CHP’den YSK’ya Uyarı: Demokrasiye Darbe Girişimi…

Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan merkezli depremler üzerine ortak açıklama yapan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) il başkanlıkları, seçimlerin ertelenme tartışmalarına ilişkin, “Tek adam rejiminin, felaketleri fırsata çevirmeye çalışması, kendini kurtarmak için seçimleri erteleme planları yapmasıdır” değerlendirmesinde bulundular.

Haber Merkezi / İl başkanlarının yaptığı ortak açıklamanın devamında konuya ilişkin, “Rolü belli isimler öne sürülerek bu konu gündeme taşınmak istenmektedir. Buradan halkımıza bir kez daha açık ve net söylüyoruz: Seçimler zamanında olacaktır. Devletin tüm kurumlarının bu gerçeği iyi bilmesi gerekir. Anayasamızın ilgili maddeleri açıktır: Seçim savaş dışında ertelenemez. Savaş durumunda bile kararı Türkiye Büyük Millet Meclisi alır.

Kaldı ki; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin de, YSK’nın da afet halinde seçimi erteleme gibi bir yetkisi yoktur. Yüksek Seçim Kurulu’nun böyle bir şey talep etmesi, demokrasiye darbe girişimi olacaktır. Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz bu tür bir girişimi bu şekilde ele alacağız. AKP Genel Başkanının “bana 1 yıl daha verin” mesajı hiç bir şey ifade etmez. Türkiye kendisine tam 20 yıl vermiştir. Artık bu saatten sonra halkın kendisine verecek değil 1 yılı, 1 saati bile kalmamıştır.” ifadelerine yer verildi.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Kahramanmaraş merkezli depremlerle ilgili 81 ilde eş zamanlı açıklama yaptı. CHP’nin ortak açıklamasından öne çıkanlar şöyle oldu:

Deprem öncesinde ve sonrasında yaşanan sorumsuzluk, denetimsizlik, liyakatsizlik, yağma, hırsızlık; “devlet nerede” sorusunu gündeme getirdi. Cumhuriyet Halk Partisi örgütü olarak, Sayın Genel Başkanımızın da ısrarla vurguladığı şekilde, bir kez daha söylüyoruz: Vatandaşlarımızın kanı iktidarın elindedir. İktidar başkanlık sistemini getirmiş; bu tek adam rejimi devleti felç etmiş.

Devlet yönetilemez bir hale getirilmiştir. Tüm bu yaşadıklarımızın baş sorumlusu tek adam ve onun ülkemize dayattığı rejimdir. Devleti yönetme sorumluluğunu üstlenen iktidar, depremin ilk anlarından itibaren koordinasyonu sağlayamamış; en kritik saatler olan ilk 48 saatte deprem bölgelerine müdahalede geç kalınması nedeniyle vatandaşlarımızın enkaz altında can vermelerine seyirci kalınmıştır.

Beceriksizlikleri on binlerce insanımızın canına mal olmuştur. İnsanlarımız enkaz altında inlerken, eğitimli ve deneyimli kahraman Mehmetçiğimiz kışlalarında bekletilmiştir. Tüm yardım ve kurtarma faaliyetlerinin koordine edildiği sosyal medyaya yasak getirilmiş, ağırlaştırılmıştır. Bununla da kalmayıp soru soran gençler, gazeteciler, bilim insanları gözaltına alınmış; enkaza yardıma koşan kurumlara zorluklar çıkarılmıştır.

“Asrın felaketi; asrın cinayeti, asrın ihaneti ve asrın beceriksizliği olmuştur”

Tüm bu rezaletler yetmezmiş gibi İletişim Başkanlığı devreye sokularak; “Asrın Felaketi” adı altında iletişim kampanyası başlatılmış; bölgede arama kurtarma faaliyetlerini koordine edemeyen iktidar, kendi iletişim koordinasyonunun peşine düşmüştür. Bu yapılanlar, acizliklerini ve rezaletlerini normalleştirme çabalarıdır. Ülkemiz için asıl asrın felaketi tek adam rejimidir. Açıkça ifade etmek gerekirse Erdoğan’dır. Asrın felaketi; asrın cinayeti, asrın ihaneti ve asrın beceriksizliği olmuştur. Saygın kuruluşların raporlarında da yer alan bu ağır yıkıma rağmen bir kişi bile istifa etmemiştir.

Kurtarma çalışmalarındaki beceriksizlikleri yetmezmiş gibi tek adam rejimi şimdi de üniversitelerimize ve öğrencilerimizin yurtlarına çökmeye çalışmaktadır. Sorgusuz sualsiz alınan uzaktan eğitim kararı ile gençlerimizin ve ülkemizin geleceği mahvedilmek istenmektedir. Buradan bir kez daha çağrı yapıyoruz: Üniversiteler derhal açılmalı, öğrenciler yurtlarına dönmelidir.

“Demokrasiye darbe girişimi olacaktır”

Daha vahim olansa, tek adam rejiminin, felaketleri fırsata çevirmeye çalışması, kendini kurtarmak için seçimleri erteleme planları yapmasıdır. Rolü belli isimler öne sürülerek bu konu gündeme taşınmak istenmektedir. Buradan halkımıza bir kez daha açık ve net söylüyoruz: Seçimler zamanında olacaktır. Devletin tüm kurumlarının bu gerçeği iyi bilmesi gerekir. Anayasamızın ilgili maddeleri açıktır: Seçim savaş dışında ertelenemez. Savaş durumunda bile kararı Türkiye Büyük Millet Meclisi alır.

Kaldı ki; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin de, YSK’nın da afet halinde seçimi erteleme gibi bir yetkisi yoktur. Yüksek Seçim Kurulu’nun böyle bir şey talep etmesi, demokrasiye darbe girişimi olacaktır. Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz bu tür bir girişimi bu şekilde ele alacağız. AKP Genel Başkanının “bana 1 yıl daha verin” mesajı hiç bir şey ifade etmez. Türkiye kendisine tam 20 yıl vermiştir. Artık bu saatten sonra halkın kendisine verecek değil 1 yılı, 1 saati bile kalmamıştır.

Bizim tarafımız net. Kaybedecek bir dakikamız bile yok. Şehirlerimizi yeniden inşa edeceğiz. İmar aflarına son vereceğiz. Ülkemizi yalandan, hırsızlıktan ve liyakatsizlikten arındıracağız. Bizi biz yapan değerlerimize, ahlakımıza, vicdanımıza sarılacağız. Akla ve bilime uyacağız. Refah dolu bir Türkiye’yi hep birlikte inşa edeceğiz.”

Paylaşın

Deprem Bölgesindeki Mülteciler Suriye’ye Dönüyor

11 ilde büyük yıkıma ve on binlerle ifade edilen can kaybına neden olan Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan merkezli 7,7 ve 7,6 şiddetindeki depremlerin ardından özellikle yakınlarını kaybeden yüzlerce mültecinin Suriye’ye döndüğü belirtildi.

Suriye İnsan Hakları Ağı, Türkiye’de depremler nedeniyle 3 bin 841 Suriyelinin hayatını kaybettiğini duyurmuştu.

Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR), depremlerinde şimdiye kadar 1702 mültecinin cenazelerinin sınır kapıları üzerinden Suriye’ye teslim edildiğini duyurdu.

Buna göre Bab el-Hava (Cilvegözü) sınırından bin 479, Bab el-Salam (Öncüpınar) sınırından 166, El Rai (Çobaney) sınırından 22, Cerablus’tan 20 cenaze, Cindirês’te ise 15 cenaze nakledildi.

Şarku’l Avsat’ta yer alan haberde ise, depremlerin ardından özellikle yakınlarını kaybeden yüzlerce mültecinin Suriye’ye döndüğü belirtildi. Gazeteye konuşan Ahmed adlı Suriyeli genç önce depremde kaybettiği yakınlarının cenazesinin gönderdiğini, şimdi ise kendisinin Suriye’ye döndüğünü söyledi.

Suriye İnsan Hakları Ağı, Türkiye’de depremler nedeniyle 3 bin 841 Suriyelinin hayatını kaybettiğini duyurmuştu. Suriyeli aktivist Taha el Gazi ise, Maraş merkezli depremlerde şimdiye kadar Suriyeli 6 bin 100 mültecinin yaşamını yitirdiğini belirtmişti.

Birleşmiş Milletler’e öfke

Öte yandan Suriye’de muhaliflerin kontrolünde bulunan bölgelerde Birleşmiş Milletler’e tepki yükseliyor. Depremden önce Bab el Hawa, BM’ye yardım gönderme yetkisi verilen tek sınır kapısıydı.

BM daha sonra iki sınır kapısının daha açıldığını bildirdi ama doktorlar hala yeterli yardım gelmediğini söylüyorlar.

BBC Türkçe’nin aktardığına göre, Dr. El Dugheym “Enkazdan kurtarılan hastaların çoğunda böbrek yetmezliği var. Diyalize girmeleri gerekiyor” diyor.

