‘İstanbul Sözleşmesi’ diye başlayan bir cümle kurarsa ona en başta kadınlarımız tepki göstermelidir” diyerek kadınları ve sözleşmeyi hedef almıştı.

Davanın geçmişi

Kamuoyunda İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi”, Cumhurbaşkanı Kararının, 20 Mart 2021’de Resmi Gazetede yayımlanmasıyla Türkiye Cumhuriyeti tarafından feshedildi.

Cumhurbaşkanı Kararında, “Türkiye Cumhuriyeti adına 11 Mayıs 2011’de imzalanan ve 10 Şubat 2012 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile onaylanan Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin, Türkiye Cumhuriyeti bakımından feshedilmesine, 9 nolu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 3. maddesi gereğince karar verilmiştir.” denildi.

Feshe ilişkin Cumhurbaşkanı Kararı, sözleşme hükümleri gereğince Avrupa Komisyonuna bildirimden 3 ay sonra yürürlüğe girdi ve Türkiye resmen sözleşmeden ayrılmış oldu.

Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Kararının iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle Danıştayda çok sayıda dava açıldı.

Danıştay 10. Dairesi, açılan davalarda yürütmenin durdurulması istemlerini reddetmiş, iptal istemlerini ise duruşmalı olarak ele almıştı.

Duruşmalarda, Danıştay Savcısı, “bir işlem hangi usule uygun tesis edilmişse aynı usule uyularak feshedilmesi gerekmektedir. TBMM’nin uygun bulma kanunuyla yürürlüğe giren bir anlaşmanın feshi ancak TBMM’nin uygun bulma kanunuyla kaldırılması kararı ve cumhurbaşkanının uygun bulmasıyla yürürlükten kaldırılacaktır. Sadece cumhurbaşkanı kararıyla feshedilemez.” görüşünü dile getirerek, işlemin iptaline karar verilmesini istemişti.

Türkiye’nin Avrupa Konseyi Dönem Başkanlığı sırasında İstanbul’da imzaya açılan sözleşme, “İstanbul Sözleşmesi” olarak anılıyor.

Türkiye, sözleşme 11 Mayıs 2011’de imzaya açıldığında ilk imzayı atmış, 24 Kasım 2011’de parlamentosunda diğer ülkelerden önce onaylamış ve onay sürecini sonuçlandıran Bakanlar Kurulu Kararının 8 Mart 2012’de, Dünya Kadınlar Gününde Resmi Gazete’de yayımlanmasını takiben, 14 Mart 2012’de onay belgesini Avrupa Konseyi Sekreteryası’na sunan ilk ülke olmuştu.

Ne olmuştu?

Türkiye, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile 20 Mart 2021 Cumartesi İstanbul Sözleşmesi’nden tek taraflı olarak feshedildiğini duyurdu. Fesih kararı 23 Mart 2021 Pazartesi günü Avrupa Konseyi’ne de bildirdi.

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’ndan yapılan açıklamada “Fesih kararının” nedeni olarak “Sözleşme’nin eşcinselliği meşrulaştırıyor olması” iddia edildi.

Kadınlar, 20 Mart’tan beri Türkiye’nin birçok ilinde İstanbul Sözleşmesi’ni savunmaya devam ediyor.

İstanbul Sözleşmesi hakkında

Tam adı “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açıldı ve ilk imzalayan ülke Türkiye oldu. Sözleşme 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe girdi.

Sözleşme, ”kadına yönelik şiddet”, ”aile içi şiddet”, ”kadına yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddet”, ”kadın” kavramlarını tanımlıyor.

Uluslararası alanda kadına yönelik ve aile içi şiddetle ilgili ilk bağlayıcı belge olma özelliğini taşıyan sözleşme şunları içeriyor:

İstanbul Sözleşmesi psikolojik şiddet, ısrarlı takip, fiziksel şiddet, tecavüz, zorla evlendirme, kadın sünneti, kürtaja zorlama, zorla kısırlaştırma, tecavüz ve taciz dahil cinsel şiddet olmak üzere kadına yönelik şiddetin tüm türlerini kapsıyor.

Sözleşme çerçevesinde eviçi şiddet, aynı evde yaşıyor olsun ya da olmasın mevcut ya da eski eş ya da partnerler arasında yaşanan her türlü şiddet edimini içerecek şekilde kadının korunmasını esas alıyor.

Kadınları konumlandırırken “aile” olmayı, evlilik birliği içinde bulunmayı ya da aynı evi paylaşıyor ya da paylaşmış bulunmayı gerektirmiyor.

Sözleşmenin getirdiği yükümlülükler öncelikle devlet görevlilerine yönelik. Devlet kendi adına hareket eden görevlilerinin İstanbul Sözleşmesi’nin gereklerini yerine getirmesini sağlamak zorunda.

Devletlerin sorumluluğu bununla sınırlı değil. Şiddeti gerçekleştiren ister kadının sevgilisi, ister kocası, ister babası, ister patronu olsun, yani kim olursa olsun şiddetin önlenmesi, soruşturulması, cezalandırılması, zararın tazmin edilmesi yükümlülüğü de devlete ait.

Paylaşın

Fransa’da Danıştay Kadınların Burkiniyle Havuza Girme İznini Engelledi

Fransa’da Danıştay, Grenoble Belediyesi’nin, yüzme havuzlarına kadınların tesettürlü mayoyla girebilmesine izin veren düzenlemesini reddetti. Böylece kadınların kentte, ‘burkini’ olarak adlandırılan tesettür mayosu ile havuza girmesi yasaklandı. 

Danıştay’da Grenoble kentinin yüzme havuzlarına kadınların tesettürlü mayoyla girebilmesine izin veren düzenlemenin askıya alınmasına yönelik Grenoble Belediyesi’nin itirazını değerlendirmek üzere bugün oturum düzenlendi.

Danıştay, Grenoble Belediyesi tarafından getirilen düzenlemenin “sadece dini bir talebi karşılamak amacıyla burkini (tesettür mayosu) giyilmesine izin vermeyi amaçladığı” gerekçesiyle Grenoble İdare Mahkemesi tarafından daha önce verilen askıya alma kararını onadı.

Danıştayın açıklamasında, “Özel istisnanın kamu hizmetinin düzgün işleyişi ve kamu hizmetlerinin tarafsızlığı ilkesini zedeleyen koşullarda kişilere eşit muameleyi etkilemesi muhtemel” denildi.

Kentin Belediye Meclisi, 16 Mayıs’ta kamuya ait yüzme havuzlarına yönelik düzenlemelerde değişikliğe giderek tesettür mayosunu da kapsayan kıyafet serbestisi getirmişti.

Ancak 1 Haziran’dan itibaren yürürlüğe girmesi öngörülen söz konusu düzenleme, İçişleri Bakanı Gerald Darmanin’in talimatı üzerine Isere Valisi tarafından mahkemeye taşınmıştı.

Grenoble İdari Mahkemesi, 25 Mayıs’ta Grenoble Belediyesi’nin yeni havuz kurallarındaki tesettürlü mayoya izin veren düzenlemeyi askıya almıştı.

Mahkeme, bu maddeyi “kamu hizmetlerinin tarafsızlığına aykırı” bulmuştu.

Grenoble Belediye Başkanı Eric Piolle de mahkemenin kararına itiraz ederek Danıştaya başvuracaklarını duyurmuştu.

Son yıllarda tesettürlü mayonun havuzlarda serbest bırakılması için mücadele eden Grenoble’daki Müslüman Kadınlar Sendikası’na destek amaçlı Paris’te bir miting düzenlenmişti.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın