Hatay: Kanuni Sultan Süleyman Camii

Kanuni Sultan Süleyman Cami; Hatay’ın Belen İlçesi, Bakras Mahallesi, Maraşal Çakmak Caddesi üzerinde yer almaktadır. Şehir içi ulaşım araçları ile ulaşım sağlanmaktadır.

Kanuni Sultan Süleyman’ın, 1553 Mısır seferi sırasında, Mimar Sinan tarafından yaptırılmıştır. Halen ayaktadır ve ibadete açıktır. Kalın duvarlarla ve iki bölüm halinde inşa edilmiş olan bu cami Belen’de yukarı çarşı olarak tabir edilen eski şose yol üzerinde ve çarşı merkezinde yer almaktadır.

Yapı, güneyinde merkezi bir ana kubbenin üç yanını çevreleyen eyvanlarla kuşatılan harim; kuzeye sonradan eklendiği tahmin edilen iki bölümlü kısım, bu iki kısım arasına yerleştirilen minare ve doğudaki yeni eklenen bölüm ve güneydeki hazireden oluşur.

Giriş kuzey bölme duvarının eksenine açılan bir taçkapıyla sağlandığı harim, merkezde kırık köşe üçgenleriyle geçilen kubbelerle örtülü kare bir mekanın, kuzey hariç üç yönden beşik tonoz örtülü eyvanlar şeklinde düzenlenmesinden oluşmuştur.

İçine mihrap ve minberin yerleştirildiği güney eyvan, simetrik olarak planlanmış, doğu ve batı yan eyvanlardan daha küçük tutulduğu için de harim enine dikdörtgen şeklini almıştır. Üzeride kitabenin de yer aldığı taçkapı ve içindeki giriş kapısından başka harimde, alt seviyede açılmış güney duvarda dört, kuzeyde iki, batıda ise dikdörtgen biçiminde bir pencere açıklığı karşımıza çıkar.

Doğu eyvanın doğu duvarındaki pencere, sonradan inşa edilen tek bölüme geçiş için büyütülerek kapı haline dönüştürülmüştür. Harimde, güney duvar içine yerleştirilen yarım yuvarlak tipte bir mihrap ile mimber göze çarpar. Giriş kuzey duvar içine açılan bir merdivenle sağlanır. Bu merdiven aynı zamanda minarenin çıkış yoludur.

Kuzey cephe eksenindeki bir kapıyla girişin sağlandığı kuzey bölüm, yine doğu – batı doğrultusunda dikdörtgen planlı olup eksende yer alan iki payeyle kendi içinde iki sahından oluşur. Beden duvarları ve payeler dışında, doğu ve batıda iki duvar ayağı tarafından da taşınan ek bölümün üzeri boydan boya çapraz tonozlarla örtülmüştür. Kapı dışında kuzeye beş, doğuya bir, batıya ise üç olmak üzere alt ve üst seviyede çeşitli tipte pencereler açılmıştır.

Güneyde ise harimle irtibatı sağlayan kapı haricinde, iki uç köşeye yakın konumda açılan iki pencereyle mihrabiyeler karşımıza çıkar .Girişin harim içinde bir açıklıkla sağlandığı minare çokgen tek şerefeli bodur bir kuruluş olarak yeniden elden geçmiştir. XX. Yüzyıl içinde şerefesi külahı biçim değişikliğine uğramıştır.

Belen’in artan nüfusuna paralel olarak oldukça yeni bir tarihte, caminin doğu tarafına ek bir bölüm inşa edilmiştir. İçinde bir mihrabında bulunduğu yeni kısma, hem harim içinden, hem de kuzey cephede açılan kapılarla giriş sağlanır. Çok sade planlanan ek kısım, sık açılan pencerelerle oldukça aydınlıktır.

Camide güney ve batı cepheler özgürlüğünü korumakla birlikte, kuzey ve doğu cephelerde değişiklikler gözlemlenmektedir. Doğu cephe yeniden inşa edildiği için kayda değer bir özellik göstermez. Evliya Çelebi’ye göre XVII. Yüzyılda üstü kurşunla kaplanan cami, günümüze yakın bir tarihte beton kaplamalı düz dam şekline dönüştürülmüştür. Ayrıca yapının çokgen kasnaklı kubbesi, minaresi ve güney cephesi kireçle sıvanmıştır.

Caminin güneyinde bir teras üzerinde hazireyle karşılaşılır. Hazireye kimlerin gömülü olduğu bilinmemektedir. Camide dikkat çeken bir özellik sultan yapısı olmasına karşın tek minareli oluşudur. Camide kuzey bölümden ibadet mekanına giriş sağlayan kapının üzerinde yer alan kitabe üç satır halinde sülüs yazıyla yazılmıştır.

Kitabenin Türkçesi:

“Bu mübarek caminin yapılmasını en büyük sultan ve haşmetli hakan insanların ve padişahların padişahı Sultan Selim Han oğlu Süleyman –Allah hükümdarlığını daim etsin– emretti. “

 

 

Paylaşın

Hatay: Bakras Kalesi

Bakras Kalesi; Hatay’ın Belen İlçesi, Ötençay Köyü sınırları içerisinde yer almaktadır. Helenistik Dönemde Anadolu – Suriye – Mısır yolunu kontrol etmek amacıyla yapılmıştır. Sonraki dönemlerde ise Romalılar, Bizanslılar ve Haçlılar tarafından onarılarak kullanılmıştır.

Bakras kalesinin tarihi çok eski olup ilkçağlara kadar dayanmaktadır. Hakkında çeşitli rivayetler ileri sürülmüştür. Bunlarda biride Ammuri Kralı Dakianus’un bu kaleyi inşa ettirdiğidir. Dakianus yaz mevsimi İskenderun – Arsuz arasında bulunan Gülcihan sayfiyesinde geçirdikten sonra, Suriye’ye dönerken sarp geçitlerden geçerek şimdiki Bakras Kalesinin bulunduğu yerde atından düşüp uçuruma yuvarlanan çok sevdiği karısı Bağrez’in hatırasına bu kaleyi inşa ettirmiştir.

Bu kale 26 Eylül 1183 tarihinde Salahaddin Eyyübi’ye Haçlılar tarafından teslim edilmiştir. Salahaddin’in kumandanı Alemüddin Süleyman bin Candar, kaleyi 1191 yılında yıktırınca, Ermeniler bir süre sonra bu bölgeyi ele geçirdiler ve kaleyi yeniden inşa ederek müstahkem bir mevki haline getirdiler. Osmanlılar ve Memluklular arasında da çekişmelere sahne olan kale, Yavuz Sultan Selim tarafından 1516 yılında kesin olarak zapt edildi. Ancak bu tarihten sonra hudutlardan uzak bir iç kale haline geldiği için, fazla bir siyasi rolü kalmamıştır.

Kale iki tarafı derin vadilerle ayrılan, çok sarp bir tepe üzerinde inşa edilmiştir. Kalenin hemen altında Bakras Köyü bulunmaktadır.Kaleye, köyün güney tarafından stabilize bir yol ile çıkılmaktadır. Kalenin doğu cephesinde olan giriş kapısına ise patika bir yol ile ulaşılmaktadır. Kalenin başka cephelerinden girişi yoktur.Kale; kare bir plan arz etmekte ise de, doğu ve güney cephesi çok az bir şekilde belirlenen bir yay çizmektedir. Güney ve batı kısmında dar bir koridorla çevrelenmiş olan kalenin kuzey tarafı çok derin bir uçurumdur.

Kalenin girişi bugün tamamen yıkılmış ve belirsiz bir vaziyet almıştır. Kemerli geniş bir kapısı olduğu rivayet edilen girişten sonra, sola doğru uzanan koridor, kaleyi kuzey – batı köşesine kadar çevrelemektedir. Bu galeride iç tarafa açılmış hücreler bulunmaktadır.