“Diyaliz cihazları, sargı bezi, dezenfektan, antibiyotik ve diyaliz için gerekli malzemelere ihtiyacımız var” diye de ekliyor.

Kuzey Suriye’de kontrol çeşitli muhalif grupların elinde. Yardıma ihtiyaç duyan dört milyon kişiye giden BM yardımları Türkiye üzerinden gönderiliyordu.

Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın kontrolündeki Suriye hükümetine ait bölgelerden buraya çok az yardım yollandı.

Rusya ve Çin, geçmişte BM Güvenlik Konseyi’nde, BM’nin muhaliflerin elindeki bölgelere yardım için daha fazla sınır kapısının açılmasını veto etmişlerdi.

Ancak, felaketin boyutları öylesine büyüktü ki, kuzeydeki Suriyeliler BM’nin yardım miktarını derhal artırmasını beklediler.

Suriye Amerikan Tıp Topluluğu’ndan (SAMS) Dima Maarawi “Normalde üç ay yetecek tıbbi malzemeyi ilk üç günde kullandık. Sağlık sistemimiz böyle bir felaketle başa çıkamaz” diyor.

Maarawi “En çok, büyük lojistik kapasitesi olan ve dünya genelindeki krizlere, özellikle de Kuzeybatı Suriye gibi uzak bölgelere anında müdahale etme kabiliyetleri olan BM gibi bir kurumu suçluyoruz” diye de ekliyor.

Bu bölgelere ilk BM yardım konvoyu, depremden dört gün sonra ulaştı.

Bab el Hawa sınır yönetimi sözcüsü Mazem Alluş yaptığı açıklamada “Depreme yardım için geçen Perşembe gününden beri hiçbir şey gelmedi” dedi.

Alluş’a göre Bab el Hawa’dan şu ana dek 128 BM yardım kamyonu geçti.

Alluş, bunların büyük çoğunluğunun deprem sonrası gönderilemeyen düzenli konvoylar olduğunu ve bunlarda çok az tıbbi yardım malzemesinin bulunduğunu belirtti.

Alluş ayrıca “Depremden önce her bir BM yardım konvoyunda 100 ila 120 kamyon olurdu” diye de ekledi.

BM, depremin ardından yardım faaliyetlerinin boyutlarını büyüttüğünü ve üç sınır kapısını da kullanmaya başladığını söylerken, Alluş, yardımların siyasileştirildiğini belirtiyor.

“Esad rejimi ve Rusya, İran ve BAE gibi bazı uluslararası müttefikleri, onları son 12 yıldır öldüren bir zalimden yardım kabul etmeleri için muhalefete baskı yapıyor” diyor.

Esad’dan yardım kabul edilmesine çok karşı ve bu tutumun Kuzeybatı Suriye’de yaygın olduğunu savunuyor.

“Önümüzdeki tüm yaşam engellenmişse ve tek nefes alabileceğimiz yer hükümet üzerindense, buradan nefes almayı kabul etmiyoruz” diyor.

SAMS’tan Dima Maarawi’ye göre, dünya onları uzun süre önce unuttu.

Rus ve Suriye uçakları, iç savaş boyunca Kuzeybatı Suriye’deki hastaneleri ve sağlık tesislerini hedef aldı. Sağlık sistemi zaten kırılgan durumdaydı ve deprem işleri daha da kötüleştirdi.

Maarawi “Uzmanlara insani bir krizimizin olmadığını, sadece korunmamız olmadığını söylerdik” diyor.

“Uluslararası toplum yıllarca bizi en azla idare etmeye terk etti ve bu deprem olduğunda da tek başımıza kaldık” diye de ekliyor.

BM’nin “yavaş” yardımları sosyal medyada da alay konusu oldu.

Bir çizimde, enkazın ortasına konulan büyük bir BM bağış kutusu görülüyor. Kutunun üzerinde Arapça ve İngilizce “Sıkıntı yaşayan Birleşmiş Milletler için bağış kutusu” yazıyor.

YouTube’de yayımlanan bir videoda ise çökmüş bir binanın enkazında çalışan gönüllüler görülüyor. Elleriyle enkazı kazan gençlerin üzerinde Suriye muhalefetinin logosu var.

Her yerde kum ve toz var ve ‘birini’ kurtarıyorlar. Üzerinde BM logosu bulunan bir oyuncak ayı havaya kaldırılıyor. Videonun başlığıysa “Suriyeliler BM’yi Kuzeybatı Suriye’de buldu.”

Paylaşın

Uzmanlar Yorumladı: Depremlerin Ekonomiye Etkisi Sınırlı Olabilir

11 ilde büyük yıkıma neden olan Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan merkezli 7,7 ve 7,6 şiddetindeki depremlerin ekonomideki yansımaları gündemin öne çıkan konuları arasında. Uzmanlar, depremlerin ekonomiye etkisinin sınırlı olabileceğini belirtiyor.

Türk Girişim ve İş Dünyası Federasyonu’ndan (TÜRKONFED), depremlerinin ekonomiye olası etkisine ilişkin ilk kapsamlı değerlendirmeleri yapmıştı. TÜRKONFED raporunda, yıkımın Türkiye’ye maliyetinin 84 milyar doları bulabileceği tespitine yer vermişti.

Londra merkezli haber ajansı Reuters’ın görüş aldığı 3 ekonomist ise maliyetin 50 milyar doları bulabileceği görüşünde.

Ekonomik kayba ilişkin değerlendirmelerde rakamlar değişse de uzmanlar bir noktada birleşiyor. O da afetin ardından toparlanma çalışmalarında maliyetin büyük bir kısmını konut ve altyapı inşasının oluşturacağı.

TÜRKONFED’in ön raporuna göre depremin maliyetinin dökümü şu şekilde:

Konut zararı: 70 milyar dolar

Ulusal gelir kaybı: 10,4 milyar dolar

İş günü kaybı: 2,9 milyar dolar

6 Şubat depremlerinden önce Türkiye’nin Orta Vadeli Program kapsamında 2023 yılı için öngördüğü büyüme yüzde 5,5’ti. Ekonomi uzmanları depremin ardından Türkiye’nin bu yıl yaklaşık yüzde 2’ye varan oranda daha az büyüyeceği görüşünde.

Marmara depreminin ekonomik etkisiyle karşılaştırma

17 Ağustos 1999 Marmara depreminde can kaybı resmi verilere göre 18 bin 373’tü. Depremin yol açtığı maddi hasarsa TÜSİAD ve Dünya Bankası’na göre 17 milyar dolardı.

Depremden sonraki yıllarda uluslararası ekonomi çevrelerinin hazırladığı raporlardaysa daha geniş etki göz önüne alındığında maddi kayıp çok daha yüksekti.

Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün (OECD) 1999 İzmit ve Bolu depremlerinin ekonomik etkisine ilişkin 2000 yılında hazırladığı ara rapora göre, bu iki şehir ve deprem bölgeleriyle ekonomik bağlantısı olduğu için etkilenen diğer şehirler, Türkiye’nin o dönem Gayrisafi Yurtiçi Hasılası’nın yüzde 35’ini oluşturuyordu.

VOA Türkçe’den Begüm Dönmez Ersöz’ün sorularını yanıtlayan Türkiye analisti Timothy Ash, 1999 depremlerinden etkilenen bölgenin otomobil, petrokimya, imalat gibi pek çok alanda ülkenin sanayi merkezi olduğuna dikkat çekti.

Ash 1998’de yani Marmara depreminden bir yıl önce yüzde 3 büyüyen Türkiye ekonomisinin, ülkenin imalat ve ekonomi merkezini vuran depremin ardından yüzde 3,3 oranında daraldığını hatırlattı.

24 yıl sonra meydana gelen 6 Şubat 2023 depremlerinin etkilediği 10 ilde 13,4 milyon kişi yaşıyor. Daha çok tarım ürünleri bakımından öne çıkan bu bölge Türkiye nüfusunun ve ülkenin Gayrisafi Yurtiçi Hasılası’nın yüzde 10’una denk düşüyor.

IMF Dünya Ekonomik Görünüm Raporu bu yıl Türkiye için yüzde 3’lük bir büyüme öngörmüştü.

Timothy Ash son depremin Türkiye ekonomisine etkisinin orta derecede olacağı; ancak bu yıl büyümenin öngörülenden daha düşük olacağı görüşünde.

Dış finansman gereklilikleri

İki depremin yol açtığı tahribatın ortaya çıkmasının ardından ABD 85 milyon dolar; Dünya Bankası da ilk aşamada yaklaşık 1,8 milyar dolarlık yardım açıklamıştı. Açıklanan bu yardımlar afetten etkilenen Suriye’yi de kapsıyor.

Timothy Ash, yardımların ilk aşamada acil gereksinimlerin karşılanmasına katkı sağlayabileceğini; ancak yeniden yapılanma sürecinde on milyarlarca doları bulması beklenen konut inşası gibi çalışmaların maliyeti sebebiyle, Türkiye’nin kredi formatında bir miktar dış finansmana ihtiyaç duyabileceğini belirtti.

