HDP’li Beştaş: AK Parti Mültecileri Pazarlık Konusu Yaptı

Meclis’te düzenlediği basın toplantısında gündemi değerlendiren HDP’li Beştaş, “Bugün mültecilerin Türkiye’de bu kadar yüksek olmasının sebebi savaş politikası yürüten iktidarlardır, savaşa can suyu verenlerdir. AKP’nin bunu sürekli pazarlık konusu yaptığını biliyoruz” dedi.

Haber Merkezi / Beştaş, 5 Mayıs’ta parti genel merkezi önünde de yaşananlara dair, “İlk açıklamamızda milletvekilimize ‘seni çivilerim’ diyen zatın görevi nedir, kim görevlendirmiştir diye sormuştuk. Aradan geçen 5 günde hiçbir açıklama yapılmadı. Ne İçişleri Bakanlığı ne Adalet Bakanlığı ne Emniyet’ten bize yanıt verildi.

Suç duyurusunda bulunuyorum, vekilimiz ve o gün bu tehdide maruz kalan bütün arkadaşlarımız zaten suç duyurusu yaptılar, yapmadılarsa da bugün ya da yarın yapacaklar. Ankara’da ilgili savcıyı bir an önce soruşturma açmaya ve gerekli işlemleri yapmaya davet ediyorum” değerlendirmesinde bulundu.

Gezi Davası kararlarına ilişkin de konuşan Beştaş, “Biz milyonlarız, milyonlarca insanı bu şekilde yok edemezsiniz. Bu şekilde saldırılar başka muhalefet partilerine de yöneldi. Bu sistematik olarak bütün muhalefete yönelik politikanın araçlarından biridir. Bu saldırılara muhatap olan bütün muhalefet güçlerine susmayın diyorum. Susmayalım. Bugün konuşma zamanıdır, susma zamanı değildir.

Gezi Davasında hukukla, adaletle, ahlakla, insanlıkla hiçbir değerle bağdaşmayan kararın toplum vicdanında nasıl büyük bir tepkiyle karşılandığını hatırlatmak istiyorum. Doğrudan Saray’a bağlı yargı kuvveti tarafından bu ağır cezalar verildi. “Bu Gezi’nin meşruluğunu ve haklılığını asla gölgelemeyecek. Tek adam rejimine olan itiraz daha da büyüyor. Düzmece deliller ve senaryolarla cezaevinde tutulan tüm arkadaşlarımıza ve Gezi tutuklularına binlerce selam olsun” dedi.

Gazetecilerin, “Ekrem İmamoğlu’nun Karadeniz ziyareti sonrasında eleştirilere ilişkin açıklamaları çok tartışılıyor. Bunu nasıl yorumlarsınız?” sorusunu da şöyle yanıtladı: Hiçbir siyasetçinin toplumun herhangi bir kesimine bu şekilde, bu içerikte sözler kullanmasını doğru bulmayız. Eleştiri haktır. Toplum siyasetçileri eleştirir. Bizler toplumun gözü önündeyiz. Haklı da olsak haksız da olsak eleştirileri dinleriz. Bu eleştirilere karşı hakarete varan sözler kullanılmasını tasvip etmemiz mümkün değildir.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, Meclis’te basın toplantısı düzenleyerek gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. Beştaş’ın açıklamaları şöyle;

“5 Mayıs’ta doğrudan partimize yönelik bir saldırı gerçekleşti. Buna ilişkin çok sayıda açıklamamız oldu. Buradan bir kez daha söyleyelim. Bu saldırı ailelerin protestosu kılıfına sokulmaya çalışıldı. Ancak ortada eylemci ailelerden ziyade bir tertip olduğunu ifade etmek isterim. Bu tertipte İçişleri Bakanlığı, kolluk güçleri ve tabii ki Ankara Emniyeti vardı. Totalde iktidar aklı ve pratiği vardı. İlk açıklamamızda milletvekilimize “seni çivilerim” diyen zatın görevi nedir, kim görevlendirmiştir diye sormuştuk. Aradan geçen 5 günde hiçbir açıklama yapılmadı. Ne İçişleri Bakanlığı ne Adalet Bakanlığı ne Emniyet’ten bize yanıt verilmedi. Ortada ciddi bir saldırı ve provokasyon oluşturma çabası vardı. Vekilimiz şahsında bütün partimize ve kadınlara yönelik bir ölüm tehdidi vardı. Bu da öyle geçiştirilecek ve sineye çekilecek bir söz değildi.