Dışa ise, çok küçük mazgal gözetleme pencereleri açılmıştır. Girişi takiben orta alana ulaşmadan, sağda ve solda geniş odalar yer almaktadır.Tonoz bir kubbe ile örtülü mekandan sonra girilen bahçe kısmı, bugün taş yığınları ile dolu bir vaziyettedir. Evliya Çelebi’nin haber verdiği ve yakın zamana kadar görülebilen şadırvan ve su haznesinden bugün bir iz kalmamıştır. Orta alanın kuzeyinde ve güneyinde üzeri hala örtülü olan dikdörtgen planlı iki salon bulunmaktadır. Kuzeydeki salonun kuzeydoğu köşesinde bir şömine ve kuzey duvarı ile güney duvarında pencereler bulunmaktadır.

Burasının kale komutanının odası olduğu tahmin edilebilir. Salondan doğu kısmında bulunan ve üç tarafı açık olan mekana bir çıkış vardır. Burası gayet manzaralı ve serin bir yer olup kalenin balkonu mesafesindedir. Salondan, batı tarafta bulunan kuzeyi tamamen açık tonoz kubbeli bir mekana geçiş vardır. Burası, batı kısmını çevreleyen koridorla ve orta alan ile bağlantılıdır. Güneyde bulunan dikdörtgen salona da geçilen bu kısmın batı cephesindeki üst odaların sahanlığı olduğu tahmin edilebilir. Güneyde bulunan ikinci salon, daha önce kilise olarak kullanılmıştır. Evliya Çelebi’de kaydedilen yer burası olmalıdır.

Ancak bugün mihrap veya cami herhangi bir unsuru ile ilgili bütün özellikleri silinmiştir. Bu salon, kumandanın odasından ve orta alandan iki metre kadar daha yüksektir Bu kısımların dışında kalenin hemen tamamı tanınmayacak kadar harap olmuş ve taş yığını haline gelmiştir. Çok müstahkem bir kale olan Bakras kalesi, çoğunlukla kesme taştan inşa edilmiştir.

Ancak bazı kaba duvarlarında yığma taş da kullanılmıştır. Kalenin suyunu taşıyan üzeri örtülü su kanallarının izleri, güney tarafındaki vadide görülmektedir. Ancak bu izler bugün çok belirsizleşmiştir. İnsanlık tarihi içerisinde bir çok olaya tanıklık etmiş, özellikle de bölgemizin tarihi geçmişinde çok önemli bir yeri ve başrolü bulunan ve de hepsinden önemlisi en önemli tarihi eserlerinden birisi olan Bakras Kalesi maalesef günümüzde tanınmayacak bir hale gelmektedir. Tarih ve kültür mirasımıza verdiğimiz önemsizliğin bir göstergesi olarak, tüm unutulmuşluğuna, yağmalanmışlığına, bakımsızlığına rağmen, belki de bizleri utandırmak için inatla ayakta kalmaya çabalayan Bakras Kalesi, doğaya karşı verdiği amansız yaşam savaşında eğer el atılmazsa ne yazık ki yenilmeye muhtaç bir tarihi eserimiz olarak yakın bir tarihte, Üzerinde taşıdığı tüm tarihin izlerini silerek bir gün yok olup gidecek. Tarihin karanlığında eriyip giden diğerleri gibi…

Paylaşın

Hatay: Belen, Kurtuluş Hamamı

Kurtuluş Hamamı; Hatay’ın Belen İlçesi, Muhlisali Mahallesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Şehir içi ulaşım araçları ile ulaşım sağlanmaktadır.

Kanuni Sultan Süleyman tarafından Belen’de yaptırılan hamam, en son inşa edilen tarihi eserdir. Bugün her hattı ile ayakta duran hamamda aydınlatmayı sağlayan ve kubbede göz şeklinde yer alan motifler burada yaklaşık olarak bir yıldız şeklinde düşünülmüştür.

Bugün burası ikinci bir soyunma yeri olarak kullanılmaktadır. Mekanın doğu tarafında geçişi sağlayan üç kapı yer almakta olup, soğukluğu ortadaki halvet kısmına diğeri de bugün boş olarak bulunan bir odaya açılmaktadır. Bu kısmında üzeri elips şeklinde bir kubbe ile örtülüdür. Halvet kısmı beşik tonozla örtülmüş olup, kollar arasında kareye yakın mekanlar yerleştirilmiştir.

Bu mekanların üzeride küçük kubbelerle örtülmüştür. Ortadaki ana mekanın üzeri kubbe ile örtülmüş, kubbe intikale mukarnaslı pandantiflerle kareden çokgen şekilde sağlanmıştır. Giriş kısmında ise, kapı üzeri seviyesinde kubbe kısmına kadar kademe kademe mukarnaslarla doldurulmuştur.

Paylaşın

Hatay: Meryem Ana Manastırı

Meryem Ana Manastırı; Hatay’ın Belen İlçesi, Güzelyaya Mahallesi sınırları içerisinde yer almaktadır.  1920 yılında yaptırılan Meryem Ana Kilisesi ve Manastırı’nda sadece yaz aylarında ibadet yapılmaktadır.

İskenderun Latin Katolik Kilisesine bağlı olarak faaliyet gösteren bu kilise 15 Ağustos’ta Meryem Ana’nın göğe yükselmesine adanmıştır. Sogukoluk Katolik Kilisesi’nin arsası 1946 tarihinde satın alınmıştır. Arazi 879 m dır. 1986’ya kadar sadece kilise binası ve binanın yanında ki 3 odadan oluşan bir yapıdan ibaretti. 1986’da kilisenin etrafındaki bahçede 3 katli bir misafirhane inşa edilmeye başlandı. 2002 yılında 2 kat ilave edilmiş ve evin içine kalorifer tesisatı ve asansör koyulmuştur.

2001 yılına kadar kilisede her hafta Pazar günü Ayin yapılıyordu. 2002–2004 yılları arasında tadilat ve yeni inşaatın devam etmesi nedeniyle kilise kapalı kaldı ve ondan sonra sadece grup geldiği zaman ya da cemaatin isteğine göre İskenderun Katolik Kilisesinden bir Rahip Ayin yapmak için Sogukoluk’a gidilir. Genelde her yıl 15 ağustos’ta Meryem Ana Bayramı nedeni ile Kilisede Ayin yapılacaktır.

Kilisede 35 kişilik konaklama imkânı var. Genel olarak kilise aileler, gençler ya da çocukların tatili için kullanmaktadır. Bazen yurt dışından gelen gruplar istirahat etmek için bu harika yerde kalmayı tercih ediyorlar. Kilisede jeneratör, asansör ve kalorifer mevcuttur. Tek kişilik ve çift kişilik odalar bulunmaktadır. Mevcut 28 odadan 15’i banyoludur. Kilisede 2 büyük mutfak, büyük bir yemekhane ve 2 büyük salon mevcuttur.

Hatay’ın kısa tarihi

Hatay Anadolu’nun en eski yerleşim merkezlerinden biridir. Yöredeki tarihi yaşam bulguları M.Ö. 100.000’lere kadar uzanır. Elde edilen buluntular; bölgenin orta paleolitik, neolotik, kalkolit dönemlerde ve tunç çağında yaygın bir yerleşim yeri olarak kullanıldığını göstermektedir. Amik Ovası´nda; Çatalhöyük, Tel Tainat, Tel Cüdeyde ve Tel Atçana’da ilk Tunç Çağı yerleşmeleri tespit edilmiş ve mimari kalıntılara rastlanmıştır. Kalıntılar; bu yerleşmelerde beylikler biçiminde yaşandığının ipuçlarını vermektedir.

İlk tunç çağından itibaren Amik Ovası’ndaki bu beylikler; sırasıyla Akadların, Yamhad Krallığı´nın, Hititlerin ve Mısırlıların egemenliğine girmiş, Hitit İmparatoru I. Şuppiluliuma döneminde tekrar Hitit egemenliğine girerek, bu durum M.Ö. 13. yüzyıla kadar devam etmiştir.