Türkiye’nin nispeten güçlü bir bilançosu, düşük bir kamu borcu ve nispeten düşük cari açığı olduğunu kaydeden Ash, “İlk ayları atlattıktan sonra orta vadede büyümede bir artış olabilir. Genelde büyüme hızlandığında ithalat talebi ticareti arttırır ve cari açık genişler. Bu durumda döviz talebi artar. O nedenle Türkiye’nin dış finansman gereksinimlerini orta ve uzun vadede karşılaması için daha fazla dış finansman desteğine ihtiyaç duyabilir” diye konuştu.

Avrupa Yeniden İnşa ve Kalkınma Bankası: “Siyasi belirsizlik ekonomik kırılganlığa yol açıyor”

Avrupa Yeniden İnşa ve Kalkınma Bankası (EBRD) de bugün yayınladığı raporunda depremin olası etkilerinin sonucu olarak Türkiye’nin Gayrisafi Yurtiçi Hasılası’nda yüzde 1’lik bir kayıp olabileceğini belirtti.

Bankaya göre yeniden inşa çalışmalarının büyümeye yapacağı katkı hesap edildiğinde bu “makul bir öngörü.”

EBRD’nin baş ekonomisti Reuters’a yaptığı açıklamada, “Deprem daha çok tarım arazilerini ve imalatın nispeten daha az olduğu yerleri etkiledi. O nedenle etkinin diğer sektörlere sıçrama olasılığı sınırlı” dedi.

Avrupa Yeniden İnşa ve Kalkınma Bankası (EBRD) bugünkü raporunda, gittikçe artan dış finansman gereklilikleri ve seçimlerle ilgili siyasi belirsizliğin ciddi ekonomik kırılganlıklara yol açtığı tespitine yer verdi.

“Yabancı yatırımcı seçimi bekliyor”

Uzmanlar Türkiye ekonomisinde 6 Şubat depremlerinden önce de sorunların olduğuna ve özellikle para politikası ve makroekonomik politika konusunda yabancı yatırımcıda bir güvensizlik olduğuna dikkat çekiyor.

Bu nedenle uzmanlara göre ekonominin seyrinde asıl önemli olan gelişme 14 Mayıs’ta yapılması planlanan ancak depremin ardından daha şimdiden tartışma konusu olan seçimler, sonuçları ve ekonomik politikaya bu sonuçların yansıması.

Yabancı yatırımcının ister mevcut yönetimle ister seçim sonrası gelebilecek başka bir yönetimle, güvenilir bir para politikası istediğini belirten Timothy Ash, “Politika faizi şu an yüzde 10’un altında ve enflasyon yüzde 60. Reel faiz oranı eksi yüzde 50 iken hiçbir yatırımcı Türkiye’de yatırım yapmaz” görüşünü dile getiriyor.

“Deprem sonrası toparlanma süreci belirleyici faktör olacak”

İngiliz analiste göre seçimlerin sonucu büyük ölçüde 6 Şubat depremlerinin ardından toparlanma sürecinde gösterilecek performansa bağlı.

Türkiye’de muhalefet bloğu cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerini kazanması halinde ekonomide daha akılcı ve geleneksel politikaya dönüş vaadinde bulunuyor.

Depremin seçime giden süreçte belirleyici bir faktör olacağını vurgulayan Timothy Ash, “(Cumhurbaşkanı) Erdoğan yardım ve yeniden inşa konusunda iyi bir performans sergilerse seçimde daha iyi bir sonuç alabilir. Gösteremezse seçimi kaybetme olasılığı yüksek. Seçim sonuçlarına bağlı olarak gerçekleşebilecek politika değişiklikleri yatırımcı için çok önemli” diyor.

Paylaşın

Depremler Dış Politikayı Nasıl Etkiler?

Prof. Dr. Serhat Güvenç, Türkiye’nin önceliğinin deprem sonrası ister istemez yaraları sarmak olacağını söyleyerek, yurtdışından gelen yardımların olası yansımasını, “Aynı depremle birlikte fay hatlarındaki enerjinin boşalması gibi belki de yabancı düşmanlığı fay hattında da büyük bir enerji boşalması oldu. Buna enerji yüklenmesi de kısa vadede kolay olmayacağa benziyor” şeklinde değerlendiriyor.

Serhat Güvenç, bu nedenle “yabancı düşmanlığı” üzerine inşa edilecek bir siyasi pozisyonun bir müddet Türkiye’de geçmişe göre karşılık bulmada zorlanacağını söylüyor.

Emekli Büyükelçi Selim Kuneralp, 1999 depreminin etkilerini hatırlatarak, “Benim aklımda kalan Türk-Yunan yakınlaşmasını tetiklemesiydi. Çünkü bizdeki depremin ardından Yunanistan’da da bir deprem olmuştu ve biz de kurtarma ekibi göndermiştik. Ardından iki ülkedeki siyasi irade ile yakınlaşma oldu ve bir süre bu hava devam etti.” değerlendirmesinde bulunuyor.

Selim Kuneralp bu yakınlaşmanın etkisiyle Yunanistan’ın Türkiye’nin AB’ye adaylık sürecine karşı koymadığını da belirtiyor.

Dışişleri Bakanlığı’nın son verilerine göre Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından toplam 101 ülke genel anlamda yardım teklif ederken, arama kurtarma olarak 80’e yakın ülkeden ekip sahada çalıştı. Bu çerçevede 7 bine yakın yabancı personel arama-kurtarma ve yardım çalışmalarında rol alırken, sahadaki çalışmalara yardım için hala gelmesi beklenen yabancı personel bulunuyor.

Arama kurtarma çalışmalarının hemen hemen sona ermesinin ardından hayatta kalanların sağlık ve diğer ihtiyaçlarının giderilmesine yönelik yurtdışı yardımlar da sürüyor.

Depremlerin hemen ardından dördüncü seviye alarm düzeyine geçen Türkiye, bu kapsamda arama kurtarma çalışmaları için en kritik saatler için yabancı ekiplerin gelme taleplerini olumlu karşılamıştı. Bu kapsamda çok sayıda yabancı ekip için olduğu gibi Türkiye’nin yakın zamana kadar gergin ilişkiler içinde olduğu Yunanistan ya da Ermenistan ya da normalleşme adımlarının atıldığı İsrail’den gelen ekiplerin enkazdan canlı çıkartmak için sarfettikleri çaba kamuoyunda sempati ile karşılandı.

Gerginlik politikalarındaki faylar kırıldı mı?

Yabancı arama kurtarma ve yardım ekiplerine duyulan sempatinin bazı ülkelerle sürdürülen gerginlik politikalarını iç siyasette zaman zaman kullanmayı tercih eden iktidarın seçime kadarki söylemlerinin nasıl etkileneceği de tartışma konusu.

Kadir Has Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Serhat Güvenç, Türkiye’nin önceliğinin deprem sonrası ister istemez yaraları sarmak olacağını söyleyerek, yurtdışından gelen yardımların olası yansımasını şu sözlerle değerlendiriyor:

“Aynı depremle birlikte fay hatlarındaki enerjinin boşalması gibi belki de yabancı düşmanlığı fay hattında da büyük bir enerji boşalması oldu. Buna enerji yüklenmesi de kısa vadede kolay olmayacağa benziyor.”

Güvenç, bu nedenle “yabancı düşmanlığı” üzerine inşa edilecek bir siyasi pozisyonun bir müddet Türkiye’de geçmişe göre karşılık bulmada zorlanacağını söylüyor.

Bu arada deprem sonrası yardımlarda dikkat çeken hususlardan birisi de İsrail ile başlatılan normalleşme sürecinin somut sonuçlarını göstermesi oldu. İsrail’den geniş bir arama kurtarma ekibi gelirken, bir sahra hastanesi kuruldu ve İsrail Dışişleri Bakanı Eli Cohen de geçtiğimiz günlerde Türkiye’ye geldi.

Aynı şekilde yakın zamana kadar ilişkilerin gergin olduğu Ermenistan Dışişleri Bakanı Ararat Mirzoyan ile Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias dayanışma için gelen bakanlar arasındaydı.

İlişkilerdeki sertlik yumuşamaya gider mi?

1999 Marmara depreminin ardından da çok etkilenen Türkiye’ye yine çeşitli ülkelerden arama kurtarma ekiplerinin yanı sıra yardımlar gelmiş ve gerilimli olunan Yunanistan ile sıcak ilişkilerin kapısı aralanmıştı.

O dönemde Dışişleri Bakanlığı merkez görevde bulunan Emekli Büyükelçi Selim Kuneralp, 1999 depreminin etkilerini şöyle anlatıyor:

“Benim aklımda kalan Türk-Yunan yakınlaşmasını tetiklemesiydi. Çünkü bizdeki depremin ardından Yunanistan’da da bir deprem olmuştu ve biz de kurtarma ekibi göndermiştik. Ardından iki ülkedeki siyasi irade ile yakınlaşma oldu ve bir süre bu hava devam etti.”

Kuneralp bu yakınlaşmanın etkisiyle Yunanistan’ın Türkiye’nin AB’ye adaylık sürecine karşı koymadığını da hatırlatıyor.