“Üç saldırgan polis görevden alınıp tutuklanmalıdır”

Aslında tüm suç işlerinde olduğu gibi burada da başrolü yine Süleyman Soylu kimseye bırakmadı. Boşuna ona Suç İşleri Bakanı denilmiyor. Yardımcı rollerde de kimler vardı, onları açıklayacağız. Normalde biz isimleri açıklamayız, teşhir etmeyiz ama burada gizlenecek, onlara zarar verecek bir durum yok. Açıklayacağım isimler Emniyetin resmi görevlileri ve sorumlu makamlarda bulunan kişilerdir. Şimdiye kadar çoktan görevden alınmış olmaları ve tutuklanmaları gerekiyordu. Biz bu soruyu sorduktan sonra binlerce Ankaralı bize bu güvenlik şube müdürünün ve diğer yetkililerin isimlerini söylediler. Basında da yazıldı. Kimdi bu üç emniyet görevlisi? Bir tanesi Ankara Güvenlik Şubesinden Sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı Mukadder Kardiyen, diğeri Güvenlik Şube Müdürü Serkan Çakmak ve vekilimizi ölümle tehdit eden Başkomiser Murat Güler. Bunları savcılara açıklıyorum, onlara yardım ediyorum. Her vatandaşın görevi, suçu soruşturmakla görevli olan savcıların işini kolaylaştırmaktır. Suç duyurusunda bulunuyorum, vekilimiz ve o gün bu tehdide maruz kalan bütün arkadaşlarımız zaten suç duyurusu yaptılar, yapmadılarsa da bugün ya da yarın yapacaklar.

“Bu suçu işleyenlerden Soylu sorumludur”

Ailelerin arkasına saklanarak vekilimizi ölümle tehdit eden, parti binamıza doğrudan saldıran ve akşam 8’e kadar bir çelengi koruyan polisler olduğunu ifade etmek istiyorum. Ankara’da ilgili savcıyı, görevli savcıyı bir an önce soruşturma açmaya ve gerekli işlemleri yapmaya davet ediyorum. Soylu, konuya ilişkin hiçbir söz sarf etmedi. Bir polis müdürü halkın iradesini temsil eden bir milletvekiline ölüm tehdidinde bulunamaz. “Bu, bizim emniyetimizde görev yapamaz” demedi. Böyle bir açıklama duydunuz mu? Öksürse haber oluyor. Başta kendisi olmak üzere bütün teşkilatında bu suçu işleyenlerin sorumlu olduğunu ifade etmek isterim.

“Bu tertibe katılan herkes başımıza gelecek en ufak olaydan sorumludur”

Aynı ekip geçenlerde başka bir manzarada boy gösterdi. İçişleri Bakanlığına yürümek isteyen Ümit Özdağ’ın önünde el pençe divan duruyorlardı. Bizim partimize saldıran, ölümle tehdit eden bu müdürler ve komiserler kişiye göre davranıyormuş. O tartışmanın detaylarını ne düşünmek ne hatırlamak mümkünse bu kadar düzeysiz bir tartışmayı hafızamdan silmek istiyorum. Türkiye kamuoyuna da bunu öneriyorum. Bu ülkede geldiğimiz noktanın vahim bir örneğidir. Bu tertibe katılan herkes başımıza gelecek en ufak olaydan sorumludur. Bunu biz canımızla ödedik. Deniz Poyraz arkadaşımızı katlettiler. Böyle bir tertiple katlettiler. Ankara’nın merkezinde bunu yinelemek istiyorlar.