Hitit İmparatorluğu´nun M.Ö. 1200 yıllarında parçalanmasından sonra Sami-Aramiler tarafından “Hattena” adıyla bir Geç Hitit Krallığı kurulmuştur. Hattena Krallığı M.Ö. 9. yy’da Asurluların daha sonra da Urartuların egemenliğinde kalmıştır.

M.Ö. 6. yüzyılın ortalarından itibaren Hatay yöresi Pers İmparatorluğuna bağlı Kilikya Satraplığı’nın içinde yer almış ve Pers İmparatorluğu’na vergi ödemiştir. M.Ö. 333 yılında Büyük İskender ile Pers İmparatoru III. Dareios’un orduları İssos kenti civarında savaştılar ve Büyük İskender Pers ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattı. Myriandros’un (bugünkü İskenderun) adını değiştirerek Aleksadria adını vermiş ve bölge kısa bir süre Makedon hâkimiyetine girmiştir.

Büyük İskender’in M.Ö. 323 yılında ölümünden sonra komutanlarından Seleucus I. Nicator iktidar mücadelesini kazanarak Seleukoslar dönemini başlatmış ve M.Ö. 300 yılında Seleucia Pieria, ardından Antiacheia (Antakya) kentleri kurulmuştur. M.Ö. 64 yılında Antakya serbest şehir statüsü ile Roma İmparatorluğuna katıldı ve imparatorluğun Suriye Eyaletinin başkenti oldu.

M.S. 1. yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan Hristiyanlık, Kudüs dışında ilk defa Antakya’da yayıldı. Hz. İsa’ya inananlara ilk defa Antakya’da “Hristiyan” adı verildi. M.S. II. yüzyılda Antakya; Roma ve İskenderiye’den sonra 200.000–300.000 nüfusu ile imparatorluğun üçüncü büyük metropoliti durumunda idi. Şehrin başlıca gelir ve zenginlik kaynağı ticaret ve ihracat idi. Şehir; saraylara, köşklere, heykellere, suyollarına, hipodroma, hamamlara ve hatta kanalizasyon sistemine sahipti.

395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye bölündü. Doğu Roma (Bizans) sınırları içinde kalan Antakya 638’de İslam orduları kumandanı Ebu Ubeyde İbn’ül Cerrah tarafından fethedildi. Emeviler döneminde (661-750) Antakya Halep’e bağlandı. Ardından Hatay bölgesi Abbasiler, Tolunoğulları ve İkşitlerin eline geçti.

944 yılında Kuzey Suriye’de Antakya’yı da içine alan Hamdanoğulları Devleti kuruldu. 967-969 yıllarında Hamdanilerle Bizanslılar arasında şiddetli çatışmalar oldu. Sonunda Antakya Bizans kuşatmasına 969 yılına kadar dayanabildi. Antakya Bizans İmparatoru Nikephorus Phokas’ın kumandanlarından Mikhail Burtzes tarafından zaptedildi.

9. ve 10. yüzyıllarda Antakya ve civarına çok sayıda Türk nüfusu gelerek yerleşmeye başladı. Bunda doğudaki Selçuklu varlığının büyük etkisi vardı. Sultan Melikşah döneminde (1072-1092), Kutalmışoğlu Süleyman Bey 1074 yılında önce Halep’i daha sonra Antakya’yı kuşattı. Vali İsaakios Komnenos 20.000 altın karşılığında barış yaparak kuşatmayı kaldırttı. 1084 yılında Antakya Askeri Valisi Philaretes Urfa’ya gidince kötü yönetim ve baskıdan bıkan halk bunu fırsat bilip İznik’te bulunan Süleyman Bey´i kente davet etti. Bunun üzerine Kuzey Suriye’ye bir sefer düzenleyen Kutalmışoğlu Süleyman Bey 12 Aralık 1084’te Antakya’ya girdi.

Süleyman Bey, Filistin Selçuklu hükümdarı Sultan Melikşah’ın kardeşi Dımışk Meliki Sultan Tutuş arasında Halep yakınında yapılan savaşı kaybetti ve öldü. Antakya Selçuklu Meliki Sultan Tutuş’un hâkimiyetine girdi. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah Kuzey Suriye’de çıkan hâkimiyet kavgasını çözmek için 1086 yılında önce Halep, oradan Antakya’ya geldi. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah, Tutuş’u sadece Dımışk (Şam) Meliki olarak bırakıp, Antakya’ya Yağısıyan’ı Vali tayin ederek Antakya’yı doğrudan doğruya imparatorluğa bağladı.

1097 yılında Anadolu’dan Çukurova’ya gelerek İskenderun’u alan Haçlı orduları 21 Ekim 1097’de Antakya’yı kuşattı. Uzun süren bir kuşatma sonunda 1098’de Antakya Haçlılar tarafından zapt edildi. 1. ve 2. Haçlı seferleri sırasında Suriye Bizanslıların elinden çıktı, bölgeyi mahalli Müslüman Beyliklerle Latinler paylaştı. Antakya’da Kudüs’e bağlı olan Dükalık (Antakya Prensliği veya Antakya Kontluğu) kuruldu. 1268 yılında yöreye gelen Baybars komutasındaki Memluk ordusu Antakya’yı kuşattı ve 18 Mayıs 1268 günü yapılan hücumla şehre girildi.

Memlukluların 1268’de gelişleri ile 171 yıl süren Antakya Haçlı Prensliği sona erdi. Baybars’ın hükümdarlığı zamanında bölgede Türkmenlerin göç ve yerleşimleri yoğun olarak gerçekleşti. 14. ve 15. yüzyıllarda Halep, Antep ve Antakya bölgesine göç eden Türkmen boylarının başında Avşarlar ve Bayatlar geliyordu. Kuzey Suriye Avşarlarından olan Gündüzoğulları Amik Ovası´nda, Köpekoğulları Antep’te ve Özeroğulları Dörtyol çevresinde yaşamaktaydı.

Osmanlı toprakları genişleyip Memluk sınırlarına ulaşınca iki devlet arasında savaşlarda başladı. Ard arda yapılan savaşlar sonunda Memluk ordusu, Osmanlı ordusunu Çukurova’dan çekmek zorunda bıraktı ve 1490 yılında barış antlaşması yapıldı.

Antakya ve çevresi 1516 yılında Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında Osmanlı hâkimiyetine girdi. Osmanlı yönetiminde Antakya Halep eyaletine bağlı bir sancak ve bu sancağın merkezi idi. Sancak beyi tarafından yönetiliyor idi. Zaman içinde yapılan düzenleme ile Antakya kaza statüsüne getirilerek, Şam Beylerbeyliğine bağlı olarak yönetildi.

Kanuni Sultan Süleyman Tebriz seferi dönüşü Aralık 1535’te Antakya-İskenderun üzerinden Adana’ya geçmiş; daha sonraki yıllarda 1548-1549 kışını geçirdiği Halep’te iken yaptığı gezilerin birinde Antakya’ya tekrar uğramıştır. Kanuni Sultan Süleyman´ın buyruğuyla Belen’de cami, han, hamam ve imaret yapıldı. Belen´ e 250 nefer derbentçi yerleştirdi. Daha sonraki yıllarda bölgeye 65 hane daha yerleştirilerek köy haline getirildi. Payas’ta eski kale yeniden yapıldı.

Yine Payas’ta Sokullu Mehmet Paşa tarafından 1568 yılında yapımına başlanan cami, han, hamam, imaret 1574 yılında tamamlandı. Ayrıca yapılan iskele ve tersaneyi korumak için 1577 yılında limanın üst tarafına bir kale (Cin Kulesi) inşa edildi. Derbentçi olarak buraya 541 aile yerleştirildi. 1832’de Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa´nın oğlu İbrahim Paşa Suriye’yi fethederek Osmanlı ordusu ile 28 Temmuz 1832 günü Belen Boğazında (Belen Geçidi) yaptığı savaşı kazanarak, Adana’ya doğru ilerledi. 1839’da Osmanlılar bölgeyi Halep’e kadar geri aldılar.