Peki benzer bir süreç şimdi yaşanabilir mi?

Güvenç, Türkiye’nin yardım çağrısına ilk tepki verenler arasında Türkiye’nin ilişkilerinin en sorunlu olduğu Yunanistan gibi komşuları olduğunu söyleyerek, şöyle konuşuyor:

“Bu yardımı da hayli duygusal bir biçimde yaptılar. Batı Avrupalıların daha serinkanlı davrandığını görüyoruz ama sonuçta Yunanistan, Ermenistan bu coğrafyanın insanları. Rekabette de yardımlaşmada da duygu dozu daha yüksek ve bu doz da Türklere daha çok hitap ediyor.”

Güvenç, Yunan bir askerin depremzede bir çocuğu kucağına alan görselin viral olmasını hatırlatarak, Yunanistan’daki “saldırgan Türkiye” imajının bu fotoğrafla nasıl etkilenmiş olabileceğine ilişkin şu yorumu yapıyor:

“Son dönemdeki ‘bir gece ansızın gelebiliriz’ söylemleri bu imajı hortlatmıştı. Şimdi ise Yunanistan’daki o imaj yerle yeksan oldu. Yani Türkiye’yi kucağına alıp korunması gereken bir çocuk olarak resmettiğiniz zaman o artık başka bir şeye karşılık geliyor.”

Ancak her iki dış politika uzmanı da Yunanistan ile Marmara depreminin ardından yaşanan uzun soluklu ve kalıcı bahar havasının bu kez o kadar kolay olmayabileceğini düşünüyor.

İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelikleri

Depremden önce dış politika gündeminin en önemli gündem maddelerinden biri olan İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerine Türkiye’den beklenen onay konusu deprem sonrasında da yine önemini koruyor. Son olarak NATO Genel Sekreteri Stoltenberg dayanışma için geldiği Ankara’da Türkiye için “İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerinin onaylanmasının zamanı geldi” diye konuştu.

Ancak uzmanlara göre Çavuşoğlu’nun “Bu iki ülkenin üyeliğiyle ilgili Türkiye’nin başından beri sergilediği tutum gayet nettir. Türkiye’nin endişelerinin karşılanması gerekiyor. Sadece sözde değil, uygulamada da” sözleri Ankara’nın tutumunda şu an için bir değişim olmadığını gösteriyor.

Kuneralp, hükümetin İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelikleri ile ilgili çizgisini sürdürmekte olduğunu belirterek, yakın bir dönemde “rasyonaliteye dönüleceğini” düşünmediğini söylüyor.

ABD ve AB ile ilişkiler nasıl etkilenir?

1999 depreminin ardından o dönemin ABD Başkanı Bill Clinton Türkiye’ye gelmiş ve Kocaeli’nde çadır kenti ziyaret sırasında kucağına alıp sevdiği bebeğin burnunu sıktığı fotoğraf hafızalarda yer etmişti.

Şimdi ise ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken dayanışma için hafta sonu Türkiye’de olacak.

Güvenç, Batı ülkelerinin arama kurtarma ekibi ya da yardım gönderme konusunda tereddütte bulunmazken seçim arifesinde “Erdoğan’ın arkasındaymış gibi” yorumlanabilecek herhangi bir açıklama ya da hamlede bulunmadığına dikkat çekerek, şunları söylüyor:

“AB de dikkatli bu konuda. Türk halkının yardım ve destek ihtiyacı teslim ediliyor ve imkanlar ölçüsünde karşılanmaya çalışıyor ama bunun ülkedeki iktidarın kendini güçlendirmesine yol açacak bir şekilde yorumlanmasına da izin vermiyorlar.”

Tarihinin en büyük insani yardım operasyonunu Türkiye için gerçekleştiren AB, mart ayında da bir bağış konferansı düzenleyeceğini açıklamıştı.

Güvenç, ABD’nin bir uçak gemisinin yardım amaçlı gönderildiğine ilişkin haberlerin yayınlanmasının ardından yapılan “işgale mi geliyorlar” komplo teorilerini de anımsatarak, kafalarda biraz da haklı olarak depremi bile unutturacak kadar “korkunç bir ABD imgesi” bulunduğunu ve ABD’nin bunu düşünmesi gerektiğini söylüyor.

Suriye ile ilişkiler ne olacak?

Sadece Türkiye’yi değil Suriye’yi de sarsan depremlerin bir süre önce temkinli bir şekilde atılmaya başlanan Şam yönetimi ile normalleşme adımlarını ve olası bir operasyonu nasıl etkileyeceği de merak konusu.

BM’nin son rakamlarına göre, muhaliflerin kontrol ettiği bölgede 4 bin 600, hükümetin kontrol ettiği bölgelerde ise bin 400’e yakın kişi depremde hayatını kaybetti.

Kuneralp, depremlerin getirdiği ekonomik yükle birlikte Türkiye’nin bir süre önce yapmayı planladığı Suriye operasyonunu gerçekleştirmesinin artık daha zor olduğu görüşünde.

Güvenç de böyle bir operasyonun dünya kamuoyunu Türkiye aleyhine çevireceğini belirterek, “Böyle bir operasyon depremin yarattığı sorunlarla baş etmeye çalışan bir Türkiye’nin iyice yalnızlaşmasına sebep olur. Onu da şu anda kimse istemez bence Türkiye’de” diyor.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

AFAD Duyurdu Can Kaybı 38 Bin 44’e Yükseldi

İçişleri Bakanlığı’na bağlı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD), 11 ilde büyük yıkıma neden olan Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan merkezli depremlerinde hayatını kaybedenlerin sayısının 38 bin 44’e yükseldiğini açıkladı.

Haber Merkezi / Yaralı sayısını 108 bin 68 olarak açıklayan AFAD, yıkılan bina sayısının da mevcut tespitlere göre 6 bin 444 olduğunu duyurdu.

AFAD tarafından yapılan açıklamada da depremin ardından geçen 12 günde toplam 4 bin 734 artçı sarsıntı olduğu belirtildi.

AFAD’dan yapılan açıklama şöyle:

“06.02.2023 tarihinde Kahramanmaraş ili Pazarcık merkezli 7.7 büyüklüğünde ve Elbistan Merkezli 7.6 büyüklüğünde iki deprem meydana gelmiştir. Depremlerin ardından 4.734 artçı deprem meydana gelmiştir.

Alınan son bilgilere göre Kahramanmaraş, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Adana, Adıyaman, Osmaniye, Hatay, Kilis, Malatya ve Elazığ illerinde toplam 38.044 vatandaşımız hayatını kaybetmiştir.

Bölgede AFAD, PAK, JAK, JÖAK, DİSAK, Sahil Güvenlik, DAK, Güven, İtfaiye, Tahlisiye, MEB, STK’lar ve uluslararası arama kurtarma personelinden oluşan toplam 29.160 arama kurtarma personeli görev yapmaktadır. Dışişleri Bakanlığı ile yapılan görüşmeler neticesinde diğer ülkelerden gelen ve görevi devam eden arama kurtarma personeli sayısı 11.488’dir.

Ayrıca AFAD, Emniyet, Jandarma, MSB, UMKE, Ambulans Ekipleri, Yerel Güvenlik, Yerel Destek Ekipleri ve 9.908 gönüllü dahil olmak üzere, sahada görevlendirilen saha personel sayısı ile birlikte bölgede görev yapan toplam personel sayısı 264.389’dur.

Afet bölgesine başta ekskavatör, çekici, vinç, dozer, kamyon, arazöz, treyler, greyder, vidanjör vb. iş makineleri olmak üzere toplam 12.600 araç sevk edilmiştir.

Afet bölgelerine 38 Vali, 160 Mülki İdare Amiri, 19 AFAD üst yöneticisi ile 68 il müdürü görevlendirilmiştir. Ayrıca, uluslararası yardımların koordinasyonu için 12 büyükelçi ve 16 Dışişleri Bakanlığı personeli bölgede görevlendirilmiştir.

Bölgeye, personel ve malzeme sevkiyatı için hava köprüsü kurulmuştur. Hava Kuvvetleri, Kara Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri, Sahil Güvenlik Komutanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Sağlık Bakanlığı ve Orman Genel Müdürlüğü’ne bağlı 121 helikopter ve 78 uçak görev yapmakta olup bugüne toplam 7.940 sorti yapılmıştır.

Bölgeye personel, malzeme sevkiyatı ve tahliye amacıyla Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tarafından 24, Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından 2 olmak üzere toplam 26 gemi görevlendirilmiştir.”

Paylaşın

Birleşmiş Milletler’den Türkiye İçin Yardım Çağrısı

11 ilde büyük yıkıma neden olan Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan merkezli 7,7 ile 7,6 şiddetindeki depremlere ilişkin Birleşmiş Milletler’den Türkiye için bir milyar dolarlık acil yardım çağrısı geldi.