“Böyle tehditlere pabuç bırakmayacağız”

Bu tertibi yapanlara, bizi bununla yıldıracağını sananlara şunu söylemek istiyorum. Bir cezaevlerine bakın; Kandıra’ya, Sincan’a, Diyarbakır’a, Tekirdağ’a, Edirne’ye bakın. Tek tek arkadaşlarımızın duruşuna bakın. Siz kimi korkutacağınızı sanıyorsunuz? Şu anda Ankara Sincan’da Kobanî Kumpas Davasında arkadaşlarımız bu iktidarı yargılamaya devam ediyor. Biz bu tip saldırılarla geri adım atacak bir parti değiliz. Yine arşivlerinize bakın, en son Deniz Poyraz’a bakın. Biz can verdik, demokrasi ve barış mücadelesinde arkadaşlarımız hayatlarından oldu. O faili meçhulleri, 90’ların karanlık iklimini hatırlatmaya gerekli görmüyorum. Böyle tehditlere pabuç bırakmayacağız. Bu arada demokratik kitle örgütlerinden siyasi partilere, dört bir yandan dayanışmaya gelen, arayan soran, destek veren herkese partimiz adına teşekkür ediyoruz.

“Susmayın, susmayalım; bugün konuşma zamanıdır”

Biz milyonlarız, milyonlarca insanı bu şekilde yok edemezsiniz. Bu şekilde saldırılar başka muhalefet partilerine de yöneldi. Bu sistematik olarak bütün muhalefete yönelik politikanın araçlarından biridir. Bu saldırılara muhatap olan bütün muhalefet güçlerine susmayın diyorum. Susmayalım. Bugün konuşma zamanıdır, susma zamanı değildir. Gezi Davasında hukukla, adaletle, ahlakla, insanlıkla hiçbir değerle bağdaşmayan kararın toplum vicdanında nasıl büyük bir tepkiyle karşılandığını hatırlatmak istiyorum. Doğrudan Saray’a bağlı yargı kuvveti tarafından bu ağır cezalar verildi. Bu Gezi’nin meşruluğunu ve haklılığını asla gölgelemeyecek. Tek adam rejimine olan itiraz daha da büyüyor. Düzmece deliller ve senaryolarla cezaevinde tutulan tüm arkadaşlarımıza ve Gezi tutuklularına binlerce selam olsun.

“Bütün bu saldırılar ekonominin durumu konuşulmasın diye”

Asıl gündeme, Türkiye’nin temel gündemine gelelim. Bütün bunlar konuşulmasın diye sınır ötesi operasyonlar, partimize saldırılar, kadın cinayetleri, göstermelik yasalar var. Gölgelemeye çalıştıkları temel gündem ekonomi tabii. Çünkü halk aç, halk yoksul. Esas mesele enflasyonun hızla ilerliyor oluşu, hızla yükseliyor. 3 haneli rakamlara doğru enflasyon koşuyor ve asla iktidarın enflasyonla mücadele etme gibi bir derdi yok. Tek derdi döviz kurunu sabit tutmak. Aslında enflasyonu düşüremeyeceğini kabul etmiş, çünkü üretimi artıramıyor. Üretim olmadığı için de enflasyon düşmez. TÜİK’e gönderilen zarftan yüzde 70 enflasyon çıktı. TÜİK’e emirle “şu kadar açıklayacaksın” diyorlar. TÜİK altına da üstüne de çıkamıyor. Onlar yüzde 70 dedi, ENAG yüzde 156 dedi. Halkın enflasyonu yüzde 200’ün üzerinde.