Tanzimat’ın ilanıyla Antakya ve çevresinde idari yapılanmada yeni düzenlemeler gerçekleştirildi. Antakya Sancağında Kaymakamlık ihdas edilerek çevresiyle birlikte (Şeyhülhadid, Kuseyr, Karamurt, Süveydiye, Altunözü, Cebel-i Akra- namı diğer Ordu) Halep eyaletine, Payas kazası, Uzeyr ve Belen sancakları çevresiyle birlikte (Bakras nahiyesi, İskenderun, Nahiye-i Arsuz) Adana eyaletine bağlandı.

1. Dünya Savaşı´ndan sonra Fransızlar tarafından işgal edilen bölge, 18 yıl Fransızların egemenliğinde kalmıştır. Yayladağı, 1938’de kurulan Hatay Devleti sınırları içine kaldı. Hatay Devleti´nin de 7 Temmuz 1939’da Anavatana katılmasıyla, Türkiye sınırlarına dâhil oldu. Aynı yıl Hatay iline bağlı ilçe konumuna getirilmiştir.

Paylaşın

Hatay: Belen Kuş Gözlem Merkezi

Kuş Gözlem Merkezi; Hatay’ın Belen İlçesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Gözlem merkezi, 45 hektarlık alanı kapsamaktadır. Belen, Cumhuriyet Mahallesi, Güriş Rüzgar Enerji türbin sahası ile Halilbey-Çakallı Mahallesi sınırları içerisinde yer alan bölge uzun yıllardır Kuş Gözlem Merkezi olarak kullanılmaktadır.

Belen, denizden 15 km. sonra 740 metreye ulaşan orman ve emdimik bitki örtüsüyle kaplı dağ ve tepeleriyle, süzülen göçmen kuşları ile tanınmıştır. Halep, Ceyhan, Antakya ve Kırıkhan’ın yaylası olarak da ün yapmış olup, bu ününü günümüzde de sürdürmektedir.

Belen Boğazının ve bu boğazdaki yerleşimin tarihi çok eski dönemlere kadar gitmektedir. Yörede yapılan arkeolojik kazılar sonucu bulunan bilgiler bölgenin yalnızca Anadolu’nun güney kapısı olduğunu değil, yolların birleşerek bir ana arter teşkil ettiğini bu ana arterin kuzey ucunun Karadeniz’e kadar açılarak devam ettiğini, güneyde de yine yollar açılarak bir yandan Suriye ve Irak öte yandan Filistin ve Mısır’a kadar uzandığını göstermektedir. Belen’in coğrafi konumunun Amanoslar ile Doğu Torosların kesiştiği bir noktada olması ona bu stratejik önemi kazandırdığı anlaşılmaktadır.

Genel bir algı olarak Belen Boğazının Adana, Tarsus, Maraş ve Gazi antep’i birbirine bağlıdığı düşünülüyordu. Oysa Anadolu tarihi coğrafyası üzerinde yapılan çalışmalar göstermektedir ki, Belen boğazı Anadolu için bundan daha büyük bir önem taşımaktadır. Cografyacı Strabon, kitabının birçok yerinde bölgenin Kuzeye doğru Samsun ve Sinop’a bağlanan kara yolunun kesiştiği bölge olarak göstermektedir.

Göçmen kuşların rotaları karalar üzerinde ve büyük su kütlelerini en dar noktadan geçen güzergahlardan oluşuyor. Doğu Avrupa ve Afrika arasındaki en kısa karasal bağlantı Türkiye üzerinden geçer. Süzülen kuşlar denizi geçmek zorunda oldukları durumlarda Boğaziçi, Çanakkale Boğazı gibi en dar noktaları tercih ederler. Ayrıca yüksek dağları da aşarken Arhavi ve Borçka /Artvin ve Belen/Hatay gibi daha alçak olan geçitleri kullanırlar. İlkbahar göçünde Afrika Rift vadisi uzantısı takip ederek Hatay’a ulaşan süzülen göçmen kuşlar kuzeydoğu ve kuzeybatı yönlerine doğru göçe devam ederek, Boğaziçi’ni geçerek kuzey Trakya’ya ve Balkanlar’a, diğer kol da Artvin üzerinden Kafkaslar’a ve daha kuzeydeki üreme alanlarına ulaşırlar. Sonbahar göçünde de aynı güzergah üzerinden Afrika’ya geri dönerler.

Belen bir taraftan Doğu Akdeniz (İskenderun Körfezi) diğer taraftan Amik Ovası arasında, sahilden hemen içerde sarp bir duvar gibi denize paralel yükselmektedir. Güney Anadolu ile Kuzey Suriye arasında ulaşım bakımından ciddi bir engel teşkil eden Amanos Dağları’nın ekseni Belen’de ortalama 700 metreye kadar alçaldığı için, Anadolu’yu kat ederek Gülek Boğazı’ndan Çukurova’ya inen ve sonra deniz kıyısını izleyerek İskenderun’a kadar gelen yolun, yüksek dağları aşıp Suriye, Mezopotamya ve Hicaz istikametine doğru ilerlemesi mümkün olmaktadır.

Kuş Araştırmaları Derneği tarafından Hatay Belen Geçidi’nde gerçekleştirilen süzülen kuş göçü çalışmasında ilkbahar ve sonbaharda toplam 150.000’den fazla süzülen göçmen kuş kaydı ile türlerin göç rotaları, takvimleri ve göçün mevsimsel ve gün içerisindeki dağılımı ortaya çıkartıldı.” (Bilim ve Teknik Dergisi, Mayıs 2004 Yeni Ufuklar eki)

Türkiye’de kuş göç yolları açısından önemli bir ülkedir. Örneğin Ege Üniversitesi Tabiat Tarihi Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdür Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Sıkı, Türkiye’de kuşların üç büyük göç yolu bulunduğunu ve bu göç yollarından en önemlisinin Orta Avrupa-Balkanlar, İstanbul Boğazı-Anadolu’yu geçerek Doğu Akdeniz’e, oradan da Nil Vadisi’ne ulaşan güzergah olduğunu, ikinci göç yolunun Kafkaslar üzerinden Karadeniz’e, Çoruh Vadisi’ni takip ederek Belen Geçidi (Hatay), Suriye ve Mısır üzerinden Orta Afrika’ya uzan geçiş olduğunu söylemiştir. Prof. Dr. Sıkı, Ukrayna’da kuluçkaya yatan bıldırcınların Karadeniz’i geçerek Anadolu’yu boydan boya geçip Mısır’a ulaşan güzergahında üçüncü yol olduğunu söylemiştir. Her sene dünyada yaklaşık 50 milyar kuş göç etmekte, bunların 5 milyarı Avrupa ile Asya arasında yapılmaktadır.

Belen Geçidi’nden geçen göçmen kuşlar ise ak pelikan 6 bin 203, karaleylek 3 bin 303, leylek 82 bin 887, turna 3 bin, arı şahini, yoz atmaca ve küçük orman kartalı olarak 26 bin 756 kuşun türü saptanmıştır.

Hatay’ın kısa tarihi

Hatay Anadolu’nun en eski yerleşim merkezlerinden biridir. Yöredeki tarihi yaşam bulguları M.Ö. 100.000’lere kadar uzanır. Elde edilen buluntular; bölgenin orta paleolitik, neolotik, kalkolit dönemlerde ve tunç çağında yaygın bir yerleşim yeri olarak kullanıldığını göstermektedir. Amik Ovası´nda; Çatalhöyük, Tel Tainat, Tel Cüdeyde ve Tel Atçana’da ilk Tunç Çağı yerleşmeleri tespit edilmiş ve mimari kalıntılara rastlanmıştır. Kalıntılar; bu yerleşmelerde beylikler biçiminde yaşandığının ipuçlarını vermektedir.