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, yaptığı yazılı açıklamada, son yüzyıldaki en yıkıcı depremlerden birinin Türkiye’yi vurduğu belirtilerek, BM’nin Türk halkı için bir milyar dolarlık bir insani yardım çağrısı başlattığını belirtildi.

Açıklamada, üç aylık bir dönemi kapsayan insani yardım için sağlanacak finansmanla yaklaşık 5 milyon 200 bin kişiye yardım edileceği kaydedildi.

Sağlanacak bir milyar dolarlık finansmanla, Türkiye’deki yardım kuruluşlarının, gıda güvenliği, koruma, eğitim, su ve barınma dahil olmak üzere bir dizi alanda hükümet liderliğindeki yardım çabalarına hayati desteği hızla arttırmasına imkan tanınacağı kaydedildi.

Guterres, yaptığı yazılı açıklamada ayrıca Türkiye’nin, dünyada en fazla sayıda mülteciye evsahipliği yaptığı ve Suriyeli komşularına yıllardır büyük bir cömertlik gösterdiği belirtildi.

Açıklamanın devamında, “Şimdi dünyanın Türkiye halkına destek olma zamanı. İhtiyaçlar çok büyük, insanlar acı çekiyor. Kaybedecek zaman yok. Uluslararası toplumu, zamanımızın en büyük doğal afetlerinden birine yanıt olarak bu kritik çabayı hızlandırmaya ve tam olarak finanse etmeye davet ediyorum” ifadelerine yer verildi.

AFAD: Ölü sayısı 36 bin 187’ye çıktı

İçişleri Bakanlığı’na bağlı Afet ve Acil Durum Yönetim Başkanlığı (AFAD) 6 Şubat’ta gerçekleşen depremlerin ardından ölü sayısının 36 bin 187’ye çıktığını duyurdu.

Depremlerin ardından 4 bin 323 artçı depremin meydana geldiğini açıklayan AFAD, bölgeden tahliye edilen kişi sayısını ise 216 bin 347 olarak açıkladı.

Paylaşın

AFAD Açıkladı: Can Kaybı 36 Bin 187’ye Yükseldi

İçişleri Bakanlığı’na bağlı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD), 11 ilde büyük yıkıma neden olan Kahramanmaraş merkezli depremlerde can kaybının 36 bin 187’ye, yaralı sayısının ise 108 bin 68’e yükseldiğini duyurdu.

Haber Merkezi / AFAD açıklamasında depremden etkilenen illerden 216 bin 347 afetzedenin tahliye edildiğini bildirdi.

Bölgede AFAD, PAK, JAK, JÖAK, DİSAK, Sahil Güvenlik, DAK, Güven, İtfaiye, Tahlisiye, MEB, STK’lar ve uluslararası arama kurtarma personelinden oluşan toplam 29 bin 944 arama kurtarma personeli görev yapıyor.

Ayrıca AFAD, Emniyet, Jandarma, MSB, UMKE, Ambulans Ekipleri, Yerel Güvenlik, Yerel Destek Ekipleri ve 9 bin 908 gönüllü dahil olmak üzere görevlendirilen saha personel sayısı ile birlikte bölgede görev yapan toplam personel sayısı 253 bin 16.

Dışişleri Bakanlığı ile yapılan görüşmeler neticesinde diğer ülkelerden gelen ve görevi devam eden arama kurtarma personeli sayısı 11 bin 488.

Afet bölgesine başta ekskavatör, çekici, vinç, dozer, kamyon, arazöz, treyler, greyder, vidanjör vb. iş makineleri olmak üzere toplam 12 bin 513 araç sevk edildi.

Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan merkezli 7,7 ve 7,6 şiddetindeki depremler Başta Kahramanmaraş olmak üzere Gaziantep, Osmaniye, Malatya, Adıyaman, Adana, Kilis, Diyarbakır, Elazığ ve Şanlıurfa’da yıkıma neden olmuştu.

AFAD: 10 bin lira tutarındaki ‘Hane Başı Destek Ödemeleri’ başladı

AFAD, Kahramanmaraş merkezli depremlerde konutları hasar gören depremzedelere yönelik verilecek 10 bin lira tutarındaki ‘Hane Başı Destek Ödemeleri’nin başladığını duyurdu.

Konuyla ilgili AFAD’dan yapılan yazılı açıklamada, hasar tespit çalışmalarının sahada devam ettiği, çalışmalar sonuçlandıkça ödemelerin yapılacağı bildirildi. Ödemelerin AFAD, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü iş birliği ile kesinleşmemiş hasar tespit verileri üzerinden alınan ikametgah verisi dikkate alınarak gerçekleştirildiği belirtildi.

Şu ana kadar 337 bin 933 hanede hasar tespitinin tamamlanarak ödemelere başlandığı duyuruldu.

Ödemeler için e-Devlet’ten başvuru yapıldığı ve başvuru şartı aranmadığı belirtildi. Destek ödemelerinin Ziraat Bankası’nda hesabı bulunan vatandaşların doğrudan hesabına, hesabı bulunmayanların ise TC kimlik numaralarına yapılacağı kaydedildi.

TPD: Ankara’ya gelmiş depremzedelere ücretsiz psikososyal destek veriyoruz

Türkiye Psikologlar Derneği (TPD), Ankara’ya ulaşmış depremzedeler için ücretsiz psikososyal destek çalışmalarına başladığını duyurdu.

Bakan Kurum: 30 bin konutun inşasına Mart ayı itibarıyla başlanılacak

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, depremden etkilenen bölgelerde inşa edilecek kalıcı konutlar için yeni yerleşim alanlarının düşünüldüğü ve konu hakkında çalışmalar yapıldığını söyledi.

Hürriyet gazetesine konuşan Kurum, “kalıcı konutlar yeni yerlere mi, yıkılan yerlere mi yapılacak?” sorusuna şu yanıtı verdi:

Yeni yerleşim alanlarını çalışıyoruz. Bölgeyi inceledim. İki gün önce Hatay’ı tamamladık, Maraş’ı tamamladık. Diğer yerleri de çalışıyoruz. Belediyelerimizin, milletvekillerimizin, sivil toplum örgütlerinin, üniversitelerin de fikirlerini alıyoruz.

Teknik olarak en doğru yere, en doğru zemine, yerleşim yerinin fay hattına olan mesafesine bakmak suretiyle bu tespitleri yapıyoruz. Ardından zemin etütleri yapılacak. Onların bir kısmı da başlatıldı. En doğru yeri ve zemini bulmak ve şehrin büyüme öngörüsünü de gözetmek suretiyle proje çalışmaları başlatıldı.

Kurum, 30 bin konutun inşasına Mart ayı itibarıyla başlanılacağını da sözlerine ekledi:

Mart ayı itibarıyla 30 bin konutun inşa sürecini başlatacağız. Bu arada hasar tespiti biten yerlerden de ağır hasarlı, yıkılmış, acil yıkılacak yapılar varsa bunlar yıkılacak, enkazı temizlenecek ve önümüzdeki birkaç ay içerisinde bu inşa sürecini eşzamanlı olarak tüm il ve ilçelerimizde, köylerimizde başlatmış olacağız.

Daha önce Elazığ’da, Malatya’da, İzmir’de nasıl aksiyon aldıysak burada da devletimizin tüm imkânlarıyla hızlı bir inşa sürecini yürüteceğiz. Vatandaşımızın bir saat, bir dakika bile daha az mağduriyeti olabilmesi amacıyla çalışmalarımızı yürüteceğiz.

Paylaşın

Kahramanmaraş Merkezli Depremler: Rant Kapısı Mı Aralanıyor?

Prof. Dr. Özgür Orhangazi, depremde rant odaklı politikaların bir sonucu olarak ortaya çıkan yıkımın, yeni bir rant fırsatı olarak görüldüğüne işaret ederken, İnşaat Mühendisleri Odası İkinci Başkanı Nusret Suna da Türkiye’de müteahhit sayısının son verilere göre 460 bine ulaştığını söylüyor.

TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası eski Başkanı Cemal Gökçe de “Tekrar acele yapıp kötü yapmaktansa belli bir planlama çerçevesinde doğru bir yapı yapmak önemli. Yoksa acele diyerek insanlara hoş görünmenin anlamı yok” diyor.

TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı Sami Teymurtaş’a göre de direkt ‘biz inşaata başlıyoruz’ diyen bir çözüm önerisi doğru değil. Bölgede bir an önce mikrobölgeleme çalışması yapılmalı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) merkez binasında gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı Kabinesi Toplantısı’nın ardından yaptığı açıklamada deprem bölgesinde mart ayı itibarıyla konut yapımına başlanacağını duyurdu.

Yeni inşa edilecek konutlar ve şehirlerle ilgili hazırlıklara Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve TOKİ tarafından başlandığını söyleyen Erdoğan, “Amacımız bir yıl içinde deprem bölgesinin tamamındaki konut ihtiyacını çözecek sayıda kaliteli ve güvenli yapının inşasını tamamlamak” dedi.