“Asgari ücret derhal yeniden düzenlenmelidir”

Öyle bir hale geldik ki üretim yok yapılamıyor, üretim yapacak çiftçiler bunun giderlerini hesaplayıp hiçbir kar elde edemeyeceğini görüp üretimden vazgeçiyor. Bir torba gübre 500 lira civarında, elektrik zamları almış başını gidiyor. Çiftçi sadece zararını düşünüyor, zararını kesme derdinde. Kar elde etmenin hayal olduğu bir üretim tablosunda yaşıyoruz. Geçen hafta çiftçileri ziyaret ettim, traktörler örümcek bağlamış. Neyle çalışacak, mazot koyamıyor. Traktör çalışamayınca tarlasını nasıl sürecek mazot yok. Diğer taraftan gübre yok. Bankalar öyle bir hal aldı ki çiftçi borçları karşılığında traktör ve tarlaları tek tek haczediyor. Yakında bankalar traktörleri ihale ile satacak. Hala AKP iktidarı meseleyi bu aymazlıkla, bu bilinçsizlikle çözeceğini iddia ediyor. Her ay bu ülkenin emeklileri, işçileri, memurları, asgari ücretlileri AKP iktidarının ceplerinde açtığı delikle soyulmaya devam ediyorlar. Bu yöntemle enflasyon çalma, soyma ve gasptır. Asgari ücret derhal yeniden düzenlenmelidir. Emekli maaşları, yaşlılık aylıkları düzenlenmelidir. Her gün daha da yoksullaştıran bu ucube ve garabet düzende yalan siyaseti temeli oluşturuyor.

“Neyden vazgeçtiler? Saray’ın gelirlerini mi kıstılar, uçaklarını mı sattılar?”

Şimdi övündükleri bir mesele var, TL’den 6 sıfır attık diyorlar. Bununla övünüyorlar. Hiç utanmaları da kalmadı. Utanma duygusu başka bir şey gerektirir.1 Ocak 2003’teki 100 liranın değeri bugün 10 tl, bu hesaplanmış. Bugünün 1000 TL’si ne anlama geliyor. Bir kira ödemeye yetmiyor. Bir depo benzin doldurmaya yetmiyor. 1000 TL ile vatandaş memleketine gidip dönemiyor çünkü para eridi. Bunun karşılığında Erdoğan ne diyor? Geçenlerde basına yansıdı. “Çalışanlarımıza destek olmak için kendi gelirimizden vazgeçtik. Bir şükürsüzlük ve tatminsizlik hali var.” dedi. Bunu dinlerken insan şunu düşünüyor. Neyden vazgeçtiler? Sarayın gelirlerini mi kıstılar, uçak paralarını mı kıstılar, uçaklarını mı sattılar? Ortada hiçbir şey yok. Bir de şükredin diyor. Bir de topluma gerçeği söylüyor, beterin beteri var daha da kötü olabilirsiniz diyor. Buna şükredin bizim politikalarımız sizi daha da yoksullaştıracak, açlıkla baş başa bırakacak diyor. Mesajı aldık. Vatandaşın da almasını istiyoruz, bunları açıklıyoruz.

“Marketlerdeki ürünlere alarm koyacağınıza Merkez Bankasının kasasına koyun”

Sabır telkin edilen bir dönemde ve bunun karşılık bulacağı bir dönemde değiliz. Neden biliyor musunuz, marketlere de güvenlikçi politika geldi artık. Artık marketlerde bazı ürünlere alarm takılmış. Hani bir mağazadan elbise aldığınızda alarm oluyordu ya çıkınca ötüyor. Güvenlikçi politika şimdi markette ve vatandaş “açlıktan çalabilir” duygusu topluma yansıtılıyor. Bebek bezlerine, mamalara, diğer ürünlere alarm koyacağınıza Merkez Bankası’nın ve Hazinenin kasasına alarm koyun. Oradan çalıp çarptığınızda alarm çalsın ki bütün toplum uyansın ve Örtülü Ödeneğin nasıl alarm verdiğini bütün dünya görsün. Türkiye sıralaması her konuda geriliyor. AKP beceriksizliği yüzünden bugün Suriye’nin, Libya’nın, Sudan’ın gerisinde bir Türkiye var. Bu gerçeği herkesin görmesi gerekiyor. Türkiye’nin savaş politikaları bugün enflasyonda açıkça karşımıza çıkıyor.