İlk tunç çağından itibaren Amik Ovası’ndaki bu beylikler; sırasıyla Akadların, Yamhad Krallığı´nın, Hititlerin ve Mısırlıların egemenliğine girmiş, Hitit İmparatoru I. Şuppiluliuma döneminde tekrar Hitit egemenliğine girerek, bu durum M.Ö. 13. yüzyıla kadar devam etmiştir.

Hitit İmparatorluğu´nun M.Ö. 1200 yıllarında parçalanmasından sonra Sami-Aramiler tarafından “Hattena” adıyla bir Geç Hitit Krallığı kurulmuştur. Hattena Krallığı M.Ö. 9. yy’da Asurluların daha sonra da Urartuların egemenliğinde kalmıştır.

M.Ö. 6. yüzyılın ortalarından itibaren Hatay yöresi Pers İmparatorluğuna bağlı Kilikya Satraplığı’nın içinde yer almış ve Pers İmparatorluğu’na vergi ödemiştir. M.Ö. 333 yılında Büyük İskender ile Pers İmparatoru III. Dareios’un orduları İssos kenti civarında savaştılar ve Büyük İskender Pers ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattı. Myriandros’un (bugünkü İskenderun) adını değiştirerek Aleksadria adını vermiş ve bölge kısa bir süre Makedon hâkimiyetine girmiştir.

Büyük İskender’in M.Ö. 323 yılında ölümünden sonra komutanlarından Seleucus I. Nicator iktidar mücadelesini kazanarak Seleukoslar dönemini başlatmış ve M.Ö. 300 yılında Seleucia Pieria, ardından Antiacheia (Antakya) kentleri kurulmuştur. M.Ö. 64 yılında Antakya serbest şehir statüsü ile Roma İmparatorluğuna katıldı ve imparatorluğun Suriye Eyaletinin başkenti oldu.

M.S. 1. yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan Hristiyanlık, Kudüs dışında ilk defa Antakya’da yayıldı. Hz. İsa’ya inananlara ilk defa Antakya’da “Hristiyan” adı verildi. M.S. II. yüzyılda Antakya; Roma ve İskenderiye’den sonra 200.000–300.000 nüfusu ile imparatorluğun üçüncü büyük metropoliti durumunda idi. Şehrin başlıca gelir ve zenginlik kaynağı ticaret ve ihracat idi. Şehir; saraylara, köşklere, heykellere, suyollarına, hipodroma, hamamlara ve hatta kanalizasyon sistemine sahipti.

395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye bölündü. Doğu Roma (Bizans) sınırları içinde kalan Antakya 638’de İslam orduları kumandanı Ebu Ubeyde İbn’ül Cerrah tarafından fethedildi. Emeviler döneminde (661-750) Antakya Halep’e bağlandı. Ardından Hatay bölgesi Abbasiler, Tolunoğulları ve İkşitlerin eline geçti.

944 yılında Kuzey Suriye’de Antakya’yı da içine alan Hamdanoğulları Devleti kuruldu. 967-969 yıllarında Hamdanilerle Bizanslılar arasında şiddetli çatışmalar oldu. Sonunda Antakya Bizans kuşatmasına 969 yılına kadar dayanabildi. Antakya Bizans İmparatoru Nikephorus Phokas’ın kumandanlarından Mikhail Burtzes tarafından zaptedildi.

9. ve 10. yüzyıllarda Antakya ve civarına çok sayıda Türk nüfusu gelerek yerleşmeye başladı. Bunda doğudaki Selçuklu varlığının büyük etkisi vardı. Sultan Melikşah döneminde (1072-1092), Kutalmışoğlu Süleyman Bey 1074 yılında önce Halep’i daha sonra Antakya’yı kuşattı. Vali İsaakios Komnenos 20.000 altın karşılığında barış yaparak kuşatmayı kaldırttı. 1084 yılında Antakya Askeri Valisi Philaretes Urfa’ya gidince kötü yönetim ve baskıdan bıkan halk bunu fırsat bilip İznik’te bulunan Süleyman Bey´i kente davet etti. Bunun üzerine Kuzey Suriye’ye bir sefer düzenleyen Kutalmışoğlu Süleyman Bey 12 Aralık 1084’te Antakya’ya girdi.

Süleyman Bey, Filistin Selçuklu hükümdarı Sultan Melikşah’ın kardeşi Dımışk Meliki Sultan Tutuş arasında Halep yakınında yapılan savaşı kaybetti ve öldü. Antakya Selçuklu Meliki Sultan Tutuş’un hâkimiyetine girdi. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah Kuzey Suriye’de çıkan hâkimiyet kavgasını çözmek için 1086 yılında önce Halep, oradan Antakya’ya geldi. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah, Tutuş’u sadece Dımışk (Şam) Meliki olarak bırakıp, Antakya’ya Yağısıyan’ı Vali tayin ederek Antakya’yı doğrudan doğruya imparatorluğa bağladı.

1097 yılında Anadolu’dan Çukurova’ya gelerek İskenderun’u alan Haçlı orduları 21 Ekim 1097’de Antakya’yı kuşattı. Uzun süren bir kuşatma sonunda 1098’de Antakya Haçlılar tarafından zapt edildi. 1. ve 2. Haçlı seferleri sırasında Suriye Bizanslıların elinden çıktı, bölgeyi mahalli Müslüman Beyliklerle Latinler paylaştı. Antakya’da Kudüs’e bağlı olan Dükalık (Antakya Prensliği veya Antakya Kontluğu) kuruldu. 1268 yılında yöreye gelen Baybars komutasındaki Memluk ordusu Antakya’yı kuşattı ve 18 Mayıs 1268 günü yapılan hücumla şehre girildi.

Memlukluların 1268’de gelişleri ile 171 yıl süren Antakya Haçlı Prensliği sona erdi. Baybars’ın hükümdarlığı zamanında bölgede Türkmenlerin göç ve yerleşimleri yoğun olarak gerçekleşti. 14. ve 15. yüzyıllarda Halep, Antep ve Antakya bölgesine göç eden Türkmen boylarının başında Avşarlar ve Bayatlar geliyordu. Kuzey Suriye Avşarlarından olan Gündüzoğulları Amik Ovası´nda, Köpekoğulları Antep’te ve Özeroğulları Dörtyol çevresinde yaşamaktaydı.

Osmanlı toprakları genişleyip Memluk sınırlarına ulaşınca iki devlet arasında savaşlarda başladı. Ard arda yapılan savaşlar sonunda Memluk ordusu, Osmanlı ordusunu Çukurova’dan çekmek zorunda bıraktı ve 1490 yılında barış antlaşması yapıldı.

Antakya ve çevresi 1516 yılında Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında Osmanlı hâkimiyetine girdi. Osmanlı yönetiminde Antakya Halep eyaletine bağlı bir sancak ve bu sancağın merkezi idi. Sancak beyi tarafından yönetiliyor idi. Zaman içinde yapılan düzenleme ile Antakya kaza statüsüne getirilerek, Şam Beylerbeyliğine bağlı olarak yönetildi.

Kanuni Sultan Süleyman Tebriz seferi dönüşü Aralık 1535’te Antakya-İskenderun üzerinden Adana’ya geçmiş; daha sonraki yıllarda 1548-1549 kışını geçirdiği Halep’te iken yaptığı gezilerin birinde Antakya’ya tekrar uğramıştır. Kanuni Sultan Süleyman´ın buyruğuyla Belen’de cami, han, hamam ve imaret yapıldı. Belen´ e 250 nefer derbentçi yerleştirdi. Daha sonraki yıllarda bölgeye 65 hane daha yerleştirilerek köy haline getirildi. Payas’ta eski kale yeniden yapıldı.