Erdoğan, kademeli olarak birkaç ay içerisinde, inşa edilecek tüm konutların yapımına geçileceğini ifade ederken, inşaatların yapım yerini ise “fay hatlarının uzağı” diye tanımladı.

Peki depremin yıktığı kentlerde yapılaşmanın hemen başlamasının ne gibi riskleri var? Doğru bir planlama için hangi hazırlıklar gerekiyor?

“Süreç katılımcı olmalı”

Şehir planlama, inşaat, deprem ve jeoloji alanında çalışan uzmanlar, yeni inşa edilecek konutlarla ilgili sürecin hızlı ilerlediğine dikkat çekerek, uzun vadeli ve katılımcı olması gereken planlamaların rant siyasetinin bir parçası olmaması gerektiği uyarısı yapıyor.

Öte yandan bölgede inşaat faaliyetlerine hemen başlanması, acele kamulaştırma yapılması ve ihalelerde 21/b bendinin devreye girmesi anlamına geliyor.

Kamu İhale Kanunu’nun 21/b bendine göre doğal afetler, salgın hastalıklar, can ve mal kaybı tehlikesi gibi önceden öngörülemeyen veya yapım tekniği açısından özellik arz eden hallerin ortaya çıkması halinde ihaleler acil bir şekilde pazarlık usulüyle yapılabiliyor.

Pazarlık usulüyle yapılan ihalelerde ihale koşullarına, kime, nasıl ihale verildiğine ilişkin bilgiler kamuoyuyla paylaşılmıyor. İlanı yapılmayan bu ihalelerde ihale dokümanı sadece davet edilen kişilere verilirken, olası usulsüzlüklere karşı şikâyet başvurusu imkânı da ortadan kalkıyor.

“İnşaatı canlandıracak fırsat”

Kadir Has Üniversitesi Ekonomi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Özgür Orhangazi, depremde rant odaklı politikaların bir sonucu olarak ortaya çıkan yıkımın, yeni bir rant fırsatı olarak görüldüğüne işaret ediyor.

DW Türkçe’den Pelin Ünker’e konuşan Özgür Orhangazi, Türkiye’de 2000’li yılların başından bu yana muazzam bir inşaat furyasının görüldüğünü belirterek, açıklanan resmi milli gelir rakamlarına göre 1998’den 2021 yılına dek 2,2 trilyon doların inşaat ve gayrimenkul faaliyetlerine gittiğini söylüyor.

Gelinen noktada sürekli inşaat yapmak zorunda olan bir sermayenin biriktiğine dikkat çeken Orhangazi, “Bir senede bu konutları yapmanın muhakkak siyasi nedenleri de var ama iktisadi açıdan baktığımızda da bir fırsat olarak görüldüğü anlaşılıyor” diyor. Deprem bölgesinde bir yandan hafriyat diğer yandan yeni konut ihaleleri olacağını söyleyen Orhangazi, “Bu konutlar TOKİ üzerinden yapılsa dahi TOKİ de sonuçta özel inşaat firmalarına ihale vererek yapıyor. Dolayısıyla yeniden o sektörü de canlandıracak bir fırsat” diye ekliyor.

Bu dönemde 21/b kapsamında kapalı usülde ihalelerin yanı sıra acele kamulaştırmaların da olabileceğine işaret eden Orhangazi, “O kadar çok kaybımız var ki onların sahip olduğu arsalar artık ne olarak geçecek, o daireler, evler ne olacak? Oralardan da belki kamulaştırmalarla bir rant da ortaya çıkacaktır” diyor. Bu tahmini, 20 küsür yıldır görülen ve rantı belli sermaye gruplarına aktarmaya odaklanan politikalar üzerinden yaptığını dile getiren Orhangazi, “Bunun değişeceğine dair herhangi bir emare yok. Tam tersine bu kadar hızlı bir zamanda bu kadar konutu yeniden yapacağız demek, bunu daha da hızlandırarak bu felaket bölgesinde sürdüreceğiz anlamına geliyor” ifadelerini kullanıyor.

“Afet riskine neden olabilir”

Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Başkanı Pelin Pınar Giritlioğlu da yeni yapıların teknik uzmanlarla birlikte hazırlanacak bir plan dahilinde yapılması gerektiğini söylüyor. Giritlioğlu’na göre bu planlar hazırlanmadan yeni bir afet riskine neden olacak bir çalışma yapılmamalı.

Giritlioğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan yapıların fay hattından uzağa inşa edileceğini söylese de bu bölgenin neresi olacağının önemine işaret ederek, “Çünkü burada artçı sarsıntılar devam ederken bir inşaat faaliyetinin başlaması riskler yaratabilir” diyor.

Sürecin katılımcı bir şekilde planlanması gerektiğini vurgulayan Giritlioğlu, ”Bunun bir rant aracı haline gelmemesi, bu rant siyasetinin bir parçası haline gelmemesini sağlamak gerekiyor” diye konuşuyor

Öte yandan Giritlioğlu, iktidarın öncelikle halkın şu andaki yaşamını olağanlaştıracak adımlara odaklanması gerektiğini vurguluyor.

“Her depremde konut vaadi”

İşin daha acil kısmı olan konteynerlerin nasıl ve nerede yapılacağı, bölgede hayatın nasıl normale döneceği, sağlık ve eğitim hizmetlerinin nasıl tekrar olağanlaştırılacağına dair somut adımların henüz ortada olmadığını dile getiren Giritlioğlu, “Ne yazık ki her depremde olduğu gibi doğrudan müjde olarak sunulan konut vaadi var ortada. Daha önceki depremlerde evlerini kaybetmiş depremzedeler hala konut bekliyorlar. Bunları da hatırlatalım. Bu vaatler veriliyor ama ne yazık ki yerine de getirilmiyor” ifadelerini kullanıyor.

İçişleri Bakanlığı’na bağlı Afet ve Acil Durum Yönetim Başkanlığı’nın (AFAD) il afet azaltma raporlarında depremden etkilenen 10 il için de riskin bilindiğine fakat bunun hazırlığının yapılmadığına işaret eden Giritlioğlu, “Halbuki gerçek anlamda bu işe deprem olmadan odaklanmak ve riskli bölgeleri güçlendirmek gerekiyor. Deprem oluyor, her şey yıkılıyor ve iktidardan gelen tek ses ‘biz size en kısa zamanda konut yapacağız’. Bu her şeyi meşrulaştırmıyor” diye ekliyor.

Anayasa gereği devletin can ve mal güvenliğini temin etme zorunluluğu olduğunu söyleyen Giritlioğlu, ekliyor: “Bunu temin edemiyorsa bunun da gereğini bu konutlar ile zaten yapmak zorundadır. Bunu bir lütuf gibi, bir müjde gibi vermenin bir anlamı yok.”

“Mikrobölgeleme çalışması yapılmalı”

TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı Sami Teymurtaş’a göre de direkt ‘biz inşaata başlıyoruz’ diyen bir çözüm önerisi doğru değil. Bölgede bir an önce mikrobölgeleme çalışması yapılmalı.

Yerleşime açılması düşünülen boş alanlardaki tüm afet tehlikelerini, yapılaşmış alanlarda ise tüm afet risklerini büyük ölçekli hâlihazır haritalar üzerinde belirleyen çalışmalara mikrobölgeleme adı veriliyor.

Oda olarak 2021 yılında Hatay, Kahramanmaraş ve Osmaniye ile ilgili raporlar hazırladıklarını, bu raporları Cumhurbaşkanlığı, TBMM ve ilgili Valiliklere gönderdiklerini aktaran Teymurtaş, buna rağmen bölgede mikrobölgeleme çalışması yapılmadığını söylüyor.

Bölgedeki zemin koşulları ve yerleşime uygunlukla ilgili jeolojik haritalar yapılmadan yeni bina yapım çalışmasına başlanmasının doğru olmadığını ifade eden Teymurtaş, “Sadece fay hattı değil, zemin koşulları da çok önemli. Biliyorsunuz 300 kilometre ötedeki binalar yıkıldı” diyor. Çalışma yürütülürken yeraltı sularının da dikkate alınması gerektiğini belirten Teymurtaş, “Bu çalışmalar bir plan altlığı olarak çalışılır ve buna uygun bir plan yapılarak orada inşaat yapılabilir. Yoksa tekrar plansız bir çalışma olmuş olur ve bu daha sonra aynı sıkıntıların yaşanmasına neden olabilir” diye konuşuyor.

“Acil ihtiyaçlar öncelenmeli”

TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası eski Başkanı Cemal Gökçe de “Tekrar acele yapıp kötü yapmaktansa belli bir planlama çerçevesinde doğru bir yapı yapmak önemli. Yoksa acele diyerek insanlara hoş görünmenin anlamı yok” diyor.

Gökçe’ye göre insanların canlarını kaybettiği dönemlerde bu tip açıklamalar müjde gibi algılanmaktan ziyade rahatsızlık veriyor.

Deprem bölgesinde yaşayanların beslenme ve kalacak sıcak yer gibi acil ihtiyaçları olduğunu söyleyen Gökçe, konut yapımının devletin görevi olduğu ancak şu anda önceliğin acil ihtiyaçlara verilmesi gerektiği görüşünde.