Bir hazine ve maliye bakanımız var dostlar başına. Nasrettin hoca fıkralarında fırlamış gibi sürekli tekerleme okuyor. Sanki tekerleme söylesin diye seçildi. Sanki bunun için atandı. Ocak’ta enflasyon soruluyor Mart diyor, Mart’ta soruluyor Mayıs diyor, Mayıs’ta soruluyor Temmuz diyor. Sürekli kendi kendini yalanlayan bir bakan var. Allah bizim sonumuzu hayretsin. Ekonomide önerilerimizin dikkate alınmasını öneriyoruz.

“İçeriye huzur vermeyen bir iktidar dışarıya nasıl huzur götürecek”

Şu anda sınır ötesi bir operasyon var. 17 Nisan’dan bu yana Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimine yönelik aralıksız operasyon devam ediyor. İçişleri Bakanı bir ara ne dedi, “Irak’a huzur götüreceğiz”. ABD de Irak’ı işgal ettiğinde huzur ve barış götüreceğini söylemişti de sonrasında arkasında büyük bir enkaz bırakmıştı. Irak ve Suriye’ye huzur gitmediğini tartışmayalım, çünkü huzursuzluk gittiğini, orada ölümün, kanın ve gözyaşının her geçen arttığını görüyoruz. Bunu başka bir şeye yormaya gerek yok. Türkiye huzursuzluk ihraç ediyor, savaş ihraç ediyor başka ülkelere. Şu anda Irak, İran, Suriye huzursuz. Ortadoğu huzursuz. İçeriye huzur vermeyen bir iktidar dışarıya nasıl huzur götürecek? Savaş politikası bittiğinde ancak huzur gelecek. Bu savaşa hayır dediğimizde, barış politikasını öne geçirdiğimizde o zaman huzura kavuşabiliriz.

“Erdoğan Salman’dan randevu alamayınca hacca gitti”

Şu anda Suriye’de, Ukrayna’da ağır savaş yetmiyormuş gibi Irak’ta da kaosun kapısı aralanmış bulunuyor. İranlı yetkililer Türkiye’nin üslerini vurduğunda bu kaosun ne kadar ağır olduğunu hepimize gösterdi. Türkiye’nin Irak’ta aynı zamanda derinleştirmeye çalışılan Şii-Sünni çatışmasına ortak edilmeye çalışıldığını görmek mümkün. Kürt sorununu derinleştirdiği gibi başka derin ve tarihsel sorunlar da ithal eden AKP’nin bu savaşını çok tehlikeli bulduğumuzu söyleyelim. Bu savaşı Ortadoğu ve dünyada meşrulaştırmak isteyen iktidar Cemal Kaşıkçı davasını failin eline tutuşturmaktan sakınca görmedi. Davada fail belli, bu dosya faile uzatılıyor. Sonra bütün bakanlarla arınmak için sözüm ona hacca gidiyorlar. Buraya özellikle dikkatinizi çekmek isterim. Erdoğan Salman’dan randevu alamayınca hacca gitti ve bu nedenle görüşmek zorunda kaldılar. Bütün Arap basını Erdoğan’ın davet edilmediğini yazsa da iktidar bunu gizlemek için çaba gösterdi ama nafile herkes biliyor. Bu davaların nasıl olduğunu biliyoruz. Bizler hakkında, kadın cinayetleri davasında ve pek çok davada AKP eliyle yargı tamamıyla faillerin eline tutuşturulmuştur.

“Çözüm savaşta değil barışta ısrar etmektir”

Bu savaş halkların tercihi ve kararı değildir. Türk ve Kürt gençleri bu savaş politikaları yüzünden her gün toprağa düşmeye devam ediyor. Biz HDP olarak her zaman barış politikasını savunduk. Türkiye’de, dünyada ve Ortadoğu’da barışın tesisi için elimizden geleni yaptık, yapmaya devam edeceğiz. Bu arada elimde bir haber var. TSK’nin 2007’de dost ve müttefik ülkelere yaptığı yardım varmış. Dışarıda barışı desteklemek ve koruma amacıyla 2,8 milyar TL’lik harcama yapmış. Yani dışarıya barış yapmaları için para veriyorlar, kendi iç meselelerini ve dışarıyla meselelerini savaş siyasetiyle çözmeye çalışıyorlar. İşte bu ikiyüzlü bir siyasettir. Sadece Türkiye değil dünya siyaseti de ikiyüzlüleşti. Küresel barış siyaseti maalesef terk ediliyor. Bu savaşa karşı durmayanların, tezkerelere ellerini kaldıranların bu suça ortak olduğunu söylemekten çekinmeyelim. Savaşı durdurun, çözüm savaşta değil barışta ve çözümde ısrar etmektir. Siz kaybedeceksiniz barış siyaseti kazanacak.