Yine Payas’ta Sokullu Mehmet Paşa tarafından 1568 yılında yapımına başlanan cami, han, hamam, imaret 1574 yılında tamamlandı. Ayrıca yapılan iskele ve tersaneyi korumak için 1577 yılında limanın üst tarafına bir kale (Cin Kulesi) inşa edildi. Derbentçi olarak buraya 541 aile yerleştirildi. 1832’de Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa´nın oğlu İbrahim Paşa Suriye’yi fethederek Osmanlı ordusu ile 28 Temmuz 1832 günü Belen Boğazında (Belen Geçidi) yaptığı savaşı kazanarak, Adana’ya doğru ilerledi. 1839’da Osmanlılar bölgeyi Halep’e kadar geri aldılar.

Tanzimat’ın ilanıyla Antakya ve çevresinde idari yapılanmada yeni düzenlemeler gerçekleştirildi. Antakya Sancağında Kaymakamlık ihdas edilerek çevresiyle birlikte (Şeyhülhadid, Kuseyr, Karamurt, Süveydiye, Altunözü, Cebel-i Akra- namı diğer Ordu) Halep eyaletine, Payas kazası, Uzeyr ve Belen sancakları çevresiyle birlikte (Bakras nahiyesi, İskenderun, Nahiye-i Arsuz) Adana eyaletine bağlandı.

1. Dünya Savaşı´ndan sonra Fransızlar tarafından işgal edilen bölge, 18 yıl Fransızların egemenliğinde kalmıştır. Yayladağı, 1938’de kurulan Hatay Devleti sınırları içine kaldı. Hatay Devleti´nin de 7 Temmuz 1939’da Anavatana katılmasıyla, Türkiye sınırlarına dâhil oldu. Aynı yıl Hatay iline bağlı ilçe konumuna getirilmiştir.

Paylaşın

Hatay: Belen, Şehitler Abidesi

Şehitler Abidesi; Hatay’ın Belen İlçesi, Muhlisali Mahallesi, Kurtuluş Caddesi üzerinde yer almaktadır. Şehitler Abidesi’ne şehir içi ulaşım araçları ile ulaşım sağlanmaktadır.

Birinci Dünya Savaşı’nda (1914-1918) bu bölgede fransızlarla yapılan savaşlarda ve ermeni ayaklanmalarının bastırılmasında görevlendirilen 41. Piyade Tümeninde şehit düşen 1.500 asker anısına 1916 yılında Tümen Komutanı Yarbay Musa Kazım bey tarafından dikilmiştir.

Hatay’ın kısa tarihi

Hatay Anadolu’nun en eski yerleşim merkezlerinden biridir. Yöredeki tarihi yaşam bulguları M.Ö. 100.000’lere kadar uzanır. Elde edilen buluntular; bölgenin orta paleolitik, neolotik, kalkolit dönemlerde ve tunç çağında yaygın bir yerleşim yeri olarak kullanıldığını göstermektedir. Amik Ovası´nda; Çatalhöyük, Tel Tainat, Tel Cüdeyde ve Tel Atçana’da ilk Tunç Çağı yerleşmeleri tespit edilmiş ve mimari kalıntılara rastlanmıştır. Kalıntılar; bu yerleşmelerde beylikler biçiminde yaşandığının ipuçlarını vermektedir.

İlk tunç çağından itibaren Amik Ovası’ndaki bu beylikler; sırasıyla Akadların, Yamhad Krallığı´nın, Hititlerin ve Mısırlıların egemenliğine girmiş, Hitit İmparatoru I. Şuppiluliuma döneminde tekrar Hitit egemenliğine girerek, bu durum M.Ö. 13. yüzyıla kadar devam etmiştir.

Hitit İmparatorluğu´nun M.Ö. 1200 yıllarında parçalanmasından sonra Sami-Aramiler tarafından “Hattena” adıyla bir Geç Hitit Krallığı kurulmuştur. Hattena Krallığı M.Ö. 9. yy’da Asurluların daha sonra da Urartuların egemenliğinde kalmıştır.

M.Ö. 6. yüzyılın ortalarından itibaren Hatay yöresi Pers İmparatorluğuna bağlı Kilikya Satraplığı’nın içinde yer almış ve Pers İmparatorluğu’na vergi ödemiştir. M.Ö. 333 yılında Büyük İskender ile Pers İmparatoru III. Dareios’un orduları İssos kenti civarında savaştılar ve Büyük İskender Pers ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattı. Myriandros’un (bugünkü İskenderun) adını değiştirerek Aleksadria adını vermiş ve bölge kısa bir süre Makedon hâkimiyetine girmiştir.

Büyük İskender’in M.Ö. 323 yılında ölümünden sonra komutanlarından Seleucus I. Nicator iktidar mücadelesini kazanarak Seleukoslar dönemini başlatmış ve M.Ö. 300 yılında Seleucia Pieria, ardından Antiacheia (Antakya) kentleri kurulmuştur. M.Ö. 64 yılında Antakya serbest şehir statüsü ile Roma İmparatorluğuna katıldı ve imparatorluğun Suriye Eyaletinin başkenti oldu.

M.S. 1. yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan Hristiyanlık, Kudüs dışında ilk defa Antakya’da yayıldı. Hz. İsa’ya inananlara ilk defa Antakya’da “Hristiyan” adı verildi. M.S. II. yüzyılda Antakya; Roma ve İskenderiye’den sonra 200.000–300.000 nüfusu ile imparatorluğun üçüncü büyük metropoliti durumunda idi. Şehrin başlıca gelir ve zenginlik kaynağı ticaret ve ihracat idi. Şehir; saraylara, köşklere, heykellere, suyollarına, hipodroma, hamamlara ve hatta kanalizasyon sistemine sahipti.

395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye bölündü. Doğu Roma (Bizans) sınırları içinde kalan Antakya 638’de İslam orduları kumandanı Ebu Ubeyde İbn’ül Cerrah tarafından fethedildi. Emeviler döneminde (661-750) Antakya Halep’e bağlandı. Ardından Hatay bölgesi Abbasiler, Tolunoğulları ve İkşitlerin eline geçti.

944 yılında Kuzey Suriye’de Antakya’yı da içine alan Hamdanoğulları Devleti kuruldu. 967-969 yıllarında Hamdanilerle Bizanslılar arasında şiddetli çatışmalar oldu. Sonunda Antakya Bizans kuşatmasına 969 yılına kadar dayanabildi. Antakya Bizans İmparatoru Nikephorus Phokas’ın kumandanlarından Mikhail Burtzes tarafından zaptedildi.

9. ve 10. yüzyıllarda Antakya ve civarına çok sayıda Türk nüfusu gelerek yerleşmeye başladı. Bunda doğudaki Selçuklu varlığının büyük etkisi vardı. Sultan Melikşah döneminde (1072-1092), Kutalmışoğlu Süleyman Bey 1074 yılında önce Halep’i daha sonra Antakya’yı kuşattı. Vali İsaakios Komnenos 20.000 altın karşılığında barış yaparak kuşatmayı kaldırttı. 1084 yılında Antakya Askeri Valisi Philaretes Urfa’ya gidince kötü yönetim ve baskıdan bıkan halk bunu fırsat bilip İznik’te bulunan Süleyman Bey´i kente davet etti. Bunun üzerine Kuzey Suriye’ye bir sefer düzenleyen Kutalmışoğlu Süleyman Bey 12 Aralık 1084’te Antakya’ya girdi.

Süleyman Bey, Filistin Selçuklu hükümdarı Sultan Melikşah’ın kardeşi Dımışk Meliki Sultan Tutuş arasında Halep yakınında yapılan savaşı kaybetti ve öldü. Antakya Selçuklu Meliki Sultan Tutuş’un hâkimiyetine girdi. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah Kuzey Suriye’de çıkan hâkimiyet kavgasını çözmek için 1086 yılında önce Halep, oradan Antakya’ya geldi. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah, Tutuş’u sadece Dımışk (Şam) Meliki olarak bırakıp, Antakya’ya Yağısıyan’ı Vali tayin ederek Antakya’yı doğrudan doğruya imparatorluğa bağladı.