“Yeni yapılar yıkıldı”

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın depremde yıkılan binaların yüzde 98’inin 1999 yılından önce yapıldığı açıklamasının doğru olmadığını vurgulayan Gökçe, “Varsayalım ki 99 öncesi yapılmış olan binalar yıkıldı. Peki devletin görevi değil mi? 20 yıldır iktidardalar. O yıkılacak olan yapıları tespit edip onları deprem güvenlikli hale getirmek kimin göreviydi? Bunu söyleyerek ben yapmadım anlayışıyla kendi sorumluluklarını bir tarafa atamazlar” diye konuşuyor.

Deprem güvenliği olmayan yapıların güçlendirilmesi ya da yıkıp yeniden yapılmasının 1999 yılından beri konuşulduğunu ifade eden Gökçe, Erdoğan’ın iddiasının aksine depremde çok sayıda yeni yapının yıkıldığını söylüyor.

“Herkes müteahhit oldu”

Depremde otoyol, köprü, havalimanları gibi altyapı yatırımlarının da zarar gördüğünü hatırlatan Prof. Dr. Özgür Orhangazi ise bu yatırımlarla büyük yatırımcıya rant alanları yaratıldığını; imar aflarıyla ise halkın bu ranttan faydalanmaya sevk edildiğini söylüyor. Rantın ufak parçalarından yararlanmak isteyen herkesin son dönemde müteahhit olduğunu dile getiren Orhangazi, bu sistemin bütün olarak Türkiye gibi bir deprem ülkesi için ne kadar tehlikeli olduğunun görüldüğünü vurguluyor.

İnşaat Mühendisleri Odası İkinci Başkanı Nusret Suna da Türkiye’de müteahhit sayısının son verilere göre 460 bine ulaştığını söylüyor. Bulunduğu ildeki ticaret odasına gidip sicil kaydını yaptıran 18 yaş üstü herkesin müteahhit olabildiğini vurgulayan Suna, inşaatlarda güvenlik ve planlamadan sorumlu olan teknik eleman sayısının ise yetersiz olduğunu aktarıyor.

Bir inşaata bir şef düşmüyor

Suna’nın verdiği bilgiye göre mühendis ya da mimar olması gereken şantiye şefleri Kasım 2022’ye dek toplamda 30 bin metrekareyi geçmeyen beş ayrı yapım işini aynı anda üstlenebiliyordu. Bu tarihten sonra yapılan düzenlemeyle ise yönetmelikte “Şantiye şefleri 1500 metrekareyi geçmeyen dört işi, 4500 metrekareyi geçmeyen üç işi, 7500 metrekareyi geçmeyen iki işi aynı anda üstlenebilir” dendi.

Her inşaatta bir şantiye şefi ve bunun alt kadrolarında teknisyenler, teknik öğretmenler olması gerektiğini vurgulayan Suna ise iş çevreleri bunu maliyet artışı olarak gördüğü için piyasa şartlarını gözeten düzenlemeler yapıldığını, bunun da yapı stokundaki riskleri artırdığını söylüyor. Suna, “Bu inşaatlar niye çöküyor, hiç düşünmüyorlar. Aslında inşaat maliyetinin yanında bu tür ince hesaplar solda sıfır kalır. Hiçbir anlamı yoktur. Ama nedense kar hırsı her şeyin önüne geçiyor” diyor.

Paylaşın

Depremler: Yıkıma, Öldürücü Yolsuzluk Sebep Oldu

The Guardian gazetesinden Constanze Letsch, 10 ilde büyük yıkıma neden olan Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan merkezli 7,6  ve 7,6 şiddetindeki depremler ilişkin dikkat çeken bir yazı kaleme aldı.

Constanze Letsch, “Doğal bir afet Türkiye’deki depreme yol açtı. Öldürücü yolsuzluk ise bu kadar çok ölüme sebep oldu” başlıklı yazısında, “İşin kolayına kaçan müteahhitler, daha sonra yıkılan binaları güvenli diyerek sattı. Fakat bunlara izin veren ve denetimleri gevşek tutan yetkililer de bir o kadar suçlu” ifadelerine yer verdi.

Maraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçelerinde 6 Şubat’ta meydana gelen depremlerde Türkiye ve Suriye’de yaşanan can kaybının 37 bini aştığını hatırlatan Constanze Letsch, depremlerde yıkılan binaların çoğunun ‘son deprem güvenlik standartları ile uyumlu’ lüks binalar olarak satıldığını hatırlattı.

Constanze Letsch, konuyla ilgili şu değerlendirmede bulundu:

“Sorumlu müteahhitlerden bazıları Türkiye’yi terk etmeye çalıştı. Emniyet kurallarını ihlal ettiği iddia edilen 130’dan fazla kişi hakkında gözaltı kararı verildi ve pek çok inşaat şirketi sahibi tutuklandı. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, ‘Hatalı herkesin sorumlu tutulacağına’ söz verdi.

Fakat bu tür bir açgözlülük ve bariz vurgunculuk münferit suçlar değil. Bu binalar, devletin verdiği inşaat izni ve ruhsatları, görünüşte bağımsız olan yapı denetçilerinin imzaları ve inşaat malzemelerinin kalite kontrolünü yapan laboratuvarlardan alınan raporlar olmadan inşa edilemezdi. Bunlar, inşaat ve emlak düzenlemelerinde yapılan, yıkıcı ve tatmin edilemez inşaat sektörünün şişirilmiş büyümesini kolaylaştırmayı amaçlayan değişiklikler olmadan ilerleyemezdi.”

Constanze Letsch, 6 Şubat depremlerinin Türkiye’de ‘bir hükümetin yolsuzluğunu ve kabiliyetsizliğini gözler önüne seren ilk yıkıcı deprem olmadığının’ da altını çizdi. Letsch, “Ancak, AK Parti’nin 20 yılı aşkın bir süredir iktidarda ve hilekarlığı ile ün salan inşaat sektörü ile başa çıkmak, sorumsuz müteahhitleri dizginlemek ve deprem tehlikesi olan ülkedeki tüm yurttaşlara güvenli ve sağlıklı binalar sağlamak için zamanı ve imkanı vardı. Ama yapmamayı seçti. Bilakis, toplumsal ve çevresel maliyetleri ne olursa olsun, ekonomik büyümenin ana motoru olarak devasa altyapı ve inşaat projelerine odaklandı” dedi.

2004 yılından bu yana bu bağlamda ‘inşaat, emlak, yerel yönetim ve konut finansmanı alanında yapılan kapsamlı yasal ve kurumsal reformlar’ hakkında bilgi veren Letsch, kentsel dönüşüm projeleri ile ‘çoğunluğu ötekileştirilmiş ya da yoksul yurttaşlar olmak üzere on binlerce kişinin evlerinden tahliye edildiğini’ fakat söz konusu projelerin ‘evleri depremlere ve diğer afetlere karşı daha dirençli kılmak için çok az şey yaptığını’ kaydetti.

Letsch, “Yerel siyasetçiler ve uzmanlar yıllardır şehirlerin ve kasabaların şiddetli sarsıntılara dayanamayacağı uyarısında bulundu ama sesleri duymazdan gelindi” değerlendirmesini yaptı.

‘Yolsuzluk, nepotizm ve açgözlülük’

Yıllar içinde ‘usulsüzlüklere göz yumularak yapılar üzerindeki tüm uzman denetiminin zayıflatıldığına’ dikkat çeken Letsch, ‘hükümetin bu esnada güvenli ve denetimli yapılar sağlama işinin sorumluluğunu serbest piyasanın güçlerine bıraktığını’ yazdı. Letsch, “Bina denetimleri özelleştirildi, kazanca uzmanlıktan daha büyük öncelik verildi” dedi.

Bu bağlamda pek çok yapının ‘imar affından’ yararlandığını da hatırlatan Letsch, şehir plancısı Buğra Gökçe’nin paylaştığı verilere atıfla, 6 Şubat’ta yaşanan depremlerden etkilenen 294 bine yakın binaya imar affı sağlandığı bilgisini verdi. Deprem olduğunda benzer bir düzenlemenin mecliste onay beklediğini ve can kaybına yol açan binaların kaçının af kapsamında olduğunun henüz net olmadığını kaydeden Letsch, “Eğer bu felaketten sorumlu olanlardan hesap sorulacaksa önce bu yolsuzluk, nepotizm ve açgözlülük ağının çözülmesi gerekiyor” dedi.

Paylaşın

Depremler: Erken Uyarı Sistemi Devreye Girebilir Miydi?

Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan merkezli 7,7 ve 7,6 şiddetindeki depremler 10 ilde büyük yıkıma neden oldu. Depremlerde on binlerle ifade edilen can kaybı yaşanırken, 100 bine yakın kişi ise yaralandı.

Peki Kahramanmaraş merkezli ilk depremlerin yıkıcı dalgaları diğer illere ulaşmadan erken uyarı sistemi devreye girebilir miydi?