İmralı’da hiçbir avukat görüşmesi yokken 6 ay daha avukat görüşünü yasaklamak savaş siyasetinin bir sonucudur. Artık kendi hukuklarına zerre kadar değer vermeyen bir iktidarın bu ülkeye vereceği hiçbir şey kalmamıştır. Biz tecridin kaldırılmamasını, savaş siyaseti uğruna kaybedilen canları Türkiye yurttaşlarına şikayet ediyoruz. Bizim çocuklarımız bu savaş severler yüzünden yaşamlarından oluyorlar. Bu savaşa hep birlikte karşı çıkalım.

“Türkiye’de mültecilerin olmasının sebebi savaş politikası yürüten iktidarlardır”

Mülteciler meselesi önemli bir gündem olarak yerini tutuyor. Mültecilerin yasalardaki hakları bile maalesef uygulanamıyor. Bugün mültecilerin Türkiye’de bu kadar yüksek olmasının sebebi savaş politikası yürüten iktidarlardır, savaşa can suyu verenlerdir. İnsani kriz, çok çok büyümüştür. Sorunun sebebinin savaş olduğunu idrak etmek zor değil. Suriye savaşını kışkırtan iktidar da çoğu kez bunu destekleyen muhalefet de bu insani krizden sorumludur. Şöyle bir tablo var; 150 bin velisiz çocuk olduğu tahmin ediliyor. Çocuk hakları uygulanmıyor. Göçmen kadınlara taciz ve tecavüzler kriminal suç olarak bile kayıtlara geçmiyor. Göçmenlere yönelik baskılar, onların güvenli olarak yurtlarına dönmesi için değil onların gözden uzak köleler olarak kalması için yapılıyor. Geri gönderme ise susmaları ve görünmemeleri için savrulan bir tehdit. Suçlu olan, ölmemek için ülkelerini terk edenler değil onları buna zorlayan iktidarlardır ve savaşa kalkan ellerdir.

“İktidar göçmenleri kendi politikaları için araçsallaştırıyor”

AKP’nin bunu sürekli pazarlık konusu yaptığını biliyoruz. Ucuz iş gücü olarak çalıştırıldıklarını en son İçişleri Bakanı itiraf etti. İktidarın politikasına karşı muhalefet de maalesef şovenizmi ve ırkçılığı körükleyen bir dil kullanmaktan geri durmuyor. Bu çok tehlikeli bir dildir. İktidar göçmenleri kendi politikaları için araçsallaştırıyor. HDP olarak bu araçsallaştırma siyasetini doğru bulmuyoruz. Siyasi iklimin yaydığı ayrımcı ve ırkçı söylemler mültecilere şiddet olarak dönüyor. Bu şiddet dalgası bütün toplumu etkisi altına alabilecek bir potansiyele sahip.

“HDP olarak onurlu dönüşe zemin hazırlayacak barış mücadelemizi yükselteceğiz”