1097 yılında Anadolu’dan Çukurova’ya gelerek İskenderun’u alan Haçlı orduları 21 Ekim 1097’de Antakya’yı kuşattı. Uzun süren bir kuşatma sonunda 1098’de Antakya Haçlılar tarafından zapt edildi. 1. ve 2. Haçlı seferleri sırasında Suriye Bizanslıların elinden çıktı, bölgeyi mahalli Müslüman Beyliklerle Latinler paylaştı. Antakya’da Kudüs’e bağlı olan Dükalık (Antakya Prensliği veya Antakya Kontluğu) kuruldu. 1268 yılında yöreye gelen Baybars komutasındaki Memluk ordusu Antakya’yı kuşattı ve 18 Mayıs 1268 günü yapılan hücumla şehre girildi.

Memlukluların 1268’de gelişleri ile 171 yıl süren Antakya Haçlı Prensliği sona erdi. Baybars’ın hükümdarlığı zamanında bölgede Türkmenlerin göç ve yerleşimleri yoğun olarak gerçekleşti. 14. ve 15. yüzyıllarda Halep, Antep ve Antakya bölgesine göç eden Türkmen boylarının başında Avşarlar ve Bayatlar geliyordu. Kuzey Suriye Avşarlarından olan Gündüzoğulları Amik Ovası´nda, Köpekoğulları Antep’te ve Özeroğulları Dörtyol çevresinde yaşamaktaydı.

Osmanlı toprakları genişleyip Memluk sınırlarına ulaşınca iki devlet arasında savaşlarda başladı. Ard arda yapılan savaşlar sonunda Memluk ordusu, Osmanlı ordusunu Çukurova’dan çekmek zorunda bıraktı ve 1490 yılında barış antlaşması yapıldı.

Antakya ve çevresi 1516 yılında Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında Osmanlı hâkimiyetine girdi. Osmanlı yönetiminde Antakya Halep eyaletine bağlı bir sancak ve bu sancağın merkezi idi. Sancak beyi tarafından yönetiliyor idi. Zaman içinde yapılan düzenleme ile Antakya kaza statüsüne getirilerek, Şam Beylerbeyliğine bağlı olarak yönetildi.

Kanuni Sultan Süleyman Tebriz seferi dönüşü Aralık 1535’te Antakya-İskenderun üzerinden Adana’ya geçmiş; daha sonraki yıllarda 1548-1549 kışını geçirdiği Halep’te iken yaptığı gezilerin birinde Antakya’ya tekrar uğramıştır. Kanuni Sultan Süleyman´ın buyruğuyla Belen’de cami, han, hamam ve imaret yapıldı. Belen´ e 250 nefer derbentçi yerleştirdi. Daha sonraki yıllarda bölgeye 65 hane daha yerleştirilerek köy haline getirildi. Payas’ta eski kale yeniden yapıldı.

Yine Payas’ta Sokullu Mehmet Paşa tarafından 1568 yılında yapımına başlanan cami, han, hamam, imaret 1574 yılında tamamlandı. Ayrıca yapılan iskele ve tersaneyi korumak için 1577 yılında limanın üst tarafına bir kale (Cin Kulesi) inşa edildi. Derbentçi olarak buraya 541 aile yerleştirildi. 1832’de Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa´nın oğlu İbrahim Paşa Suriye’yi fethederek Osmanlı ordusu ile 28 Temmuz 1832 günü Belen Boğazında (Belen Geçidi) yaptığı savaşı kazanarak, Adana’ya doğru ilerledi. 1839’da Osmanlılar bölgeyi Halep’e kadar geri aldılar.

Tanzimat’ın ilanıyla Antakya ve çevresinde idari yapılanmada yeni düzenlemeler gerçekleştirildi. Antakya Sancağında Kaymakamlık ihdas edilerek çevresiyle birlikte (Şeyhülhadid, Kuseyr, Karamurt, Süveydiye, Altunözü, Cebel-i Akra- namı diğer Ordu) Halep eyaletine, Payas kazası, Uzeyr ve Belen sancakları çevresiyle birlikte (Bakras nahiyesi, İskenderun, Nahiye-i Arsuz) Adana eyaletine bağlandı.

1. Dünya Savaşı´ndan sonra Fransızlar tarafından işgal edilen bölge, 18 yıl Fransızların egemenliğinde kalmıştır. Yayladağı, 1938’de kurulan Hatay Devleti sınırları içine kaldı. Hatay Devleti´nin de 7 Temmuz 1939’da Anavatana katılmasıyla, Türkiye sınırlarına dâhil oldu. Aynı yıl Hatay iline bağlı ilçe konumuna getirilmiştir.

Paylaşın

Belen: Soğukoluk (Güzelyayla) Piknik Alanı

Soğukoluk (Güzelyayla) Piknik Alanı; Hatay’ın Belen İlçesi sınırları içerisindedir. Belen ve İskenderun’dan minibüsleri ile ulaşım mümkündür. Belen İlçesi-Sarımazı Mahallesi yol ayrımından başlayarak, 8 km’lik asfalt bir yol ile yeşilliğin ve ormanın hakim olduğu virajlı bir güzergahtan çıkılabilmektedir.

Güzelyayla’da yüzyıllardır yayla geleneği sürmektedir. Altyapı sorunları kısmen çözülmüş olan yaylanın denize yakın olması ilgiyi artırmaktadır. İskenderun Körfezi’nin seyir terası durumunda çam ağaçları ve kır çiçekleri içerisine kurulmuş, eski ve yeni tip yapıları ile gezilmeye ve görülmeye değer, adına türküler ve şiirler yazılan bir yayladır.

Kamp kurmaya, pikniğe, orman içinde kısa geziler yapmaya elverişlidir. Yaylada konaklamak için pansiyon tipi evler, günlük yeme-içme üniteleri bulunmaktadır.

Hatay’ın kısa tarihi

Hatay Anadolu’nun en eski yerleşim merkezlerinden biridir. Yöredeki tarihi yaşam bulguları M.Ö. 100.000’lere kadar uzanır. Elde edilen buluntular; bölgenin orta paleolitik, neolotik, kalkolit dönemlerde ve tunç çağında yaygın bir yerleşim yeri olarak kullanıldığını göstermektedir. Amik Ovası´nda; Çatalhöyük, Tel Tainat, Tel Cüdeyde ve Tel Atçana’da ilk Tunç Çağı yerleşmeleri tespit edilmiş ve mimari kalıntılara rastlanmıştır. Kalıntılar; bu yerleşmelerde beylikler biçiminde yaşandığının ipuçlarını vermektedir.

İlk tunç çağından itibaren Amik Ovası’ndaki bu beylikler; sırasıyla Akadların, Yamhad Krallığı´nın, Hititlerin ve Mısırlıların egemenliğine girmiş, Hitit İmparatoru I. Şuppiluliuma döneminde tekrar Hitit egemenliğine girerek, bu durum M.Ö. 13. yüzyıla kadar devam etmiştir.

Hitit İmparatorluğu´nun M.Ö. 1200 yıllarında parçalanmasından sonra Sami-Aramiler tarafından “Hattena” adıyla bir Geç Hitit Krallığı kurulmuştur. Hattena Krallığı M.Ö. 9. yy’da Asurluların daha sonra da Urartuların egemenliğinde kalmıştır.

M.Ö. 6. yüzyılın ortalarından itibaren Hatay yöresi Pers İmparatorluğuna bağlı Kilikya Satraplığı’nın içinde yer almış ve Pers İmparatorluğu’na vergi ödemiştir. M.Ö. 333 yılında Büyük İskender ile Pers İmparatoru III. Dareios’un orduları İssos kenti civarında savaştılar ve Büyük İskender Pers ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattı. Myriandros’un (bugünkü İskenderun) adını değiştirerek Aleksadria adını vermiş ve bölge kısa bir süre Makedon hâkimiyetine girmiştir.

Büyük İskender’in M.Ö. 323 yılında ölümünden sonra komutanlarından Seleucus I. Nicator iktidar mücadelesini kazanarak Seleukoslar dönemini başlatmış ve M.Ö. 300 yılında Seleucia Pieria, ardından Antiacheia (Antakya) kentleri kurulmuştur. M.Ö. 64 yılında Antakya serbest şehir statüsü ile Roma İmparatorluğuna katıldı ve imparatorluğun Suriye Eyaletinin başkenti oldu.

M.S. 1. yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan Hristiyanlık, Kudüs dışında ilk defa Antakya’da yayıldı. Hz. İsa’ya inananlara ilk defa Antakya’da “Hristiyan” adı verildi. M.S. II. yüzyılda Antakya; Roma ve İskenderiye’den sonra 200.000–300.000 nüfusu ile imparatorluğun üçüncü büyük metropoliti durumunda idi. Şehrin başlıca gelir ve zenginlik kaynağı ticaret ve ihracat idi. Şehir; saraylara, köşklere, heykellere, suyollarına, hipodroma, hamamlara ve hatta kanalizasyon sistemine sahipti.

395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye bölündü. Doğu Roma (Bizans) sınırları içinde kalan Antakya 638’de İslam orduları kumandanı Ebu Ubeyde İbn’ül Cerrah tarafından fethedildi. Emeviler döneminde (661-750) Antakya Halep’e bağlandı. Ardından Hatay bölgesi Abbasiler, Tolunoğulları ve İkşitlerin eline geçti.

944 yılında Kuzey Suriye’de Antakya’yı da içine alan Hamdanoğulları Devleti kuruldu. 967-969 yıllarında Hamdanilerle Bizanslılar arasında şiddetli çatışmalar oldu. Sonunda Antakya Bizans kuşatmasına 969 yılına kadar dayanabildi. Antakya Bizans İmparatoru Nikephorus Phokas’ın kumandanlarından Mikhail Burtzes tarafından zaptedildi.

9. ve 10. yüzyıllarda Antakya ve civarına çok sayıda Türk nüfusu gelerek yerleşmeye başladı. Bunda doğudaki Selçuklu varlığının büyük etkisi vardı. Sultan Melikşah döneminde (1072-1092), Kutalmışoğlu Süleyman Bey 1074 yılında önce Halep’i daha sonra Antakya’yı kuşattı. Vali İsaakios Komnenos 20.000 altın karşılığında barış yaparak kuşatmayı kaldırttı. 1084 yılında Antakya Askeri Valisi Philaretes Urfa’ya gidince kötü yönetim ve baskıdan bıkan halk bunu fırsat bilip İznik’te bulunan Süleyman Bey´i kente davet etti. Bunun üzerine Kuzey Suriye’ye bir sefer düzenleyen Kutalmışoğlu Süleyman Bey 12 Aralık 1084’te Antakya’ya girdi.

Süleyman Bey, Filistin Selçuklu hükümdarı Sultan Melikşah’ın kardeşi Dımışk Meliki Sultan Tutuş arasında Halep yakınında yapılan savaşı kaybetti ve öldü. Antakya Selçuklu Meliki Sultan Tutuş’un hâkimiyetine girdi. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah Kuzey Suriye’de çıkan hâkimiyet kavgasını çözmek için 1086 yılında önce Halep, oradan Antakya’ya geldi. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah, Tutuş’u sadece Dımışk (Şam) Meliki olarak bırakıp, Antakya’ya Yağısıyan’ı Vali tayin ederek Antakya’yı doğrudan doğruya imparatorluğa bağladı.

1097 yılında Anadolu’dan Çukurova’ya gelerek İskenderun’u alan Haçlı orduları 21 Ekim 1097’de Antakya’yı kuşattı. Uzun süren bir kuşatma sonunda 1098’de Antakya Haçlılar tarafından zapt edildi. 1. ve 2. Haçlı seferleri sırasında Suriye Bizanslıların elinden çıktı, bölgeyi mahalli Müslüman Beyliklerle Latinler paylaştı. Antakya’da Kudüs’e bağlı olan Dükalık (Antakya Prensliği veya Antakya Kontluğu) kuruldu. 1268 yılında yöreye gelen Baybars komutasındaki Memluk ordusu Antakya’yı kuşattı ve 18 Mayıs 1268 günü yapılan hücumla şehre girildi.

Memlukluların 1268’de gelişleri ile 171 yıl süren Antakya Haçlı Prensliği sona erdi. Baybars’ın hükümdarlığı zamanında bölgede Türkmenlerin göç ve yerleşimleri yoğun olarak gerçekleşti. 14. ve 15. yüzyıllarda Halep, Antep ve Antakya bölgesine göç eden Türkmen boylarının başında Avşarlar ve Bayatlar geliyordu. Kuzey Suriye Avşarlarından olan Gündüzoğulları Amik Ovası´nda, Köpekoğulları Antep’te ve Özeroğulları Dörtyol çevresinde yaşamaktaydı.

Osmanlı toprakları genişleyip Memluk sınırlarına ulaşınca iki devlet arasında savaşlarda başladı. Ard arda yapılan savaşlar sonunda Memluk ordusu, Osmanlı ordusunu Çukurova’dan çekmek zorunda bıraktı ve 1490 yılında barış antlaşması yapıldı.

Antakya ve çevresi 1516 yılında Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında Osmanlı hâkimiyetine girdi. Osmanlı yönetiminde Antakya Halep eyaletine bağlı bir sancak ve bu sancağın merkezi idi. Sancak beyi tarafından yönetiliyor idi. Zaman içinde yapılan düzenleme ile Antakya kaza statüsüne getirilerek, Şam Beylerbeyliğine bağlı olarak yönetildi.

Kanuni Sultan Süleyman Tebriz seferi dönüşü Aralık 1535’te Antakya-İskenderun üzerinden Adana’ya geçmiş; daha sonraki yıllarda 1548-1549 kışını geçirdiği Halep’te iken yaptığı gezilerin birinde Antakya’ya tekrar uğramıştır. Kanuni Sultan Süleyman´ın buyruğuyla Belen’de cami, han, hamam ve imaret yapıldı. Belen´ e 250 nefer derbentçi yerleştirdi. Daha sonraki yıllarda bölgeye 65 hane daha yerleştirilerek köy haline getirildi. Payas’ta eski kale yeniden yapıldı.

Yine Payas’ta Sokullu Mehmet Paşa tarafından 1568 yılında yapımına başlanan cami, han, hamam, imaret 1574 yılında tamamlandı. Ayrıca yapılan iskele ve tersaneyi korumak için 1577 yılında limanın üst tarafına bir kale (Cin Kulesi) inşa edildi. Derbentçi olarak buraya 541 aile yerleştirildi. 1832’de Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa´nın oğlu İbrahim Paşa Suriye’yi fethederek Osmanlı ordusu ile 28 Temmuz 1832 günü Belen Boğazında (Belen Geçidi) yaptığı savaşı kazanarak, Adana’ya doğru ilerledi. 1839’da Osmanlılar bölgeyi Halep’e kadar geri aldılar.

Tanzimat’ın ilanıyla Antakya ve çevresinde idari yapılanmada yeni düzenlemeler gerçekleştirildi. Antakya Sancağında Kaymakamlık ihdas edilerek çevresiyle birlikte (Şeyhülhadid, Kuseyr, Karamurt, Süveydiye, Altunözü, Cebel-i Akra- namı diğer Ordu) Halep eyaletine, Payas kazası, Uzeyr ve Belen sancakları çevresiyle birlikte (Bakras nahiyesi, İskenderun, Nahiye-i Arsuz) Adana eyaletine bağlandı.

1. Dünya Savaşı´ndan sonra Fransızlar tarafından işgal edilen bölge, 18 yıl Fransızların egemenliğinde kalmıştır. Yayladağı, 1938’de kurulan Hatay Devleti sınırları içine kaldı. Hatay Devleti´nin de 7 Temmuz 1939’da Anavatana katılmasıyla, Türkiye sınırlarına dâhil oldu. Aynı yıl Hatay iline bağlı ilçe konumuna getirilmiştir.

Paylaşın