ABD Jeolojik Araştırma Merkezi ve Avrupa Sismoloji Merkezi’nin yayınladığı bilimsel raporlara göre yapılan hesaplamalar, erken uyarının yıkımdan 20-25 saniye önce Diyarbakır, Adıyaman, Hatay gibi illere yapılabileceğini gösteriyor.

DW Türkçe’den Pelin Ünker’e konuşan İstanbul Teknik Üniversitesi Jeofizik Mühendisliği, Sismoloji Dalı’ndan Prof. Dr. Haluk Eyidoğan’a göre erken uyarı Türkiye’de bazı yerler için çok randımanlı kullanılabilir. Ancak Afet ve Acil Durum Yönetim Başkanlığı’nın (AFAD) böyle bir çalışması yok.

Deprem olur olmaz devreye giriyor

Erken uyarı sistemi deprem olur olmaz ya da hemen olduktan sonra devreye giren bir sistem.

Deprem olduğu zaman farklı sismik dalgalar üretiyor. Yer kabuğunun fay üzerinde kaymasıyla hissedilen ilk sismik dalga P dalgası olarak adlandırılırken, ardından gelen S dalgası ise asıl yıkıcı etkiye sahip. Erken uyarıda sistem, S dalgasının ne zaman geleceğini hesaplayarak aradaki kilometre farkına göre dalganın vuracağı noktalara vakit kazandırıyor.

Bilimsel verilere göre Pazarcık merkezli 7,7 büyüklüğündeki depremin yıkıcı dalgası ulaşmadan bazı illere haber verilebilir ve kayıplar azaltılabilirdi.

“Yıkıcı dalgalar için 20-25 saniyeleri vardı”

Prof. Dr. Haluk Eyidoğan, Diyarbakır ve Adıyaman gibi illerin depremin merkez üssünden 100 kilometreden fazla uzakta olduğuna işaret ediyor.

Sistemin uzak iller için uygulanabilirliğine dikkat çeken Eyidoğan, “Doğu Anadolu fayına illeri dik yönde düşündüğümüzde kuzeyde ve güneyde yani Malatya, Elazığ, Kırıkhan-Hatay. Yıkıcı dalgaların gelmesi için 20-25 saniyeleri vardı” diyor.

Eyidoğan, ABD ve Avrupa sismoloji uzmanları tarafından yapılan bilimsel tespitlerde, fayın tamamen kırılmasında geçen sürenin 80 saniye olarak hesaplandığına dikkat çekiyor. Kahramanmaraş-Gaziantep il sınırından başlayan kırılmanın iki taraflı yayıldığını söyleyen Eyidoğan, “Biri Çelikhan’a doğru, Sivrice’ye doğru eğilmiş Doğu Anadolu Fayı üzerinden, diğeri de Kahramanmaraş Gölbaşı üzerinden Hatay’a doğru uzanmış. Son yapılan modellemelere göre fayın boyu 200-250 kilometre boyunda. Yani en az 100 kilometre bir tarafa 100 kilometre diğer tarafa kırılarak uzanmış diyebiliriz. Kırık yürüme çizgisi ise saniyede 2,5 kilometre” bilgisini veriyor.

Eyidoğan, böyle bir deprem için uzaktaki illere erken uyarı verilebileceğini söylüyor.

Deprem istasyonuna bilgi ışık hızıyla geliyor

Haluk Eyidoğan, deprem olduğu anda deprem istasyonuna bilginin ışık hızıyla geldiğini ve sarsıntıyı algılayan sistemin olacak depremi ve bu depremin büyüklüğünü anladığını belirterek “Merkez deprem olduğunu anlar anlamaz der ki önce P dalgası gelecek, o daha hızlı geliyor. Türkiye’de genellikle depremler sığdır. Yani 20-30 kilometreden daha derin değildir. Depremde P dalgası 6 kilometre/saniye hızla gelir. Bu genellikle yıkıcı değildir. İkinci dalga olan S dalgası bunun hemen hemen yarısına yakın hızla, yaklaşık 4 kilometre/saniye hızla gelir” diyor.

Sistemin S dalgasının ne zaman geleceğini ilk uyarıyı alır almaz algıladığını anlatan Eyidoğan, merkez üssüne uzaklık arttıkça S dalgası daha geç geleceği için kazanılan zaman aralığının büyüyeceğini söylüyor. Örneğin deprem merkezi 100 kilometre uzaktaysa yer kabuğu içerisinde ilerleyen S dalgaları o mesafeye yaklaşık 25 saniyede ulaşıyor.

“Türkiye bu konuda uzman yetiştirmeli”

Erken uyarı sisteminin, ona göre tasarlanmış algoritmalar ve teçhizat gerektirdiğini dile getiren Eyidoğan, “Sismograf yüz yıldır kullanılan bir cihaz. Giderek gelişti. Eskiden biz bu cihazları iki üç kişi zor taşıyorduk. Şimdi bilgisayardan hafif, ufacık elimizle alıp bir yere yerleştirebileceğimiz boyuta geldi. Yazılımcılık da çok ilerledi. Yapay zekâ diye bir şey var artık. Dolayısıyla bunlar bizim ülkemizde kullanılabilir. Denenebilir. Bu konularda uzman yetiştirilebilir” diye konuşuyor.

Dünyada erken uyarı sistemi ile ilgili bilimsel çalışmalar uzun süredir devam ediyor. Okyanusta gerçekleşen depremler için merkeze uzaklığa bağlı olarak örneğin Meksika ya da Japonya’da 30 saniyeye kadar bir erken uyarı sistemi söz konusu.

AFAD’ın erken uyarı sistemi yok

Türkiye’de ise AFAD’ın böyle bir çalışması yok.

Kahramanmaraş depremleri sonrası gerek müdahale gerek zararları önleme konusunda eleştiri okları Afet ve Acil Durum Yönetim Başkanlığı’na çevrilirken, kurumun eski Bilgi Sistemleri ve Haberleşme Daire Başkanı İrfan Keskin’in 2018’de yaptığı bir sunum da kamuoyunda tartışmaya yol açmıştı.

Peki AFAD’ın erken uyarı sistemiyle ilgili bir çalışması yoksa Kasım 2022’de gerçekleştirilen “Çök-Kapan-Tutun” tatbikatında cep telefonlarına gönderilen uyarı mesajı ne anlama geliyordu?

AFAD’ın deprem için bir erken uyarı sistemi olmadığını vurgulayan Eyidoğan, “AFAD diyor ki ya böyle bir sistemimiz olursa, böyle bir uyarı sistemi yaparsak işte böyle yapacağız. Yani size sinyal gelecek. Artık sizin o anda onu algılamanız ne hızda olur, bilmiyorum. Bana mesela o mesaj geç geldi. Bazı arkadaşlara hiç gelmemiş, bazılarına çok geç gelmiş. Yani onunla ilgili bir kere çok randımanlı çalışılması lazım. Ama Türkiye’de bununla ilgili bir uyarı sistemi yok” şeklinde konuşuyor.

Kandili Rasathanesi yürütüyor

İstanbul’da ise erken uyarı sistemi 2002’den beri Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü tarafından uygulanıyor. Bakanlar Kurulu’nun 5 Nisan 2001 tarihli kararıyla İstanbul Deprem Erken Uyarı ve Acil Müdahale Sistemi kurulması kararlaştırıldı ve bu sistem kuruldu. Ancak sistem, deprem merkezine yakınlıktan dolayı ikincil felaketleri önleme odaklı.

Eyidoğan, “İstanbul özelinde bu oldukça zor. Yani İstanbul için kimine göre 7 saniye, kimine göre 5 saniye gibi bir zaman var” diyor. Buna karşı halka yapılacak uyarının çok pratik olmayacağı görüşünü paylaşan Eyidoğan, “Kendinizi daha korunaklı bir konuma koyabilirsiniz. Onu başarabilirsiniz ama bina çökmeme koşuluyla tabi. Yani toptan çökme gibi bir durumla karşı karşıyayız bugün. Yani binlerce bina toptan göçtü” ifadelerini kullanıyor.

“İstanbul için tatbikat yapılmalı”

“O zaman bu uyarıyı doğrudan insana yönelik olarak kullanmaz otomatik sistem. Bunu doğal gazı keser, elektriği keser, gerekirse siren çalınır yerleşim alanında ve bir deprem olduğunu öyle sesle duyurur” diye devam eden Eyidoğan, bunun için de İstanbul’da tatbikat ve bilgilendirme yapılmasının önemine işaret ediyor.

Yine uzaktaki yaşam yerleri için İstanbul depreminde de erken uyarı verilebileceğine işaret eden Eyidoğan, Türkiye’de erken uyarı sisteminin uygulanabilirliğine dikkat çekiyor. Jeofizik mühendisleri işsiz olduğu için üniversitelerde bu bilim dalının artık çok tercih edilmediği bilgisini veren Eyidoğan, bir deprem ülkesi olan Türkiye’de bu konuda uzman yetiştirilmesinin önemine işaret ediyor.

Paylaşın