Türkiye halkları mültecilere yönelik ırkçılığa bugüne kadar çok da prim vermedi ve vermemelidir. HDP olarak görüşümüz şudur. Her yurttaşın öncelikle kendi toprağında ve güven içinde yaşamasını savunuyoruz. Ancak bütün dünya her yurttaş için güvenli bir yer olmalıdır, dünya hepimizin evidir. Hangi ülke olursa olsun, dileyen herkes dilediği yerde yaşayabilmelidir. Bu yaşam hukuka dayalı, adil ve demokratik politikalar doğrultusunda olmalıdır. Devletler hem bu politikaların hukuka uygun ve yürürlükte olmasını sağlamalıdır hem de mülteci yaşamların güvencesi olmakla sorumludur. Onurlu bir dönüşün temel koşulu barıştır. Bu onurlu dönüşe zemin hazırlayacak barış mücadelemizi yükselteceğiz. Bu konuda tüm toplumu dayanışmaya ve desteğe davet edeceğiz. Tezkerelere hayır demeyenler de duysunlar; biz bugüne kadar bütün savaş tezkerelerine hayır diyen bir parti olarak gönül rahatlığıyla söylüyoruz. Çözüm önerimiz şudur; uluslararası hukuka uygun bir göç kanunu kabul edilmelidir. Göçmenlerle, polis jandarma vb. kurumlar değil bu konuda kitle örgütleriyle birlikte çalışan sosyal hizmetler birimi ilgilenmelidir. Bir diğeri de Suriye’de savaşın sona erdirilmesi ve göçmenlerin gönüllülük temelinde yurtlarına dönüş koşullarının barışçıl temellerde oluşturulmasıdır. Güvencesiz, kölece koşullara göz yumulmamasıdır.

“Bu ülkenin cumhurbaşkanı ve bakanları kadına yönelik şiddeti körüklüyor”

Meclis’e kadına ve çocuğa yönelik şiddeti önleme iddiasıyla bir teklif getiriliyor. Hakikaten nasıl bir riyakarlıktır, göz boyama iradesidir anlamak mümkün değil! İstanbul Sözleşmesinden bir gece vakti çekilen iktidar, kadına en geniş korumayı sağlayan uluslararası sözleşmeden çekilerek karşı her türlü sözü kuran iktidar, şimdi de dostlar alışverişte görsün misali kadına yönelik şiddeti dert edinmiş gibi yaparak -mış gibi bir kanun teklifi ile karşımıza çıkıyor. Kanunu inceledik, buna ilişkin sözlerimizi Genel Kurul’da ifade edeceğiz. Mevcut yasaları uygulamayan yargı yeni getirdiğiniz yasayı niye uygulasın? Yargı getirdiğiniz yasa teklifine değil sizin sözlerinize bakıyor. Sizin ne hissettiğinize, nasıl yorum yaptığınıza bakıyor. Kravatlı indirimi herkes tartışıyor ya kravat çıkarılmış. Bir yargıç kravat taktı diye indirim yapıyorsa yarın öbür gün gözlerini kaçırdı diye indirim yapar. İlla kravat takmasına ya da takım elbise giymesine gerek yok. Eğer bu konuda bir çözüm istiyorsanız Meclis’teki kravatlı cinsiyetçilerden başlamanız gerekiyor. Bu ülkenin cumhurbaşkanı, bakanları kadına yönelik şiddeti körüklüyor. Konuşmalarıyla sözleriyle bunu destekliyor. Getirdiğiniz yasanın bir önemi yok. Önce Meclis’teki kravatlılardan başlayalım. Son olarak şunu söylüyorum. Erkek failler pişmanlık gösterince indirim yapılacakmış. Cinsiyetçi bir yargı, cinsiyetçi bir iktidar, tecavüzcünün, katilin failin teki çıkıp “ben pişmanım” diyecek önünü de ilikleyecek indirim alacak. Bu ödül ya! Pişmanım demek zor değil ki rahat söyler. Bu yasa kesinlikle kamuoyunu aldatmaya yönelik bir yasadır.”

SORU: Ekrem İmamoğlu’nun Karadeniz ziyareti sonrasında eleştirilere ilişkin açıklamaları çok tartışılıyor. Bunu nasıl yorumlarsınız?

Hiçbir siyasetçinin toplumun herhangi bir kesimine bu şekilde, bu içerikte sözler kullanmasını doğru bulmayız. Eleştiri haktır. Toplum siyasetçileri eleştirir. Bizler toplumun gözü önündeyiz. Haklı da olsak haksız da olsak eleştirileri dinleriz. Bu eleştirilere karşı hakarete varan sözler kullanılmasını tasvip etmemiz mümkün değildir.

Paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir